Bizans, Bulgar ve Sırp yöneticileri Balkan yarımadasının önemli bölümünün kontrolünü ele geçirmek için çekişirlerken, Tuna Nehri'nin kuzeyinde önemli olaylar cereyan ediyordu. Romalıların 270 yılında Daçya'yı terk etmelerinin ardından, Tuna vadisi birbirini izleyen tüm istilalar için geçiş hattı teşkil etti; Gotlar, Avarlar, Hunlar, Bulgarlar, Slavlar ve Tatarlar bu yolu kullandılar. Bölgenin müstakbel sakinleri açısından Macarların gelişi kalıcı bir önem arz edecekti. Daha ileri batıya doğru gitmek için gerçekleştirdikleri teşebbüslerde yenilgiye uğrayan bu halk, 9. yüzyılın sonlarında Macaristan (Pannonia) Ovası'na yerleşti. Roma tarafından Hristiyanlığa döndürülmüş oldukları için gelecekteki dini ve siyasi bağları Batı ile olacaktı.
..
Bu halkın Ortaçağ'daki en büyük yöneticisi, 1000 yılında krallık tacı giydirilen ve daha sonraları azizlik mertebesine yükseltilen Stefan (997-1038) idi. Macaristan'ın koruyucu azizi olarak Stefan'ın ismi Macaristan devlet topraklarıyla özdeşleşmiş bulunuyordu; Macar topraklarından sık sık ''Aziz Stefan hükümdarlığının toprakları" diye söz ediliyordu. Macaristan'ın tarihi gelecekte, Hırvatistan'ın ve Romanya prensliklerinin, özellikle de Erdel tarihiyle yakından irtibatlı olacaktı. 1102 yılında Macar kralı, Hırvatistan tahtına oturdu. Macaristan, 11. yüzyılda, temelde Rumen olmakla birlikte muhtemelen karma bir nüfusun yaşadığı Erdel'i ele geçirdi. İşgalin ardından Macar hükümeti, dış istilaya karşı bu sınırı güçlendirmek için buraya göçü teşvik etti. Buraya göç edenler arasındaki en önemli toplulukları, Macarlarla yakından ilişkili Sekeller ile 12. yüzyılda gelen ve Saksonlar diye isimlendirilen Cermenler oluşturuyordu. Gelecekte Macarlar, Sekeller ve Saksonlar, nüfusun ayrıcalıklı kesimi olan yönetici kesimini teşkil edecekti. Macaristan'ın bir parçası olmasına karşın Erdel, büyük ölçüde özerk olarak kaldı.
Uzun
süren Osmanlı hakimiyeti boyunca, Macarlarla meskun toprakların çoğu, merkezi
Budin olan bir paşalık olarak kaldı. Osmanlı ordu ve idaresinin 17. yüzyılda
sürülüp çıkarılmasından sonra Macar asilleri, St. Stefan'ın tacıyla irtibatlı
toprakların tamamını kontrolleri altına almaya ve hakim siyasi konumlarını
yeniden tesise karar verdiler. Macar gücü büyük toprak sahiplerine, nüfuzlulara
değil fakat alt tabaka asilzadeleri olan yüksek sınıf mensuplarına ve onların
temel idari birimler olan kontluklar üzerindeki kontrollerine dayalıydı.
Kontlukların kendi meclisleri vardı ki bu meclisler, yerel hükümeti yönetmekte
ve genel meclis için temsilciler seçmekteydi.
1687 yılında Pozsony'de (Bratislava) toplanan bu zümre,
tarihi hakların ve ayrıcalıkların sürdürülmesi konusunda teminat verilmesi
koşuluyla Habsburg İmparatoru I. Leopold'u Macaristan'ın ırsi kralı olarak
kabul etti. Habsburg yöneticisinin bu bölgedeki unvanı kral idi; imparator
unvanı, Macaristan'ın bir parçasını teşkil etmediği Kutsal Roma
İmparatorluğu'na dahil topraklarda kullanılmaktaydı. Sonraları Macar meclisi,
Viyana'nm merkezileştirme baskısına muhalefetini sürdürdü. Kral ya da kralın
temsilcileri olan asilzadelerin çağrısıyla toplanan bu meclis, birincisi büyük
toprak sahiplerinin, ikincisi ise yüksek sınıfların çıkarlarını temsil eden iki
meclisten oluşuyordu. Birinci meclis, bir asilzadenin başkanlığı altında
toplanmaktaydı ve sadece büyük toprak sahiplerini değil fakat aynı zamanda
başlarında Katolik başpiskoposu olan Estergon başpiskoposu olmak üzere kilise ileri
gelenlerini ve Hırvatistan hanı da dahil olmak üzere krallığın yüksek
memurlarını kapsamaktaydı. Avam meclisi; kontluk meclisleri tarafından seçilen
temsilcileri, kraliyet kasabalarından bazı delegeleri, avam kilisesini ve adli
görevlileri içermekteydi. İlke olarak, yasamanın avam meclisinde
gerçekleştirilmesi; ama alınan tedbirlerin yürürlüğe girmesi için her iki
meclis tarafından da onaylanması gerekiyordu. Vergilerin, özellikle de savaş
zamanlarında ihtiyaç duyulan ek vergilerin tespitinin ve asker alımının
meclisin kontrolünde olması, Macarlarla ilgili meseleleri Viyana'daki Macar
Saray Kançılaryası'nın daireleri vasıtasıyla ele alan Habsburg hükümeti
açısından son derece düş kırıcıydı. Meclisin rızasına rağmen, Habsburg
yönetiminin Macar krallığında tesisi zor bir süreç oldu. Dini farklılıklar
yüzünden epey sürtüşme zuhur etti. Macar asillerinin çoğu, Reformasyon'un
saflarına katılmıştı; böylece Kalvinist veya Üniteryen olan bu asiller,
Katoliklerin Osmanlı İmparatorluğu'ndan geri alınan bölgelerdeki gayretkeş
çalışmalarına itiraz ediyordu.
Savaşların kırsal alanlarda yol açtığı tahribat, köylüler arasında büyük huzursuzluklara yol açmıştı. Bu durum ve bazı Macar asillerinin sürmekte olan muhalefeti, 1703 yılında Habsburg yönetimine karşı büyük bir isyanın patlak vermesine yol açtı. Ferenç Rakoçi'nin [Ferenc Rakoczy] liderliği altındaki bu hareket, birbiriyle bariz biçimde çelişkili meseleler olan asillerin Viyana'ya mukavemetiyle statülerinde bir iyileşmenin gerçekleşmesini ve mümkün olursa serfliğin sona ermesini arzulayan köylülerin isteklerini iç içe geçirmekteydi. Böylece asiller ve köylüler, Habsburg yönetimine karşı birleşmişti. Rakip bir güce bir darbe indirme amacıyla hem XIV. Louis hem de Deli Petro'nun destek vermesi dolayısıyla söz konusu hareket, Avusturya İmparatorluğu için tehlikeliydi. Habsburg ordusunun düşman güçleri yenmesine karşın VI. Karl, 1711 yılında gerçekleşen Szatmar Barışı'nda, gerçekte bir uzlaşma çözümü olan şeyi kabul etmek zorunda bırakıldı. Habsburg yönetiminin tanınmasına karşılık olarak VI. Karl, asillerin ayrıcalıklarını yeniden teyit etmek ve Macar topraklarının büyük ölçüde özerk kalmasına razı olmak zorunda kaldı. Daha sonra Macar meclisi, St. Stefan' ın topraklarının bölünmezliğinin kral tarafından kabul edilmesi koşuluyla Pragmatik Tasdik'i kabul etti; söz konusu koşul, Hırvatların veya Erdellilerin muhtemel ayrılıkçılıklarını önlemeye yönelikti.
1848'ten 1867'ye kadar Habsburg Monarşisi hem iç hem de dış
meselelerde kriz dönemindeydi. İmparatorluk içindeki mutlak monarşiyi eleştiren
liberal unsurlar ve içerideki ve dışarıdaki milliyetçi hareketler bu krizin ana
kaynaklarıydı. Krallık içindeki en büyük sorun Macaristan'dı.
…
Viyana'daki kontrolü yeniden sağlayan hükümet en acil sorun olarak görünen imparatorluğun gelecekteki yapılanması sorunuyla karşı karşıya kaldı. İsyan olayları bir anayasanın çıkarılmasını ve idarede bir takım değişikliklerin yapılmasını kaçınılmaz kıldı. Karar verilecek konular; merkezi ya da federal bir hükümet şekli arasında seçim yapmak ve hükümetin yasama ve yürütme organları arasında bir denge sağlamak gibi bildik konulardı. 1849 Mart'ında meclis kendi anayasasını yaptı ve Kremsier parlamentosunu geçici olarak tatil etti. Yeni anayasa tek parlamento, genel vatandaşlık ve tek bir hukuki idari sistemi bütün imparatorluk için geçerli kılan çok merkezi bir sistem getiriyordu. Sivil özgürlüklere de çok geniş yer ayrılmıştı. Anayasa Macarların konumuna çok zarar vermekteydi. Macaristan yöneticisi sadece Avusturya imparatoru olarak tahta çıkabilirdi, aynı zamanda Macar Kralı olarak tanınmayacaktı. St. Stefan'ın tımarı olan topraklar, yeni bölge isimlendirmesine göre Macar Krallığı, Büyük Erdel Prensliği, Askeri Sınır, Dalmaçya, Hırvatistan ve Slovenya Krallıkları arasında paylaşılacaktı. Hırvatistan Rijeka (Fiume) limanını aldı ve gelecekte Dalmaçya'yı ilhak etme imkanını elde etti. Bu topraklardaki Macar olmayan nüfusun kazançları çok açıktı. Anayasa Macar topraklarındaki tehlikeli durumu fazla dikkate almamıştı. Asıl sorun bu belgenin oralarda uygulanıp uygulanamayacağı sorunuydu. Habsburg hükümeti, topraklarındaki otoritesini yeniden tesis etmeyi başarmıştı, İtalya'daki isyanı bastırmış ve sonunda Alman bölgelerindeki önceki konumunu yeniden sağlamıştı; ancak yine de asıl tehdit 1849 baharinda gücünün zirvesinde olan Macar devrimcilerinden geliyordu. General Arthur Görgey komutasındaki en büyük ordu Macaristan'ın tamamına hakimdi; Polonyalı General Jozef Bem komutasındaki ikinci ordu ise imparatorluk kuvvetlerini yenmiş ve Erdel'i ele geçirmişti. Habsburg liderleri Macar topraklarını kaybetmeye tahammül edemezdi; çünkü bu toprakların kaybıyla imparatorluk büyük bir güç olmaktan çıkmış olacaktı.
…
İmparatorluktaki isyan hareketlerinin en başarılısı şüphesiz Macarlarınkiydi. Sonunda bastırılmış olsa da Layoş Koşut gibi güçlü bir liderin yönetiminde işleyen bir hükümet ve çok etkin bir ordunun kurulmasıyla sonuçlandı. Kontrolü ele geçirince bu rejim liberal reformların eşlik ettiği çok merkezi bir sistem yerleştirdi. Başlangıçta meclis her taraftan gelen saldırılarla karşı karşıya kaldı ve yeni şartları kabul etti. 1848 Ekiminden sonra ise Habsburg hükümeti diğer bölgelerdeki hakimiyeti sağlayıp dikkatini Macaristan'daki duruma yöneltti. Habsburglara teveccühün çok önemli bir nedeni, yeni kuralların Macar olmayan milletlerde yarattığı aşırı hayal kırıklığıydı. Sonraki bölümde göreceğimiz üzere Viyana Hırvat, Sırp ve Rumen nüfustan destek elde etmişti. Bu yardıma rağmen Habsburg ordusu Macar kuvvetlerini yenemedi.
1849 Mayıs'ında Franz Joseph, I. Nikolay'a yazarak çok daha kapsamlı bir müdahale talebinde bulundu. Çarın bunu olumlu bulan cevabının bir sonucu olarak 150 bin kişilik bir Rus ordusu sınırı geçti. Ağustos ayında Macar orduları yenildi ve Macar Krallığı'nın bütün topraklarında Habsburg hakimiyeti yeniden sağlanmış oldu.
1849'daki yenilgiye rağmen Macarların konumu hala sabitti.
Aynca diğer milletlerin aksine Macarlar güçlü bir devrim hükümeti kurma ve
meydana bir ordu çıkarma konusundaki kabiliyetlerini göstermişlerdi.
Uluslararası konjonktürün baskısı altında Avusturya hükümeti Ferenç Deak
önderliğindeki ılımlı Macarlarla müzakerelere başladı. 1865 yılında Kont
Richard Belcredi bakan olarak atandı ve bir anlaşma zemini bulma ile
görevlendirildi. Deak, Macar topraklarının imparatorluğun diğer taraflarıyla
birleştirilmesini, ortak bir savunma ve dışişleri politikasını, Macar
parlamentosuna karşı sorumlu milli bir hükümetin eline bırakılacak toprakların
bütün yönetme hakkının krallığa verilmesini öngören bir çözüm arzusundaydı
1867 yılındaki Ausgleich (Uzlaşma) imparatorluk için krallığın sona erdiği 1918 yılma kadar devam edecek önemli bir yeniden organizasyondu. Macarların bu ılımlı programının bir ifadesini, bu antlaşmanın imparatorluğu iki ayrı siyasi birime bölmesinde bulabiliriz . Macar tımarındaki topraklar bundan böyle tek bir merkezi devlet olarak, 1848 yılındaki isyan sırasında Peşte'de imzalanan Mart Kanunları'nın şartlarına göre idare , edilecekti.✅ Franz Joseph kral olarak tanınacak ama Macaristan'daki konumu sınırlı bir meşruti kralın konumuna eş olacaktı. ✅İmparatorluğun iki kısmında da sadece üç genel bakanlık olacaktı: Dışişleri, Savunma ve Finans.✅ Finans Bakanlığı sadece diğer iki bakanlığı ilgilendiren meselelerde iş yapacaktı. ✅ ve Macaristan'dan delegeler genel sorunları görüşmek üzere düzenli olarak buluşacaktı. ✅Her on yılda bir yenilenecek bir gümrük birliği antlaşması da yapıldı.
Bu temelli değişimin bir yansıması olarak devletin adı Avusturya-Macaristan olarak değişti. Macaristan ismi kendi otoritesi altındaki bütün topraklara atfen kullanılacaktı; 1872 yılında Buda ve Peşte birleşti ve Budapeşte o zamandan beri Macaristan'ın başkentliğini yapmaktadır. Her ne kadar tam bağımsızlık yanlılarının beklentilerini bütünüyle karşılamasa da, Ausgleich, Macarların çok büyük bir zaferidir. Uygulamada ise gücün eşit dağılımı söz konusu değildi. Sonraki yıllarda Macar hükümeti bütün önemli meselelerde ortak bir cephe sunmayı başardı. Avusturya kesimi ise bunun tam zıddına Budapeşte ile başa çıkma güçlerini zayıflatan bir dizi iç çekişmeyle meşgul oldu. Macar çıkarlarının dış işlerindeki hakim etkisi sonraki yıllarda fazlasıyla kendini gösterecekti. Böylece millet olarak az nüfusunun yalnızca yarısının Macar olduğu bu kesim devletin tüm yaşamı boyunca aşırı bir nüfuz uygulamayı başardı. Tabii ki Ausgleich'ın özellikle Macar hakimiyetindeki topraklarda yaşayan Güney Slavlar ve Rumenlerin siyasi yaşamları üzerinde tahripkar etkileri vardı.
...
1914'e kadar, İkili Monarşi'nin Macaristan kısmındaki başlıca ihtilaflar, bir yanda Viyana, diğer yanda St. Stefan'ın krallık topraklarındaki diğer ulusal gruplar ile ulus sorunu ve ulusal ilişkiler etrafında gelişmeyi sürdürüyordu. 19. yüzyıl iki büyük ulusal birleşmeye -Alman ve İtalyan- şahit olmuştu. Bu hareketlerde, nüfusun büyük çoğunluğunun tek bir milliyete mensup olduğu bölgeler bir araya getirildi. Macar hareketi de fevkalade başarılı olmuştu; fakat liderler modern dünyada adeta imkansız bir işe girişiyordu. Hedefleri hala 1848-1849' daki hedefti: Macar nüfusunun çoğunluk olmadığı ve diğer milliyetlerin Budapeşte'den yönetilmeye direnmeye dayalı tarihsel bir geleneğe sahip olduğu topraklarda birleşik bir Macar ulus devleti kurmak istiyorlardı. Macaristan'ın buna uygun olarak Viyana'yla bağları zayıflatma teşebbüsü başka tehlikeler içeriyordu; Macaristan, Macar krallık topraklarının tam kontrolüyle olsa bile, monarşiden ayrılacak olursa, devlet güçlü bir müttefik olmadan yalnız başına ayakta duramayacak kadar güçsüz ve küçük olacaktı. Viyana'yla bağları zayıflatarak bütün monarşinin güç ve itibarım zedelemeye çalışırken, Macar krallığı kendi yıkımını hazırlıyordu. Buna rağmen liderler ulusal mücadeleyi bu iki düzeyde sürdürmeye devam ediyordu. Macaristan'ın politikasının, bütün nüfusun çok küçük bir kesimi tarafından belirlendiği önemle vurgulanmalıdır. Oy hakkıyla ilgili olarak 1874'te yürürlükte olan hükümlere göre, halkın sadece yüzde 5.9'u oy kullanıyordu. Bundan dolayı siyasi kontrol Macar toprak sahiplerinin elindeydi. Tahminlere göre, üç bin şahıs veya kurum, toprağın yarısını elinde bulunduruyordu. Servetleri tarıma dayandığından, bütün imparatorluğun ticari politikası üzerinde büyük etkide bulunuyorlardı; Romanya ve Sırbistan'la yapılan ticari antlaşmaların müzakerelerinde bu grubun baskısı güçlük çıkarmıştı. Yani Macar vatandaşların küçük bir azınlığı, aşırı ekonomik ve siyasi nüfuz kullanıyordu. Macar köylüleri, diğer ulusal gruplarla birlikte, devlette tabi bir konuma getirilmişti. Ausgleich'm akdedilmesinden sonra, bu antlaşmadan sorumlu olan Ferenç Deak ve Gyula Andrassy iktidarda kaldı.
Kısa zaman sonra, antlaşmadan memnun olmayıp Macaristan için başka menfaatler, hatta bu ülkenin Viyana'dan tamamen ayrılmasını talep eden bazıları bu iktidara meydan okudu. Kalman Tisza önderliğindeki bir grup, tek bağlantının müstakil bir Macar ordusu ve elçi ve konsoloslar ile birlikte yöneticinin bizzat kendisi olmasını sağlayacak bir tanzimden yanaydı. Ancak başbakan olduğu zaman -ki bu görevi 1875'ten 1890'a kadar sürdürmüştür- Tisza'nın fikirleri değişti. Onun iktidarda olduğu dönemde, hükümete Ausgleich'ı destekleyen Liberal Parti hakimdi ve en güçlü Macar partisi durumundaydı. 1890'dan sonra Tisza'nın halefleri, onun genel politikasını sürdürmelerine rağmen, muhalefet arttı. En önemli merkez parti Bağımsızlık Partisi'ydi; bu parti programını, hala sürgünde yaşayan eski devrimci Layoş Koşut'un ideallerine dayandırıyordu. Başlıca hedefi Viyana'yla bağı zayıflatmaktı. 1895'te, Koşut'un ölümünden bir yıl sonra, oğlu Ferenç geri dönerek parti liderliğini devraldı.
Çok daha zayıf bir adam olan genç Koşut, babasının yerini dolduramadı. Avusturya-Macaristan ilişkilerindeki en önemli kriz, 1902'de, askeri bir kanun tasarısı yerel meclise getirildiği zaman meydana geldi. Güçlü milliyetçilerin tavrını takınan Bağımsızlık Partisi, krallıkta askere alınan alaylar Macar subayların emrine verilmediği, kendi bayraklarını dalgalandıramadıkları ve komuta dilleri Macarca olmadığı takdirde, bu tasarıyı kabul etmiyordu. Bu talepler geçmişte parti programının parçasıydı. Viyana'dan bağımsızlık talep edilmesinin yanında bu tedbirler, elbette Macarca konuşulan yörelerden olduğu kadar Slav ve Rumen bölgelerinden de alınacak olan yeni askerlerin Macarlaştırılmasına yarayacaktı. Tabii, Almanca yerine Macarca emir almanın Rumen veya Hırvat bir askere hiçbir faydası olmayacaktı. Franz Joseph, Macaristan'a neredeyse tam bir iç özerklik vermiş olmasına rağmen, askeri işlerdeki otoritesini ilgilendiren meselelerde hoşgörüsüzdü. Macaristan kralı olarak yetkilerini kullandı. Eski bakanının oğlu ve ikili monarşi taraftarı olan Istvan Tisza'yı başbakanlığa atadı ve askeri kanun tasarısı zorla meclisten geçirildi. Fakat sorun henüz çözülmemişti. 1905'te yapılan seçimler muhalefetin zaferiyle sonuçlandı. Franz Joseph bu meydan okumaya, erkeklere umumi oy hakkını ve gizli oyu -Avusturya'da 1907'de uygulanacak olan düzenlemeleri- getirme tehdidiyle karşılık verdi. Macaristan'da böyle bir harekete girişildiği takdirde bu, hem Macar ulusal egemenliği hem de toprak sahipleri idaresiyle sonuçlanırdı. Muhalefet bu tehdit karşısında geriledi ve Ausgleich değişmeden devam etti. Mesele tartışmaya açık kalsa da, ortak devletlerin siyasi ilişkisini ilgilendiren büyük bir kriz daha olmayacaktı. Öte yandan diğer milliyetlerle çatışmalar devam etti. Macarların hedefi hala gerçek bir ulus devlet kurmaktı. Macar cemaatine daha fazla mensup katmak için her türlü uğraş verildi. Daha önce de gördüğümüz gibi, kişi geçmişini inkar ederek dili benimsediği ve adının Macarca bir şeklini kullandığı takdirde, ulusal özgeçmiş Macar vatandaşlığına engel değildi. Bu koşullar altında, bütün vatandaşlık haklarıyla bir vatandaşın imtiyazlarına sahip olabiliyordu. Okullar temel Macarlaştırma aracı haline gelecekti.
Ausgleich'tan sonra kabul edilen 1868 Milliyetler Kanunu, görüş bakımından ılımlı ve liberaldi. Teorik olarak, her milliyete siyasi ve kültürel hayatta kendi dilini kullanma hakkı tanıyordu. İlk ve orta dereceli okullarda öğrencilere kendi anadillerinde eğitim verilecekti. Mahalli mahkemeler ve idarenin alt düzeyleri de benzer kurallara tabi olacaktı. Ancak bu nizamlar hiçbir zaman gerçekten uygulamaya konulmadı. Yüzyıl sonunda, ulusal hassasiyet krallığın her yanında iyice şiddetlenmişti. Bütün gruplardan siyasi liderler ya hedeflerinin gerçekleştirilmediğine ya da zayıfladıklarına ve kendilerine tavizler verdirildiğine inanıyordu. Macar hükümetinin milliyetleri etkilemek amacıyla çıkardığı kanunlarda, özellikle de dilin eğitimde kullanılmasını ilgilendiren kanunlarda ve okullarda Macar vatanseverliğinin aşılanmasına verilen önemde büyük bir öfke hissediliyordu. Bu hareketler doğrudan, Macar olmayan nüfusun liderlerinin kendi halklarına milli bilinç ve gurur duyguları aşılamaya yönelik uğraşlarına yansıyordu. Milliyetlere yönelik tavır, bizzat Macar ulusunun siyasi gelişimini ciddi şekilde sınırlıyordu. Ulusal grupların nüfuzunu arttıracağından, oy hakkı reformu yapılamıyordu. Bundan dolayı Macaristan sakinlerinin küçük bir kısmı, Macarların çoğunluğu da dahil, krallığın bütün halklarının imkanlarını sınırlıyordu. Bu politikalar başarı kazanamayacaktı.
Balkan Tarihi I, 18 ve 19.Yüzyıllar, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder