ESKİ İMPARATORLUK
Firavunları, art
arda sülaleler (veya hanedanlar) biçiminde düzenleme alışkanlığı
yerleşmiştir. Beş yüzyıldan biraz uzun bir döneme yayılan Eski
İmparatorluk (M.Ö. 2750-2200) bunlardan dördünü kapsar: krallık
erkinin giderek arttığı III. Sülale ’den bu erkin zayıfladığı VI. Sülale
’ye kadar.
Piramitler
Güçlü ve merkezi
bir iktidarın doğuşunun en belirgin işareti, artık çok daha büyük olan ve
üzerlerinde basamaklar bulunan piramitlerin yer aldığı kral mezarlarının
inşasıdır. Bunların ilki Sakkara’da, Firavun Coser’in (III. Sülale) mimar bakanı Imhotep
tarafından inşa edilir.
IV. Sülale ’nin Gize’deki geometrik piramitleri daha da görkemlidir. Firavun Keops’un 2,59 milyon metreküp hacmindeki piramidi, dünyadaki piramitlerin en büyüğüdür. V. ve VI. sülalelerin Sakkarat ve Abusir ’deki piramitleri daha mütevazı boyda olmakla birlikte, gene de görkemlidir. Piramit kompleksi sadece ölü krala ikamet hizmeti görmekle kalmaz, aynı zamanda, krallıkla evren arasında bir ilişki kurar. Piramit, evrenin yaratıldığı ilk yüksekliği temsil eder ve iç bezemeler kralı, evrende kaosun efendisi rolünde betimlerler. V. Sülale döneminde, kralı güneş tanrıyla birleştiren ilişkiyi simgelemek için, piramitlerin yakınlarında evrenin yaratıcısı ve düzenleyicisi güneş tanrı Ra’ya adanmış tapınaklar inşa edilir; VI. Sülale ’den itibaren kral, «Ra»nın oğlu unvanını alır. Yönetimin örgütlenmesi
Piramitlerin
inşası için gerekli malzeme, örgütlenme ve emek, tıpkı külte katılan çok
sayıda sınıf ve onların hizmetlileri gibi, kralın ülkeyi ve kaynaklarını
sıkıca elinde tuttuğunu gösterir. Karmaşık bir örgütlenme yapısına sahip olan
devlet, doğrudan firavunun yetkisi altında olan merkezi bir yönetim ve
merkezi yönetime karşı sorumlu otuzun üzerinde eyalet yönetiminden (nomos) oluşur.
Bununla birlikte, daimi bir ordunun olmadığı, buna karşılık, güneye,
kuzeydoğuya veya kuzeybatıya düzenlenen seferler için her an kullanılabilir
özel birliklerin bulunduğu sanılmaktadır. Firavunlar zaman zaman sistemde
reformlara girişirler. Merkezi yönetimin yüksek memurları, kralın iktidarı
için bir tehdit oluşturduklarında firavunlar kendi yetkilerini onlara anlatırlar.
Axis 2000-Milliyet Hachette
|
BİRİNCİ ARA DÖNEM
Merkezi otorite, VI. Sülale döneminde dağılmaya
başladı. Bunu izleyen birinci ara dönemde (yaklaşık M.Ö. 2200-2150), Memfis
firavunları, yerel askeri valileri toprakların denetimini ele geçirmek için
savaşmaktan alıkoymayı başaramazlar. Sonunda, biri Herakleopolis ’te IX. ve X. sülalelerin, oldukça kısa ömürlü
egemenliği altında, diğeri Teb’de XI. Sülale ’nin egemenliği altında olan iki
ayrı krallık kurulur. Bu iki krallık, üstünlüğü ele geçirmek için mücadeleye
girişir, ama eyalet valilerinin özerkliği nedeniyle amaçlarına ulaşamazlar.
Buna paralel olarak, ardarını korumak, ticari avantajlarını güvence altına
almak, iç savaşlara girişmiş olan Nübyeli ve Filistinli savaşçıların değerli
hizmetlerini kiralamak (ikna veya zor yoluyla) için yabancılara karşı
saldırgan bir siyaset izlemiş olmaları gerekir. M.Ö. XX. yy’da, XI. Sülale ’nin firavunlarından Mentuhotep, Yukarı Mısır’ı
egemenliği altına almayı ve aynı zamanda, Orta İmparatorluk’un başlangıcını
belirleyen merkezi bir monarşi kurmayı başarır.
ORTA İMPARATORLUK
Bu karmaşıklıkların nedenleri ve
boyutları pek bilinmemektedir. Sonraki Mısırlı yazarlar dönemin devrimci
karakterini fazlasıyla abartırlar; öte yandan, aslında şiirin toplumsal
kaynaşmaya verdiği kozmogonik bir cevap olarak, tamamen hayali bir çöküş
ortamı betimlerler. Sürüp gitmekte olan dış baskılar ve iç siyasi istikrarsızlık,
daha büyük bir önem kazanır; darbeden yararlanan I. Amenemhat da çok geçmeden
öldürülür. Kurucusu olduğu (M.Ö.1991) XII. Sülale, iç savaşın ve süreğen kıtlığın
ciddi biçimde sarstığı kral saygınlığını yeniden yaratmak için etkin bir çaba
gösterir. Memfis
yakınlarına yerleşmiş olan krallar, eyaletlerin yetkilerini azaltır ve
firavuna sadık bir seçkinler sınıfı yaratır; toplanan asker sayısını
artırmaya ve kralı fazla sağlam olmayan askeri lider imgesinden kurtarıp
kendinden emin ve yarı tanrısal nitelikli bir hükümdar imgesine büründürmeye
yönelik ince bir propagandanın damgasını taşıyan bir edebiyattan destek
alırlar. Bununla birlikte, dışarıda
durum kaygı verici olmaya devam eder. Toplumsal değişiklikler. Toplumsal karışıklıklar önemli boyutlardadır. Uyruklar bireysel hakları konusunda daha bilinçli olurlar; bu durum, saray siyasetinin yumuşatarak onaylayacağı bir gelişmedir. Din de bu süreçten etkilenir: o tarihe kadar firavunların tekelinde olan mezar inançları ve ayinleri, toplumun bütün katmanlarına yayılır. İlk ara dönemin Mısırlıları ekonomik açıdan kendi kendilerine yeterli olduklarını ileri sürerek, kendilerini devlete daha az bağımlı hissederler. XII. Sülale döneminde, saray siyaseti Abidos’taki gibi tapınma merkezlerinde etkin bir rol oynayan bir orta sınıfın ortaya çıkmasını bile özendirir. Bu sınıfın üyeleri, zengin mobilyaları olan mezarlara gömülürler. Kısa bir süre önceye kadar firavunun mezar tanrısı olan Osiris, herkesin tapabileceği bir tanrı durumuna gelir. Sanat ve mimari Bu dönemden daha çeşitli mimari kalıntılar kalmıştır. Önemli bir şehir olan Kahun, sosyoekonomik bölünmeleri yansıtan konut alanlarına bölünmüştür; Nübye’de görkemli bir mimari ürün olan surlar inşa edilir; bazı tapınakların topraktaki planları varlığını korumuştur. Bazı krallar, çok sayıda özel shma sunağının da ortaya çıkarıldığı Abidos’ta, kendilerine boş mezarlar inşa ettirirler. Mezar kalıntıları sanatsal biçimler konusunda hâlâ en iyi bilgi kaynağını oluşturmaktadır. Teb’de yeni tip bir kral mezarı tasarlanır; bunun en kusursuz ifadesi, üzerinde piramit yerine ilk yüksekliği hatırlatan kübik bir yapı bulunan, Mentuhotep ’in eşsiz, basamaklı anıtı olur.
XIII. Sülale
’nin firavunları, otokratik Eski İmparatorluk ile özdeşleşme arzusuyla
piramit kompleksine geri dönerler; ama buna, Osiris’in efsanevi mezarını
hatırlatan alışılmadık yeraltı öğeleri katarlar. İdealize kral heykellerinin arasına, zaman
zaman, kaygılı bir ifadesi olan daha gerçekçi figürler karışır. Seçkinler,
mastabalara ve kayalara oyulmuş mezarlara gömülmeye devam eder; bunlar,
önceleri merkezi iktidar tarafından dayatılan normların çözülüşünü yansıtan,
beceriksizce, ama etkileyici üsluplarda, sonralarıysa daha gelişkin,
geleneksel tarzlarda bezenirler.
Axis 2000-Milliyet Hachette
|
İKİNCİ ARA DÖNEM
XII. Sülale ’nin sonu, Mısır’ın beş yüzyıldan biraz
kısa bir süre önce yaşadığı karışıklıkların yeniden baş göstermesiyle
çakışır; tarihçiler bu dönemi ikinci ara dönem (M.Ö. 1780-1580) olarak
adlandırır. Birincisi gibi, ikinci ara döneme de gerileme ve istilalar
damgasını vurur: aynı toplumsal kargaşa, firavunların iktidarındaki aynı
zayıflama, yerel ve rakip güçler arasında (hatta zaman zaman firavun
düzeyinde), aynı parçalanma bir daha baş gösterir.
Ama bu kez istilalar daha tehdit
edicidir. Yukarı Nübyeli Kuşilerin işgali Güney Nübye’ye yayılır.
Mısırlıların Hiksos (Mısır dilinde
«yabancı bir ülkenin valisi») olarak adlandırdıkları, kuzeydoğudan gelen
Asyalılar, yavaş yavaş Delta’ya yerleşir. Mısır düşünce tarzını benimserler
ve XV.
Sülale ’yi kurarlar. Mısırlılar’ın pek hoş görmedikleri Hiksoslar
gene de ülkeye büyük yenilikler getirir: at, zırh ve savaş arabası. Teb’e
çekilmiş olan XII. Sülale firavunları, sonunda. Hiksoslara karşı bir
bağımsızlık savaşı başlatır.
YENİ İMPARATORLUK
Tebliler, Hiksosları ülkeden çıkardıktan
sonra, XVIII.
Sülale ile Eski Mısır’ın en saygın dönemi olan Yeni İmparatarluk’u
(M.Ö. 1580-1080) başlatır. Tutmasis ve Amenafis adlı firavunların mensup
olduğu bu ilk sülale, kralların birbirini izleme sırasına göre beklenmedik üç
tehlike yaşar. Bunlardan birincisi, ileride III. Tutmasis adıyla firavun
alacak olan yeğeninin çocukluğunda naiplik görevini yürüten Hatşepsut
adlı bir kraliçenin hükümdarlığıdır. (Yaklaşık M.Ö. 1490-M.Ö 1470); Hatşepsut
kendini firavun ilan eder ve yirmi yıl kadar ülkeyi yönetir.
Ölümünden sonra,
III. Tutmasis, dikilitaşları yıktırarak ve anıtlarını tahrip ederek onun
hükümdarlık döneminin bütün izlerini yok etmeye çalışır; işi, Hatşepsut’un
Deyr ül Bahri ’de inşa ettirdiği, bütün Mısır tarihinin en güzel
tapınaklarından birini yıktırmaya kadar vardırır.
İkinci badire, genç Tutanhaman’un kısa hükümdarlık dönemi olur; üçüncüsüyse, bu sonuncunun ölümünden sanra, firavun yetkilerinin basit bir general alan Haremheb tarafından gaspedilmesiye yaşanır; Haremheb’in hükümdadığı, sülaleyi sana erdirir. Seti’lerin ve Ramses’lerin mensup alduğu XIX.-XX. Sülaleler , askeri zafer ve kültürel parlaklıkta hiçbir bakımdan XVIII. Sülale ’den aşağı kalmadı. Dış siyaset
Yaklaşık beş yüzyıl boyunca Mısır’ı
yöneten bu üç sülale döneminde dış siyaset dikkat çekiciydi. Yukarı Nübye’nin
ve Filistin’in yeniden fethi, Yakındoğu ile ilgili konulara müdahaleler
değişmez bir eğilim olur. I. Tutmasis, Fırat’ın ötesine müdahale eder.
Babilliler, Asurlular, Hititler ve Mikenler Mısır ile sıkı diplomatik ve
ticari ilişkiler yürütürler. Aynı şey, Deyr ül-Bahri Tapınağı’nda büyük
ayrıntıyla betimlenmiş alan, Kızıldeniz kıyısındaki günlük üreticisi Punt
Bölgesi (bugünkü Somali) için de geçerliydi.
Müdahalelerinde çok saldırgan alan III. Tutmasis, Yakındoğu’ya on yedi sefer düzenler ve Suriye-Filistin’de de Mısır protektoraları kurar. Hiksosların eski vasallık sisteminin merkezi bir atakrasiye dönüşmesinin daha büyük sonuçları olur. Yabancı ülkelere karşı yapılacak savaşlar için toplanmış olan büyük kraliyet orduları rakip iktidarları sindirirler; yönetim iyi bir düzene bağlanır ve imparatorluğu oluşturan parçalardan her birinin başına bir başbakan atanır. Hiçbir konsey ve parlamento olmadığından, bütün atamalar ve görevden almalar, sık sık teftiş gezilerine çıkan firavun tarafından dağrudan gerçekleştirilir. Bu dönemin bir özelliği de, firavunların toprağa, kölelere ve armağanlara boğduğu rahip gruplarının giderek artan zenginliğidir: Mısır’ın tarım arazilerinin neredeyse üçte biri bunların elindedir. Bununla birlikte, firavunla rekabet etmeleri güçtür; çünkü yüksek makamlı görevlileri doğrudan firavun seçer. Öte yandan, firavun hâlâ, biri insan, diğeri o sırada çok değer verilen tanrı almak üzere, ikili bir doğaya sahiptir. İmparatorluk dogması her firavunun, yaratıcı ve koruyucu işlevlerinde yaşamsal enerjileri yönlendiren tanrısal kanın egemenliğinde olduğunu öğretirler; mitolojiye göre, Harus çok eski zamanlarda yeryüzünü yöneten ve Amon-Ra ile özdeşleştirilen son tanrıydı. Teb tanrısıyla güneş tanrı arasındaki birliği temsil eden bu tanrı, imparatorluğun koruyucu tanrısıydı.
Dinde reform yapan Ahenaton (IV. Amenofis, M.Ö. (
1379- 1362) muklakiyetçiliği son derece güçlendirir. Hükümdarlığı sırasında
tek tanrı Aton
kültü (evrene hükmeden bir firavunun görünüşü olan güneş kursu) yerleşir.
Ahenaton, Orta Mısır’daki Ahenaton’da (bugünkü Tel el-Amarna) Aton için bir
tapınma merkezi inşa ettirir ve burada imparatorluğun yeni başkentini kurar.
Karısı Kraliçe Nefertiti ve çocuklarıyla, Aton’un yeryüzündeki zımni
görünüşü olarak göründüğü ölçüde kutsal bir aile oluştururlar.
Ahenaton, psikolojik bakımdan dengesiz olduğundan
kuşkulanılmasına rağmen, güçlü ve becerikli bir hükümdardır. Hükümet düzene
bağlı kişilerden oluşur ve Ahenaton saldırgan bir dış siyaset izler. Orduları
Sudan’a sefere çıkar ve Mısır egemenliğindeki toprakları fethetmek için
harekete geçen Hititler karşısında Mısır’ın müttefiklerine ve bağımlı
devletlere destek sağlar. Tel el-Amarna arşivlerinin belirttiği gibi,
Ahenaton, büyük güçlerle ilişki içindedir ve vasallarının topraklarında çıkan
ayaklanmaları ve çekişmeleri dikkatle izler.
Ahenaton’un ardılları Aton
tektanrıcılığını reddederler, Teb’e geri dönüp ve yeniliklerini yeniden ele
alırlar. Bunlardan biri olan Tutanhamon’un mezarı, korunmuş mezarların en
zenginidir. Daha sonraki bir dönemde, yeni bir kral soyu olan XIX. Sülale
’nin (M.Ö 1320-1200) hükümdarları, Ahenaton’un onuruna yapılmış anıtların
yıkılmasını emreder; ama zekice merkezileştirilmiş olan aynı yöntemi korurlar
ve Filistin’de kaybedilen toprakları yeniden fethederler. I. Seti ve II.
Ramses , Hititlere karşı bir barış antlaşmasıyla sona eren birçok
sefer düzenler.
Filistin ve Nübye’nin denetimi güvence altına alınırken yeni
tehditler doğar: II. Rames’in oğlu Mineptah, Batı Anadolu ve Ege dünyasının
savaşçı Deniz Halkları’nın desteğinden yararlanan ve o zamana kadar ikinci
planda düşmanlar olan Libyalı yarı göçebelerin büyük çaplı bir istilasını
püskürtmek zorunda kalır. Ülke içinde XIX. Sülale firavunları, kralın
tanrısal olduğu inancından yararlanmaya devam edip, kaynakları ve yetkileri, Amon-Ra
ile Memfis’in tanrı Ptah ve
Heliopolis’in tanrısı Ra arasında ustalıkla bölüştürürler.
Böylece, bir rahip sınıfının haksız yere güçlenme tehlikesi hafiflemiş olur.
Bu dönemin toplumsal tarihine ilişkin birçok bilgi vardır. Yüksek dereceli memurların veya firavunların oğullarının yaptıkları işler bilinmektedir; bunlara örnek olarak, eski anıtları onarmaya girişen ve bize anıları ulaşan ilk arkeologlar arasında yer alan, II. Ramses’in oğlu Prenses Haemusat verilebilir. Toplumsal katmanlaşma açık seçik bir biçimde oluşmuştur. Yüksek düzeyli rahipler, askerler ve memurlar ödüllere boğulmalarına rağmen, her an gözden düşebilir veya görevden alınabilirler. Çok sayıda zanaatçıyı kapsayan orta sınıf, 400 yıl boyunca kral mezarlarını yontan ve bezeyen zanaatçıları barındıran zengin Deyr ül Medine köyünün de tanıklık ettiği gibi varlıklıdırlar. Firavun yönetiminin en önemli görevlerinden biri olan adalet iyi örgütlenmiş ve muhtemelen kurala bağlanmıştır. Çok sayıda yargıç, adaletin hizmetindedir ve zaman zaman kamusal bir ayin alayında omuzlar üzerinde taşınan bir tanrı tasvirine emanet edilirler. Kadınlar yüksek bir hukuki statüye sahiptirler: mülk edinip vasiyetle miras bırakabilir, boşanma davaları açabilirler; memurların eşleri bazen kocalarının sorumluluklarını paylaşırlar. Toprak mülkiyeti zenginliğin temelidir; gerek dış, gerekse iç ticaret, firavunun ve hükümet kuruluşlarının yetkisi içinde olmakla birlikte, yazılı metinlerde sık sık sözü edilen özel kişiler arasındaki satışlar yaygın bir biçimde uygulanırlar. Sanat ve mimari
Yeni İmparatorluk’un sanatı ve mimarisi
çeşitlenmiştir ve karakteristiktir. Bazı tapınaklar bütünüyle ayakta
kalmıştır; taştan yapılan bu yapılar çok büyük boyutlu olabiliyordu. Teb’deki
(Karnak) Amon-Ra Tapınağı 3,2 ha’lık bir alanı kapsar. Her tapınak, Mısır’ın
din olarak evrenle bütünleştirmek üzere tasarlanır. Firavunun kazandığı
zaferleri anlatan dıştaki sahneler, içeride saklanan tanrı tasvirini
korurlar; avluların ve odaların iç duvarlarıysa halk şenliklerinin ve gizli
ayinlerinin tasvirleriyle bezenirler. Taşıdıkları kozmolojik anlamı tapınağın
biçimi gösterir: sunak, yaradılışın gerçekleştiği ilk yüksekliği anımsatır;
dev bitkileri betimleyen sütunların taşıdığı tavan resimleri gökküreyi
andırırlar; girişteki iki kapıkule, güneş tanrısının Evren’i yeniden doğurmak
için içinden çıktığı ufuktaki gediği simgeler. Kral saraylarının mimarisinde
yapı malzemesi olarak tuğla kullanılmakla birlikte, firavunun tanrısal
doğasını vurgulamak amacıyla bilinçli olarak tapınakların mimarisi taklit
edilir; yerdeki freskler doğanın yenilenişini betimlerler.
Tel el-Amarna ve Deyr ül-Medine, konut mimarisine ilişkin en fazla öğenin bulunduğu merkezlerdir. Tel el-Amarna’da çok sayıda odası, atölyeleri ve bahçeleri olan soylu evleri bulunmuştur; bu iki sit alanında, toplumsal hiyerarşinin diğer ucu, beş odalı ve çoğunlukla düz damlı olan küçük konutlarla belli olmaktadır. Genel olarak, konutlar duvar resimleri ve halılarla gösterişli bir biçimde bezenirler; bu eksiklik, ikincil sanatların yüksek gelişme düzeyiyle telafi edilir. Tutanhamon’un uzak diyarlardan getirilen ağaçlarla yapılmış ve üzerlerine olağanüstü değerli taşlar kakılmış tahtları ve koltukları iyi bir işçiliğe sahiptir; taş, maden veya diğer malzemelerden yapılan kaplar sıradan eşyalardı. Sanat bu alanda bile önemli işlevler yerine getiriyordu; mesela, çoğu mobilya, kötü ruhları uzaklaştıran Bes adlı devin tasvirlerini taşıyordu. Bazı durumlarda, lahitler ve Ölüler Kitabı (papirüs üzerine
kaydedilmiş büyü tasvir ve metinleri
denemesi) gibi mezar eşyaları da sanat eseri olabiliyordu.
Bu dönemde yeraltı kral mezarları köklü bir değişime uğrar. Piramit terk edilir ve özel mezar mimarisinde daha küçük ölçekte yeniden ele alınır. Yeni İmparatorluk’un, duvardan, tanrıların ve şeytanların dolup taştığı cehennemleri temsil eden, canlı renklerde resimlerle bezeli yeraltı kral mezarlarının hemen hemen hepsi uzak Krallar Vadisi’nin duvarlarına oyulmuş tünellerdir. Kral cenazeleriyle bağlantılı dini ayinler, mezarların uzağında, Vadi’nin kenarında dimdik yükselen yarların eteğinde bulunan tapınaklarda gerçekleştirilir. Tel el-Amarna’nın sanatı ve mimarisi birçok bakımdan tuhaftır. Ahenaton, içerinin ışığa boğulması için çatıları, kapı ve pencere kirişlerini çıkartıp gereksiz görülen sunağı kaldırtarak geleneksel tapınak modelini değiştirir. Şu anda çok kötü bir durumda olan kral mezarı, soylu mezarları gibi Tel el-Amarna’da bulunuyordu. Soylu mezarlarında bezemelerin ağırlığı, armağanları ve geleneksel günlük yaşam sahnelerini betimleyen resimlerden Mısır sanatında benzeri olmayan bir ayrıntı zenginliğine sahip kraliyet törenlerine ve şehir resimlerine kayar. Tel el-Amarna üslubu, çok sayıda eski geleneğe bağlı kalırken, insan ve hayvan resimlerinde daha esnek ve gerçekçidir: önemli kişiler daha büyük boydadır ve perspektif bilinçli olarak gözardı edilir.
Axis 2000-Milliyet Hachette
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder