Ruan-ruanların gerçek adlarının ne olduğu bile bilinmiyor. Burada ve onlarla ilgili ciddi araştırmaların çoğunda kullanılan şekil Çin kaynaklarının onların adlarını yazmak için kullandıkları işaretlerin alışılagelmiş çevrim yazısıdır. Ruan-ruanların kendilerine verdikleri adı yazabilmek için Çinlilerin gösterdiği türlü çabalar bu işin üstesinden gelmedeki güçlüğü gösterir. Aksi yöndeki kesin iddialar bir yana bırakılırsa, Ruan-ruanlarca kullanılan dil ya da dillerle ilgili hiçbir sağlam kanıt olmadığı gibi onların etnik yapısı ile ilgili ayrıntılı bilgiler de aynı derecede karanlık ve bulanıktır. Bazı Çin kaynakları onları "Şyunğ-nuların bir başka türü" olarak tanımlarken (bu tür beyanlara ne derece değer verileceğine yukarıda işaret etmiştik) bazıları da onları Dunğ Hularla, yani Doğu Barbarları ile birleştirir.
Ruan-ruanlar tarihleri boyunca Çin'in Kuzey Vey sülalesi (386-534) ile bitip tükenmez bir mücadele içinde olmuşlardır. Bu düşmanlıkların başlangıcı, Ruan-ruanların atasının Vey sülalesinin atasınca 277'de esir edilmiş olduğu iddiası dikkate alınırsa, çok uzak bir geçmişe bile götürülebilir. Ruan-ruanlar, Kuzey Vey sülalesinin kurucusu To-ba Guy'un hükümdarlığı (386-409) sırasında, liderleri Şe-lun'un kendisine itaat eden kabilelerle amcasının komutasındaki kabileleri birleştirmesiyle, tarih sahnesine çıktılar. Şe-lun o zaman Kuzeybatı Moğolistan'daki "yüksek arabalı" halkı, yani Gav-cü ya da Gav-çeleri, yendi, batıda Karaşehir'den [ Karaşar] doğuda Kuzey Kore'ye kadar uzanan bir imparatorluk kurdu. Daha sonraki yıllarda Ruan-ruanlar Vey devletine karşı ardı ardına hücumlarda bulundular ve onları 2.000 li uzunluğunda bir savunma duvarı inşa etmeye zorladılar. 429'da Gav-cülerle To-baların (Tabgaç) kurduğu ittifak sonucu Ruan-ruan kağanı Da-tan ( 415-429) yenildi. Da-tan'ın bu yenilgiden sonra aklını yitirdiği ve az sonra da öldüğü anlaşılıyor.
…
Vey devleti, lç Asya'daki düşmanının ardında daima bir
müttefik arayan Çin diplomasisinin geleneklerini izleyerek, batı bölgelerinde
kendisine bir müttefik aramaya başladı. imparator Tay-vu bu amaçla bir elçi
gönderdi. Ancak bu elçi Ruan-ruanların kontrolünde olan bir bölgeden geçmek
isterken geri döndürüldü. Çinliler, belki de öç almak amacıyla, 438'de büyük
bir saldırı düzenledilerse de, bundan hiçbir sonuç elde edemediler. Ruan-ruan
kağanı Vu-ti (429-444), Herodotos'un anlattığı göçebe stratejilerini
uygulayarak, askerlerini savaşa sokmayı reddetti ve düşman kuraklık ve açlık
nedeniyle amacına erişmeden geri çekilmek zorunda kaldı. 443'te yapılan benzeri
bir seferin kaderi de, Vey ordusu bu kez Orhun lrmağı'na kadar ilerlediyse de,
önceki seferle aynı oldu. İstilacı ordunun verdiği ağır kayıpların nedeni bu
kez sıcak değil, soğuktu. İmparator Tay-vu'nun 448'de kumanda ettiği sefer daha
başarılı oldu; çünkü Tay-vu kuvvetlerini Yüe-ban'la birleştirmişti ve böylece
Ruan-ruan kağanı Tu-ho-cın'ı ağır bir yenilgiye uğrattı (444-450). Genelde ve
esas olarak saldırı savaşlarına kalkıştığında uğradığı geçici yenilgilere
karşın Vey, Ruan-ruan'ların Çin topraklarına yaptığı saldırıları durdurdu. Bu
yöndeki engellemeler karşısında Ruan-ruanlar hücumlarını Tarım Havzası'na yönelttiler
ve bu bölgedeki yerel krallıkların işlerine sık sık müdahalede bulundular.
Ruan-ruanların 460'ta Koço'ya hücumlarının ayrı bir önemi vardır. Bu saldırı Koço hükümdarı Ancoğ'un ölümü ile sonuçlandı ve böylece Şyunğ-nu kökenli olduğu
söylenen şanlı Cü-çü sülalesi tarihe karıştı.
Ruan-ruanlar 47l 'te doğu-batı ticaret yolunun güneyindeki en önemli menzillerden olan ve öteden beri kontrolleri altına almak istedikleri Hotan kent-devletini işgal ettiler. Pek yakında bir saldırıya uğrayacaklarını sezen Hotan hakimi bunu önlemek için Çin'den yardım istemişti. İmparator bu isteği hoş karşılamakla birlikte bu kadar uzak bir ülkeye etkin bir yardımda bulunamayacağı cevabını verdi.
6. yüzyıl başlarında iç kavgalar Ruan-ruan devletinin yapısını zayıflattı ve sonunda dağılıp parçalanmasına neden oldu. Bir kadın şamana olan bağlılığı nedeniyle durumu sarsılmış bulunan Çoğ-nu Kağan (508-520) öz annesinin emri ile öldürülmüş olmalıdır; çünkü bu kadın hemen küçük oğlu Anaguy'u kağan olarak tahta oturtmuştur. Bu olayı kimse hoş karşılamadı; öldürülen kağan Çoğ-nu'nun yandaşları, yeni kağan A-na-guy'a karşı savaş açıp onun kuvvetlerini yendi. A-na-guy bunun üzerine Vey sarayına kaçtı; yardım istedi ve istediği yardımı da aldı. Ama bu arada ülkede boşalan tahta amcası Brahman geçmişti. Çince Po-lo-mın biçiminde yazılan bu gaspçının adı biraz tuhaftır ve kolay kolay açıklanamaz. Bu ad, Vey devleti zamanında genellikle Kuzey Hindistan sakinleri için kullanılırdı. Gav-cülerin yeni bir saldırısından sonra Brahman Vey devletine sığınmak zorunda kaldı. Vey, böylece birbirine hasım iki Ruan-ruan hükümdarına sığınma hakkı tanıdı ve zekice davranarak her ikisine de yardımcı oldu. A-na-guy'a, Turfan ile Karaşehir arasındaki Gümüş Dağı (Yın Şan) bölgesinde yerleşmesi için destek verildi. Brahman da Kokonor civarına yerleştirildi. Böylece iki Ruan-ruan grubunun birleşme tehlikesi de büyük ölçüde ortadan kaldırılmış oluyordu.
Brahman, tecrit olmaktan kurtulmak için, daha sonra kendilerinden çok söz edeceğimiz Heftalitlerle ilişkiler kurdu. Heftalitlerin hükümdarı aynı anda Brahman'ın üç kızı ile birden evlendi. Heftalitlere atfedilen çokkocalılık adeti dikkate alınırsa bu oldukça şaşılası bir evlilik olmuştu. Çinliler bu durumdan memnun kalmayınca onu bir kalede ikamete mecbur ettiler. Brahman 524'te Lo-yanğ'da öldü ve A-na-guy böylece Ruan-ruanların tek hükümdarı olarak kaldı. A-na-guy'un gerçek gücünün ne olduğunu bilemiyoruz. Ancak o, hızla dağılmakta olan Vey devletindeki iç kargaşadan ustaca yararlanmasını bilmiştir.
A-na-guy hem Doğu hem de Batı Vey ile evlilik bağları kurdu ve hatta zaman zaman çatışan Çin hizipleri arasındaki güç dengesinin sağlanmasında etkili oldu. Bu arada, A-na-guy kendi arka bahçesindeki gelişmelere yeteri kadar dikkat sarf etmemiş olabilir. Kendilerinden ilk kez 4. yüzyılda söz edilen bir boy konfederasyonu olan Tye-le, Ruan-ruanlara saldırmak üzereydi. Sui şu'ya göre onlar da Şyunğ-nuların soyundandı ve 6. yüzyılda, sayıları pek çok olan boyları "Batı Denizi"nden Baykal'a kadar uzanan kesintisiz bir zincir oluşturmuşlardı. Şu ya da bu şekilde Gav-cülerle bağlantıları vardı ve ilerde göreceğimiz gibi, güçlü Uygurların kendileri de bir Tye-le kabilesiydi. Savaşa soyunmuş Tye-le'lerin Altaylar'da, Türklere uzak olmayan bir bölgede oturmuş olduklarından şüphe edilemez.
Türklerin lideri Bumin, Ruan-ruanlara itaati bırakıp hemen karşı harekete geçmeye karar verdi. Onları ezici bir yenilgiye uğrattı ve bu zaferden cesaret alarak A-na-guy'un kızına talip oldu. O zamana kadar Türkler ya da hiç değilse onlardan bazıları, yüzyıldan daha uzun bir süre Ruan-ruan yönetimi altında yaşamışlardı. 439'da, Kuzey Vey imparatoru Tay-vu, Kansu'da Cü-çü ailesi tarafından kurulan küçük barbar devleti Kuzey Lyanğ'ı yıktığı zaman 500 kadar Türk ailesi Ruan-ruanlara sığınmak istemişti. Bu hareketin sebepleri bilinmiyor, fakat kaynakların belirttiğine göre, hepsi de A-şı-na soyundan olan bu Türkler Ruan-ruanlarca Altaylar'da iskan edilmişler ve orada demircilikle uğraşmışlar. Çalıştıkları Altın Dağ (Cin şan) bir miğfer biçimindeymiş ve onların dilinde "miğfer" e de türk denirmiş. Buraya sığınan halk bu nedenle kendilerine Türk adını vermiş. Bugüne kadar bu halk etimolojisinin geçerli bilimsel bir açıklaması yapılmış değildir.
Moğolistan'daki Ruan-ruan yönetiminin sona ermesiyle ilgili birçok soru
cevapsız kalmış ise de, 552'de buradaki yönetimi Türklerin devralmış olduğu ve
iktidar değişiminin yabancı istilacılarca gerçekleştirilmediği de kesin gibidir.
Ruan-ruan iktidarı imparatorluk içindeki küskün ve muhalif bir hizip tarafından
düzenlenmiş bir iç devrim sonucu yıkılmıştı. Bu hizip belki de etnik bakımdan
olduğu kadar, dil bakımından da halkın geri kalan kısmından pek farklı değildi.
Türklerin biricik belirgin özelliği uğraşları ile ilgilidir ki, bu da
madencilikten ibarettir. Türklerin 5. yüzyıl ortalarında Ruan-ruan devleti
sınırları içinde demir aletler üretimi ile uğraştıklarını gösteren kanıtlar
yukarıda zikredilmişti. Bir yüzyıl sonra, A-na-guy'un Türklerin bu uğraşlarını
küçümsemesinin Türk isyanını başlatmış olduğu ve bu isyanın da birkaç yıl
içinde Ruan-ruan imparatorluğunun yıkılışına yol açtığı söylenir.
Erken İç Asya Tarihi, Kök Türk İmparatorluğu’nun Kuruluşu ve Yıkılışı, Denis Sinor
Güneyde böyle güçlü bir destek bulan Bumin, kuzeyi fethe
başladı. En başta 50 bin göçebe Oğuz ailesini hâkimiyeti altına aldı,
ardından birleştirilmiş güçlerle baş düşmanı JuanJuanlara saldırdı. JuanJuan
Devleti yerle bir edildi. JuanJuanların bir kısmı Kore ve Kuzey Çin’e, bir
kısmı da Batı’ya kaçtı. Batı’ya gelenler bundan sonra Avar olarak
adlandırıldılar. Tartarica Atlas |
Avarların türlü türlü yazılan Çince adı Jou-jan, Ju-ju,
Juan-Juan (veya Rouran vb.) bilinen herhangi bir etnonim ile henüz
eşleştirilmemiş ve dilleri de henüz çözülememiştir. Jou-jan 'ın Avarlarla
eşleştirilmesindeki tartışmaya gelince, Bizanslı Grekler doğudan ilk
geldiklerinde onlara APaQot "Avarlar" adını verdiler ve Gök-Türkler
onları eski efendileri olarak görüyorlardı- GökTürkler galibiyetlerinden
sonra dahi Avar hükümdarlarının kagan unvanını taşımaya devam etmeleri sebebiyle
hiddetleniyorlardı. "Pseudo-Avar" meselesini ele alan Pohl (1988: 34) haklı olarak Avarların çok sayıda farklı etno lengüistik toplulukları içine aldıklarını belirtmiştir. Bu yüzden bunları şu ya da bu spesifik bir doğu halkıyla eşleştirme teşebbüsleri yanlış yola sevk etmektedir. Yine de gerektiği gibi ele alınmamış gibi görünen bir dönüm noktası Avar hükümdarlarının kagan unvanı taşıdığı gerçeğidir. Bu unvan GökTürklerin Avarları mağlup etmeden ve onları Avrasya boyunca takip etmeden önce Kuzey Çin ve Doğu Bozkırı dışında bilinmemektedir; böylece Avarların idareci kabilesi, Jou-jan'ların idareci kabilesiyle veya onun mirasçı kabilesiyle aynı olmalıdır. Pannonia'da yerleşik olan halkların başlık ettikleri ve Batı kaynaklarında Avarlar olarak kaydedildikleri için bu halkı tamamen Avarlar olarak kabul ediyorum. Bu fikrin aksi için bkz. Dobrovits (2004). Çin kaynaklarında Jou-jan adları üzerine dikkatli bir çalışma Jou-jan'ların etno-lengüistik mensubiyetini ortaya koyabilirdi; bu yapılana kadar bu mesele üzerindeki spekülasyonlar devam edecektir. İpek Yolu İmparatorlukları, Christopher Beckwith |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder