Osmanlı Ekonomisi II

Osmanlı ekonomisinin 18. yüzyıl sonuna  kadar  görünümünü ilk bölümde göstermeye çalışmıştık. 19. yüzyılda, ekonomideki küresel değişiklikler, toprak kayıpları sonucu artan dış borçlar ve bunları ödeme zorlukları, askeri reformların giderleri  geleneksel ekonomik modelde değişikliği zorunlu hale getirdi. Bu yüzyıla kadar Osmanlı yönetim sisteminin uyguladığı esnek ve pragmatik yöntemler bir şekilde mali sistemin ayakta kalmasını sağlamıştı. Ancak özellikle Sanayi devrimine katılamamanın sonuçları ve diğer etkenler  her anlamda yıkıcı oldu. Aşağıda geçen dönemi özetleyen bir  alıntı ile konuya girip, daha sonra temel göstergeleri içeren tablolarla meraklıları için yeni okumaları özendirmeyi umuyorum. B.Berksan

Klasik Osmanlı mali sisteminde devlet gelirlerinin büyük bölümü kırsal kesimde tarımsal üretimden alınan öşürden sağlanıyordu. Şehirlerde yaşayanlar ise ihtisab resmi olarak adlandırılan pazar vergileri ile tüketimleri dolayısıyla gümrük vergileri öderlerdi. Devlete önemli gelir sağlayan bir başka vergi de gayrimüslimlerden alınan cizyeydi. Devlet bu ana gelir kaynaklarının önemli bir bölümünü mülk veya dirlik olarak kişilere ya da vakıf olarak kurumlara tahsis etmişti. Bu gelirlerden merkezi hazineye ayrılan kısımlar ise tahsilini sağlamak amacıyla kalabalık bir mali bürokrasiye ihtiyaç göstermeyecek şekilde mukataa olarak organize edilmişti. Ancak devlet bu şekilde gelirlerinin bir bölümünü mültezimlerle paylaşmak zorunda kalıyordu. Ayrıca ödeme gücünü dikkate almadan haneyi ya da tarımsal işletmeyi vergilendiren, bazı hizmetler karşılığında çeşitli topluluklara sağlanan yaygın bir muafiyet sistemini içeren ve pek çok türü ve tahsil şekli olan tekalif-i örfiyye adlı bir vergi grubundan da ihtiyaca göre merkezi hazineye destek sağlanıyordu. 

Merkezi hazinenin bu sınırlı gelir kaynakları, harcamaların da sınırlı olması nedeniyle büyük bir problem oluşturmuyordu. En önemli harcama alanı, oldukça düşük maaşlar alan ve sayıları sınırlı olan Yeniçeri ordusuna yapılan ödemelerdi. Ancak zaman içinde merkezi hazinenin mali ihtiyaçları sürekli artarken geleneksel gelir kaynakları yetersiz kalmaya başladı. En acil problem ise ülkenin savunma ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir askeri gücün oluşturulmasıydı. 17. ve 18. yüzyıllarda savunma problemi, sürekli olarak Yeniçeri ordusunun genişletilmesi yoluyla çözümlenmeye çalışıldı. Gelirlerini yükseltme gayreti içinde olan merkezi yönetimin tercihi, vergileme gücünü artırarak mevcut gelirlerin daha büyük bir bölümünü hazineye aktarmak ya da malikane ve esham gibi yöntemlerle gelecekteki gelirlerini önceden tahsil etmek oldu.

19.Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi Üzerine Araştırmalar, Tevfik Güran.

19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı yönetimi giderek daha da büyüyen savunma problemlerinin çözümlenmesinde yeni arayışlara girdi. Yeni ve modern bir ordu kurma gayretleri merkezi hazinenin gelir ihtiyacını daha da artırdı. Acil gelir ihtiyacını geleneksel mali yapı içinde çözmeye çalışan yönetim, müsadere, tağşiş, miri mubayaa ve ticari tekeller oluşturma gibi kısa dönemde merkezi hazineye bol gelir sağlayabilecek, uygulaması kolay mali kaynak yaratma yöntemlerine başvurdu. Ancak bu uygulamalar uzun dönemde başta tarım olmak üzere ticaret ve sanayi ile ilgili grupları olumsuz etkileyerek üretim faaliyetlerinden büyük ölçüde kopardı. 

19. yüzyılın ilk yarısındaki uygulamaların olumsuz sonuçlarını gören ve daha köklü ve uzun dönemli bir reform programına olan ihtiyacı anlayan Tanzimat yönetimi, geleneksel mali sistemi değiştirerek hem eski gelir kaynaklarını yeniden düzenleme  ve yeni gelir kaynakları oluşturma  hem de bu gelirlerin daha büyük bir bölümünü kontrol ederek modern bir devlet olarak üstleneceği yeni fonksiyonlara uygun bir şekilde harcama gayreti içine girdi. Bu çerçevede Tanzimat yöneticilerinin devlet gelirleriyle ilgili temel hedefi, ödeme gücünü dikkate almayan geleneksel vergi sistemi yerine doğrudan geliri ve serveti vergilendiren, istisna ve muafiyetlere yer vermeden ödeme gücü olan herkesi vergi yükümlüsü haline getiren ve bu gelirleri etkin bir mali bürokrasi kanalıyla doğrudan devlet adına toplayan bir mali sistem oluşturmaktı. Tanzimat yönetiminin başlattığı bu reform süreci daha sonra II. Abdülhamid ile İttihad ve Terakki dönemlerinde de devam etmiş ve tüm hedeflere ulaşılamasa da geleneksel Osmanlı vergi sisteminde ciddi bir dönüşüm sağlanmıştır.

......

Tanzimat reformlarının bir sonucu olarak artan ölçüde merkezileşen devlet yönetimi eğitim, sağlık, ulaşım, haberleşme, sosyal yardım ve güvenlik gibi alanlarda sorumluluk üstlendikçe yeni harcama alanları bütçeye girmeye ve önem kazanmaya başladı. 20. yüzyılın devlet kurumları arasında geleneksel idari ve askeri kuruluşlar yanında hastaneler, karantina merkezleri, modern eğitim kurumları, model çiftlikler, tarım okulları ile kara ve demiryolu, . liman, posta ve telgraf işletmeleri yer alıyordu ve bu kuruluşlarda çok sayıda memur ve işçi istihdam ediliyordu. Nihayet önemli bir diğer harcama grubu da dış borçlarla, esham ve evrak-ı nakdiyye şeklindeki iç borçlara ödenecek anapara ve faizleri ve devlet tarafından geri alınan tımar ve mukataaların sahiplerine ödenen tazminatları kapsıyordu.

19.Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi Üzerine Araştırmalar,Tevfik Güran, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2013

Para

Osmanlı para sistemi, 1844’e kadar, iki metaldeki, altın ve gümüşteki, fiyat dalgalanmalarının yol açtığı parasal istikrarsızlık yanında, hem tağşiş (paranın içindeki değerli maden miktarının azaltılarak, miktar olarak artırılması) yönteminin yol açtığı sürekli devalüasyonlardan, hem 1810’lardan beri kullanılan ve piyasadaki değeri hileli alaşımlar ve ağırlıkların eksikliği yüzünden itibari değerinin çok altında olan ve 1833 -1839 yıllarında yeni basımlar sonucu tedavüldeki miktarları süratle artan beşlik (beş kuruşluk sikke) ve altılık (altı kuruşluk sikke) madeni paraların çok büyük oranda kaynağını oluşturduğu enflasyondan da olumsuz etkilenmiştir. Tağşiş edilmiş paralar aynı zamanda ithal mallarında devamlı fiyat artışlarına yol açmış, kamu gelirleri değeri düşmüş para olarak tahsil edildiğinden, Devlet maliyesi de sarsılmıştır. Örneğin, II.Mahmut döneminde (1808-1839) Osmanlı metal parasının ismi ve biçimi altın baskıda 35 kez, gümüş baskıda ise 37 kez değiştirilmiştir.

Diğer taraftan, Osmanlı Maliyesi, 1770’lerden 1840’lara kadar uzanan dönemde yaşanan savaşlar ve II. Selim’in saltanatı (1789-1807) sırasında başlayıp, II.Mahmut (1808-1839) zamanında girişilen, örneğin 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kapatılarak Nizamı Cedit Ordusu’nun kurulması ve asker sayısının 120.000’lere kadar artırılması ve diğer reform çalışmalarının da sonucu olarak, büyük bütçe açıkları ile karşı karşıya kalmış, açıkların giderilmesi amacıyla başvurulan sıkı vergi denetimleri ve yeni kaynak arayışları yeterli gelmeyince, iç borçlanmaya ağırlık verilmiş, bu da yetmeyince II. Mahmut (1808-1839) döneminde tarihinin en büyük tağşişlerine başvurmak zorunda kalmıştır; Osmanlı kuruşunun içinde 1690 yılında 15,6 gram, 1740 yılında 14,5 gram, 1757 yılında 11,4 gram, 1789 yılında 6,9 gram ve 1808 yılında 5,9 gram gümüş bulunmakta iken, bu miktar 1831-32 yılında %83 oranında azalarak 0,5 grama gram ile en düşük düzeyine inip, para ‘bakır mangıra’ ve ‘pula’ dönmüş, 1844 yılında gerçekleştirilen para reformu ile birlikte kuruşun içindeki gümüş miktarı tekrar 1 grama yükselmiştir.

Bankalar

Bank-ı Şahane-i Osmani uzun süre bir devlet bankası ve Devlete avans veren bir Hazine gibi faaliyette bulunmuş, ayrıca Osmanlı Devleti’nde alt yapı ile ilgili çok sayıda yatırımların finansmanına katılmış, ilişkilerini şubeleri yardımı ile piyasalar boyutunda geliştirerek bir ticaret bankası işlevi görmüştür. Bunların yanında, para basma (merkez bankası) görevi de yaparak, mevduat, teminat mektubu verme, kredi temini ve senet iskontosu gibi bankacılık hizmetleri ile de günlük hayatın baş aktörü niteliği kazanmıştır. 

17 Şubat 1875 tarihi Banka için bir dönüm noktası olmuş, bu tarihte bir Padişah fermanı ile, Osmanlı Şahane Bankası’na, yukarıda değinildiği üzere sermayesi de artırılarak, Devlet’in mali durumuna ilişkin gelişmeleri izlemek ve reform ihtiyacını belirleyebilmek için, bütçeyi ve devlet gelir ve giderlerini kontrol etme yetkisi verilmiş, para basma yetkisi de 20 yıl daha uzatılmıştır. Bu suretle, tam yetkili bir devlet bankasına sahip hale gelen Osmanlı Hükümeti, hem devlet gelirleri ile giderleri arasındaki zaman ve mekan farkını giderecek avans ve kredi biçimindeki Hazine işlemlerini (dalgalı borçları), hem de dış borçlanmaların alınması ve geri ödenmesi işlemlerini yapacak güvenilir bir aracı kuruma sahip hale gelmiştir. 
Osmanlı Devleti Dış Borçları, Dr.Biltekin Öztekin





Hangi Ülkelerden Borçlanılmıştır? I.Dünya Savaşı (1914-1918) patlak verdiğinde Osmanlı Devleti’nin birikmiş toplam (iç+dış) borç miktarının, 153,7 milyon Osmanlı lirası dış borç, 44,3 milyon Osmanlı lirası iç borç olmak üzere, toplam 198 milyon Osmanlı Lirası olduğu, 1914 yılında dış borçların %49’unun Fransa’ya, %20’sinin Almanya’ya, %11’inin Belçika’ya, %7’sinin İngiltere’ye, %3’ünün Hollanda’ya, %1’inin İtalya’ya, %1’inin de Avusturya Macaristan’a ait bulunduğu görülmektedir.
Alptekin Müderrisoğlu, ‘Kurtuluş Savaşı Mali Kaynakları’,



1 Eylül 1881 tarihinde ilki yapılan ve 20 Aralık 1881 tarihinde sona eren toplantılar sonucu mutabakat sağlanarak, "Rüsum-u Sitte" idaresi yerine, kupon sahiplerinin seçeceği temsilcilerin de katılacağı bir ‘DÜYUN-U UMUMİYE-İ OSMANİYE MECLİS-İ İDARESİ’ (Osmanlı Devlet Borçları İdare Meclisi) kurulması kabul edildi. Osmanlı Hükümeti bu durumu 20 Aralık 1881 (28 Muharrem 1299) tarihli ‘MUHARREM KARARNAMESİ’ olarak bilinen bir kararname ile onaylayarak, sözleşmeye kesin şeklini verdi.
.....
Yabancı yatırımların en büyük bölümünü en başta demiryolları olmak üzere, bankacılık, madenler ve limanlara yapılmış yatırımlar oluşturmaktadır. Yatırımlarda en büyük payın demiryollarına ayrılması kilometre başına öngörülen teminatın yarattığı güvence nedeniyledir. Alman yatırımlarının %93,4’ü demiryolları yatırımlarına aittir. Osmanlı Devletinde en büyük paya sahip olan yabancı sermaye Fransızlara aittir ve Fransız yatırımlarının %75’i demiryolu ve limanlara yapılmıştır.
Osmanlı Devleti Dış Borçları, Dr.Biltekin Özdemir

Osmanlı Devleti'nin bütçe gelir ve giderleri konusunda bir fikir vermesi açısından 1913 yılı bütçesi aşağıda gösterilmiştir. B.Berksan


Esnaf Üretiminden Sanayie Geçiş
Esnaf birlikleri Tanzimat sürecinde, hammadde alım önceliklerinden (yed-i vâ-hid), vergi ödemedeki kolaylıklara kadar birçok imtiyazlarını kaybettiler.

19. yüzyıldaki tüketim kalıplarının değişme sürecinde esnaf, yeni şartlara uyum gösterip üretim metotlarını değiştirerek varlığını sürdürdü.

Batı da korporasyon düzeni zamanla yıkılarak sanayi kapitalizmine geçilirken, İslâm ve Osmanlı esnaf teşkilatı hâkim sistem olma yoluna giren kapitalizmin kit-levî üretim sisteminin baskısı altında tahditleri sürdürerek yaşamaya çalışıyordu.

Yine toplumun benimsemekte olduğu yeni tüketim alışkanlıkları, yerli tüketim kalıplarına uygun üretim yapan esnaf üzerinde yıkıcı bir etki yapmıştır. 1826’da Yeniçeri ocağının kaldırılması, bir yandan üretim tarzını yeni askerî yapıya uydururken bir yandan da hamallar gibi Yeniçerilere bağlı esnaf grupları etkisiz hale geldi.

Tanzimat, liberal bir ekonomi öngördüğünden esnaf sistemini adım adım etkisizleştirdi. Bununla birlikte, Osmanlı şehirlerinde esnaf birlikleri ve aralarındaki dayanışma süregelmekteydi.

Öte yandan 19. yüzyıl boyunca şirketleşme ve sınâîleşme teşebbüslerinin esnaf aracılığıyla yürütülmeye çalışıldığını görüyoruz. Devlet, böylesine bir kurumu bir kenara bırakamazdı. Avrupa ve Japonya’da esnafın yıkılışının ortaya çıkardığı sosyal ve İktisadî karmaşa bu yüzden Osmanlı toplumunda görülmemiştir.

Sanayi devriminden sonra yoğunlaşan ithalatın yarıdan fazlası mamul mallardan, özellikle İngiltere ile Fransa'dan alman pamuklu ve yünlü dokumalardan oluşuyordu. Yerli esnafı en çok sıkıntıya sokan bu olguydu.

Esnaf üretimi ithal mallarının rekabetinden etkilenmişti. Ancak pek çok dalda yerli sınâî üreticiler yeni şartlara uyum sağlayarak direnebilmişlerdir. Bunların başında ithal malı iplik kullanmak, düşük ücret ve kârlarla çalışmak ve sonuçta emek-yoğun olarak üretimi sürdürmek ve pazarı korumak gelmekteydi.

19. yüzyılın başlarından itibaren devlet çoğu dokuma üretimi yapan ve Fabri-ka-i hümayunlar' diye adlandırılan büyük sınâî kuruluşlar oluşturdu. Bunun en önemli amacı özellikle askerî ihtiyaçların yurt içi üretimle karşılanması yoluyla hem askerî giderlerden tasarruf sağlanması hem de paranın yurt dışına kaçmasının önlenmesi idi. Dış ticaret dengesinin sağlanmasına yönelik olan bu politika ile ithal ikamesinin önemli örnekleri verilmiş olacaktı.
....
Üretilen malın alıcısı ordu olduğu için 19. yüzyılda yapılan fabrikalar genellikle faaliyetlerini sürdüremediler. Devlet alımlarında yerli ürünlerin tercih edilmesi, dokuma ve gıda dallarındaki küçük sanayiin yaşamasını ve Cumhuriyete devredilmesini sağlamıştır. Bu genel başarısızlığın temel sebebi, hem sınâîleşmeyi yürütecek bir sınıf geleneğinin olmaması hem de vasıflı emek bulunmamasıdır.

Türkiye’de de sanayi üretimi 1870’ten 1914’e kadar genişledi. Özellikle dokuma üretiminde artış görüldü. Bu dönemde iç pazara yönelik pek çok dokumacılık dalı ile makineli iplik üretiminde önemli artışlar kaydedildi. Bu canlanmanın gerisinde Avrupa'daki değişiklikler ve gelişmeler önemli rol oynamıştır.

1870’lerden sonra özel sermayenin yardımıyla ülkedeki fabrika sayısı süratle arttı. Sanayii teşvik için 1873’de çıkarılan bir kanunla fabrika kuracaklara gümrük ve vergi muafiyetleri tanındı.
Bütün tedbirlere rağmen 1883 ile 1913 yılları arasında milli sermaye ile kurulan tesislerin sayısı 46’dan ibaret kalmıştı. Buna karşılık yabancı sermaye ile kurulanların sayısı 39’u bulmuştu.
19.yüzyılın sonuna kadar Osmanlı sanayiinde küçük üretim hâkimiyeti devam etmişti. Nitekim 19. yüzyıldaki tüketim kalıplarının değişme sürecinde esnaf, yeni şartlara uyum gösterip üretim metotlarını değiştirerek varlığını sürdürdü. Osmanlılarda 19. yüzyılın sonunda bile fabrikaların sayısı azdı. Fabrika imalatı esnaf imalatı yanında çok önemsiz kalır.
Osmanlı İktisat Tarihi, Açık Öğretim Fakültesi Yayını


Son dönem: İttihat ve Terakki, I.Dünya Savaşı

1914'e kadar Osmanlı yönetimi her türlü fiyat artışı eğilimini "iktisat dışı" yöntemlerle bastırmayı başarmıştı. Bu nedenle ciddi bir enflasyon sorunuyla karşılaşmamıştı. Durağan bir iktisadi yapıya sahip Osmanlı Devleti'nin geleneksel gelir bölüşümü, düşük nüfus yoğunluğu ve nüfus artış hızı enflasyonist gelişmeleri olanaksız kılıyordu. 

Öte yandan, kredi mekanizmasının yeterince gelişmemiş olması ve para benzeri araçların dolaşımda sınırlı etkinliği Babıali'nin değerli maden esası üzerine kurulu para sistemini enflasyonist gelişmelere kapalı tutmuştu. Böylece iktisadi yapının durağanlığı Osmanlı toplum düzeninin güvencesini oluşturmuştu. 

Oysa savaşla birlikte durum değişmişti. Olağanüstü savaş giderleri maden parayla karşılanamıyordu. Bu nedenle dolaşıma sınırsız emisyon olanağı sağlayan kağıt para sürülüyordu. Mal ve hizmet arzındaki düşüşe karşılık emisyon hacminin genişlemesi ve efektif talebin artması kıtlığın daha da artmasına neden oldu. Öte yandan savaş psikolojisi nedeniyle mal ve hizmet arzının giderek daralacağı ve fiyat artışlarının sürekli olacağı beklentisi ülkeyi hızlanan bir enflasyon sürecine sokuyordu. Piyasanın işlerliğini yitirmesi fiyatlar üzerinde olumsuz etkisini göstermekte gecikmedi. Fiyatlardaki artış talebi sınırlayacak yerde daha da körükledi. Sınırlı mal ve hizmet arzı, alım gücündeki genişleme, ileride fiyatların daha yükseleceği ve mal bulunmayacağı kaygısı alıcıların likiditelerini mala dönüştürmelerine neden oldu. Psikolojik etmenler fiyat artış hızını belirlemeye başladı. Tüm bu olumsuz gelişmelere karşın İttihadcı yönetim enflasyonu dizginleme uğraşını sürdürdü. Narhtan karneye değişik yöntemler uygulandı. Cemiyet iaşe işinde seferber edildi. Ordu devreye sokuldu. Bu savaşta ilk kez "propagandanın önemi kavrandı. Ulusal kimlik vurgulanarak piyasaya çeki düzen verilmek istendi. Savaşın son yılında gerçekleştirilen iç borçlanma bu alanda verilmiş başarılı bir sınavdı.
.....
Babıali 1914-1918 arasında 398,5 milyon altın lirayı bulan savaş giderlerini büyük ölçüde emisyonla karşıladı. Bu giderin 42,9 milyonu normal, 203,7 milyonu olağanüstü bütçeden ödendi. Vergi gelirleri giderlerin yüzde 10'unu karşıladı. İç borçlanma girişiminden ise 18 milyon lira elde edildi. Savaşın finansmanı için Babıali yedi tertipte 161 milyon Osmanlı lirası tutarında "evrak-ı nakdiyye" ya da kağıt para bastı. Temmuz 1915'te piyasaya sürülen kağıt para 1916 başlarına değin değerini az çok korudu. Ancak, giderek değer kaybetmeye başladı. Kasım 1917'de 1 altın lira 6 kağıt lira geldi. Cihan Harbi ile birlikte Osmanlı Bankası banknotlarına zorunlu tedavül rejimi uygulandı ve karşılığında altın verilmesi dur durduruldu. Bu arada altın ihracı yasaklandı. Savaşın son yıllarında kambiyo denetimi uygulanarak servetlerin yurt dışına transferi önlendi. Ticaret Odası ve bankaların istemi üzerine moratoryum ilan edilerek iç ve dış borçların ödenmesi ertelendi. Osmanlı, gerçek anlamda monometalik bir para sistemine Tevhid-i Meskukat Kanunu (1916) ile geçti. 
İttihad - Terakki ve Cihan Harbi Savaş Ekonomisi ve Türkiye'de Devletçilik Zafer Toprak

Metin ve tabloların alıntılandığı kaynaklar:
Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi (1453-1559), Mustafa Akdağ,2010, YKY

Osmanlı Devleti Dış Borçları, Dr.Biltekin Özdemir,  Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı , 2010

Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914’, Şevket Pamuk, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2007

Resmi İstatistiklerle Osmanlı Toplum ve Ekonomisi, Tevfik Güran, İş Bankası Yayınları, 2017

‘Galata Bankerleri’, Haydar Kazgan TEB, Orion Yayınevi, Ankara, 2005
Osmanlı İktisat Tarihi, A.Ü.Ö.F, 2013
19.Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi Üzerine Araştırmalar, Tevfik Güran, İş Bankası Yayınları, 2013

Düyun-u Umumiye, Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali Denetimi, Donald C. Blaisdell, Nesnel Yayınlar, Üçüncü Baskı 2008

İttihad - Terakki ve Cihan Harbi Savaş Ekonomisi ve Türkiye'de Devletçilik Zafer Toprak, Homer Kitabevi, 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder