Anadolu Kültür tarihi, Anadolu Uygarlıkları benzeri başlıklı bir çok yapıtta “Luviler” ya hiç yer almaz ya da yeterince yer bulmaz. “Luvi Uygarlığı, Ege’nin Bronz Çağındaki Eksik Halka” başlıklı yapıtıyla İsviçreli Eberhard Zannger bu alanda oldukça iddialı tezler öne sürdü. Ancak bilim çevreleri Zannger’in görüşlerini ciddiye almış görünmüyor. Onun görüşleri yerleşik paradigmaya aykırı belirlemeler içeriyor. Tabi ki beni aşan bu tartışmalara girmeden bazı görüşleri paylaşmakla yetineceğim. B.Berksan
Önce Eberhard’ın genel
yaklaşımına göz atalım.
Luvi Uygarlığı
Batı Anadolu’da – haklarında çok
bilgi sahibi olduğumuz Mikenlerin doğusuyla Hititlerin batısında – yaşayan
insanların kendi başına bir uygarlık oluşturduğunu anladım. 1920’lerden beri
bilinen bu kültüre, insanların konuştuğu dilden dolayı “Luvi” adı verilmiştir.
MÖ 2. binyılın tamamı boyunca Anadolu’nun büyük bölümünde ana dili Luvice olan
halklar yaşardı. Bu halklar Yunanistan ve Anadolu’nun en iyi tanınan
halklarından olan Minoslar, Mikenler ve Hititlerin çağdaşı, ticari ortakları ve
bazen de rakipleriydiler. Batı Anadolu’daki Luviler, yazı Miken saraylarında
kullanılmaya başlanmadan neredeyse 600 yıl kadar önce yazı bilgisine sahipti.
Bronz Çağının sonlarında Yunanistan’da yazı ortadan kaybolduğunda Luvilerin
arasında 500 yıl kadar var olmaya devam etti.
Luvice konuşan halk gruplarının
yerleşim alanları Mikenlerin yerleşim alanlarından yaklaşık üç kat, Hitit
yerleşim alanlarından ise beş kat daha büyüktü. Luvi bölgesindeki yerleşim
yoğunluğunun en azından Miken, Minos ve Hitit bölgelerindeki yerleşim yoğunluğu
kadar olduğunu biliyoruz. Hitit kralı II. Murşili, Luvi topraklarına karşı
yürüttüğü seferler sırasında 66.000 tutsak aldığını iddia eder. O dönemde
dünyanın en zengin ve en güçlü hükümdarı olan Firavun III. Amenhotep bir Luvi
prensesiyle evlenmek istediğini belirtir. Amenhotep’in anıt mezarında, Grek
göçmenlerin bu bölgeye gelmesinden 500 yıl kadar önce Luviler ve İyonyalılar
tasvir edilmiştir.
Hitit yasalarında ve diğer
belgelerde “Luvi diline” yapılan tercümelerden söz edilir. Buna göre Güney ve
Batı Anadolu’nun tamamında Luvicenin farklı lehçeleri konuşulurdu. Bu dil Hint-Avrupa
dil ailesinin Anadolu dilleri grubuna girer. Hem Akatça çivi yazısında, hem
de en az 1400 yıl boyunca (MÖ 2000-600) kullanılan kendi hiyeroglif
yazısıyla kayıt altına alınmıştır.
Bu durumda Luvice hiyeroglif yazısı bir Hint-Avrupa dilinin yazıldığı
ilk yazı şeklidir. Bu yazıyı kullanan ve Luvi dilini kullanan insanlar Bronz
Çağı ve Erken Demir Çağında Anadolu’da ve Kuzey Suriye’de yaşamıştır.
Bugüne kadar Luvice hiyerogliflerle yazılmış belgelerin çoğu Suriye ve Filistin’de Erken Demir Çağına ait yerlerde bulunduğu için Luvi terimi genelde MÖ 10 ila 9. yüzyılda Doğu Akdeniz bölgesinde yaşamış insanlar için kullanılır. Ancak Luvice hiyeroglif yazıları MÖ 2000’lerde bile Batı ve Güney Anadolu’da kullanılmıştır. Dolayısıyla Luvi terimi, Hititlerin gelişinden önce ve Hitit Krallığı sırasında – Hattilerin yanı sıra – Batı ve Güney Anadolu’da yaşamış yerli ulus için de geçerlidir. Luvi terimi bu kitap bağlamında üçüncü bir anlamla, yani coğrafi ve kronolojik bağlamda kullanılmıştır. Burada Luvi terimi, MÖ 2. binyılda, yani Yunanistan’daki Mikenlerle Orta Anadolu’daki Hititler arasında Batı Anadolu’da yaşamış ve kendilerini bu iki kültürden hiçbirine ait olarak görmeyen insanları kapsar.
Hititlerin batı komşuları ismen
oldukça iyi bilinir. Luwiya terimi Hitit belgelerinden kaybolduğu zaman yerini,
onunla eşanlamlı gibi kullanılan, Luvi krallıkların en güçlüsü olan Arzawa’nın
adını almış gibi görünür. Bu krallığın ana bileşenleri arasında Wiluşa,
Şeha, Mira, Hapalla ve Arzawa vardı. Arzawa’nın asıl bölgesi Büyük Menderes
(Antik Çağda Maiandros) vadisiydi. Birçok araştırmacıya göre başkent Apasa, Ephesos kentinin
öncüsüydü ve günümüzdeki Selçuk şehrinin yakınlarında yer alırdı. O dönemde
kullanılan kişi adlarının da gösterdiği gibi, Arzawa ülkesinde Luvice
konuşulurdu. Arzawa en yüksek politik gücüne MÖ 15. yüzyılın ortasında ve 14.
yüzyılın başında, Hititlerin önemsiz olduğu bir dönemde ulaştı. Amarna
arşivlerindeki belgelerde görüldüğü üzere Arzawa Anadolu’daki en güçlü
krallıktı ve kralları Mısır’la temas halindeydiler. Hitit belgelerinde Batı ve
Güney Anadolu’da yer aldığı söylenen bir düzine kadar Luvi krallığı bazen Büyük
Hattı krallarının vasalları, bazen de düşmanlarıydı. Bu krallıkların arasında Lukka,
Karkişa, Pedasa, Tarhuntaşşa, Kizzuwatna, Walma ve Maşa vardı.
Yaklaşık son elli yıllık sürede araştırmacılar arasında bu küçük krallıkların
konumu konusunda tartışmalar yaşanmıştır. Özellikle Wiluşa devletinin kimliği
belirlenememiştir. Hitit kaynaklarına göre Wiluşa kısa bir dönem boyunca (MÖ
1290-1272) Hattilerin vasalıydı. Günümüzde bazı araştırmacılar Wiluşa’nın Troia
olduğuna inanırken başkaları da Güneybatı Anadolu’da olması gerektiğini
savunur.
Luvi Uygarlığı, Ege’nin Bronz
Çağı’ndaki Eksik Halka
Yine Zangger’in Serdal Mutlu ile
kaleme aldıkları makalede öne sürülen tezlere göre:
1. Batı Anadolu’da, MÖ. 2.
binyılda, bir arada göz önüne alındıklarında
ekonomik ve politik güçleri açısından Minos ve Miken uygarlıklarıyla boy
ölçüşebilecek çeşitli küçük ve orta boylu krallıklar mevcutdu.
2. Bu uygarlığı Luvi kültürü ve
bu topraklarda yaşayanları da Luviler diye adlandırıyoruz. Bu terim, etnik bir
birimi tanımlamak için değil, kendilerini ne Yunan, ne de Hitit dünyasına ait
görmeyen insanlar için genel anlamda kullanılır. Luvi devletleri, potansiyel
bir bölgesel güç oluşturmanın yanı sıra, Geç Bronz Çağı’nın sona ermesine
katkıda bulunan – ve bugüne kadar görmezden gelinmiş – temel bir unsur teşkil
eder.
3. Luvi Uygarlığı’nın bir parçası
olan Troia, MÖ. 1800 ile 1200 yılları arasında bölgesel politik güce sahip bir
krallıktı. Troia Geç Bronz Çağı’nda Akdeniz Bölgesi’nin en görkemli ve en
önemli metropolüydü. Bugün Troia olarak adlandırılan Hisarlık tepesi asıl
şehrin sadece küçük bir bölümüdür.
4. Troia Savaşı ve Mısır’daki
tapınak yazıtlarında tasvir edilen Deniz Kavimleri’nin MÖ. 1200’lerdeki
saldırıları, aynı olaylar zincirine aittir. Deniz Kavimleri, küçük Luvi
krallıklarının oluşturduğu askeri bir ittifaktı. Kısa zamanda oldukça başarılı
olan bu ittifak daha sonra küçük Miken krallıklarının oluşturduğu benzer bir
ittifak tarafından kendi topraklarında saldırıya uğradı ve yenildi.
Burada ileri sürülen tezler
aslında yeni değil, yirmi sene önceki bir zaman diliminde aynı formda ileri
sürülmüş, uluslararası alanda kabul edilmesine rağmen, Almanya’da buna
küçümsenerek bakılmıştır. Son yirmi yılda yapılan araştırmalar ileri sürülen bu
tezlerin, eskide kalan ideolojik modellerde ısrar etmekle açıklanamayacağını,
yapıcı yeni düşünerin gelecekteki araştırmalara daha fazla yardımcı olacağının
haklılığını ortaya çıkartmıştır.
Alıntı: Luviler:
Bir Anadolu Uygarlığı İle İlgili Çalışmalar
Bu
görüşlerle bağlantılı olarak İlya
Yakubovich’in makalesinden bazı alıntıları paylaşarak ilerleyelim. B.Berksan
“Hititçe
ile yakın akraba olan Luvice, MÖ 2. binyıl sonları ile 1. binyıl başlarında
Küçük Asya’nın çeşitli bölgelerinde konuşulmakta olan bir dildir. Luvice
konuşan topluluklar genellikle, Anadolu’nun Geç Tunç ve Erken Demir çağlarında
iyi tanımlanmış bir role sahip, istikrarlı bir etnik grup olarak
tanımlanmaktadır. Kimi akademisyenler bu tanımlamaya ek olarak Luvilerin
yaşadığı bölgelerin, antik Anadolu’nun çok çeşitli etnik grupları ve halkları
barındıran siyasi haritası üzerinde yer aldığını öne sürer.
Yakın
zamanda bazı akademik çevrelerde, Anadolu’nun batısında kısa ömürlü bir Luvi
İmparatorluğunun var olduğuna dair çok daha çarpıcı bir iddia da popülerlik
kazanmıştır. Luviler üzerine ortaya atılan bu varsayımların tümü deneysel
niteliktedir ve mevcut tarihsel verilere dayanarak değerlendirilmelidirler.
…..
Hattuşa
Krallığı’nda Luviler
Modern
yayınlarda Hattuşa Krallığı, genellikle Hitit Krallığı (veya Hitit
İmparatorluğu) olarak geçmektedir. Bunun nedenini anlamak için Hititoloji
tarihine bakmak gerekir. Tanımlayıcı bir şekilde anlatmak gerekirse; “Hitit
Krallığı” teriminin kökeni birincil kaynaklardan gelmez. Çivi yazılı
kaynaklarda yer aldığı haliyle ülkenin adı KUR URUHATTI yani “Hattuşa kenti
Krallığı dır. Bu adın, günümüzde Kayseri yakınlarında yer alan ve Assur
kaynaklarında Kaneş olarak bilinen bir diğer kente işaret eden ve bu dili
konuşanlar tarafından “Neşa dili” olarak adlandırılan Hititçe ile hiçbir
ilişkisi yoktur.
Çoğu
örnekte, geleneksel “Hitit Krallığı” terimini kullanmakta sakınca yoktur. Ancak
bizim açımızdan bu terimi kullanmak Hattuşa Krallığının en önemli
özelliklerinden biri olan tek bir dil topluluğunun diğerlerine üstün gelmemesi
durumunu göz ardı etmesi bakımından son derece yanıltıcı olacaktır. MÖ 15.
yüzyılda Hattuşa Krallığı’nın büyük bir bölümü Luviya olarak adlandırılıyordu.
Hitit
Kanunlarında da yer alan bu toponim (yer adı), “Luvi dilinde” anlamına gelen ve
bazı Hitit metinlerinde görülen Luvi dilinde yazılmış büyülü sözlerden daha
erken bir tarihte kullanılan luwili belirteci ile açıkça ilişkilidir. Burada
Luviya ve luwili kelimelerinin her ikisinin de Hititçe terimler olduğunun
altını çizmekte fayda var çünkü Luvilerin gerçekte kendi ülkelerini ve
dillerini nasıl adlandırdıklarını bilmiyoruz.
Hitit
Kanunlarına bakacak olursak, Luviya sakinlerinin Hattuşa sakinlerine kıyasla
daha düşük seviyede bir yasal korumaya tabi olduklarını ancak yine de
kanunlarla korunduklarını ve hatta Hattuşa sakinlerine kanuni hak talebinde
bulunabildiklerini görürüz. Kanunların bir paragrafında, Luviya ülkesi ile
birlikte, olasılıkla Pala dilini konuşan toplulukların yaşadığı bir bölge olan
Pala ülkesinden de bahsedilir. Bu durum, Luviya ve Pala ülkelerinin her
ikisinin de Hattuşa Krallığı bünyesinde etnik özerklik statüsüne sahip bölgeler
olduğunun göstergesidir. Ancak Luviya’nın, Palaya kıyasla daha önemli bir
statüye sahip olduğu, adının kanunlarda çok daha sık geçmesinden
anlaşılmaktadır.
Luviya’nın
yüksek statüsüne işaret eden bir diğer durum, MÖ 17.-15. yüzyıllarda hüküm
sürmüş bazı Hattuşa krallarının Luvi kökenli adlara sahip olmasıdır (bu
dönemdeki diğer kral adları Hatti kökenli olmakla birlikte, az sayıda Hitit/
Neşa kökenli kral adı da mevcuttur). Hitit kaynaklarına göre, Luvi kökenli
krali adlar edinen dört kralın (I. Labarna (varlığı tartışmalı), I. Hantili, I.
Zidanta ve I. Muwatalli) dördünün de yönetime evlilik veya darbe yolu ile
gelmiş olması son derece ilginçtir. Bu örnek aslında, “Luviyalıların”
kendilerini Hattuşa aristokrasisine ne şekilde dahil ettiklerini anlamamıza
olanak sağlayan bir durum olarak da yorumlanabilir. Luvilerin kendilerini bu
şekilde Hitit toplumuna dahil etmiş olmaları, Hititçe konuşanların Luvileri
dışlanmış bir topluluk olarak görmediklerine de işaret edebilir.
Luviya’nın
sahip olduğu statüyü gösteren bir diğer kanıt ise Eski Hitit ritüellerinden
gelmektedir. Bu ritüel metinlerde Hititçe, Luvice ve bazen de Palaca dillerinde
büyülerin yer aldığı görülmektedir. İncelenen metinler mecazi olarak, Hattuşa
Krallığının ortak bir devlet kültü altında birleşen çok-etnik yapılı
karakterinin altını çizmektedir. Bildiğim kadarıyla, antik Yakın Doğu
coğrafyasında bu tür bir uygulamaya benzer örnek yoktur. Olaya çok da modernist
bir bakış açısıyla yaklaşmadan, yazılı kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla,
Hattuşa’yı yöneten liderlerin dünyanın etnik çeşitlilik anlamında ilk
şampiyonları arasında olduğunu öne sürebiliriz.
M.Ö 14.-13. yüzyıllara ait Hititçe metinlerde Luviya toponiminin görülmemesi, bu terimin Hattuşa Krallığının var olduğu bu son iki yüzyıl süresince resmi olarak kullanılmadığı anlamına gelebilir. Öte yandan bu durum, Luvicenin bu dönemde tamamen yok olduğu anlamına gelmez. Aksine, elimizdeki veriler Luvicenin krallığın bir yanından diğer yanma daha da yayıldığını ve Hititçeden Luviceye doğru bir dil değişiminin yaşandığını göstermektedir. Bu senaryonun doğruluğuna kanıt oluşturan veriler arasında, Hitit resmi metinlerinde sıklıkla Luvice kelimelere rastlanması ve Anadolu hiyeroglif yazısı ile yazılmış kraliyet kararnamelerinde Luvicenin tek dil olarak kullanılması sayılmaktadır. Ayrıca, bu dönemde yaşamış Hattuşa aristokrasisine ait isimlerinin çoğunluğunda da Luvice etkilerin izlerine rastlanmaktadır.
Luviya
teriminin bu döneme ait metinlerde yer almamasının bir diğer muhtemel sebebi,
Luvicenin Hattuşa Krallığının belirli bir bölgesi ile eşleştirilmesi durumunun
ortadan kalkmış olması olabilir. Aziz Pavlus örneğini aklımıza getirecek
olursak; artık ne Hititler ne de Luviler, yalnızca Hattuşalılar vardı. Hititçe
ve Luvice arasındaki ayrım artık bölgesel değil işlevseldi. Luvice ana konuşma
dili haline gelirken, Hititçe yüksek prestijli bir dil olarak Hattuşadaki çivi
yazısı ile yazma geleneği ile yakından ilişkili bir dil olmaya devam etti. MÖ
12. yüzyıl başlarında Hattuşa Krallığının ve krallık ile ilişkili çivi yazısı
geleneğinin çöküşünün ardından, Luvice konuşulmaya devam ettiyse de yapılan
araştırmalarda bu dönemde Hitit dil topluluğuna dair izlere rastlanmamıştır.
Hattuşa
Krallığı’nın Dışında Luviler
Anadoludaki Luvi varlığı
Hattuşa Krallığının ortaya çıkışından daha eskidir. MÖ 20.-18. yüzyıllarda
Anadoluda aktif olarak ticaret yapan Assurlu tüccarların ticari işlemlerine
dair metinlerde Luvi kökenli kişi adları ve sözcükler yer alır. |
Bu dönemde, Küçük Asya’nın orta kısmı, aralarından en önemlileri Neşa, Hattuşa ve Puruşanda olmak üzere çeşitli prensliklere ayrılmıştı. Neşa’nın ana dilinin Hititçe, Hattuşanın ise Hattice olduğunu varsaymak için birçok geçerli neden sayılır. Puruşandanın ise Luvice konuşulan bölgede, belki de daha sonraları Luviya olarak tanınacak bölgede yer aldığına dair iddialar ortaya atılmıştır. Bununla birlikte, Puruşandanın Luvice konuşanların yaşadığı bir bölge olduğuna dair varsayımlar, dışlama yöntemi ile ortaya atılmış olup, Puruşandanın kesin lokalizasyonunun yapılmamış olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, bunun henüz doğrulanmamış bir varsayım olduğu belirtilmelidir.
Güneydoğu
Anadolu’da yer alan Kizzuwatna, dikkate değer bir Luvice konuşan nüfusa
sahip bir devlettir. Kizzuwatnahlarla ilişkili büyü metinleri çoğunlukla
Hititçe yazılmış olup, aralarından birçoğunda Luvice büyülü sözler yer
almaktadır. Luvice sözlerin yanında Hititçe çevirileri olmayışının nedeni,
büyülerin bu şekilde daha etkili olacağı şeklinde açıklanabilir. Hititçe ve
Luvice konuşan toplulukların Kizzuwatna’da birbirine karşıt etnik gruplar
olarak algılandığına dair hiçbir kanıt yoktur. Bu iki topluluğun her ikisinin
de güneydoğu yönünde hareket eden Anadolu göçleri kapsamında geldiği
düşünülebilir. Kişi adlarına bakacak olursak, Kizzuwatna’mn hem Hitit hem de
Luvilerden miras birçok ismi barındırdığını görürüz. Kizzuwatna’nın bilinen ilk
kralı İsputahsu Hititçe bir isme sahipken, babası Pariyawatri’nin
ismi Luvi kökenli olduğu izlenimini vermektedir. Kısa bir bağımsızlık dönemi
geçiren Kizzuwatna, MÖ 15. yüzyılda Hurri Mitanni Krallığının boyunduruğu
altına girmiş, yaklaşık bir yüzyıl sonra ise Hattuşa Krallığına dahil olmuştur.
Hattuşa
kentinin MÖ 12. yüzyıl başlarında terk edilişinin ardından, Güneydoğu Anadolu
ve Kuzey Suriyede (Karkemish, Gurgum, Kummuh, vs.) Suriye-Hitit Devletleri
olarak da anılan Geç Hitit Devletleri ortaya çıkmıştır. Anadolu
hiyeroglif yazısının kullanımı gibi Hattuşa kraliyet geleneklerine dönüş yapan
bu devletleri Hattuşa-sonrası devletler olarak adlandırmak belki de daha doğru
olacaktır. Bununla birlikte, bu devletlerin ana yazı dil Luviceydi.
Ancak luwili terimini bizlere sunan Hititçe artık kullanımda olmadığından, bu
dilin hala Luvice olarak adlandırılıp adlandırılmadığını bilmiyoruz. Kesin
olarak bildiğimiz şey ise, bu devletlerin doğudaki komşularının, Assurlar ve
Urartularm, onları, daha önceden Hattuşa Krallığı için kullanılan bir terim
olan Hatti adıyla anıyor olmasıdır. Dilbilimsel açıdan doğru olmasına karşın,
bu devletleri “Luvi devletleri” olarak adlandırmak, Doğu Roma/ Bizans
İmparatorluğuna Yunan İmparatorluğu demek nasıl ki hatalıysa, kronolojik
anlamda hatalı olacaktır. Luvicenin Hattuşa-sonrası devletler tarafından yazı
dili olarak kullanımı MÖ 700 civarında ortadan kalksa da, bu devletlerin
sonuncusu olan Kilikia, MÖ 4. yüzyıla kadar Akhamenid İmparatorluğunun
vasalı olmaya devam etmiştir.
Geç
Tunç Çağında, Anadolu’nun Ege kıyılarında konumlanan ve aralarında Arzawa, Mira, Seha Nehri Ülkesi
ve Wilusa'nın yer aldığı bir diğer devlet grubu, ikincil
kaynaklarda Luvilerden sıklıkla bahsetmeleri bakımından önemlidir. Bu
devletlerden birçoğunun liderleri ve ileri gelenleri Luvice isimlere benzer
isimlere sahiptir.
Öte
yandan, bugüne kadar bu prensliklerden bahseden hiçbir Luvice metne
rastlanmamıştır. Bu bölge, daha sonraları Lydce ve Karca gibi genetik olarak
Luvice ve Hititçe ile akraba olan dilleri konuşan toplulukların vatanı olduysa
da bu toplulukların doğrudan onların soyundan geldiklerine dair herhangi bir
veriye ulaşamamıştır. Tam olarak özdeş olmamakla birlikte, benzer kişi
adlarından yola çıkarak, Batı Anadolu’da konuşulan bazı lehçelerin Luvice ile
benzer özellikler taşıyor olabileceği mantıklı bir önermedir. Ayrıca, bu
kelimelerin Luvice olduklarına dair hiçbir kanıt ortaya çıkmamıştır.
Esas
itibarıyla, Arzawahlar’ın Luvi etnik kökenine sahip olduklarına dair ortaya
atılan yaygın varsayımlar tek bir gerekçeye dayanmaktadır: Hitit Kanunları’nın,
olasılıkla MÖ 14. yüzyıl tarihli geç bir kopyasında, kopyayı hazırlayan yazman,
maddelerden birinde Luviya yerine Arzawa yazmış ancak metnin geri kalanında
Luviya yer adını kullanmaya devam etmiştir. Bu dönemde Luviya teriminin artık
kullanılmadığını, yazmanın ise olasılıkla, kendisine tanıdık gelen etnik-siyasi
gerçekliklerden hareketle kendine göre bir yorumlama yaptığı düşünülebilir.
Yazman
belki de Luvice ile Arzawa elitlerine ait dilin benzerliklerine dayanarak bir tahmin
yürütmüş, bunun başlangıç noktası olarak da Luviya yerine Arzawa yazmayı uygun
görmüş olabilir. Bununla birlikte, Luviya kelimesini sistematik olarak Arzawa
kelimesi ile değiştirmemiş olması, yazmanın büyük olasılıkla yaptığı bu
varsayımdan kendisinin de emin olmadığı şeklinde açıklanabilir. Luviya’nın
Hattuşa Krallığının bir parçası olduğu, Arzawa’nın ise MÖ 14. yüzyılda Hattuşa
Krallığına boyun eğdiği tarihe kadar, onun sadık bir düşmanı olduğu göz önünde
bulundurulduğunda, yazmanın yaptığı bu eşleştirmenin teknik olarak yanlış
olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Kimbilir, belki de Arzawalı bir devlet
memurunun Luvi olarak adlandırılmasına vereceği tepki belki de bugünlerde
ortalama bir Bosnalı’nın Sırp olarak adlandırıldığında vereceği tepkiye benzer
olabilir.
Tarihöncesi Luvi Göçleri ? James Mellaart’ın
görüşleri Şimdiye dek Luvice konuşan
toplulukları elimizdeki yazılı belgelere dayanarak inceledik. İngiliz
arkeolog James Mellaart ise çalışmalarında Luvilere çok daha farklı bir
perspektiften yaklaşır. Mellaart çalışmaları sonucunda, Küçük Asya’nın
batısının büyük bölümüne yayılmış ancak aynı zamanda Yunanistan’daki
Hellen-öncesi alt katman ile de bağdaştırılması gerektiğini düşündüğü bir
tarihöncesi Luviler teorisini öne sürmüştür. Mellaart’ın kariyerinin büyük
bölümü Batı Anadolu’da yaptığı kazılara adanmıştır. İngiliz arkeoloğun en
olağanüstü keşifleri arasında; 1954 yılında keşfettiği Geç Tunç Çağı
yerleşimi Beycesultan ile 1961 yılında keşfettiği Neolitik
yerleşimi Çatalhöyük yer alır. Bu keşiflerin önemine karşın
Mellaart, 20. yüzyıl ortalarında sayısız arkeoloğun en büyük hayali olan,
Hattuşa ile kıyaslanabilir büyüklükte bir devletin başkentini bulma şansına
erişememiştir. Kazılarda ortaya çıkardığı buluntuların sayıca yetersiz olduğu
gibi bir düşünceye kapılan Mellaart, 1965 yılında, iddialara göre İzmir’de genç
bir kadın tarafından kendisine gösterilen, değerli objelerden oluşan bir
koleksiyona ait çizimleri yayımlamıştır. Gerçek olup olmadığı hala
kanıtlanamamış olan ve bugünlerde “Dorak Hâzinesi” olarak anılan bu
buluntular, geniş ölçüde Mellaart’ın hayal gücünün bir ürünü olarak
yorumlanmıştır. Bu konuyla ilgili Mellaart’ı savunacak bir şey söylemek
gerekirse, onun, bu sanal sahteciliğinden hiçbir kişisel fayda sağlamadığı
söylenebilir. Aksine, olası kaçakçılık şüphelerine karşın Türk yetkililer
tarafından sınırdışı edilmiştir. Aslına bakılırsa bu hikaye, Mellaart’ın naifliğinin ve en nihayetinde Batı Anadolu’nun arkeolojik grafiğini ne pahasına olursa olsun yükseltmek konusunda kendi kendini yiyip bitiren arzusunun bir göstergesidir. Dolayısıyla, Mellaart’ın bir diğer araştırma konusu olan Luviler, onun bu çıtayı yükseltme arzusu ışığında değerlendirilmelidir. Orta Anadolu Bölgesi büyük ölçüde Hititler ile bağdaştırıldığından, Mellart’m Hititlerin batıdaki başarılarını bir diğer etnik grup ile eşleştirmek yönünde bir istek duyduğu düşünülebilir. 1958 yılında yayımladığı bir makalesinde Mellaart, tarihöncesi Luvi göçleri üzerine olan öngörülerini bilim dünyası ile paylaşır {American Journal of Archaeology 62/1: 9-33). Mellaart’m çizdiği senaryoya göre Luviler, Anadolu Yarımadasına doğudan giren Hititlerin aksine, Anadolu’ya Balkanlardan MÖ 3. binyılda giriş yapmış olmalıdır. Mellaart a göre Luvilerin ana dilsel izleri, Batı Anadolu’da -ss- ve -nd- son eklerini; Yunanistan’da ise -ssos- ve -nthos- son eklerini içeren yer adlarından oluşmaktadır. Mellaart’ın bu analizi, Luvilerin söz konusu her iki bölgeye büyük ölçekte kentsel uygarlığı getiren bir topluluk olduğu anlamına gelmektedir. Mellaart çalışmalarında ayrıca, Girifte bulunan Linear A yazısı ile yazılmış ve henüz deşifre edilememiş yazıtların Ege Bölgesindeki Luvi varlığının izleri ile ilişkili olabileceğini de ima etmiştir. 60 yıl sonra bugün, Mellaart’ın
teorilerinin geçen zamana yenik düştüğünü söylemek mümkün. Hititçe ve Luvice
arasındaki yakın benzerlikler göz önünde bulundurulduğunda, bu dilleri
konuşan toplulukların Anadolu’ya iki ayrı yönden girmiş olduğunu savunan
varsayım daha ilk başlardan pek fazla kabul görmemiştir. Her iki dildeki
ortak son eklerin Luvi kökenli olduğu yönündeki varsayım daha akla yatkın
geldiyse de, akademisyenler -ssos- ve -nthos- ile biten Grekçe yer adlarının
Luvi kökenli olduğunu kanıtlayan bir model oluşturmak konusunda başarısız
olmuştur. Sonuç olarak; Luviceyi veya bir diğer Anadolu dilini temel
alarak Linear A metinlerini veya Phaistos Diskini okumak yönündeki ısrarcı
çabalar, bu çalışmaları yürüten yazarlar haricinde hiç kimse tarafından kabul
görmeyen deşifre metinlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bugünlerde
ise, Linear A yazısı ile Labyrinthos veya Knossos gibi -ssos- ve -nthos- ile
biten yer adlarının Hint-Avrupa kökenli olmadıkları genel anlamda kabul
görmektedir. Mellaart’ın 1958 yılında
ortaya koyduğu bu varsayıma kendisinin bile inanmadığını öne sürmek gibi bir
niyetim yok. Ancak bugünün bakış açısıyla geriye dönüp bakacak olursak,
bunun, sanki bir hüsnükuruntu gibi, önyargı ile oluşturulmuş bir
canlandırmaya destek sağlayacak bir argümanlar yaratma çabası olduğunu
söyleyebiliriz. Öyle ki, Mellaart Beycesultanı Luvi medeniyetine ait çarpıcı
bir anıt olarak görmüştür. Bu tür yaklaşımlar, diğer akademisyenleri basit
çözümler bulmak uğruna yanlış yollara yönlendirebilir. Aslına bakılırsa,
Linear A veya Phaistos Diskini deşifre etmek isteyen birçok şanssız bilim
insanının başına defalarca gelmiş olan bu durum, bugün hala Arkaik Yunan
edebiyatının birçok yönünün yeterli kanıt olmaksızın Luvi etkisi ile
ilişkilendirildiği Klasik Filoloji alanında da sıklıkla karşımıza
çıkmaktadır. |
Birçok
dilbilimcinin yaptığı gibi Luvicenin bir Hint-Avrupa dili olduğunu ve
Hint-Avrupa anayurdunun Anadolu’nun dışında olduğu önermesini kabul
ettiğimizde, Luvilerin uzak atalarının Anadolu’ya Balkanlardan geldiği
yönündeki varsayım olası gözükmektedir. Ancak Hititçe ve Luvice dillerinin
birbirlerine, Anadolulu olmayan Hint-Avrupa dillerine kıyasla çok daha yakın
akraba oldukları düşünüldüğünde, akla en yatkın açıklama bu iki dilin
birbirinden Küçük Asya’da bulundukları süreçte zaten ayrılmış oldukları
olabilir. Dolayısıyla, Anadolu’ya gelen göçlerin Luvi değil, Hint-Avrupa
göçleri olduğunu düşünmek için birçok neden gösterilebilir. Dahası, Küçük
Asya’ya gelen Hint-Avrupalı kavimlerin, burada, geçtikleri diğer bölgelere
kıyasla çok daha kentselleşmiş kültürlerle karşılaştıklarını düşünebiliriz.
Küçük
Asya’da, Hint-Avrupalı kavimlerin gelişinden çok daha önce, Çatalhöyük gibi
ön-kentsel merkezlerin var olduğunu biliyoruz. Öte yandan, Ön-Hint-Avrupa söz
dağarcığı üzerine sahip olduğumuz bilgiler, bu dili konuşan topluluğun göçebe
veya yarı göçebe bir yaşam tarzı sürdüğü yönündeki iddialar ile çok daha
uyumludur.
Luviya
teriminin çok daha eskiye dayanıp dayanmadığı sorusu Luviya, Lukka/ Lykia ve
Lydia coğrafi yer adları arasındaki ilişkinin karakteri ile de ilgilidir. Tüm
bu yer isimlerinin birbiriyle ilişkili olduğunu savunan akademisyenler
genellikle Luviya coğrafi adı ile Lukka topluluk adı arasında genetik bir bağ
olduğunu kabul ederken, Lydia adının alıntı bir kelime olduğunu öne sürerler.
Bu varsayımı kabul edecek olursak, Luviler ile Lykçe konuşan toplulukların
atalarının, Slovak ve Slovenyalıların atalarının kendilerini Slav olarak
adlandırmalarına benzer şekilde kendilerini tanımladıkları ortak bir isme sahip
oldukları düşünülebilir. Ancak Geç Tunç Çağında, Luviya ve Lukka, bugün farklı
isimlere sahip olan Slovakya ve Slovenya gibi iki ayrı özel isimdi. Dolayısıyla
bu durum Luvicenin, Lukkalıların konuştuğu dilden farklı bir dil olduğunun
göstergesidir. Luviya ve Lukka özel adları arasındaki genetik ilişki bugün hala
tartışılmaya devam eden bir konudur.
Luvi
imparatorluğu'nun izini Sürmek: Başarısız Denemeler
Bir
önceki bölümde Mellaart üzerine söylenenlerin çoğu benim kişisel görüşlerim
olmakla birlikte, İngiliz arkeolog yakın zamanda yeniden gündeme geldi.
Jeoarkeolog Eberhard Zannger 2016 yılında yayımladığı çalışmasında, MÖ
2. binyıl sonlarında kısa ömürlü bir Luvi İmparatorluğunun var olduğuna dair
çeşitli kanıtlar sunma girişiminde bulundu (The Luwian Civilization: The
Missing Link in the Aegean Bronze Age, Ege Yayınları). Zannger çalışmasında
Luvilerin, MÖ 12. yüzyıl başlarında Hattuşanın ve Orta Suriye’deki Hattuşaya
bağlı birçok vasal devletin yıkılmasına ve böylelikle Doğu Akdeniz’deki mevcut
stratejik dengenin bozulmasına, sebep Qlan “Deniz Kavimleri” olarak bilinen
koalisyonun oluşmasında itici güç olarak rol oynadığını savunuyordu.
Zannger
e göre Luvilerin artan gücünden korkan Mikenler, bir Luvi kenti olan Troya’yı
yerle bir ederek misilleme yapmıştı ki bu olay daha sonraları Homeros
mitlerinde de hatırlanacaktı. Zannger’in ortaya koyduğu bu basit canlandırma
profesyonel akademik camiada yalnızca kuru gürültü meydana getirmekle birlikte,
kimileri tarafından Luvi araştırmalarının akademik camia dışında görünürlüğünün
artırılması adına yapılmış zararsız bir girişim olarak görüldü. Bu yayının bir
yıl sonrasında Zannger, daha önceden Phaistos Diskini Luvice bir mektup olarak
değerlendirerek deşifre etme girişiminde bulunan Fred Woudhuizen ile birlikte
bir ekip kurdu ve ikili daha sonra James Mellaart’ın arşivlerinde yer alan ve
Luvi İmparatorluğunun varlığının çarpıcı bir kanıtı olarak tanıtılan Anadolu
hiyeroglif yazısı ile yazılmış çeşitli metinlere ait çizimleri yayımladılar. Woudhuizen
ve Zannger çalışmalarında, Beyköy 2 adlı yazıtın, Mira kralı Kupantakurunta
tarafından yazdırılmış Luvice bir kararname metni olduğunu belirterek metnin,
Aleppo, Karkemish, Hama, Byblos, Philistia ve Mısır sınırındaki Ashkelon gibi
Suriye ve Levant bölgesinde yer alan ve olasılıkla tümü askeri fetihler
bağlamında konu edilen çeşitli kentlerin isimlerini kapsadığını da öne
sürdüler. Zaferle sonuçlanmış bu seferi anlatan metin ayrıca, Yunan geleneğinde
kurucu bir figür olarak bilinen ve ayrıca Kilikiada bulunan Fenikece ve Luvice
dillerinde yazılmış çift dilli Karatepe yazıtında da bahsi geçen Mopsos’un
ismini de içeriyordu. Mellaart’ın arşivinde bulunan bir diğer Luvi hiyeroglifi
ile yazılmış yazıt, Zannger ve Woudhuizenin yorumlamalarına göre Mopsos’tan
“Mira ve Vilusa Kralı” olarak söz ediyordu. Bu belgelerin orijinalliği
kanıtlandığı takdirde, Zannger ve Woudhuizen tarafından yapılan tüm bu yorumlar
Levant’ta gerçekleşen ve genellikle “Deniz Kavimleri” ile ilişkilendirilen
fetih faaliyetlerinin Luvicenin resmi yazılı dil olduğu Batı Anadolu devletleri
tarafından yönetildiği yönünde eşsiz bir kanıt oluşturabilir.
Zannger
ve Woudhuizen tarafından yayımlanan yazıtların orijinallerine ne olduğu veya
nerede oldukları bilinmemekle birlikte, içeriklerinin böylesine sansasyonel
bilgilerden oluşuyor olması, hemen akabinde bunların sahte olduğu yönünde
şüpheler uyandırdı. Öyle ki bazı akademisyenler, bunun hem Mellaart’ın
saygınlığına hem de Luvi araştırmaları alanının tamamına zarar verme
potansiyeli olduğundan Zannger ve Woudhuizen in bu şüpheli parçaları
yayımlamasını engellemeye çalıştı. İkili tüm eleştirilere karşın yayını gerçekleştirme
kararını aldı (Talanta 50: 19-56). Yayımlanan çizimler ortaya çıktığında
ise, metinlerin orijinal olmadığı yönündeki iddialar netlik kazandı: öyle ki
metinler Anadolu hiyerogliflerinin birçoğunun artık kullanılmayan deşifrelerini
yansıtıyordu. Bana göre James Mellaart açık yürekli bir insandı. Ancak en
başarılı filologlar bile, tam olarak deşifre edilememiş bir dildeki bir metni,
gelecekte bu dilin deşifresinde ortaya çıkacak tüm gelişmeleri öngörecek
biçimde düzenlemek konusunda yetersizdir. Mellart’m çizimlerini değerlendirirken,
onun Luvice üzerine sahip olduğu bilginin, Anadolu hiyerogliflerinin
yorumlanmasındaki belirli bir aşamadan; Emmanuel Laroche tarafından 1960
yılında yayımlanan işaret listesinden öteye gitmediğini belirtmek gerekir.
Zannger ise Mellaart’ın Luvice bilgisi üzerine farklı bir iddiayı çok daha
inandırıcı buluyordu: ona göre Mellaart Anadolu hiyeroglifleri üzerinde olan
bilgisinin yetersizliğini dile getirirken arşivinde yer alan belgeler onun bu
dili öğrencilik yıllarından beri öğrendiğini gösteriyordu.
Eberhard
Zannger daha sonradan medyaya yaptığı açıklamalarda, Mellaart gibi insanların
diğer akademisyenlerin kariyerlerini umursamadığını dile getirdi. İşin özünde
Zannger belki de haklıydı: James Mellaart bir yandan Luvice öğrenip, bir yandan
gelecekte yapılacak keşifler için kanıtlar ekerken, bugün kendisine böylesine
ses getiren kişilerin gelecekteki kariyerlerinden daha başka kaygıları vardı.
1926 yılında doğan, dolayısıyla Britanya İmparatorluğunda yetişen arkeologların
son jenerasyonundan kalan manzara çok daha ilginç: Ne Luvi İmparatorluğu
diye bir oluşumun gerçekte var olduğuna ne de Luvice konuşanların tek bir
devlet ile bağdaştırıldığına dair hiçbir ipucu yok. Üstelik, Luvilere
atfedilen statünün de zaman içinde değişime uğradığını görüyoruz: Hattuşa
Krallığının ilk zamanlarında Hattuşalılardan farklı bir etnik grup oluşturan
Luviyahlarla karşı karşıyayız; Geç Hitit Devletleri döneminde ise kendilerini
Hattuşadan geriye kalan miras ile tanımlayan ve olasılıkla Luviya adından
bihaber bir Luvice konuşan topluluğun varlığını biliyoruz. Elimizde Luvice
konuşanların kalabalık gruplar halinde Anadolu’nun batısında yerleştiklerini
gösteren herhangi bir kanıt yok. Bununla birlikte, Luvice konuşanların muhtemel
dilsel akrabaları olan Lukkalılarm güneybatıda yerleşmiş olduklarını ve üstelik
Deniz Kavimleri göçlerinde rol oynadıklarını biliyoruz. Luvi İmparatorluğu diye
bir olgunun aslında var olmayışı ve Luvi etnik kökeninin tanımlanmasında ortaya
çıkan tüm bu sorunlar hayal kırıklığı yaratmamalıdır. Modern dünyanın
perspektifinden bakacak olursak, burada çok daha ilgi çeken konu; Hattuşa’nın
çok etnik yapılı karakteri ve Luvilerin kendi kültürlerini oluştururken diğer
dilsel topluluklar ile yan yana duran yapıcı rolü olmalıdır.
Alıntı:
Siyasi Haritada Luviler, İlya Yakubovich
Arzava
Batı Anadolu ile Arzava ilişkisini
düşündüren maddi kalıntılar az sayıda da olsa mevcuttur. Klasik Çağ’da İyonya
ve Lidya olarak adlandırılan bölgelerin içerisinde yer alan Spil Dağı’ndaki
Kaya Anıtı ve çok sayıdaki Geç Bronz Çağı yerleşimleri muhtemelen Arzava
Devletleri’nin Batı Anadolu’daki varlığını göstermektedir (Mellaart, 1968:
189). Ancak bölgenin Arzava olduğunu ispatlayacak yazılı vesikaya bugün dahi
ulaşılabilmiş değildir.
Karabel ve Afyon civarında bulunan
hiyeroglif Luvice yazıtlar, son yıllarda Bafa Gölü yakınlarındaki Beşparmak
Dağları’nda keşfedilen grafitiler ve menşei kuşkulu bazı hiyeroglif mühürler,
böyle bir boşluğu doldurmaktan çok uzaktır. Bu kaynaklar bilgi vermekten uzak olmakla
birlikte sadece Arzava’nın coğrafik yayılış alanıyla ilgili ipuçları verebilir
niteliktedir (Ünal, 2003: 1). Bu gerekçeler sebebiyle de Arzava Ülkeleri’nin
kesin ifadelerle sınırlarını çizmek pek mümkün olamamaktadır. Ancak konu ile ilgili
ortaya atılan iddialar da yok değildir. Arzava’nın lokalizasyonuyla ilgili
fikirlere değinmeden önce onun siyasi yapılanma şekline göz atmakta fayda
vardır.
Arzava denildiğinde tek bir devlet akla
gelmeyip konfederatif bir yapıdan bahsedilmektedir. Bu konfederatif yapının merkezinde
Arzava bulunmakta iken onu çevreleyen pek çok küçük devlet de mevcuttur. Bu
devletlerden tespit edilenler Hapalla’nın batı bölümü, Mira-Kuvaliya, Šeha Nehri
Ülkesi ve Viluša’dır (Mellaart, 1968: 200). Bu devletler her ne kadar
egemenliklerinden vazgeçmeseler de dil ve hanedan ilişkileri ile birbirlerine
(Macqueen, 2009: 40) ve dolayısıyla Arzava’ya bağlı olarak hareket
etmekteydiler.1
Sayılan tüm bu devletlerin tamamına yakınının
lokalizasyon sorunları halen devam etmektedir. Elde edilen az sayıdaki veri
ışığında Arzava Ülkesi’nin sınırları konusunda tahmin yürütülebilir. Ülkenin
batısı muhtemelen Ege Denizi ile sınırlanmaktaydı. Sahil kesimlerinin bazı
kısımlarına Ege Denizi’nden gelen Ahhiyavalılar arada bir sızıyor ve geçici de olsa siyasi
hâkimiyet iddiasında bulunabiliyorlardı. Batı sınırları ile ilgili az çok
tahminler yürütülse de güney, doğu ve kuzey sınırlarının tespiti tam bir sorun
yumağıdır. Doğuda, Hatti ülkesi ile istikrarlı bir sınır çizgisi asla olmamıştır
ve her iki ülke arasındaki sınır, siyasi coğrafyaya veya askeri hareketlere
uygun olarak sürekli değişmiştir. Kabataslak da olsa Pitašša, Valma ve Aşağı Ülke
ortak sınırı teşkil etmekteydi denilebilir ve bu da yaklaşık olarak Kütahya,
Uşak, Afyon, Sandıklı ve Dinar hattından, yani coğrafi anlamda Batı Anadolu
Eşiği’nden geçiyordu. Güneydeki sınırlar belki de Bodrum Yarımadası’na kadar
ulaşıyordu. Buradan itibaren güney kısımda yaklaşık Likya’ya tekabül eden Lukka Ülkesi3
gelmekteydi (Ünal, 2003: 4).
Arzava Ülkeleri içerisinde en önemi
figür elbette ki, konfederatif yapılanmanın merkezinde yer alan Arzava
Ülkesi’dir. Bu merkezi devletin Ege Denizi’ne olan yakınlığı ve Ege’nin iç
kesimlerinde yer alan bazı Hitit vasal devletleriyle komşu olması, Ege sahilini
de içine alan, Gediz ve Büyük Menderes Vadileri arasında uzanan toprakların ya
hepsini ya da bir kısmını kapsadığı iddia edilebilir (Yakar, 2000: 287). Arzava
Konfederasyonu’nu oluşturan pek çok devletten birisi de MiraKuvaliya’dır.
Esas itibariyle Mira-Kuvaliya, Šiyanti ve Aštarpa Nehirleri ile birbirine bağlı
iki bölgedir (Garstang ve Gurney, 1925: 30). Metinlerde çoğu kez isimleri
birlikte anılan bu devletlerden bilhassa Mira daha farklı bir öneme sahiptir.
Bu devlet muhtemelen II.Muršili’nin
bölgede yaptığı fetih ve yıkımların ardından Arzava’nın yönetiminde de söz
sahibi olmuştur (Hawkins, 1998: 1). Neredeyse tüm varlığı boyunca bağımsızlığını
korumuş olan bu ülkenin, dönemin önemli güçlerinden birisi olan Mısır ile de
doğrudan yazıştığı bilinmektedir (Garstang, 1974: 224-225). Hangi Mira kralı tarafından
kaleme alındığı belli olamayan (büyük olasılıkla Kupanta-Kurunta) ve Mısır firavunu
II.Ramses’e gönderilen bir mektupta1 Mira kralı, o sıralarda Ramses’in yanında
bulunan Urhi-Tešup lehine hareket etmek istediğini belirtmiştir. Ancak Ramses,
Hitit ile olan iyi ilişkisini bozmak istemediği için bu ricayı geri
çevirmiştir. Söz konusu bu mektup Hitit ile Mısır arasındaki ilişkinin
sağlamlığını kanıtlarken, Batı Anadolu’nun Hitit’e ne kadar zayıf iplerle bağlı
olduğunu da göstermektedir (Ünal, 2003: 43).
Tarihsel rolünü bir tarafa bırakırsak
Mira-Kuvaliya’nın Batı Anadolu’da yerleştirilmeye çalışıldığı coğrafik
alanlardan ilki Arzava ile Hatti arasındaki bölgedir.1 Bu takdirde Mira, Kıyı
Ege’den biraz daha iç bölgelerde aranmalıdır. Peki bu kanıya nasıl varılabilir?
Mira-Kuvaliya’nın coğrafik tespitinde kullanılan başlıca kaynaklardan birisi
olan II.Muršili’nin yılları konu ile ilgili oldukça önemli ipuçları
vermektedir. Bu yıllıklarından öğrenildiğine göre Mira-Kuvaliya Ülkesi’nin
sınırlarını ifade edildiği üzere Šiyanti ve Aštarpa Nehirleri oluşturmaktadır
(Garstang, 1943: 39). Lokalizasyonla ilgili en bilinen önerilerden birisi
Mira-Kuvaliya’nın Afyon’nun batısına yerleştirilmesidir. Bu takdirde Aštarpa
Nehri bugünkü Akar Çay’la, Šiyanti Nehri de Porsuk Çayı’nın üst kollarıyla
eşitlenebilir. Her iki nehrin kaynağı da Murat Dağı’na dayanır ki, bu dağ doğal
bir sınır teşkil eder (Macqueen, 1968: 177). Bu takdirde MiraKuvaliya
Ülkesi’nin sınırlarının, Murat Dağı’ndan Kula’ya kadar olan bölge olduğu düşünülebilir.
Ancak daha önce de bahsedildiği üzere bölgede sınırlar son derece değişken
olabiliyordu. II.Muršili’nin gerçekleştirdiği batı seferi sonucunda Batı Anadolu
da köklü değişimler yaşanmıştır. Bu döneme kadar Batı Anadolu’nun mutlak bir
Hitit yönetimini kabul ettiği ifade edilemez. Ne var ki, II.Muršili’nin bölgeyi
tahrip edip idaresi altına almasıyla birlikte Batı Anadolu da Hitit’in bir
vasalı haline gelmiş ve ifade edilen sınırlarda değişmeler yaşanmıştır.
Arzava
Devletleri’nin bir diğer önemli figürü ise Šeha Nehri Ülkesi’dir. II.Muršili ve IV.Tuthalya’nın
Batı Anadolu’ya gerçekleştirmiş oldukları seferlerin kaydedildiği vesikalarda
bu devletten sıkça bahsedilir. Metinlerden Šeha Nehir Ülkesi ile merkezi Arzawa Devleti arasında
güçlü bağların olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki bu devlet, batı seferleri
sırasında merkezi Arzava Devleti’ni II.Muršili’ye karşı desteklemiştir. Bu
nedenle her iki devlet arasında coğrafik bir yakınlığın da olduğu düşünülebilir.
Šeha Nehir Ülkesi’nin coğrafyası ile ilgili, söz konusu metinlerden elde edilen en önemli ipucu ise II.Muršili’nin,
Arzava’dan dönerken Šeha Nehir Ülkesi üzerinden geçerek Hitit ile Mira
sınırında bir yerleşim olduğu düşünülen Aura kentine vardığını
belirtmesidir (Macqueen, 1968: 171)
Šeha Nehir Ülkesi ile ilgili bazı
antlaşma metinleri 1926 yılında J. Friedrich tarafından transkripsiyon ve
çevirisi yapılarak yayınlanmıştır. Bu antlaşmalardan ilki II.Muršili ile Šeha
Nehri Ülkesi kralı olan Manapa-Dattaš arasında gerçekleştirilmiştir.1 Hem bu antlaşma
metinlerinden hem de yapılan seferlerin güzergahlarından çıkarılan bir sonuç
olarak Šeha Nehri Ülkesi’nin Apaša ve Millawanda arasında olduğu anlaşılmaktadır
(Macqueen, 1968: 171). Apaša’nın Klasik Çağdaki Efes2 ve Millawanda’nın
da Miletos ile eşitlenebileceği düşünülürse Šeha Nehri
Ülkesi bu iki yerleşimin arasındaki bölgeyi kapsamaktadır. Bu takdirde ülkenin
sınırlarını Büyük Menderes Nehri’nin sularının üst kısmına (Heffner ve Bonner,
1930: 483-484) yerleştirilmek mantıklı olacaktır. Ancak peşin hüküm vermek
hatalı olabilir. Çünkü Šeha Nehri Ülkesi’yle ilgili lokalizasyon hakkında,
farklı alanların da akılda uyanmasını sağlayabilecek ipuçları mevcuttur.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
M.Ö. II. binyıl Anadolu’sunda coğrafik
tanılama açısından en sorunlu bölge kuşkusuz Batı Anadolu’dur. Pek çok devletin
varlık gösterdiği bu bölgede hangi devletin bölgenin neresinde yer aldığı
sorusuna kesin olarak cevap vermek bugüne kadar mümkün olmamıştır. Ancak çağdaş
Hitit toplumunun bırakmış olduğu vesikalar ışığında bazı yorumlara da ulaşılmıştır.
Sonuçta eskiçağ tarihini kaleme alan bazı tarihçiler, bölgenin etkin
güçlerinden Arzava ve onun etrafında toplanan Šeha Nehri Ülkesi, Mira-Kuvaliya
ve Viluša’nın etki alanlarıyla ilgili bazı yargılara ulaşmışlardır. Ne var ki
konu ile ilgili bir görüş birliğinin de sağlanamamış olduğu unutulmamalıdır.
Gelecekte bölgede ve bazı Hitit yerleşim alanlarında yapılacak yüzey ve kazı
araştırmalarıyla birlikte elde edilecek yeni veriler daha kesin coğrafik tespitler
yapılmasını sağlayacaktır.
M.Ö. II. Binyıl Batı Anadolu’sunda Yer
Alan Arzava Ülkeleriyle İlgili Coğrafik Değerlendirme
Serkan DEMİREL, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Öğretim Üyesi
Aşağıdaki alıntılar, bu sayfanın girişinde yer alan Eberhard Zannger’in
görüşlerini ciddi biçimde eleştirmektedir. B.Berksan
Hititler Devrinde Anadolu
Kaynak metinlerin yetersizliği yanında
bir başka eksiklik de, bölgede yürütülen çok sayıdaki kazılara rağmen, Batı
Anadolu'da bir Arzawa varlığının veya kültürünün tesbit edilememesi ve Hitit Batı
Anadolu ilişkilerinin arkeolojik açıdan henüz açıklığa kavuşturulamamasıdır.
Yani bir "Arzawa Arkeolojisi"nin maddi izleri henüz tesbit
edilememiştir. Bir kaç kaya kabartması, tek tük hiyeroglif yazıtı, mühürler ve
bazı seramik parçalan dışında bir Hitit veya araştırmalarda pek abartılan Luwi
varlığının izleri de pek zayıftır.
…
Coğrafi ve siyasi bir kavram olarak
Arzawa tarihi gelişmeler süreci ve zaman içinde değişikliklere uğramıştır. Daha
eski devirlerde Batı Anadolu'da var olduğu sanılan oldukça geniş bir coğrafi
alanı kapsarken, II. Mursili ve II. Muwatalli'den itibaren Arzawa denince II.
Mursili'nin yıkmış ve dağıtmış olduğu Arzawa krallığı ile Mira-Kuwaliya, Setıa
ırmağı Ülkesi-Appawiya ve ljapalla gibi ona komşu ülkeler anlaşılmaya
başlanmıştır. II. Muwatalli'den itibaren bu ülkelere Wilusa da dahil
edilmiştir. Yani Arzawa denildiğinde KüçükArzawa da denilen Arzawa
gerçek Arzawa devleti ve ülkesi ile ona komşu en az dört mahalli krallıktan
oluşan Büyük Arzawa anlaşılmalıdır (Heinhold-Krahmer 1977, 4).
Eski Hitit Devleti Zamanında Arzawa
(1650-1470) :
Arzawa Ülkesi ile ilgili tarihi
haberler, Hitit devletinin kurulması ve Batı Anadolu'ya yayılma emellerinin
doğmasıyla başlar. Ancak bu kayıtların sayısı o kadar az ve niteliği o kadar
cılızdır ki, anahatlarıyla olsa bile Arzawa tarihini aydınlatmada asla
yeterli değildir.
….
Eğer Hitit Kanunlarında karşımıza çıkan
değişik yazılış biçimi gerçeği yansıtıyor ise, EskiHitit Çağında Hititler Arzawa
'ya Luwiya Ülkesi diyorlardı, keza kanunların Eski Hititçe nüshasında (A),
Arzawa yerine Luwiya denmektedir.
….
Söz konuusu 19. maddede herhangi bir
Luwilinin Hattusa'dan bir erkek veya kadını çalarak Arzawa 'ya götürmesi konu
edilmektedir (Friedrich, 1 959, 1 971, 92). Burada Kanunların bir başka
nüshasının Arzawa yerine Luwi yazması, herhalde insan hırsızlığı yapan
kişinin Luwili olması dolayısıyla bir "dil sürçmesi" olarak kabul
edilebilir; böylece sayısız araştırmalarda haddinden fazla abartıla bu
Arzawa-Luwi eşitlemesinin de basit bir katip hatası olduğu anlaşılır. Buna
ilaveten, en başta I. Hattuşili'nin metinleri olmak üzere niye bu ülkeye Luwiya
denmemesi de çok önemlidir ve bir çelişki söz konusu olduğunun açık seçik
kanıtıdır. Tüm bunlara rağmen özellikle Pan-Luwist araştırmalarda, metinlerde
yüzlerce kez karşılaştığımız bu katip hatasına dayalı olarak akıl almaz
görüşler öne sürülür ve sanki etnik kökenleri hakkında hiçbir bilgiye sahip
olmadığımız tüm Arzawa Ülkeleri halkları Luwi asıllıymış ve bütünüyle tek bir
dil Luwice konuşuyorlarmış gibi yanlış sonuçlar çıkarılır. Eğer Arzawa halkı
gerçekten tümüyle Luwi, yani Hititler'le kardeş bir kavim idiyseler, ta Eski
Hitit devrinden beri her iki kavim arasında da sürdürülen amansız mücadeleyi,
savaşları, yağmaları, sürgünleri, tutsakları, dökülen kanları nasıl açıklayacağız?
Gene bu yanıltıcı haberden hareketle Pan-Luwist nazariyeler geliştirilmiş,
şahıs ve yer isimleri de göz önünde bulundurularak Güneydoğuda Malatya, hatta
Fırat hattından başlamak üzere Kommagene, Kilikya, Kappadokya, Lykaonia,
Pisidya, Likya, Karia ve Lydia, Misiya ve Troai hududuna kadar olan geniş bir
bölgelerde yaşayan insanların sadece Luwice konuştukları iddia edilmiştir
(Starke 1997, 457). Bu ve buna benzer savlara göre M. Ö. 1200'lerde Hitit
Devletinin yıkılmasından sonra tıpkı Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye'de
olduğu gibi eski Hitit-Luwi gelenekleri ve kültürü ölmemiş, yok olup
gitmemiştir, yani bir "devamlılık" söz konusudur (Koninuitatsthese)
(Högemann 2000a, 1 92; aynı yazar 2000b, 7-39). Yani burada düpe düz M. Ö. 1200'1erde
sönüp giden "büyük lndogermen Hitit meşalesi"nin yerine, gene başka bir
lndogermen "Luwi meşalesi" ateşlenmektedir!
……
Bir kaç yerde belirttiğimiz gibi Luwiler
Hititler'le akraba bir kavimdir ve dilleri Hititçe'ye oldukça benzer, yani
Hintavrupa kökenlidir. Dillerinin Troia bölgesi de dahil bu kadar geniş bir
alana yayıldığı iddialarının ortaya atılmasının temelinde zaten bu dil
akrabalığı vardır. Troialılar ve Wilusalılar'ın da Luwice konuşmuş oldukları
iddialarının temelinde de bu ideolojik görüş saklıdır (Bk.Kitap l, Troia kısmı
ve özellikle Kitap lll, Kültür Sömürüsü bölümü). Prensip olarak, M. Ö. l. ve
ll. yüzyıllarda doğuda Fırat hattından batıda Troai'lara kadar çok geniş bir
bölgede Luwice konuşulmuş olduğunu iddia etmek büyük bir cesaret ister. Bir
defa Anadolu'nun partikularist coğrafi yapısı içerisinde böyle lengüistik bir dil
birliği Türkler devri hariç, hiçbir dönemde olmamıştır. Sonra Anadolu'nun
Grekler öncesi devri için henüz lengüistik bir haritası çıkarılmış değildir
(Krş. Stefanini 2002, 783-806).
Gerçekte ise "Luwi Ülkesi"
veya "Devleti" diye kendi içinde tutarlı bir coğrafi bölge veya politik
oluşum yoktur.
Hititler Devrinde Anadolu Kitap II,
Ahmet Ünal, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul
Luvi Uygarlığı, Ege’nin Bronz Çağı’ndaki Eksik Halka,
Eberhard Zangger, Ege Yayınları, 2019
Luviler: Bir Anadolu Uygarlığı İle İlgili Çalışmalar, Eberhard
ZANGGER, Serdal MUTLU, İdil Dergisi sayı 4, 2016
Siyasi Haritada Luviler, İlya Yakubovich,
Aktüel Arkeoloji, Sayı 64, 2018
Hititler Devrinde Anadolu Kitap II, Ahmet Ünal, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder