İlhanlılar



Birbiriyle çekişen hanedanlar arasında bölünen İran, Avrasya'yla birlikte, Moğolların acımasız saldırısının hızına, yıkımın boyutuna ve uzun vadeli sonuçlarına hazırlıksız yakalanmıştı.

Moğollar 1219'da Maveraünnehir'e saldırdı. Harezmşah ordusu çökünce şah Hazar Denizi'ne kaçtı ve burada öldü. Moğollar bir sonraki hedef olan Horasan'da bir strateji olarak şiddeti kullandı. Bölge Cengiz'in dört oğlunun en küçüğü olan Tuluy'un kumandasında yakılıp yıkıldı ve şehirleri yerle bir edildi. Gelecekte insanlar bu tür bir yıkımdan ancak çarpışmadan teslim oldukları takdirde kurtulacaktı.

Başlangıçta Moğolların İran üzerindeki etkisi Horasan'da ve doğuda hissediliyordu. Çeyrek asır sonraysa, bütün İran Cengiz Han'ın torunu ve Tuluy'un oğlu olan Hülagü'nün her yeri yakıp yıkarak yaptığı fetihlerden nasibini alacaktı. Bu ara dönemde Harezmşahlar biraz toparlanmıştı. Kısmen Moğol kontrolünde olan Kuzey İran, geniş otlakları sebebiyle ikmal noktası olarak kullanılıyordu. Moğollar buradan yaptıkları saldırılar sonucu Anadolu Selçuklularını 1243'te yendi. Hülagü'nün saldırıları İran'ın statüsünde önemli bir değişime yol açtı. Aslında onun öyküsü Cengiz'in ölümünün ardından alınan kararlarla başlıyordu.

Hedefi Haşhaşileri ve Abbasileri ortadan kaldırmak olan Hülagü'nün, hanedanını İran'da hüküm sürmek amacıyla bilinçli olarak kurup kurmadığı bilinmemektedir. Haşhaşiler 1256'da büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Batıya doğru yoluna devam eden Moğol ordusu halifenin teslim olmayı reddetmesi üzerine Bağdat'ı kuşattı. 1258'de düşen şehirde büyük bir katliam yapılırken halife öldürüldü ve böylece Abbasi Devleti sona erdi.

Hülagü Suriye ve ardından Filistin'e doğru ilerledi, ancak Moğolların yayılması nihayet Ortadoğu'da son buldu. Mısır'da Memluk Sultanlığı sağlam bir konuma sahipti. Eyyübilerin saray muhafızı olan Memlükler daha sonra bu hanedanı devirmişti. Yeni Memluk sultanı Moğolları Ayn Calut muharebesinde yenerek Suriye'de hakimiyetini ilan etti. Hülagü'nün birliklerini Azerbaycan'a geri çekmesinde iki önemli etken daha vardı. Mengü'nün 1259'da Çin'de ölmesi nedeniyle aile üyelerinin yeni bir Büyük Han seçmesi için kurultay toplanması gerekiyordu. Diğer etken, Azerbaycan ve komşu bölgelerdeki zengin otlakların hakimiyeti konusunda aile içinde yoğun bir rekabet yaşanmasıydı.

Hanedan birlik içinde görünmekle birlikte 1261 civarında yıkıldı. Cuci'nin oğlu ve Batu'nun kardeşi olan Berke, Altın Ordu'nun yeni hanı olarak Hülagü'ye karşı Memluklarla iş birliği yaptı. Kendisi Müslümanlığı seçerken, Güney Rusya'daki Altın Ordu bölgesi de Memluklar için önemli bir köle kaynağı haline gelmişti.

Hülagü ise Azerbaycan'ın Maraga şehrinde kurduğu İlhanlı Devleti'yle İran'a, lrak'a, Kafkaslar'a ve Anadolu'nun bazı bölgelerine hâkim oldu. İlhanlılar soydaşları olan Altın Ordu Devleti'nin yanı sıra Çağatay Hanlığı'yla Kafkaslar ve Kuzeydoğu İran'da çatıştılar. Teorik olarak aşiret lideri anlamına gelen  “ilhan" unvanıyla, büyük hana bağlı olarak bu geniş bölgeyi yönetiyorlardı. Bu dönemin büyük bir bölümünde büyük han Kubilay'dı. Onun 1296'da ölümü ve Gazan'ın Müslümanlığa geçmesiyle birlikte büyük hanla ve Moğol geleneğiyle bağları zayıfladı.

Hülagu, çok sayıda Çinli bilgini İran'a getirdi. Bu ithal bilginler, İran Azerbaycanı'ndaki Maraga'da oldukça sofistike bir gözlemevinin kuruluşunda Nasirüddin et-Tusi gibi İranlı alimlerle çalıştılar. Sözde Moğol Paktı, İpek Yolu boyunca ticareti daha önce hiç olmadığı kadar canlandırdı; Doğu ile Batı arasında benzeri görülmemiş bir ticari ve kültürel alışverişe kapı araladı. 1294 yılında, Budist İlhan hükümdarı Gayhatu Han, Çin'in kağıt para kavramını İran'a getirdi ve banknot buradan Avrupa'ya yayıldı.

İran Tarihi, Richard Foltz, İnkılap Yayınevi, 2021

Hülagü 1265'te ölünce yerine oğlu Abaka (1265-1282), ardından diğer oğlu Ahmed Teküder (1282-1284) geçti. Dördüncü ve beşinci ilhanlar Abaka'nın iki oğlu Argun (1284-1291) ve Geyharu (1291-1295) idi. Onları Argun'un iki oğlu Gazan (1295-1304) ve Olcaytu (1304-1316) ile Geyharu'nun oğlu Ebu Said (1316 1335) izledi. Verasetin ana ilkesi aile mensubu olmaktı. Tahtın sülale içindeki en yaşlı kişiye mi verileceği yoksa babadan oğula mı geçeceği sorunu tam olarak çözülemediğinden, aile içindeki gerilimin başlıca kaynağı olmuştu. İlhanlıların veraset kurallarına uyduğunu söylemek fazla gerçekçi olmaz. Hülagü ile Gazan arasındaki beş hanın üçü, aile içindeki rakipleri tarafından tahttan devrilip öldürüldü. Diğer ikisinden biri içkiden ölürken öbürü kendini zehirledi. Vezirlerinin hayatı da aynı şekilde şüpheli ve kısaydı. Bir Moğol devlet adamı olan Buka, Teküder'i tahtından indirip Argun'u desteklemesi sayesinde uzun yıllar vezirlik yaptı. Ancak bu tür vezirlerden, İlhanlılardan bağımsız bir güce sahip olma potansiyeli yüzünden kaçınılıyordu. Hanların amacı askeri kontrolü elde tutmaktı; vezirlerden ordu ve saray için gereken kaynakları sağlaması bekleniyordu.

Moğol İlhanlı idaresinin İran ekonomisi üzerinde yol açtığı yıkım muhtemelen fetihlerin etkisinden daha büyüktü. Tarım ve kelle vergilerinin bütün yükünü köylülerin çekmesi kırlarda nüfusun azalmasına yol açmıştı. 1290'ların başında, Geyhatu'nun saltanatı sırasında, maliye bakanı Çin'de kullanılan kağıt para uygulamasına geçmeye karar verince ekonomik durum iyice kötüleşti. Bütün ekonomik işlemlerde artık madeni para yerine kâğıt para kullanılacaktı. Ne var ki ticaret çökünce bu uygulama çabucak terk edildi. Hülagü'den sonra gelen beş han askeri açıdan başarılı değildi. Memluk-Altın Ordu ittifakı İlhanlıların Suriye'yi yeniden ele geçirme girişimlerini engelledi. Suriye'ye hakim olmanın siyasi ve askeri avantajları yanında, bu seferlerin askerlere yağma yapma imkanı vermesi ve bu savaşla meşgul olarak içte tehdit yaratma olasılığını ortadan kaldırması da İlhanlıların işine yarayabilirdi. Burada başarılı olamayınca Altın Ordu 'nun daimî düşmanlığını bertaraf ermek için Kubilay Han ile kalıcı bağlar kurdular.

İlhanlılar Hülagü'den itibaren veraset konusunda onun onayını ve rızasını alma ihtiyacı hissetti. Ayrıca sarayda daima bir elçisi bulunuyordu. İlhanlı-Çin bağlantısı, Orta Asya'da ortak Cengizli düşmanlarla karşı karşıya bulunmak bakımından iki taraf için de önemliydi. İlhanlılar ayrıca Memluklara karşı batıda Hıristiyan müttefikler arasa da pek sonuç alamadı. En önemlisi, Avrupa 'ya gönderdikleri elçilerin Nesturi Hıristiyan olmasıydı. Bu, bozkırlardan beri başvurdukları geleneksel bir uygulamaydı.

Ticaret Akdeniz dünyası ve Uzakdoğu'yla ilişkilerde hayati rol oynuyordu. İran daha önceki çağlarda olduğu gibi, malların üretimi ve nakliyesi konusunda temel öneme sahipti. Abbasilerin zengin kültürel yaşamının yanı sıra siyasi parçalanma döneminde eyalet merkezlerinin Bağdat'ı taklit etmesi; başta ipek olmak üzere kumaş, seramik, cam, ahşap ve madeni ürünlerde olağanüstü bir üretim patlamasına yol açmıştı. Bu ürünler İslam dünyasının dışında da rağbet görüyordu. Ürünlerin güzelliği, yüksek kalitesi ve kolayca taşınması, lüks malların ticaretinde bir talep patlaması yaratmıştı. Bu ürünler estetik bakımdan tercih edilmenin yanında aynı zamanda kullanışlıydı. Ayrıca Avrupa'da üretilen mallara göre kalite daha yüksekti. Bunun dışında dekoratif özellikleri genellikle soyut olup farklı kültürlerin bileşimini içeriyordu ama aynı zamanda yabancı ve ender olduğu için fiyatları yüksekti. Üretim ve ticaret, işgücüyle malzemeye dayalı olup üretim merkezlerinin genel ekonomisine büyük katkı sağlıyordu.

Tıpkı felsefenin kozmopolit bir niteliğe sahip ortak bir kelime dağarcığını ve diğer kültürlere açık bir Akdeniz kültürünü paylaşması gibi, bu maddi kültür üretimi de aynı değerleri paylaşıyordu. Avrupa'nın bu tür pahalı ve itibar sağlayan eşyalara yönelik iştahı Haçlı Seferleri'nden dönenler sayesinde iyice arttı. Ortadoğu kaynaklı lüks tüketim mallarına yönelik talep Haçlı Seferleri'nden sonra, özellikle 14. ve 15. yüzyıllarda refah artışına paralel bir seyir izledi. Ticaret ayrıca fikir ve teknoloji alışverişini hızlandırıp diplomatik bağları güçlendirdi ve sonuç olarak keşiflerin artmasını sağladı. 16. ve 17. yüzyılda daha büyük küreselleşmeye yol açan keşiflerin İran üzerinde de büyük etkisi oldu. Avrupalılar İlhanlıların ticaret ortağı olmasının yanında Hıristiyanlığa geçmesini umarken Orta Asya geleneği olan şamanlık uzun süre gücünü kaybetmedi. 

Çok sayıda etnik grubun yaşadığı geniş topraklara hükmetmek bir kez daha çıkarlara uygun önlemler alınmasına neden olmuş ve mevcut dinler genel bir kabul görmüştü. Daha önceki Moğol örneklerinde olduğu gibi İlhanlı sarayında da Hıristiyanlar, Müslümanlar, Budistler bir arada bulunuyordu. Ne var ki hanlar birkaç istisna dışında bu dinlerin hiçbirine bağlı değildi. Teküder Han Müslümanlığı seçerek Ahmed adını almış, ancak bu olay Moğollar üzerinde önemli bir etki yaratmamıştı. Budizmi benimseyen Argun, Hıristiyanların lehine politikalar uyguluyordu ve Yahudi bir veziri vardı; ancak yine bunların kalıcı bir etkisi yoktu. Gazan 1295'te tahta çıktığında Moğol liderler gibi Müslümandı. Hıristiyanlarla Yahudiler Ehl-i Kitap olmaları sebebiyle, İslam hukukuna göre zimmi statüsünde yine geleneksel olarak koruma altındaydılar ve yine cizye ödüyorlardı. Tapınakları yıkılan Budistlerse ya din değiştirmek ya da başka diyarlara girmek zorundaydı. Gazan'ın din değiştirmesinin sebepleri ve koşulları bilinmemekle birlikte, bu durum Moğolların İranlılara ve İran kültürüne uyum sağlamaya yönelik genel politikasıyla tutarlıydı.

Bundan sonraki birkaç yüzyıl boyunca Moğol, Timurlu ve Türk hükümdarlar; ulema ve şeriat ya da şehir merkezli İslam yerine Tasavvuf şeyhlerine itibar ettiler. Eklektik bir niteliğe sahip Tasavvuf, halk arasında rağbet gören dini uygulamaları daha çok benimsiyordu. Ritüel ve liderlik, büyük yandaş grupları olan şeyhler üzerinde toplanmıştı. Bazen sahip oldukları bu karizmatik güç, meziyet ve mucize yaratma becerileri, ölümlerinden sonra bile devam ediyordu. Muhtemelen bu sebeplerden Tasavvuf, Moğollarla Türklere cazip geliyordu. Belki şeyhlerle kendi bozkır geçmişlerinin bir parçası olan şamanlar arasında benzerlik buluyorlardı. Müslüman bir hükümdar olarak dindaşlarına saldırmaması gereken Gazan, 1300'de Mumluklara savaş açarak onları Suriye'den Mısır'a çekilmeye zorladı. Ayrıca onlara karşı Hıristiyan Avrupalılar arasında müttefik aradı. Ne var ki batıda gücünün doruğuna ulaştığı sırada, önceki hükümdarlarda sıkça rastlandığı üzere doğuya dönmek zorunda kaldı.

Orta Asya'dan gelen tehdidin kaynağı bu kez Gazan 'ın Çağatay soydaşlarıydı. Daha önemli bir gelişme, Gazan 'ın saltanatının, olağanüstü veziri Reşidüddin yardımıyla gerçekleştirmeye çalıştığı iç reformlar sayesinde Moğolların İranlılarla ilişkisini değiştirmesiydi. Reşidüddin Cami-üt Tevarih adlı eserinde, Nizamülmülk'ün Siyasetname'si ve Sasani eşitlik çemberini hatırlatırcasına, Gazan'ın ekonomik ve idari reformlarının ardında yatan nedenleri açıklamıştı. Adaleti yeniden tesis etmek ve gelirleri garanti etmek için vergilendirmenin her yönüyle düzenlenmesi gerekliydi. Bürokratlar mevkilerini kullanarak artık zorla para toplayamayacak ya da tahribata yol açamayacaktı. Ekilebilir arazilerin artması için vergi avantajı sağlamak, ticaret ahlakını zorla uygulamak gerekliydi. Darphaneler paraları standart ağırlık ta basmalı ve idare daha sistemli olmak zorundaydı. Gazan ve veziri orduyu kontrol edip hükümdarla ilişkisini düzen altına almanın yolunu aradı. Burada önemli olan ordunun finansmanı için Selçuklu ikta sisteminin yeniden canlandırılmasıydı. Askerler geçinebilmek için yağma yapmak zorundaydı, bunun için sınırların sürekli genişlemesi gerekiyordu. Böyle olmadığı takdirde huzursuzluk hatta isyan çıkma tehlikesi vardı. Ordunun hem batıda hem doğuda açmaz içinde bulunması sebebiyle araziler askerlere dağıtıldı. Burada yine aşiret temeli esas alınarak, askerlere hizmetleri ve düzeni korumaları karşılığında geçimlerini sağlamaları amacıyla çevrelerindeki otlaklar verildi. Aynı dönemde yaşayan diğer tarihçiler, özellikle Gazan bürokrasisinin mensubu olan Hamdullah Mustafa Kazvini, bu reformların ardından hükümetin gelirlerinin arttığını kaydetmiştir.

Gazan reformları başlattıktan kısa bir süre sonra ölmesine rağmen veziri Reşidüddin, onun halefi ve kardeşi Muhammed Hüdabende Olcaytu zamanında da kritik görevini sürdürdü. Olcaytu (1304-1316) ancak iki rakibini öldürttükten sonra tahta çıkabilmişti. Gazan'ınsa İlhanlı ailesinin en az on üyesinden kurtulmak zorunda olduğu rivayet edilir. Yeni hükümdar saltanatının ilk yılını Reşidüddin dahil kritik mevkilerdeki görevlilerin yerini korumakla, diğer Moğol hükümdarların elçilerini kabul etmekle, onlarla daha dostane bağlar geliştirmekle ve Memluklara karşı onların desteğini almakla geçirdi. Bu arada Gazan 'ın türbesini ziyaret etmek gibi aile görevlerini de yerine getiriyordu. Olcaytu'nun babası başkenti Maraga'dan ticaret yollarının merkezinde bulunan Tebriz'e taşımıştı. Kendisi de saltanatının ilk yıllarından itibaren dikkatini Sultaniye'de yeni bir başkent yaratmaya verdi. Burada büyük bir türbesini ve en büyük anıtını yaptırdı. 

Tebriz uluslararası ticaret için önemli bir antrepo haline geldi, üstelik XIV. yüzyıl başındaki yarı efsanevi zenginliğiyle şöhrete kavuştu. Hükümdar başkentinden ziyade İlhanlıların idari merkezlerinin ortasında bulunan Tebriz, lüks ürünlerin üretimin de de dikkat çekmekteydi. Marco Polo'nun eseri burada büyük miktarlar da satılan değerli taşları anlatır ve şehrin zanaatkarlarının elinden çıkan ipek ve altın kumaştan sitayişle bahseder.

..

Yaklaşık 1330 yılında Pegolotti, kaleme aldığı ticaret el kitabında, Tebriz ürünlerinin (bunlar içerisinde ipek, baharat, çivit otu, mercan, yün kumaş, inci ve muhtelif hayvan kürkleri vardı) ve oradan elde edilen takas oranlarının pek çok sayfayı hak ettiğini düşünmüştü.  Orta Çağ tarihçilerinin sevdiği bir tarzda ve Fransisken misyoneri Pordenoneli Odorico tarafından bize nakledilen bir kıyasa göre o tarih itibarıyla, Fransız hükümdarının bütün krallığından elde ettiği gelir, ilhanın sadece Tebriz'den elde ettiği gelir kadar yoktu. Odorico'nun dediğine göre Tebriz, diğer bütün şehirlerden yüceydi ve neredeyse bütün dünyayla ticaret yapıyordu.

Moğollar ve İslam Coğrafyası, Peter Jackson, Selenge Yayınları, 2022

Olcaytu 1307'de, o zamana kadar Moğol saldırılarına başarıyla direnmiş Gilan'ı fethetmeye yöneldi. Başlangıçta bölgenin güney kısmında başarı kazanan İlhanlı ordusu daha sonra yenilerek aralarında önemli subaylarının bulunduğu büyük kayıplar verdi. Memluklara karşı sadece bir sefer düzenleyen hükümdar, Avrupalı Hıristiyan krallarla irtibat kurmasına rağmen asla büyük bir ittifak gerçekleştiremedi. Ordunun Horasan'daki mücadelesi daha sürekli ve başarılı oldu; hatta Maveraünnehir'de Çağatay Hanlığı'na karşı başarı kazanıldı. Bu olayda Olcaytu, 1316'da yerini alacak oğlu Ebu Said'e karşı ayaklanan bir Moğol emirinin tarafını tuttu. Reşidüddin ise Horasan'daki ordunun finansmanı konusunda Olcaytu'nun diğer vezirlerinden Ali Şah'la ihtilafa düşünce devlet idaresi ikisi arasında bölündü.

Olcaytu'nun dini geçmişi biraz karışıktır. Hıristiyan olarak vaftiz edilmesine rağmen önce Budist, ardından Sünni Müslüman olmuştu. Dört Sünni mezhebinden ikisi arasında kararsız kalınca Moğol destekçileri tarafından bozkır şamanlığına dönmeye zorlandı. Sonunda Şiiliği benimsedi. Belki öldükten sonra kendini yüceltme düşüncesi ona cazip gelmişti; zira Şii imamları Ali ve Hüseyin'i Sultaniye'de yaptırdığı büyük türbeye gömmeyi tasarlaması onun itibarını artıracaktı. Sultaniye'de yeni bir başkent ve türbe yaptırmanın yanı sıra Bisitun yakınında, hala kalıntıları bulunan ikinci bir başkent inşa ettirdi. Reşidüddin'i tarihçi olarak himaye etmesiyse paha biçilmez bir kültürel katkıydı.

Ebu Said'in tahta çıktığı 1316 yılı içinde iki önemli ölüm gerçekleşti. Önce hükümdarın atabeyi öldü, ardından Ali Şah'ın çevirdiği entrikalar yüzünden Reşidüddin görevinden alınarak öldürüldü. 1327'ye kadar fiili iktidar, başkomutan olarak hizmet eden Emir Çoban 'ın elindeydi. Hanların topraklarını başarıyla savunup ardından kendi oğulları arasında bölüştürdü. Ancak Ebu Said'in diğer emirleri desteklerini sürdürünce Emir Çoban yenildi ve kaçtığı Herat'ta yakalanarak öldürüldü. Daha önce kendini Rum hükümdarı, hatta mehdi ilan eden güçlü oğlu Emir Timurtaş ise Memlukların elindeki Mısır'a kaçtı. Ne var ki, 1322'de İlhanlılarla yapılan barışı korumak isteyen Memluk sultanı onu öldürttü.

Ebu Said 1335'te varis bırakmadan ölünce, emirlerin tahtta hak iddia edenleri desteklemesine rağmen İlhanlı Devleti fiilen sona erdi. Ebu Said'in saltanatı bir tür altın çağ olarak hatırlansa da, çeşitli Moğol emirleri arasındaki hizipleşme sorunu çözülememişti. Ebu Said'in son veziri ve büyük Reşidüddin'in oğlu olan Gıyaseddin bir Cengizli hanını destekledi. Diğer Moğol ileri gelenleri kendi yollarında ilerleyince, 14. yüzyıl ortalarından Timur’un 1370'de tahta çıkmasına kadar İlhanlı topraklan birbiriyle çekişen dört Moğol hizbi tarafından yönetildi: Bağdat ve Tebriz'de Celayiriler, orta İran'da Muzafferiler, Batı Horasan'da radikal Şii Serbedariler ve Herat'ta Kartlar.

İlhanlıların da Sasaniler gibi ibadete genellikle hoş görüyle yaklaşmalarına rağmen bu fikirler başka yerlere taşınmadı. İlhanlı İran'ı Sasani İmparatorluğu'na benzemekle kalmamış, tıpkı onun gibi Avrupa ve Çin'le bağlar kurmuştu. Özellikle Memluklara karşı müttefik olarak düşünüldüğünden Avrupalılarla diplomatik bağlar açık biçimde belgelenmişti. Bunun yanında ticaret de sürdürülüyordu. İtalyanlar özellikle önemli olup İlhanlıların Çin'le ilişkilerinde kullanılıyordu. Bu yıllar Marco Polo ve ailesinin yaşadığı döneme denk geliyordu. Papalık İlhanlıları Hıristiyanlığa döndürmeyi ümit ederken, Nesturiler elçilik görevleri üstlendiler, ancak kendi günah çıkarma grupları dışında fazla bir kültürel etkileri olmadı. İtalyan tüccarlara büyük ihtimalle Hristiyan tarikatların mensupları eşlik ediyordu; zira Reşidüddin'in Frankların Tarihi adlı eseri muhtemelen bunlardan biri tarafından tercüme edilmiş Latince bir kaynağa dayanıyordu. 14. yüzyıl ortalarından 16. yüzyıla kadar doğrudan bağlantılar. bu arada ortaya çıkmış olan Osmanlı İmparatorluğu yüzünden kesildi.

Moğollar ve ardından İlhanlılar, Çin ve Hindistan'la önemli ticari bağlar kurdular. Attan kobalta kadar geniş bir ürün yelpazesi doğuya gönderilmeye devam etti. Çinliler istihkamcı olarak Moğolların batıya yolculuğuna eşlik etti. Bozkır şamanlığı ve Budizm de Moğolların gittiği yere ulaşıyordu. Şamanizm de Tasavvuf gibi yerli halkların rağbet ettiği dinleri pekiştiriyordu. Muhtemelen Çinli sanatçıların eliyle uygulanan Orta Asya Budist sanatı, resmi dolaylı olarak etkilemişti; zira bu döneme ait resim ve desenlerde çok kuvvetli bir Çin etkisi görülür. Maraga'da yaşayan büyük gökbilimci Nasıreddin Tusi'nin Çinli bir gökbilimciyle doğrudan irtibatı vardı. Çinli hekimler Moğol saraylarında görev yapıyordu. Resim ve mimaride hemen fark edilen Moğol ve İlhanlı üslubu, Safevi dönemine kadar süren Pax Mongolica sırasında yaşanan kültür alışverişini yansıtır.

Bununla birlikte Moğolların İran üzerindeki yoğun etkisi olumsuzdu. On binlerce insan öldürüldü ya da yerinden edildi. Doğrudan istilalar ve göçebe saldırılar la şehirler yerle bir edilirken, tarlalar yakılıp yıkıldı. Bunun dışında sulama sistemlerinin tahrip edilmesi veya aşın vergiler yüzünden köylüler başka yerlere kaçmak zorunda kaldı. Gazan'ın reformları çok geç kalmıştı. Reformların ardından tarım da görülen toparlanma, İlhanlıların son dönemindeki hizipçilik ve kötü yönetimin yanı sıra yüzyılın sonunda Timurlenk'in saldırıları yüzünden etkisiz kaldı. Moğol yüzyılında İran'ın geçmişinden kalan ne vardı? Göçebe hayvancılığa, tarıma, ticarete dayalı karmaşık bir toplum ve ekonomi; süvari ve okçuya ağırlık veren ama göçebelere dayanan bir askeri gelenek; dini ve etnik farklılıkların kabulü; İlhanlıların yönetimi altında İran'ın, Batı ile Doğu Asya arasında merkezi bir konum kazanması; özerkliğin tanınması; İran idarecilik geleneğinin benimsenmesi ve bu tarihi geleneğin bilincinde olunması; ordu ve bürokrasinin arazi bağışlarıyla finanse edilmesi; mimarinin, sanatın ve bilimin himaye edilmesi. En önemlisi, Moğolların bütün geçmişe hâkim olan evrensel/eşzamanlı hükümdarlık modeline, Cengiz Ailesi vasıtasıyla uyum sağlamasıydı. Bu veraset ilkesi konusunda bir mutabakat olmakla birlikte, aile üyelerinin sayısının artması ve kan dökmeye varan çekişmeler hizipçiliği kızıştırarak, ikinci ve üçüncü kuşaktan sonra iktidarın bir merkezde toplanmasının aleyhine işledi. Moğolları eski İran hükümdarlarıyla hanedanlarından ayıran özellik, ortalığı kırıp geçiren istilalarının özünü oluşturan zor kullanımına dayalı idare tarzı ve daha yaygın bir hizipçilikti.

Ebu Said'in 1335'teki ölümüyle sona eren merkezi iktidarın tekrar kurulması Timurlenk zamanında gerçekleşti.

İran Tarihi, Gene R. Garthwaite, İnkılap Kitabevi, 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder