Pehlevi dönemi

Rıza Şah ve özellikle oğlu Muhammed Rıza Şah, İslam Devrimi'ne giden yolun taşlarını döşediler. Pehleviler, Kaçarlar ile başlayan biçimsel ve araçsal modernleşmenin devamcısı oldular. Özellikle petrolden gelen gelirler, ülkenin altyapı ve eğitim hamlelerinin desteklenmesinde kullanıldı. Küresel gidişat sonucu Muhammed Rıza zamanında artan petrol fiyatları, ordunun iç iktidar ve bölgesel hegemonya aracı olarak dengesiz büyümesi için fırsat yarattı. 

Ülkenin tarihinden gelen kültürel ve geleneksel duyarlılıkları dikkate almayan, dengesiz gelir dağılımı ile başa çıkamayan, çarpık kentleşmeyle oluşan gecekondularda yaşayan yığınların hoşnutsuzluğu, ABD'nin bölgedeki yandaşlarından  biri olan rejimin yıkılması ile sonuçlandı.

B.Berksan

Rıza Şah Pehlevi

İran'ın 20. yüzyıldaki tarihine Rıza Şah Pehlevi (1926-1941) damgasını vurdu. İran ulus devleti onun milliyetçi, merkeziyetçi ve modernleşmeci politikaları sayesinde kuruldu. 1941'de tahttan çekilmesinin ardından yerine geçen oğlu Muhammed Rıza Şah (1941-1979), taç giydiği andan 1953'teki Musaddık krizine kadar meşruti bir hükümdar olarak ülkeyi yönetti. Bu olaydan sonraysa babasının otokrat yönetimini yeniden tesis edip modernleşme ve Batılılaşma programını sürdürdü.

1917'deki Ekim Devrimi sonrasında kendi içişleriyle uğraşmaya koyulan Rusların dünyanın geri kalanıyla bağı yavaş yavaş kesilmeye başlamıştı. Lenin Rusya'nın 1. Dünya Savaşı'ndan çıkmasını öyle çok istiyordu ki, aylarca süren görüşmelerin ardından 3 Mart 1917'de Troçki'ye Rusya'nın Ukrayna, Finlandiya, Polonya, Baltık ülkeleri ve Kafkaslar'daki denetimine son veren Brest-Litovsk Antlaşması'nı imzalamayı emretti. Rusya'nın bu durumunu fırsat bilen İngilizler vakit kaybetmeden harekete geçerek, 1919'da İran ekonomisi ile siyasi altyapısı üzerinde fiili denetim kurma yolları aramaya girişmişti. Ahmet Şah Kaçar'ın geçersiz saltanatı bir istikrar emaresi göstermeyince, İngilizler güçlü bir askerin iktidara geçmesi gerektiğine kanaat getirdi. Aradıkları asker -Pehlevi hanedanının ilk şahı, şahların şahı olma gayesiyle kendine yardakçılar toplayarak en sonunda askeri darbe yapan yetenekli askeri lider- Rıza Şah'tan başkası değildi.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları

 

Rıza Şah'ın attığı temel, siyasetin ötesinde çok önemli değişimlere yol açmıştı. İranlıların kimlik duygusunun değişmesinin yanı sıra aile, din ve etnik gruba duyulan bağlılık da, artan bireycilik ve sınıf kimliğiyle beraber İranlı kimliğine bağlılığa doğru kaydı. Siyasi katılımda daha çok yer almayı bekleyen İranlıların sayısı giderek artıyordu.

İran'ın 20. yüzyıl tarihini okumak önemli bir konudur. Tarihçiler Rıza Şah'ın İran'a ve milliyetçiliğe bağlı olduğunda, gerçekleştirdiği şeyleri İranlı temeline dayanarak yaptığında hemfikirdirler. İran'ı kendi siyasi-tarihi kültürüne ve toplumuna dayanarak inşa etme zorunluluğunun bilincinde olmak en azından Cemaleddin Afgani'yle başlayıp günümüze kadar gelmiştir. Tıpkı Afgani gibi Rıza Şah da, İran'ın milli egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için Batılılaşmak gerektiğini görmüştü. Onun düşüncesine göre, laikleşme dine saldırmaktan ziyade din adamlarının gücünü azaltmanın, dolayısıyla kendi gücünü arttırmanın bir yoluydu.

 ..

Rıza Han (aşiret kökenini gösteren bu unvan aynı zamanda askeri amaçla kullanılıyordu), Kaçar tarihinin sonlarındaki iki önemli değişikliğin sonucunda iktidara geldi. Bunlardan birincisi Kazak Tugayı'nın kurulması, diğeriyse küçük bir milliyetçi grubun ortaya çıkmasıydı. Bu grup, İran'ın değişimi önünde büyük bir engel olarak gördüğü yabancı egemenliğine ve ulema gibi geleneksel gruplara karşı ülkeyi dönüştürüp güçlendirmeyi hedeflemişti. Daha demokratik ve etkili bir hükümeti iktidara getirmek amacıyla meşrutiyeti destekleyen geniş ancak zayıf devrimci koalisyon, 1909 ile 1920 arasında ortaya çıkan pek çok faktör sonucunda parçalandı. Meclis tecrübesizliği ve varlığını savunan liberallerin azlığı yüzünden monarşi ve şah ailesi ile güçlü toprak sahipleri, aşiret liderleri ve din adamlarının güçlü çıkarları karşısında etkisiz kalıyordu. Buna ilaveten, Avrupalı güçler İran'ın milli egemenliğini ve toprak bütünlüğünü hiçe saymaya devam ediyordu. Tarafsız İran'ın harp sahnesi haline geldiği Birinci Dünya Savaşı sırasında ve ertesinde, ulusal hükümet neredeyse ortadan kalktı. Versailles'daki görüşmelerde İran önemsenmezken, yaşlı elitler 1919'da Britanya ile imzalanan antlaşmayla, ülkeyi bir nevi himaye etmeyi planladı.

Rıza Han önceliği kendi iktidarını kurmaya verdi. Silahlı kuvvetlerin içine jandarmayı da katarak, orduyu büyütüp modernleştirmenin gerekli olduğunu daha en baştan görmüştü. Bu değişimi sağlamak için maddi kaynağa ihtiyacı vardı. Özerk ve ayrılıkçı potansiyele sahip hareketleri bastırmadaki başarısı sayesinde, orduyu büyütmek için ihtiyaç duyduğu milliyetçi desteği kazandı. Büyüyüp modernleşmesi sayesinde güçlenen ordu, Rıza Han'a şah olduğu zaman iktidarını pekiştirme ve ardından İran'ı merkezileştirip dönüştürerek yeni bir devlet yararına imkanı sağladı.

1923'te Başbakan Kavamüssaltana'yı tutuklatan Rıza Han, kendisini bu makama ataması için Ahmed Şah 'ı zorladı. Daha bu olaydan önce, onun gücünü artırmasına yönelik endişeler vardı. Toprak bütünlüğü ve merkezi devleti güçlendirme gibi konularla ilgilenen milliyetçilerle ve ulemanın önemli üyeleriyle yakın ilişkiler kurmayı becermişti. Askeri rolünü ve eyaletlerdeki başarılarını kullanarak, hanedan mensuplarının da aralarında bulunduğu muhaliflerine gözdağı vermiş, bölmüş ve tecrit etmişti. Sonunda Rıza Han'ı başbakan atayan Ahmed Şah, bu olayın hemen ardından Avrupa'ya gitti ve bir daha İran'a dönmedi. Beşinci meclisin 1924 başlarında açılmasının ardından cumhuriyet ilan edilmesine yönelik bir kampanya başlatıldı. Mustafa Kemal'in Ekim 1923'te cumhuriyeti ilan ettiği Türkiye açık bir örnek olarak yanı başlarındaydı. İranlı genç liberal milliyetçiler ve meclis üyelerinin savunduğu bu fikri Rıza da ülkeyi Kaçarlardan kurtarma fırsatı olarak gördü. Gazeteciler, önde gelen aydınlar ve yerel liderler (Rıza Han'ın desteğiyle), gerek meclis içinde gerek meclis dışında yürütülen bu kampanyaya öncülük ettiler.

Askeri unvanıyla Serdar Sipah olarak anılan Rıza Han, pragmatist kişiliği ve kendi iktidarı için duyduğu endişe nedeniyle (ordu içinde bile bir miktar cumhuriyetçi muhalefet vardı) 1925'te meclis tarafından şah seçilmeyi kabul etti. 1926'da taç giyerken antikçağdaki İran'la bağlantısı olduğu düşünülen Pehlevi kelimesini hanedan ismi olarak seçti.

Rıza Han, daha şah seçilmeden epey önce, merkeziyetçi modernleşme adımlarını atmış; örneğin, Millspaugh'yu (İran Maliye Bakanlığı'nı yeniden düzenlemek üzere işe alınan ABD Dışişleri Bakanlığı Dış Ticaret Ofisi'nde eski bir danışmandı .) çok kapsamlı ekonomik ve idari yetkilerle atamıştı. Bu atama, devletin merkezileşmesine imkân sağlayan büyük ordunun dönüşümü için gerekli finansmanın bulunması bakımından hayati önem taşıyordu. Bunun dışında meclis, herkes için askerliği zorunlu kılan ve büyük tartışmalara yol açan yasayı kabul etti. Zorunlu askerlik ordu için önemli olmasının yanı sıra ulusal bütünleşmeyi sağlıyor ve askeri eğitim yoluyla etnik ve bölgesel sınırları yıkıyordu. Askerlik hizmetinin içinde eğitim ve Rıza Şah' a bağlılık dahil olmak üzere yeni İran değerlerinin aşılanması da yer alıyordu. İktidarını ve çalıştırdığı işgücünü kaybetmekten korkan ulema ve büyük toprak sahipleri, zorunlu askerlik hizmetine karşı çıkıyordu. 

Eylül 1924'te göreve başlayan beşinci meclis askerlik hizmetini herkes için zorunlu kılarak kapsamını genişletirken, geleneksel kültür ve grupları saf dışı bırakmak için yeni adımlar attı. Saray bütçesi azaltıldı, unvanlar kaldırıldı, soyadı taşıma zorunluluğu getirildi, doğumlar kayıt altına alındı, standart ağırlık ve ölçü birimleri kabul edildi, İran takvimi kullanılmaya başlandı (kameri aylara dayalı Hicri takvim İran güneş takvimine uyarlandı ve Farsça ay adları verildi).

Rıza Şah, İngiliz-Pers Petrol Şirketi'nin (APOC) imtiyaz anlaşmasını gözden geçirmesini talep etti. Bu istek reddedilince imtiyaz 1932'de iptal edildi. Şah hem ekonomik hem milli egemenlikle ilgili konulara dayanarak meydan okumuştu. Pek çok reformu gerçekleştirmek için daha fazla gelire ihtiyacı vardı. Britanya hükümetinin APOC'un karından daha fazla pay alması, İran'ı küçük düşürüyordu. Üstelik APOC sorumluluk gerektiren mevkilere İranlıları getirmeyerek ayrımcılık yapıyordu. 1933'te yeni bir imtiyaz sözleşmesi imzalansa da İran'ın bundan fazla bir kazancı olmadı. Daha önce yıllık karın yüzde 16'sı olan üretim payı yüzde 20'ye çıkarılmıştı, ancak imtiyazın bitiş tarihi 1961 'den 1993'e uzatılmıştı.

İlkokuldan üniversiteye kadar Fransız modelini örnek alan eğitim politikaları uygulamaya kondu. Milliyetçilik ve laiklik, merkeziyetçi eğitim sistemi içinde devlete ve şaha bağlılıkla birlikte öğretiliyordu. Şehir merkezlerinde yapılan eğitim reformlarıyla erkek nüfus içinde okuma yazma oranı arttı. Ne var ki bu reformların kırsal bölgelerde veya elit çevreler dışındaki kadınlar arasında fazla bir etkisi görülmedi. 1933'te Fars dili akademisi kurulurken, bütün yayınlar da Arapça terimlerin yerine Farsça karşılıkları kullanılmaya başlandı. Bütün diplomatik yazışmalarda ülkenin adından daha önce Persiya diye bahsedilirken, Rıza Şah 1935'te yayınladığı emirle İran adının kullanılmasını istedi.

Bütün bu değişimler devletin rolünü artırdı ve böylece devletin nüfuzu ilk kez toplumun her katmanına yayıldı; hatta kırsal bölgelerdeki nüfuzu bile arttı. Batılılaşma çabası en yoğun biçimde hukukun laikleşmesinde ve bununla bağlantılı kültür reformunda görüldü. Bütün erkeklerin Avrupa kıyafetleri giymesi zorunlu kılınırken 1936'da kadınların halka açık yerlerde peçe takması yasaklandı. Rıza Şah ulemayla bir kez daha karşı karşıya gelmişti; ancak İran'da cumhuriyet kurulması konusunda muhalefetle karşılaştığında geri adım atarken, 1930'ların ortasında iktidarına meydan okuyacak kimse kalmadığından, bu kez onları sindirdi. Askerler Meşhed'deki İmam Rıza Türbesi önünde ve İsfahan'da protesto gösterisi yapanların üzerine ateş açtı.

İran'ın giderek petrol temelli bir ekonomiye bağlı hale gelmesi, ülkenin kendi ekonomik çıkarlarını destekleyecek sürekli ve gelişen bir sınıfsal oluşum olanağını ortadan kaldırarak, sınıfsal oluşumun başta demokratik kurumlar olmak üzere bütün toplumsal sonuçlarını engellemiştir. Sonuç olarak İran burjuvazisi (manevi ve maddi kültür bakımından) Uluslararası Burjuvazi[1]ye katılırken, işçi sınıfı, kentli yoksul sınıf ve yoksullaşmış köylü sınıf eşit ölçüde feci bir biçimde ruhban sınıfının, onun popülist temayüllerinin ve dini hissiyatının etkisine açık hale gelmiştir. Bu durumun bilhassa ürkütücü olan sonuçlarından biri de, İran'a özgü süregiden kültürel modernlik sorununun başarılı bir şekilde kamufle edilmesi ve giderek devlet destekli modernleşme projeleriyle tanımlanır hale gelen "Batı modernliği" ile mücadeleci ruhban sınıfın münhasır alanı olan "İslam Geleneği" arasında iki zıt etki sahasına bölünmesi olmuştur

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları,

Rıza Şah aşiretleri kontrol etmek için İran'a özgü yöntemleri kullandı. Taç giydikten sonra önemli Bahtiyari lideri Cafer Kulu Han Serdar Esad lll'ü önemli bakanlıklarla görevlendirdi. Bunların arasında savaş bakanlığı da vardı; böylece bazı aşiretlerle müzakereler yapılıp silahları bıraktırıldı. Rıza Şah iktidarda rakipsiz kaldıktan sonra Serdar Esad'ı gözden çıkardı. İki Bahtiyari hanıyla birlikte tutuklanan 1934'te muhtemelen "Pehlevi kahvesiyle" zehirlenerek öldü. Rıza Şah aynı sıralarda üç önemli danışmanını (Adalet Bakanı Davar, Maliye Bakanı Firuz Mirza, Saray Bakanı Tunurtaş) hapse attırdı. Timurtaş 1933'te, Firuz 1938'de hapiste öldüler. Hukuk reformlarının mimarı ve modem adalet sisteminin babası olan Davar 1938'de intihar etti. Firuz. Timurtaş ve Serdar Esad soylu aşiret mensuplarıydı. Bu insanlar ve Davar inançlı milliyetçilerdi. Avrupa ve modern dünya konusunda şaha göre daha tecrübeli ve kozmopolit kişiliklerdi. Nitekim Avrupalı büyük güçlerin nüfuzundan fazla etkilenmekle suçlandılar. Oysa hepsi Rıza Şah'a ve uyguladığı politikalara koşulsuz destek vermişti.

Rıza Şah saltanatı boyunca politik ve sosyal bir taban oluşturamadı. Kaçar Hanedanı yandaşları, aşiret liderleri, ulema ve büyük toprak sahiplerinden oluşan gelenekçilerin yanı sıra liberallerle solcuların onun iktidarı merkezileştirip kişiselleştirmesine, politikalarına ve reformlarına karşı çıkması şaşırtıcı değildir.

..

Rıza Şah'ın tahttan çekilmesi kritik sorunları gündeme getirmişti. Devlet otoritesinin niteliği, milli egemenlik ve toprak bütünlüğü, İran kimliği, devlet politikalarında sürmekte olan Batılılaşma çabalan bu sorunların başını çekiyordu. İkinci Dünya Savaşı'nda yaşanan işgal ve bitiminde görülen olaylar., bütün bu soruları daha da keskinleştirdi. Ülkeyi önce 1941'de SSCB ve Britanya işgal etti, 1943'te ABD de bu işgale katıldı.

 

1941' deki İngiliz-Sovyet işgali Pehlevi devletinin değil ama Rıza Şah'ın sonunu getirdi. Aynı yılın Aralık ayında ABD'nin de aralarına katılacağı Müttefikler bu ülkeyi istila etmelerine neden olan iki hedefe ulaşmada İran devletinden yararlanabileceklerinin farkında vardılar. Bunlardan biri petrolün fiziksel kontrolünü ele geçirmekti, zaten Britanyalıların II Dünya, hatta I. Dünya Savaşı'ndaki kabusu bu yaşamsal kaynakları kaybetmekti. İkinci hedefse Sovyet Birliği'ne giden bir "kara" koridoru açmaktı.

..

15 Eylül günü, ilk saldırıdan üç hafta sonra, Rıza Şah yerini yirmi bir yaşındaki oğlu Veliaht Prens Muhammed Rıza'ya bırakarak tahttan indi ve sürgüne, önce Mauritius'ta Britanyalıların denetimi altındaki bölgeye, sonra da 1944 yılında ölene kadar kalacağı Güney Afrika'ya gitti.

Abrahamian

Muhammed Rıza Şah

Sovyet askerleri Kuzey İran'ı işgal ederken İngiliz kuvvetleri güneye girdi. Üç işgalci ülke İran'ın egemenliğini tanımayı ve devlet işlerine karışmamayı kararlaştırmıştı; ne var ki müdahale ettiler. Müttefikler devleri ulusal ve bölgesel düzeyde kontrol etmeye, politikalarına karışmaya çabaladı. Geçmişte iktisadi ve idari açıdan danışmanlar sağlayan ABD bu rolü yine üstlendi. Arthur Millspaugh bir kez daha İran maliyesini düzeltmek amacıyla danışmanlığa atandı. Ülkenin ekonomisi savaşın yol açtığı kıtlıklar ve yüksek enflasyon yüzünden çok zayıflamıştı.

1920'lerde iki kez başbakanlık yapan Kavam siyasi tecrübesi sayesinde Sovyetleri Azerbaycan'dan çıkarmak için gereken çok karmaşık ve riskli birtakım manevraları kolaylıkla yapıyordu. 1946 başında tekrar başbakan olduğunda Amerikan ve İngiliz kuvvetleri ülkeden çekilmiş durumdaydı. Sovyet askerlerinin de çekilmesi için SSCB'yle müzakerelere başladı.

İşgalin hemen ardından Britanya yalnızca İran devletini değil, Pehlevi hanedanlığını da yerinde tutmanın ve hanedanlığın silahlı kuvvetlerle özel ilişkilerini sürdürmesinin kendi çıkarına olacağı gibi yaşamsal bir karara varmıştı.

1941 işgaliyle birlikte tam on üç yıl sürecek bir ara dönem başlamış oluyordu. Şahın üzerinde tartışmasız söz sahibi olduğu ordu, bürokrasi ve saray aracılığıyla devlete hükmettiği de vir sona ermişti. Yeni şahın silahlı kuvvetlere sıkı sıkıya sarılmaya devam ettiği, fakat bürokrasiyle patronaj sistemi üzerindeki dene timini kaybettiği bir dönem başlıyordu. Ara dönem Amerikalılar la Britanyalıların 1953 Ağustos'unda tezgahladıkları darbeye ka dar sürdü. Bu sayede şah otoritesini yeniden kuracak, dolayısıyla babasının rejimini yeniden ayağa kaldıracaktı. Bu on üç yıl boyunca iktidar tek bir elde toplanmamıştı. Bilakis şahın sarayı, kabine, Meclis ve kentlerdeki kitleler arasında bir çekişme konusuydu. Kitleleri önce sosyalist hareket, sonra da milliyetçiler örgütledi. Bu çekişmede siyasal çekimin merkezi şahtan uzaklaşarak 1906'dan 1921'e kadar ülkeye egemen olmuş, fakat 1921-1941 arasında ye rinden edilmiş seçkinler takımına, ayana doğru geri kaymıştı.

Abrahamian

 Muhammed Rıza Şah, kendi iktidarını sağlama almak için tıpkı babası gibi orduyu yeniden yapılandırıp gücünü artırdı, anayasadaki değişiklikler vasıtasıyla meclise ve İran iç politikasına egemen oldu, modernleşme ve Batılılaşma konusunda yeni bir program başlattı. Bununla birlikte babasının yetersizlikleri onda da mevcuttu ve aynı onun gibi kimseye güvenmiyordu. Muhammed Rıza Şah meşruti hükümdar rolüne direnmeye devam etti. Solu ezme konusunda başarılı olurken, liberal meşrutiyetçileri de bastırmaya çalıştı. Ne var ki onların milliyetçi niteliği bu işi zorlaştırıyordu; zira bu durumda kendi milliyetçiliği sorgulanacaktı ve milliyetçilik İran siyasetinde en güçlü unsurdur. Baştan beri meclise egemen olan iki büyük grup; toprak ağaları ve ulema, radikal bir değişim korkusuyla şahı destekliyordu.

..

Şubat 1949'da Tahran Üniversitesi'nde yapılan suikast girişiminden kurtulan şah, dinci-komünist ittifakını suçladı. Bundan sonra ne zaman başı sıkışsa bu şer ittifakını suçlayacak ve kendisine karşı bütün muhalefeti ezip iktidarını pekiştirmek için bahane olarak kullanacaktı. Suikast girişiminin ardından sıkıyönetim ilan edildi, şah karşın gazeteler kapatıldı, muhalifler tutuklandı, Tudeh yasaklandı ve anayasayı değiştirmek amacıyla bir kurucu meclis toplandı. Bu olağanüstü koşullar altında kurucu meclis, üyelerinin yarısı şah tarafından atanacak bir senato oluşturdu. Ayrıca şaha meclisi tatil edip ülkeyi üç ay içinde yeni seçimlere sokma yetkisi verildi. Bunun sonucunda, şah iktidarın kurumlarını ve araçlarını kontrol erse de milliyetçilik onun kontrolünde değildi. On altıncı meclis için yapılan seçimlerden önce, şaha serbest ve açık bir seçim sistemi uygulaması çağrısı yapıldı. Onun petrole ve orduya dayalı kaçamak tutumu, meşruiyetini tehdit ediyordu. 1950'de Fransa'da eğitim görmüş General Ali Razmara'yı başbakanlığa ataması, konumunu iyice zedeledi.

Geniş bir koalisyon olan Milli Cephe'de milliyetçiler, modernleşme yandaşları 1930'lar ve 40'larda eğitim görmüş yeni kuşak ağırlıktaydı. Musaddık'ın liderliği altında bir araya gelen cephe mensupları, petrolün millileştirilmesi konusunda mecliste uzlaşmaz bir tavır benimsediler. Bu yüzden Muhammed Rıza Şah, Britanya ve ABD ile doğrudan karşı karşıya geldiler.

Büyük toprak sahibi önemli bir Kaçar ailesinin mensubu olan Dr. Muhammed Musaddık (1882-1967) İsviçre'de hukuk tahsili yapmıştı. Başından beri Pehlevi Hanedanı'na muhalif olan bu isim, beşinci mecliste Kaçar Hanedanı'na son vermek amacıyla Ahmed Şah'ın tahttan indirilmesi aleyhinde oy veren ve kamuoyuna görüşünü açıklayan beş üyeden biriydi. 1949-53 arasındaki döneme siyasi belirsizlik, büyük protesto gösterileri ve grevler damgasını vurdu. İngiliz yanlısı olup askeri bir diktatörlük kurmayı planlamakla suçlanan General Razmara Mart 1951'de öldürüldü.

Razmara suikastının ardından halkın büyük sevinç gösterileri ve ortaya çıkan kaos meclisi kaygılandırmıştı. Tudeh büyük şehirlerde gösteriler düzenledi. Abadan'da düzenlenen greve müdahale eden polis altı kişiyi öldürdü. Çaresiz kalan hükümet sıkıyönetim ilan ederken, meclis çıkış yolunu Musaddık'ı başbakanlığa getirmekte gördü. Razmara 'nın öldürülmesinden iki hafta sonra petrol millileştirilmişti.

Sonraki iki yıl, Musaddık ile Muhammed Rıza Şah arasındaki gerginliğe sahne oldu. Aslında Musaddık Batı'da gerek o zamanlar gerek bugün gösterildiği gibi muamma bir kişilik değildi. Bağımsız ve kararlıydı, inançlı bir milliyetçi ve meşrutiyetçi bir liberaldi. İlkelere taktiklerden daha çok değer veriyordu. İran'a milliyetçi bağlılık bu ilkelerin başında geliyordu. Şahla başbakan arasındaki mücadele iktidar ve ordunun kontrolü gibi sorunlar üzerinde yoğunlaşmıştı.

Musaddık bütün muhalefeti ezmiş, şahı kukla bir hükümdar haline getirmiş, radikal siyasi ve ekonomik değişimler başlatmıştı ama bu süreçte Milli Cephe içindeki destekçilerini ikiye bölmüştü. Geleneksel orta sınıfa ve ulemaya mensup pek çok kişiyi kendinden uzaklaştırmıştı. Bununla birlikte yeni araştırmalar Tahran pazarından destek gördüğünü ortaya koymaktadır.  Ayrıca ordu ona bir komplo hazırlamıştı. Şah 16 Ağustos'ta onu görevden alıp yerine General Fazlullah Zahidi'yi atadı. Musaddık görevi bırakmayı reddedince çıkan olaylar ve sokak gösterileri sonucu şah yurtdışına kaçtı.

Darbe

Darbe planları Londra'da Ml6 tarafından yapılmasına karşın, Tahran'da CIA ajanı Kermit Roosevelt tarafından yürütüldü. Başlangıçta yapılan plan başarısız olunca bu ajan çabucak ipleri eline aldı ve şansının yardımıyla darbeyi gerçekleştirdi. Musaddık'ın 19 Ağustos'ta bir sokak çetesi tarafından devrilmesi aslında biraz ironikti, ancak bu çete ABD tarafından tutulmuştu ve başında da başbakanı tutuklayan General Zahidi vardı. Şah ülkeye döndükten sonra Musaddık yargılandı ve üç yıl hapse mahkûm edildi. Ayrıca 1967'de ölene kadar, ömrünün geri kalanını evinde göz hapsinde geçirdi.

1953 darbesinden sonra şah tahtını yeniden ele geçirdi. Ama bu defa ABD'nin tam askeri desteğine sahipti ve "kendi" halkına karşı pervasızca kaba kuvvet kullanabiliyordu. Şah çok geçmeden Tudeh Partisi'ni yasakladı ve kendi otoriter yönetimine yönelik her türlü karşı çıkışı saptamak ve engellemek amacıyla ünlü gizli polis teşkilatını kurdu. 1958'de SAVAK'ın kuruluşu İran'daki siyasi muhalefet üzerindeki resmi baskının yeni bir boyut kazandığına işaret ediyordu. Şah, ulusçu, sosyalist ve İslamcı güçlerce başlatılan daha radikal karşı çıkışları engellemek için, Kennedy yönetiminin ( 1961- 63) baskısıyla 1963'te Beyaz Devrim denilen harekatı başlattı.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları

Muhammed Rıza Şah tekrar tahta oturduğunda gücü adamakıllı artmış ama meşruiyeti azalmıştı. Tahtını CIA öncülüğündeki bir darbeyle geri almasının yarattığı olumsuz hava, saltanatı boyunca yakasını bırakmayacaktı.

..

İddialı bir modernleşme ve Batılılaşma programı başlatırken amacı ülkeyi dönüşüme uğratmak ve kendisine duyulacak minnettarlık sayesinde saltanatını meşru kılmaktı. Şah destek tabanını genişletmenin önemini çok iyi kavramıştı. Önemli ulema mensuplarının, özellikle yüksek mertebeli taklit mercii Ayetullah Hüseyin Burucerdi'nin desteğini kazanmıştı. Bu din adamının yanı sıra ordu ve giderek korkulan gizli polis gücü SAVAK, istikrarı sağlayıp geleneksel şehirli sınıflarla pazarın desteğini ayakta tutmanın başlıca aracı haline geldi. Şah başbakanlığa atadığı Zahidi veya önemli mevkilere getirdiği diğer darbe liderlerini, artık işe yaramadıkları ya da tehdit potansiyeli taşıdıkları zaman terk etti. Ancak 1964'teki gösterilerden sonra Emir Abbas Huveyda'nın başbakanlığa atanmasıyla birlikte, bakanlar ve genellikle teknokratlardan oluşan önemli danışmanlar uzun süre görev yapmaya başladılar.

1963'te Muhammed Rıza Şah'ın artan otokratlığına aydınlar ve ulemanın karşı çıkması sonucu düzenlenen Pehlevi karşıtı büyük gösterilerde bile, muhalefet monarşinin sona ermesi çağrısında bulunmayıp anayasaya uygun davranılmasını talep etmişti. 1963 krizi sırasında şahı, 7. yüzyılda İmam Hüseyin'in katlinden sorumlu olan Emevi Halifesi Yezid'e benzeten Ayetullah Ruhullah Humeyni (1902-1989), 1970'lerin başına kadar anayasanın değiştirilmesi çağrısında bulunmamıştı.

Barış yanlısı ve tutucu bir lider olan Ayetullah Burucerdi'nin ölümünden yaklaşık iki yıl sonra, Haziran 1963'te Ayetullah Humeyni İran Şii cemaatinin tartışmasız lideri oldu. Ne var ki Şii cemaatinin Pehlevi hanedanına karşı Humeyni önderliğinde giriştiği ilk meydan okuma başarısızlıkla sonuçlandı. Bir anlamda 1979 İslam Devrimi'nin provası olan Haziran 1963 isyanı yaygınlık kazanmış olsa da şahın ordusu tarafından süratle bastırıldı. Bununla birlikte, Humeyni'nin tutuklanarak sürgüne gönderilmesiyle, siyasi çalkantılar yatıştı ve şah otoriter yönetimine kaldığı yerden devam etti.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları

 

1960'lann başı şah için bir dönüm noktasıydı. 1961 'de meclisi feshederek saygı duyulan politikacı Ali Amini'yi başbakanlığa atadı. Yeni başbakan, yeni bir reform dönemi başlatmak amacıyla reform yanlısı bakanları kabineye seçmenin aracı olmuştu. Şah ayrıca 1953 sonrası İran'da hükümdarlığın iktidarını yeniden tesis etmede payı olan, ancak baskı ve yolsuzlukla özdeşleşen önemli yetkilileri de saf dışı bıraktı. Milli Cephe'nin siyasi gücü çok zayıflamakla beraber diğer gruplarla birlikte otokrasiye muhalefetini sürdürdü. Şah herhangi bir uzlaşma fikrini bastırmak için 1962'de Tahran Üniversitesi'ndeki öğrenci gösterilerine acımasızca müdahale etti.

196l'de Özgürlük Hareketi'ni kuran Mehdi Bezirgan (1906 doğumlu), örgütüne katılan liberal muhalefet güçlerinin temsilcisiydi. Paris'te mühendislik eğitimi almış olan Bezirgan, 1950'lerde şaha karşı Musaddık'ı savunmuş bir reformcu politikacıydı. lran'ın laik bir hükümeti olmasına inanmasına rağmen lslamiyet'in terk edilmesini istemiyordu. lslamiyet'i lran'ın milli kültürünün önemli bir parçası sayıyor ve şahın Batılı değerlerin ardından insafsızca gitmesine karşı çıkıyordu. 

Bezirgan, lslamiyet'in reformcu bir ideoloji olduğunda ve ilerici ama kesinlikle İrancı olan bir modernleşme programına sokulmasında ısrar etmekteydi. Devrimin ilk aşamasında Bezirgan ile meslektaşlaın, 1906 anayasasının yeniden yürürlüğe girmesi ve şahın liderliğinde meşruti bir monarşinin kurulması yanlısıydılar. lran'a bir değişim rüzgaınnın gelmekte olduğunu görüyorlar ve bu rüzgarın yönünü tayin etmede öncü rolü oynamayı bekliyorlardı. Ama düş kıınklığına uğrayacaklardı. 

Bezirgan'ın Özgürlük Hareketi'nin en etkili ideologu, Paris'te öğrenim görmüş bir aydın ve öğretmen olup, 1970'lerin protesto hareketine çok önemli katkılaın bulunan Ali Şeriati'ydi (1933-1977). Şeriati Paris'te doktora öğrencisiyken öğrenci politikalaınna karışmış, Jean-Paul Sartre, Frantz Fanon ve Che Guevara'yı okumuştu. lran'a dönüşünde radikal görüşleri öğretmenlik işi bulmasını güçleştirmiş, sonunda Tahran'da dini bir toplantı salonunda konferansçı olmuştu. 1967'den 1972'de tutuklanana değin verdiği konferanslar, hem basılı olarak hem de kasetlerle çok geniş bir kitleye yayılmıştı.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

İranlılar 1964'te ABD'yle imzalanan ve şahın onayladığı Kuvvetler Statüsü Anlaşması'na karşı çıkmak amacıyla bir kez daha birleştiler. Bu anlaşmayla Amerikan personeline ülkede bazı ayrıcalıklar tanınması, Kaçar döneminin nefret edilen kapitülasyonlarını ve milli egemenliğin kaybını hatırlatıyordu. Humeyni'nin adı lider olarak ilk kez 1963'te ortaya çıkmıştı. 1964 'te yaptığı kışkırtıcı konuşmada şahı ve ABD'yi İran'ın hükümranlığını ortadan kaldırmakla suçlayınca tutuklanıp Türkiye'ye sürgüne gönderildi. İçten içe kaynayan huzursuzluk ve ekonomik sıkıntılar Ocak 1965'te yine su yüzüne çıktı. Bu tarihte şahın son başbakanı pazarla bağları bulunan radikal bir dinci grup tarafından öldürüldü. Nisanda daha dramatik bir gelişme oldu ve şahın çok övündüğü Muhafız Alayı'nda görev yapan ve genç orta sınıf üyeleriyle bağı olan bir subay bizzat şahı öldürme girişiminde başarısız oldu. Bunun sonucunda güvenlik tedbirleri ve polis kuvveti artırılırken baskı sürekli hale geldi. Uygulanan bu şiddet gerilla örgütlerinin ortaya çıkmasına yol açtı.

Muhammed Rıza Şah iktidarın pekiştirilmesi ve Beyaz Devrim vasıtasıyla modernleşme ve Batılılaşmanın peşinden gitmenin, saltanatını meşrulaştırmak için yeterli olmadığını anlamıştı. Hem kendi iktidarını hem İran'ın bölgesel üstünlüğünü sağlama almak amacıyla İran ordusunun büyütülmesi gibi özel politikalar, devlet ve milliyetçiliği kişiselleştirmesiyle bağlantılıydı. Şah bu unsurlara kendi meşruiyetinin aracı olarak sarılıyordu. Kendisiyle eski İranlı hükümdar ve hanedanlar arasında bağ kurmaya çalışırken evrensel hükümdarlığın dilini ve sembollerini kullanıyordu.

1971 yılına gelindiğinde ise, şah kendine öyle güveniyordu ki, Pers Krallığı'nın 2500. yıldönümü vesilesiyle son derece pahalıya mal olan, muazzam bir kutlama düzenledi. Devletin başındakiler, Avrupa'dan ve bölgenin çeşitli yerlerinden gelen kraliyet aileleri, Avrupalı ve Amerikalı Şarkiyatçılar ile alan araştırması profesörleri şahın Büyük Keyhüsrev'e ithaf ettiği resmi beyannameye alkış tutmak üzere Persepolis'te bir araya geldiler. Şah, "Huzur içinde yat Keyhüsrev, biz ayaktayız!" diyordu. Ama Keyhüsrev onu duyamazdı; öleli uzun zaman olmuştu. Peki, şah kiminle konuşuyordu? Kendi kafasından çıkıp ülkenin her yanında yankılanan bu sözler sonradan seken bir kurşun gibi kendisine dönecekti. Şah için hazan mevsimi kapıdaydı.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları,

Ekim 1973'teki Arap-İsrail Savaşı ve Arapların petrol boykotundan sonra 1974'te dünya piyasalarındaki petrol fiyatlan dört katına çıkmıştı. Bu sayede petrol gelirlerinin artması şahın hükümetine iddialı iktisadi, sosyal ve kültürel programlan uygulamaya koyma imkânı verdi. Aynı zamanda çok gelişmiş modem silahların alınması sayesinde İran ordusu dünya çapında bir ordu statüsüne kavuştu. Buna rağmen, etkili bir ekonomik büyümenin, aşın yüksek enflasyona ve bunun politik sonuçlarına yol açmadan yüksek savunma bütçelerinin ve yurtiçi programların devamının sağlanması mümkün değildi. Enflasyon bütün İranlıları etkilemesine rağmen bundan en çok pazarla ilişkisi olan geleneksel orta sınıf payını aldı. Hükümetin ucuz gıda maddeleri ithalatına yönelik sübvansiyonları, hem pazara hem kırsal alanlardaki gıda üretimine darbe vurdu. Buna ilaveten, halk egemenliği ve şahın ABD'yle ilişkisi süregelen sorunlardı.

1970'lerin başı aynı zamanda, şahın otokratlığı ve ABD'yle bağları üzerinde duran ve giderek büyüyen muhalefetin radikalleştiği yıllardı. Bazı gruplar laik ve Marksist iken, bazıları Marksizm ve solu dinle bağdaşmıyordu. Bazı gruplar da Afgani geleneğine çok benzeyen bir şekilde Ali Şeriati'nin etrafında toplanmıştı.

..

Humeyni de şah ve ABD  karşıtı fikirleriyle bütün İranlılara hitap etmeye başlamıştı. 1964'te Türkiye'ye sürgün edilmekle birlikte, bir yıl sonra lrak'ın Necef şehrine gitmesine izin verilmişti. Humeyni'nin Necef'te verdiği vaazlar ve yaptığı konuşmalar 1970'lerin ortasından itibaren banda kaydedilip gizlice İran'a sokulmaya başlandı. Bu ses bantlarının dinlenmesi veya okunması giderek yaygınlaşırken modern medyanın önemi de iyice arttı.

Devrimin kıvılcımı orta sınıftan değil öğrencilerden, üstelik lise ve üniversitede okuyan laik öğrencilerden değil medrese öğrencilerinden geldi. Bunlar İran'ın en önemli ve geleneksel dini merkezi Kum'da okuyan öğrencilerdi. Bu öğrencileri sokağa dökülmeye iten olay, devlete ait bir gazetede yer alan başyazıda ulemanın "siyah ama kızıl" olarak tanımlanmasıydı. Yazara göre mollaların geleneksel kıyafeti, onların Marksist fikirlerini gizlemeye yarıyordu. Çıkan gösterilerde pek çok öğrenci öldürüldü. Cenaze törenlerinin ardından özellikle kırkıncı günde geleneksel matem düzenlendi. Halkın muhalefeti ve protesto gösterileri çığ gibi büyüyerek bütün İran'a yayıldı. Sokaktaki silahsız halkın desteğiyle ivme kazanan devrimde, 1978 sonbaharına kadar öne çıkan bir lider yoktu, Üçüncü Şii imamı Hüseyin'in şehit edilmesine atfen Kerbela Paradigması adı verilen İran'a özgü bir hareket sergileniyordu. Şah baskıyla uzlaşma arasında bocalarken savunma konumuna geçmesi, bütün İranlılara, hatta sarayla bağları olanlara dahi cesaret vermişti. Greve giden petrol işçilerinin talepleri başlangıçta önemsenmezken, zamanla devletin gelirlerinin daha da azalmaması için karşılandı. Sıkıyönetimin ilanından sonra bakanların değiştirilmesi ve önerilen tavizler çok az ve çok gecikmiş kararlar olarak karşılandı.

Eylül 1978'de, Tahran'daki Jale Meydanı'nda geçen olayın ardından Humeyni ve ulema devrimin liderleri olarak ortaya çıktı. Bu olayda, sıkıyönetim yetkililerinin sokak gösterilerini yasaklaması nedeniyle ortaya çıkan bir iletişim kopukluğu yüzünden açılan ateş sonucu, kadınlar ve çocuklar da dahil çok sayıda gösterici öldürüldü. Bunun ardından gösterilerdeki şiddet iyice arttı. 1978'in aralık ayına denk gelen Muharrem ayında şahın artık İran'ı terk etmekten başka çaresi kalmamıştı. Çok sayıda İranlı Hüseyin'in ölüm yıldönümünü anmak için Tahran sokaklarına dökülürken, geçmişle bağ kurulmuş ve şah bir kez daha Hüseyin 'i öldürmekten sorumlu görülen Emevi Halifesi Yezid'le kıyaslanmıştı. Hükümet bir kez daha bocaladı ve Muharrem törenlerini önce yasaklayıp ardından izin verdi. Olaysız geçen törenlerin sonunda, halka nezaret eden ulema ve yandaşlarının bariz biçimde otorite sahibi olduğu görülürken şahın artık hiç otoritesi kalmamıştı. Şah ocak ayında bir daha dönmemek üzere İran'ı terk etti. Onun isteği üzerine lrak'tan Fransa'ya sürgün edilen Humeyni, herkesin sevinç gösterileri arasında Tahran'a dönerken, şahın iktidarı çökmüştü.

İran tarihi, Pers İmparatorluğundan Günümüze, Gene R. Garthwaite

Devrimin patlak vermesinin nedeni son dakikada yapılan şu ya da bu siyasal yanlış değildi. Onlarca yıldır İran toplumunun derinlerinde birikmiş aşırı baskıların yanardağ gibi patlamasıydı. 1977 yılına gelindiğinde toplumun hemen her kesimine yabancılaşmış olan şah böyle bir yanardağın üstünde oturmaktaydı. Aydınlara ve kentli işçi sınıfına inatla karşı çıkarak kendi sonunu hazırladı. Bu muhalefet yıllar içerisinde şiddetlendi. Şah, cumhuriyetçilik çağında monarşi, şahlık ve Pehlevilik gösterisi yapıyordu. Milliyetçilik ve anti-emperyalizm çağında iktidara gelmesi CIA-MI6 işbirliğiyle Musaddık'ın, diğer bir deyişle İran milliyetçiliğinin simgesinin devrilmesinin doğrudan sonucuydu. Tarafsızlık çağında bağlantısızlar hareketi ve Üçüncü Dünyacılık'la alay ediyor, bunun yerine kendini Basra Körfezi'nde Amerika'nın jandarması olmaya adayan ve Filistin ve Vietnam gibi hassas konularda açıkça ABD'den yana tavır alıyordu. Demokrasi çağındaysa, Şah, düzenin, disiplinin, kılavuzluğun, krallığın ve Tanrı'yla kişisel iletişim kurmanın erdemlerini yüceltiyordu.

Şah yalnızca var olan düşmanlıkları körüklemekle kalmamış yenilerini de yaratmıştı. Onun Beyaz Devrim'i geçmişte genel olarak monarşiye, özellikle de Pehlevi rejimine kilit destek sağlamış toprak sahibi aşiret reislerinden ve kırsal kesimin ileri gelenlerinden oluşan sınıfı bir hamlede silip süpürmüştü. Beyaz Devrim'i gerekli köy hizmetleriyle güçlendirmeyen şah, orta ölçekli arazi sahiplerinden kurulu yeni sınıfı yüzüstü bırakmış oluyordu. Bunun sonucunda başı derde girdiğinde, rejimi desteklemesi gereken tek sınıf, hezimetini kenardan seyretmekle yetindi. Kırsal kesimde yaşam koşullarının iyileştirilmemesine bir de hızlı nüfus artışı eklenince, topraksız köylülerin şehirlere toplu göçü baş gösterdi. Böylece şehirlerde bir gecekondu yoksulları ordusu doğdu: Yaklaşan devrimin koçbaşlarıydı bunlar.

Dahası 1975'te Diriliş Partisi'nin kurulması pek çoklarının, özellikle de pazar esnafıyla onların yakın müttefiki ruhani sınıfın gözünde geleneksel orta sınıfa karşı açık bir savaş ilanıydı. Bu durum en sessiz ve siyaset dışı din adamlarının bile en çok ses getiren ve en faal muhalifin, yani Humeyni'nin kollarına atılmalarına neden oldu. Şah bir yandan ülkenin çoğuna yabancılaşsa da, giderek büyüyen devletinin ona toplum üzerinde mutlak denetim yetkisi verdiğine güveniyordu. Kapıldığı bu izlenim inşa etmekten gurur duyduğu sağlam görünüşlü barajlar kadar aldatıcıydı. Muazzam görünüyorlardı, sapasağlam, modern ve yıkılmaz. Oysa yetersiz, savurganlık timsali, tortularla tıkalı ve kolaylıkla bozulabilen yapılardı.

Ervand Abramian


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder