Antik Mısır





ESKİ İMPARATORLUK
Firavunları, art arda sülaleler (veya hanedanlar) biçiminde düzenleme alışkanlığı yerleşmiştir. Beş yüzyıldan biraz uzun bir döneme yayılan Eski İmparatorluk (M.Ö. 2750-2200) bunlardan dördünü kapsar: krallık erkinin giderek arttığı III. Sülale ’den bu erkin zayıfladığı VI. Sülale ’ye kadar.

Piramitler
Güçlü ve merkezi bir iktidarın doğuşunun en belirgin işareti, artık çok daha büyük olan ve üzerlerinde basamaklar bulunan piramitlerin yer aldığı kral mezarlarının inşasıdır. Bunların ilki Sakkara’da, Firavun Coser’in (III. Sülale) mimar bakanı Imhotep tarafından inşa edilir.

IV. Sülale ’nin Gize’deki geometrik piramitleri daha da görkemlidir. Firavun Keops’un 2,59 milyon metreküp hacmindeki piramidi, dünyadaki piramitlerin en büyüğüdür. V. ve VI. sülalelerin Sakkarat ve Abusir ’deki piramitleri daha mütevazı boyda olmakla birlikte, gene de görkemlidir.

Piramit kompleksi sadece ölü krala ikamet hizmeti görmekle kalmaz, aynı zamanda, krallıkla evren arasında bir ilişki kurar. Piramit, evrenin yaratıldığı ilk yüksekliği temsil eder ve iç bezemeler kralı, evrende kaosun efendisi rolünde betimlerler. V. Sülale döneminde, kralı güneş tanrıyla birleştiren ilişkiyi simgelemek için, piramitlerin yakınlarında evrenin yaratıcısı ve düzenleyicisi güneş tanrı Ra’ya adanmış tapınaklar inşa edilir; VI. Sülale ’den itibaren kral, «Ra»nın oğlu unvanını alır.

Yönetimin örgütlenmesi
Piramitlerin inşası için gerekli malzeme, örgütlenme ve emek, tıpkı külte katılan çok sayıda sınıf ve onların hizmetlileri gibi, kralın ülkeyi ve kaynaklarını sıkıca elinde tuttuğunu gösterir. Karmaşık bir örgütlenme yapısına sahip olan devlet, doğrudan firavunun yetkisi altında olan merkezi bir yönetim ve merkezi yönetime karşı sorumlu otuzun üzerinde eyalet yönetiminden (nomos) oluşur. Bununla birlikte, daimi bir ordunun olmadığı, buna karşılık, güneye, kuzeydoğuya veya kuzeybatıya düzenlenen seferler için her an kullanılabilir özel birliklerin bulunduğu sanılmaktadır. Firavunlar zaman zaman sistemde reformlara girişirler. Merkezi yönetimin yüksek memurları, kralın iktidarı için bir tehdit oluşturduklarında firavunlar kendi yetkilerini onlara anlatırlar.

Axis 2000-Milliyet Hachette

BİRİNCİ ARA DÖNEM
Merkezi otorite, VI. Sülale döneminde dağılmaya başladı. Bunu izleyen birinci ara dönemde (yaklaşık M.Ö. 2200-2150), Memfis firavunları, yerel askeri valileri toprakların denetimini ele geçirmek için savaşmaktan alıkoymayı başaramazlar. Sonunda, biri Herakleopolis ’te IX. ve X. sülalelerin, oldukça kısa ömürlü egemenliği altında, diğeri Teb’de XI. Sülale ’nin egemenliği altında olan iki ayrı krallık kurulur. Bu iki krallık, üstünlüğü ele geçirmek için mücadeleye girişir, ama eyalet valilerinin özerkliği nedeniyle amaçlarına ulaşamazlar. Buna paralel olarak, ardarını korumak, ticari avantajlarını güvence altına almak, iç savaşlara girişmiş olan Nübyeli ve Filistinli savaşçıların değerli hizmetlerini kiralamak (ikna veya zor yoluyla) için yabancılara karşı saldırgan bir siyaset izlemiş olmaları gerekir. M.Ö. XX. yy’da, XI. Sülale ’nin firavunlarından Mentuhotep, Yukarı Mısır’ı egemenliği altına almayı ve aynı zamanda, Orta İmparatorluk’un başlangıcını belirleyen merkezi bir monarşi kurmayı başarır.

ORTA İMPARATORLUK
Bu karmaşıklıkların nedenleri ve boyutları pek bilinmemektedir. Sonraki Mısırlı yazarlar dönemin devrimci karakterini fazlasıyla abartırlar; öte yandan, aslında şiirin toplumsal kaynaşmaya verdiği kozmogonik bir cevap olarak, tamamen hayali bir çöküş ortamı betimlerler. Sürüp gitmekte olan dış baskılar ve iç siyasi istikrarsızlık, daha büyük bir önem kazanır; darbeden yararlanan I. Amenemhat da çok geçmeden öldürülür. Kurucusu olduğu (M.Ö.1991) XII. Sülale, iç savaşın ve süreğen kıtlığın ciddi biçimde sarstığı kral saygınlığını yeniden yaratmak için etkin bir çaba gösterir. Memfis yakınlarına yerleşmiş olan krallar, eyaletlerin yetkilerini azaltır ve firavuna sadık bir seçkinler sınıfı yaratır; toplanan asker sayısını artırmaya ve kralı fazla sağlam olmayan askeri lider imgesinden kurtarıp kendinden emin ve yarı tanrısal nitelikli bir hükümdar imgesine büründürmeye yönelik ince bir propagandanın damgasını taşıyan bir edebiyattan destek alırlar.  Bununla birlikte, dışarıda durum kaygı verici olmaya devam eder.

Toplumsal değişiklikler.
Toplumsal karışıklıklar önemli boyutlardadır. Uyruklar bireysel hakları konusunda daha bilinçli olurlar; bu durum, saray siyasetinin yumuşatarak onaylayacağı bir gelişmedir. Din de bu süreçten etkilenir: o tarihe kadar firavunların tekelinde olan mezar inançları ve ayinleri, toplumun bütün katmanlarına yayılır. İlk ara dönemin Mısırlıları ekonomik açıdan kendi kendilerine yeterli olduklarını ileri sürerek, kendilerini devlete daha az bağımlı hissederler. XII. Sülale döneminde, saray siyaseti Abidos’taki gibi tapınma merkezlerinde etkin bir rol oynayan bir orta sınıfın ortaya çıkmasını bile özendirir. Bu sınıfın üyeleri, zengin mobilyaları olan mezarlara gömülürler. Kısa bir süre önceye kadar firavunun mezar tanrısı olan Osiris, herkesin tapabileceği bir tanrı durumuna gelir.

Sanat ve mimari

Bu dönemden daha çeşitli mimari kalıntılar kalmıştır. Önemli bir şehir olan Kahun, sosyoekonomik bölünmeleri yansıtan konut alanlarına bölünmüştür; Nübye’de görkemli bir mimari ürün olan surlar inşa edilir; bazı tapınakların topraktaki planları varlığını korumuştur. Bazı krallar, çok sayıda özel shma sunağının da ortaya çıkarıldığı Abidos’ta, kendilerine boş mezarlar inşa ettirirler.

Mezar kalıntıları sanatsal biçimler konusunda h
âlâ en iyi bilgi kaynağını oluşturmaktadır. Teb’de yeni tip bir kral mezarı tasarlanır; bunun en kusursuz ifadesi, üzerinde piramit yerine ilk yüksekliği hatırlatan kübik bir yapı bulunan, Mentuhotep ’in eşsiz, basamaklı anıtı olur. 

İlk ara dönemde Mısır siyasi olarak bölünmüştü ve bazıları ülkeyi yeniden birleştirmeyi arzulayan birçok yerel hükümdara sahipti. Bu hükümdarların en başarılılarından biri Teb merkezli bir aileydi. Kendi tebaasının refahını düşünen bu adamlar, Mısır'ın on birinci hanedanlığının ve Orta Krallık döneminin başlangıcının temellerini attılar. Bu hanedanın gücünü pekiştirmesiyle anılan firavun, tarihi yıllıklara II. Mentuhotep adıyla geçmiştir. Kabaca MÖ 2055'ten 2004'e kadar elli bir yıl hüküm sürdü ve bu dönemde sadece Yukarı ve Aşağı Mısır'ı yeniden birleştirmedi, aynı zamanda Suriye ve Nübye' de askeri seferler yürüttü. Kahramanlıklarını betimleyen bazı kabartmalarda, düşmanlarına sertçe vurduğu gösterilmiştir, ancak bu tasvirlerde düşmanları, firavun gücünün daha sonraki eski Mısır tasvirlerinin çoğunda olduğu gibi yabancı değil, Mısırlıdırlar. 

II. Mentuhotep, Mısır'ın iki yüzyıllık yenilenmiş merkezi otoriteye, ekonomik refaha ve entelektüel başarı dönemine girmesini sağladı. Orta Krallık olarak bilinen bu dönem, on ikinci hanedanlığın egemenliğindeydi ve bugünkü Luksor'un bulunduğu Teb şehrinin yeni bir siyasi başkent ve tanrı Amun' a adanmış bir dini merkez olarak ortaya çıkmasına tanık oldu.

...

Orta Krallık'ın ana şehrini Teb'e yerleştirme kararı, beklenmedik bir seçimdi. Eski Krallık'ta, otoritenin merkezi, Yukarı Mısır ile delta arasında stratejik bir konumda bulunan Memfis şehriydi. Bir zenginlik ve güç merkezi olarak ortaya çıkmasından önce, Teb kırsal bir köyden biraz daha fazlasıydı ve günümüz Beni Suef'in batısındaki Herakleopolis şehri üzerindeki zaferi beklenmiyordu. Herakleopolis, Memfis'teki eski başkente ve deltanın nüfus merkezlerine daha yakındı. Ancak on birinci ve on ikinci hanedanların hükümdarlarının Teb bölgesiyle bağları vardı ve kendilerini Yukarı Mısır'ın her  iki tarafı tepelerle sıkıca sınırlanmayan birkaç yerinden biri ne yerleştirmeyi seçtiler. Yukarı Mısır'ın çoğunun aksine, Teb geniş bir taşkın yatağına sahipti.

Kısa Mısır Tarihi, Robert T.Lingor, Say Yayınları, 2010

XIII. Sülale ’nin firavunları, otokratik Eski İmparatorluk ile özdeşleşme arzusuyla piramit kompleksine geri dönerler; ama buna, Osiris’in efsanevi mezarını hatırlatan alışılmadık yeraltı öğeleri katarlar.  İdealize kral heykellerinin arasına, zaman zaman, kaygılı bir ifadesi olan daha gerçekçi figürler karışır. Seçkinler, mastabalara ve kayalara oyulmuş mezarlara gömülmeye devam eder; bunlar, önceleri merkezi iktidar tarafından dayatılan normların çözülüşünü yansıtan, beceriksizce, ama etkileyici üsluplarda, sonralarıysa daha gelişkin, geleneksel tarzlarda bezenirler.

Axis 2000-Milliyet Hachette

İKİNCİ ARA DÖNEM
XII. Sülale ’nin sonu, Mısır’ın beş yüzyıldan biraz kısa bir süre önce yaşadığı karışıklıkların yeniden baş göstermesiyle çakışır; tarihçiler bu dönemi ikinci ara dönem (M.Ö. 1780-1580) olarak adlandırır. Birincisi gibi, ikinci ara döneme de gerileme ve istilalar damgasını vurur: aynı toplumsal kargaşa, firavunların iktidarındaki aynı zayıflama, yerel ve rakip güçler arasında (hatta zaman zaman firavun düzeyinde), aynı parçalanma bir daha baş gösterir.

Ama bu kez istilalar daha tehdit edicidir. Yukarı Nübyeli Kuşilerin işgali Güney Nübye’ye yayılır. Mısırlıların Hiksos (Mısır dilinde «yabancı bir ülkenin valisi») olarak adlandırdıkları, kuzeydoğudan gelen Asyalılar, yavaş yavaş Delta’ya yerleşir. Mısır düşünce tarzını benimserler ve XV. Sülale ’yi kurarlar. Mısırlılar’ın pek hoş görmedikleri Hiksoslar gene de ülkeye büyük yenilikler getirir: at, zırh ve savaş arabası. Teb’e çekilmiş olan XII. Sülale firavunları, sonunda. Hiksoslara karşı bir bağımsızlık savaşı başlatır.

YENİ İMPARATORLUK
Tebliler, Hiksosları ülkeden çıkardıktan sonra, XVIII. Sülale ile Eski Mısır’ın en saygın dönemi olan Yeni İmparatarluk’u (M.Ö. 1580-1080) başlatır. Tutmasis ve Amenafis adlı firavunların mensup olduğu bu ilk sülale, kralların birbirini izleme sırasına göre beklenmedik üç tehlike yaşar. Bunlardan birincisi, ileride III. Tutmasis adıyla firavun alacak olan yeğeninin çocukluğunda naiplik görevini yürüten Hatşepsut adlı bir kraliçenin hükümdarlığıdır. (Yaklaşık M.Ö. 1490-M.Ö 1470); Hatşepsut kendini firavun ilan eder ve yirmi yıl kadar ülkeyi yönetir. 

Gücünü babasının eşlerinden kraliçe naibi Hatşepsut ile paylaşmak zorunda olmasına rağmen, III. Thutmose, Hatşepsut'un ölümünden sonra büyük bir güçle ve uzun yıllar hüküm sürdü. O ve orduları sürekli savaş halindeydi ve Mısır topraklarını Güneybatı Asya'ya kadar genişletiyordu. Kuvvetleri, Armageddon olarak bilinen bir kalede, III. Thutmose'un Kadeş kralını yendiği ve isyancı Filistin eyaletini Mısır'ın kontrolü altına aldığı antik dönemin en heyecan verici savaşlarından birini-Megiddo Savaşı'nı- kazandı. Ayrıca birliklerini Nübye'ye gönderdi ve Sudan'daki toprakları beşinci çağlayana kadar fethetti. Mısır'ın ilk büyük toprak imparatorluğunun kurucusu olarak, büyük bir daimi orduya sahipti ve fethedilen toprakların uyumluluğunu sağlamak için onların yönetici ve soylu ailelerinin oğullarını ve kızlarını başkentinde tuttu. Mısır'ın en enerjik savaşçı krallarından biri olarak, yirmi yıllık hararetli bir yayılmacı faaliyet sırasında en az on yedi askeri sefere liderlik etti.

Kraliçe Hatşepsut

Mısır firavunlarının yıllıklarında eşit derecede etkili ve neredeyse benzersiz olan, I. Thutmose'un kızı ve II. Thutmose'un karısı Kraliçe Hatşepsut'tur (hüküm sürdüğü yıllar: MÖ 1473-1458). İlk başta III. Thutmose için naiplik yaptı, ancak daha sonra kendisini bir firavun ilan etti. Ondan önce birkaç kadın firavun olmasına rağmen, hiçbiri ne Hatşepsut'un yaptırımlı gücünü kullandı; ne de bu kadınlardan hiçbiri tahtta uzun süre kaldı. 

Mısır' ın yöneticilerinin erkek olması beklense de, Hatşepsut, III. Thutmose'un yerini almadan önce yaklaşık yirmi yıl iktidarda kalmıştı. Saltanatı sırasında, geleneksel olarak erkek kıyafetleri giymiş olarak tasvir edildi ve her zaman olmasa da, çoğu zaman, katipler ondan bahsederken erkek zamirini kullandılar. Kocasının ve halefinin (sırasıyla II. Thutmose ve III. Thutmose) aksine, Hatşepsut bir yayılmacı değildi. Bunun yerine Mısırlılar tarafından pek tanınmayan komşu halklar hakkında bilgi topladı; amaç ticari bağlantılar kurmak ve mahsul alışverişini teşvik etmekti. En dikkate değer keşif gezisi, Kızıldeniz bölgelerinden bilgi ve mahsul toplamak için görevlendirdiği bir keşif yolculuğuydu. Genellikle Punt' a sefer olarak anılan bu yolculuk, beş gemiden oluşuyordu ve mürettebatta denizciler ve tüccarların yanı sıra sanatçılar da yer alıyordu. Kraliyet gemileri Kızıldeniz'in batı kıyısı boyunca ilerlediler ve oradaki Afrika halklarıyla temasa geçtiler. Kızıldeniz'i de geçerek Arap Yarımadası kıyılarına çıktılar. Hatşepsut için yaptığı yolculuk o kadar önemliydi ki, Deyrü'l Bahri' deki tapınağının duvarlarında teknelerin ve keşfedilen alanların resimleri vardı.

Kısa Mısır Tarihi, Robert T.Lingor, Say Yayınları, 2010


Ölümünden sonra, III. Tutmasis, dikilitaşları yıktırarak ve anıtlarını tahrip ederek onun hükümdarlık döneminin bütün izlerini yok etmeye çalışır; işi, Hatşepsut’un Deyr ül Bahri ’de inşa ettirdiği, bütün Mısır tarihinin en güzel tapınaklarından birini yıktırmaya kadar vardırır.

İkinci badire, genç Tutanhaman’un kısa hükümdarlık dönemi olur; üçüncüsüyse, bu sonuncunun ölümünden sanra, firavun yetkilerinin basit bir general alan Haremheb tarafından gaspedilmesiye yaşanır; Haremheb’in hükümdadığı, sülaleyi sana erdirir. Seti’lerin ve Ramses’lerin mensup alduğu XIX.-XX. Sülaleler , askeri zafer ve kültürel parlaklıkta hiçbir bakımdan XVIII. Sülale ’den aşağı kalmadı.

Dış siyaset
Yaklaşık beş yüzyıl boyunca Mısır’ı yöneten bu üç sülale döneminde dış siyaset dikkat çekiciydi. Yukarı Nübye’nin ve Filistin’in yeniden fethi, Yakındoğu ile ilgili konulara müdahaleler değişmez bir eğilim olur. I. Tutmasis, Fırat’ın ötesine müdahale eder. Babilliler, Asurlular, Hititler ve Mikenler Mısır ile sıkı diplomatik ve ticari ilişkiler yürütürler. Aynı şey, Deyr ül-Bahri Tapınağı’nda büyük ayrıntıyla betimlenmiş alan, Kızıldeniz kıyısındaki günlük üreticisi Punt Bölgesi (bugünkü Somali) için de geçerliydi.

Müdahalelerinde çok saldırgan alan III. Tutmasis, Yakındoğu’ya on yedi sefer düzenler ve Suriye-Filistin’de de Mısır protektoraları kurar. Hiksosların eski vasallık sisteminin merkezi bir atakrasiye dönüşmesinin daha büyük  sonuçları olur. Yabancı ülkelere karşı yapılacak savaşlar için toplanmış olan büyük kraliyet orduları rakip iktidarları sindirirler; yönetim iyi bir düzene bağlanır ve imparatorluğu oluşturan parçalardan her birinin başına bir başbakan atanır. Hiçbir konsey ve parlamento olmadığından, bütün atamalar ve görevden almalar, sık sık teftiş gezilerine çıkan firavun tarafından dağrudan gerçekleştirilir.

Bu dönemin bir özelliği de, firavunların toprağa, kölelere ve armağanlara boğduğu rahip gruplarının giderek artan zenginliğidir: Mısır’ın tarım arazilerinin neredeyse üçte biri bunların elindedir. Bununla birlikte, firavunla rekabet etmeleri güçtür; çünkü yüksek makamlı görevlileri doğrudan firavun seçer. Öte yandan, firavun h
âlâ, biri insan, diğeri o sırada çok değer verilen tanrı almak üzere, ikili bir doğaya sahiptir. İmparatorluk dogması her firavunun, yaratıcı ve koruyucu işlevlerinde yaşamsal enerjileri yönlendiren tanrısal kanın egemenliğinde olduğunu öğretirler; mitolojiye göre, Harus çok eski zamanlarda yeryüzünü yöneten ve Amon-Ra ile özdeşleştirilen son tanrıydı. Teb tanrısıyla güneş tanrı arasındaki birliği temsil eden bu tanrı, imparatorluğun koruyucu tanrısıydı.

Dinde reform yapan Ahenaton (IV. Amenofis, M.Ö. ( 1379- 1362) muklakiyetçiliği son derece güçlendirir. Hükümdarlığı sırasında tek tanrı Aton kültü (evrene hükmeden bir firavunun görünüşü olan güneş kursu) yerleşir. Ahenaton, Orta Mısır’daki Ahenaton’da (bugünkü Tel el-Amarna) Aton için bir tapınma merkezi inşa ettirir ve burada imparatorluğun yeni başkentini kurar. Karısı Kraliçe Nefertiti ve çocuklarıyla, Aton’un yeryüzündeki zımni görünüşü olarak göründüğü ölçüde kutsal bir aile oluştururlar.

Ahenaton, psikolojik bakımdan dengesiz olduğundan kuşkulanılmasına rağmen, güçlü ve becerikli bir hükümdardır. Hükümet düzene bağlı kişilerden oluşur ve Ahenaton saldırgan bir dış siyaset izler. Orduları Sudan’a sefere çıkar ve Mısır egemenliğindeki toprakları fethetmek için harekete geçen Hititler karşısında Mısır’ın müttefiklerine ve bağımlı devletlere destek sağlar. Tel el-Amarna arşivlerinin belirttiği gibi, Ahenaton, büyük güçlerle ilişki içindedir ve vasallarının topraklarında çıkan ayaklanmaları ve çekişmeleri dikkatle izler.

Ahenaton’un ardılları Aton tektanrıcılığını reddederler, Teb’e geri dönüp ve yeniliklerini yeniden ele alırlar. Bunlardan biri olan Tutanhamon’un mezarı, korunmuş mezarların en zenginidir. Daha sonraki bir dönemde, yeni bir kral soyu olan XIX. Sülale ’nin (M.Ö 1320-1200) hükümdarları, Ahenaton’un onuruna yapılmış anıtların yıkılmasını emreder; ama zekice merkezileştirilmiş olan aynı yöntemi korurlar ve Filistin’de kaybedilen toprakları yeniden fethederler. I. Seti ve II. Ramses , Hititlere karşı bir barış antlaşmasıyla sona eren birçok sefer düzenler. 

Il. Ramses (MÖ 1279-1213), I. Seti'nin oğlu ve I. Ramses'in torunu. İkincisi askeri bir gaspçı ve on dokuzuncu hanedanın kurucusuydu. II. Ramses, eski Mısır tarihindeki en uzun saltanatlardan birine sahipti. Dokuz yıllık bir naiplik döneminden sonra altmış  yıl boyunca tek başına hüküm sürerek 1213'te doksan yaşında öldü. Babası, büyükbabası ve önceki on sekizinci hanedanın hükümdarları gibi II. Ramses'in de emperyalist hırsları vardı. Ramses'in saltanat döneminin sonunda Filistin ve Suriye toprakları Mısır' dan kayma ya ve Hititlerin egemenliğine girmeye başlamıştı. Il. Ramses, çekişmeli topraklar üzerinde otorite talep eden Hitit Kralı Muvatalli'ye karşı büyük bir Mısır ordusuna liderlik etti. Kadeş Savaşı MÖ 1274'te günümüz Suriye'sinde Asi Nehri yakınında gerçekleşti. Askeri tarihçiler bunu antik dönemin en dikkate değer askeri çatışmalarından biri olarak kabul ederler. Hitit kuvvetleri 18.000 ile 19.000 arasındaydı ve 2.500 atlı savaş arabasını içeriyordu. Ramses'in kuvvetleri daha da büyüktü, sayıları 20.000' di. Ayrıca büyük bir savaş arabası birliğine sahip olmakla övündüler.

..

Ramses'in hüküm sürdüğü dönemde Memfis, Mısır baş kenti olarak yeniden ortaya çıktı. Bu yıllarda elde edilen etkileyici ekonomik faaliyet nedeniyle, başkent, Akdeniz ticaret bölgesinin her yerinden mallar alan hareketli bir liman kenti haline geldi. Ayrıca önemli bir yerleşim alanına ve beyaz duvarlarla parıldayan bir kraliyet kalesine sahipti. Görünüşü Mesfis'inkinden belirgin şekilde farklı olmasına rağmen, Teb de kalkındı. Teb, Memfis kadar görkemli olmasa da, artık kırsal bir tarım kenti değildi.

..

Bir sonraki hanedan olan on dokuzuncu hanedanlık döneminde, Akhenaton'un tek bir tanrı ile ilişkisinin neredeyse tüm izleri ortadan kaybolmuştu. Ramses, Mısır'ın tüm ana tanrılarını koruyan, hevesli bir şekilde çoktanrıya inanan bir hükümdardı. Teb' de rahipliği bir kez daha onun yönetimi altında gelişen Amun' a şükranlarını sundu. Ancak bu, güneşe tapınmanın önemini yitirdiği anlamına gelmiyordu. Tam tersine: Ra takip edilmeye devam etti ve Heliopolis'teki ana dini merkezi büyük ilgi gördü.

Kısa Mısır Tarihi, Robert T.Lingor, Say Yayınları, 2010 


Filistin ve Nübye’nin denetimi güvence altına alınırken yeni tehditler doğar: II. Rames’in oğlu Mineptah, Batı Anadolu ve Ege dünyasının savaşçı Deniz Halkları’nın desteğinden yararlanan ve o zamana kadar ikinci planda düşmanlar olan Libyalı yarı göçebelerin büyük çaplı bir istilasını püskürtmek zorunda kalır. Ülke içinde XIX. Sülale firavunları, kralın tanrısal olduğu inancından yararlanmaya devam edip, kaynakları ve yetkileri, Amon-Ra ile Memfis’in tanrı Ptah ve Heliopolis’in tanrısı Ra arasında ustalıkla bölüştürürler. Böylece, bir rahip sınıfının haksız yere güçlenme tehlikesi hafiflemiş olur.

Bu dönemin toplumsal tarihine ilişkin birçok bilgi vardır. Yüksek dereceli memurların veya firavunların oğullarının yaptıkları işler bilinmektedir; bunlara örnek olarak, eski anıtları onarmaya girişen ve bize anıları ulaşan ilk arkeologlar arasında yer alan, II. Ramses’in oğlu Prenses Haemusat verilebilir. Toplumsal katmanlaşma açık seçik bir biçimde oluşmuştur. Yüksek düzeyli rahipler, askerler ve memurlar ödüllere boğulmalarına rağmen, her an gözden düşebilir veya görevden alınabilirler. Çok sayıda zanaatçıyı kapsayan orta sınıf, 400 yıl boyunca kral mezarlarını yontan ve bezeyen zanaatçıları barındıran zengin Deyr ül Medine köyünün de tanıklık ettiği gibi varlıklıdırlar. Firavun yönetiminin en önemli görevlerinden biri olan adalet iyi örgütlenmiş ve muhtemelen kurala bağlanmıştır. Çok sayıda yargıç, adaletin hizmetindedir ve zaman zaman kamusal bir ayin alayında omuzlar üzerinde taşınan bir tanrı tasvirine emanet edilirler. Kadınlar yüksek bir hukuki statüye sahiptirler: mülk edinip vasiyetle miras bırakabilir, boşanma davaları açabilirler; memurların eşleri bazen kocalarının sorumluluklarını paylaşırlar.

Toprak mülkiyeti zenginliğin temelidir; gerek dış, gerekse iç ticaret, firavunun ve hükümet kuruluşlarının yetkisi içinde olmakla birlikte, yazılı metinlerde sık sık sözü edilen özel kişiler arasındaki satışlar yaygın bir biçimde uygulanırlar.

Sanat ve mimari
Yeni İmparatorluk’un sanatı ve mimarisi çeşitlenmiştir ve karakteristiktir. Bazı tapınaklar bütünüyle ayakta kalmıştır; taştan yapılan bu yapılar çok büyük boyutlu olabiliyordu. Teb’deki (Karnak) Amon-Ra Tapınağı 3,2 ha’lık bir alanı kapsar. Her tapınak, Mısır’ın din olarak evrenle bütünleştirmek üzere tasarlanır. Firavunun kazandığı zaferleri anlatan dıştaki sahneler, içeride saklanan tanrı tasvirini korurlar; avluların ve odaların iç duvarlarıysa halk şenliklerinin ve gizli ayinlerinin tasvirleriyle bezenirler. Taşıdıkları kozmolojik anlamı tapınağın biçimi gösterir: sunak, yaradılışın gerçekleştiği ilk yüksekliği anımsatır; dev bitkileri betimleyen sütunların taşıdığı tavan resimleri gökküreyi andırırlar; girişteki iki kapıkule, güneş tanrısının Evren’i yeniden doğurmak için içinden çıktığı ufuktaki gediği simgeler. Kral saraylarının mimarisinde yapı malzemesi olarak tuğla kullanılmakla birlikte, firavunun tanrısal doğasını vurgulamak amacıyla bilinçli olarak tapınakların mimarisi taklit edilir; yerdeki freskler doğanın yenilenişini betimlerler.

Tel el-Amarna ve Deyr ül-Medine, konut mimarisine ilişkin en fazla öğenin bulunduğu merkezlerdir. Tel el-Amarna’da çok sayıda odası, atölyeleri ve bahçeleri olan soylu evleri bulunmuştur; bu iki sit alanında, toplumsal hiyerarşinin diğer ucu, beş odalı ve çoğunlukla düz damlı olan küçük konutlarla belli olmaktadır. Genel olarak, konutlar duvar resimleri ve halılarla gösterişli bir biçimde bezenirler; bu eksiklik, ikincil sanatların yüksek gelişme düzeyiyle telafi edilir. Tutanhamon’un uzak diyarlardan getirilen ağaçlarla yapılmış ve üzerlerine olağanüstü değerli taşlar kakılmış tahtları ve koltukları iyi bir işçiliğe sahiptir; taş, maden veya diğer malzemelerden yapılan kaplar sıradan eşyalardı. Sanat bu alanda bile önemli işlevler yerine getiriyordu; mesela, çoğu mobilya, kötü ruhları uzaklaştıran Bes adlı devin tasvirlerini taşıyordu. Bazı durumlarda, lahitler ve Ölüler Kitabı (papirüs üzerine
kaydedilmiş büyü tasvir ve metinleri denemesi) gibi mezar eşyaları da sanat eseri olabiliyordu.

Bu dönemde yeraltı kral mezarları köklü bir değişime uğrar. Piramit terk edilir ve özel mezar mimarisinde daha küçük ölçekte yeniden ele alınır. Yeni İmparatorluk’un, duvardan, tanrıların ve şeytanların dolup taştığı cehennemleri temsil eden, canlı renklerde resimlerle bezeli yeraltı kral mezarlarının hemen hemen hepsi uzak Krallar Vadisi’nin duvarlarına oyulmuş tünellerdir. Kral cenazeleriyle bağlantılı dini ayinler, mezarların uzağında, Vadi’nin kenarında dimdik yükselen yarların eteğinde bulunan tapınaklarda gerçekleştirilir.

Tel el-Amarna’nın sanatı ve mimarisi birçok bakımdan tuhaftır. Ahenaton, içerinin ışığa boğulması için çatıları, kapı ve pencere kirişlerini çıkartıp gereksiz görülen sunağı kaldırtarak geleneksel tapınak modelini değiştirir. Şu anda çok kötü bir durumda olan kral mezarı, soylu mezarları gibi Tel el-Amarna’da bulunuyordu. Soylu mezarlarında bezemelerin ağırlığı, armağanları ve geleneksel günlük yaşam sahnelerini betimleyen resimlerden Mısır sanatında benzeri olmayan bir ayrıntı zenginliğine sahip kraliyet törenlerine ve şehir resimlerine kayar. Tel el-Amarna üslubu, çok sayıda eski geleneğe bağlı kalırken, insan ve hayvan resimlerinde daha esnek ve gerçekçidir: önemli kişiler daha büyük boydadır ve perspektif bilinçli olarak gözardı edilir.

Axis 2000-Milliyet Hachette
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder