..
9, ve 10. yüzyıllarda kabilelerin sadece savunma amaçlı olarak teşkilatlanmak üzere bir araya geldiklerine dair arkeolojik kanıtlar mevcuttur. Grodziska (grodzisko'nun çoğulu) diye adlandırılan müstahkem yerleşimlerin bir hayli sofistike yöntemlerle inşa edildiğine dair kesin kanıtlar bulunmaktadır.
..
9. yüzyılın ikinci yarısında "Bavyera Coğrafyacısı" namıyla bilinen bir tarihçi tarafından kayıt altına alınmıştı. Aynı kaynakta yaklaşık 50 kabile arasında bazı kabilelerin hakim konuma geçtiği belirtilmektedir. Wislanie ve Ltidzianie, Malopolska'ya; Mazowszanie, Mazovya bölgesine; Polanie kabilesi Wielkopolska'ya; Goplanie, Kujawy'ya; Slezanie, Silezya'ya ve son olarak Pomorzanie kabilesi Pomeranya'ya yerleşmişti.
..
8.yüzyıla gelindiğinde görünen o ki Polanlar kabilesi komşu kabileler üstünde denetim kurmakta başarılı olmuştu. Polanların başarısı esasen tuz ticaretinin denetiminden elde ettiği güçlü iktisadi konumla açıklanabilir
..
Falanların topraklarının merkezinde müstahkem bir mevki olan Gniezno bulunuyordu ve Gniezno 850 yılında, dönemin standartlarına göre surları, pazarları ve zanaat yurtlan olan gerçek bir şehirdi. İlk Polonya hanedanlığı o devrin hükümdarı Popiel'in devrildiği ve onun yerini Ziemowit'in aldığı bir iç darbeyle kurulmuştu. Ayrıntılar yine bilinmese de anlaşıldığı kadarıyla Ziemowit ve onun halefleri Leszek ve Ziemomysl, bir dizi fetihle Mazovya'yı ve muhtemelen Pomeranya'yı yeni ortaya çıkan Gniezno devletine dahil etmişlerdi. Devletin güçlendirildiği sürecin nihai aşamaları 960 sularında hükümdar olan I. Mieszko (960-992) devrinde gerçekleşti.
Polonya devleti 12. ve 13. yüzyıllarda yavaşça ama hiçbir şekilde kaçınılmaz olmayan bir gelişmeyle prensliklere bölünmüştü.
Merkezi otorite zayıflarken Krakow soyluluğunun, zengin şehirlilerin (burgherler, Lehçe mieszczanin) ve Kilise'nin gücü arttı.
Piast Hanedanı'na mensup her prensin başka prenslerle rekabet ederken birçok kez imparatordan yardım istemeleriyle Slask ve Pomorze'deki Germen otoritesi arttı.
Prensliklerin hükümdarları yerel sorunlarla ilgilenmeye başlarken gittikçe uzak bir kavram haline gelen Polonya birliğine duyulan ilgi kaybolmuştu. Bu yüzden Piast Hanedanlığı her biri belirli bir yöreyi (Malopolska, Wielkopolska, Pomeranya, Silezya, Mazovya) idare eden bölgesel hanedanlıklara bölündü.
...
Pomeranya ve Silezya giderek Germen etkisi altına girip Germenlerin kültürel ve iktisadi etkilerini içselleştirmişti. Ayrıca Kilise'ye bağlı Germen misyonerler bölgede Hıristiyanlığı egemen din yapma vazifelerini yerine getirmişlerdi.
Bu devirde Piast Hanedanı'na mensup prensler sık sık iç çatışmalarla meşgul olmak zorunda kalsalar da esasen gözlerini doğuya dikmişlerdi. Doğuya yöneliş sonucunda Rus prensleriyle hanedan arasındaki bağlar güçlenmişti. Kazimierz'in nüfuzu Rutenya, Kiev ve Galiçya'ya yayılırken Kazimierz, Macarların bölgedeki emelleriyle çatışarak onları durdurmayı başarmıştı.
Töton şövalyeleri
1226'da Polonyalı prensler arasında patlak veren çatışmalar Prusya'ya düzenlenen haçlı seferiyle aynı tarihe rastlamıştı. Mazovyalı Konrad, Prusyalıları yenmenin yollarını arıyordu. Kendi prensliğine Prusya'dan yönelen tehdidi bertaraf ettikten sonra Krakow prensliğini fethetmeye yoğunlaşmak istiyordu. Bu yüzden, Baltık bölgesindeki pagan topraklarını fethetmek ve paganları Hıristiyanlaştırmak amacıyla kurulmuş askeri-dini bir tarikat olan Töton Kutsal Meryem Tarikatı'nı kendi prensliğine davet etmişti. Bilinen adıyla Töton Şövalyeleri, Prusyalıları mağlup etmek umuduyla Mazovya-Prusya sınırına konuşlandırılmıştı. Şövalyeler zamanla fethettikleri Prusya topraklarında büyük araziler ve mutlak hakimiyet hakkına sahip olmuşlardı.
..
Töton Şövalyeleri Prusya'ya yerleştikten sonra Polonya Kilisesi'ne bağımlı olmayı kabul etmemişlerdi. Ne de Piast Hanedanı'na mensup prenslerin otoritesini kabul etmeye yanaşmışlardı.
Moğollar
Nisan 124l'de Silezya Prensi Henryk Poboiny (Sofu Henri, 1238-41) ile Moğol ordusu arasında Legnica civarlarında bir çatışma yaşandı. Bazı eski tarihçiler bu çatışmayı büyük bir savaş olarak tanımlasa da daha güncel araştırmaların bulgularına göre Henryk ve Gül Şövalyeleri, Haç Şövalyeleri ve Tapınak Şövalyeleri ana hedefi Macaristan'a ilerleyen Altın Orda'nın kanat birliklerinin taarruzuna uğramışlardı. Henryk Poboiny ve birçok şövalye savaş meydanında can vermişti. Moğolların istila gücü bir yıl içinde tükense de Balkanlar ve Karadeniz bölgesinden düzenlenen ufak tefek .saldırılar en baştaki saldırının tahripkarlığını hatırlatmayı sürdürdü.
Litvanyalılar
Kiev-Rus Devleti'nin siyasi gücünün kırılması ve yerel ekonominin çökmesi ilk başta o tarihe dek kuzey ve kıyı bölgelerine hapsolmuş olan Litvanyalı hükümdarların etkilerinin artmasını sağlayan bir boşluk yaratmıştı. Litvanyalılar, Dinyeper ve Neman Nehirleri arasındaki bölgede etkili olmayı ve kendi nüfuzlarını Baltık Denizi'ne doğru yaymaya başlamışlardı. Bu gelişme karşısında Polonyalı prensler pagan Litvanya'yla ya ittifak yapacak ya da onunla savaşacaklardı. Tarihsel gelişmelerin seyri zamanla onları ilk seçeneği tercih etmeye sevk etti.
...
Gniezno Başpiskoposu ve Polonyalı piskoposlar, 20 Ocak 1320'de Lokietek ve karısı Jadwiga'ya Polonya kralı ve kraliçesi olarak taç giydirilmişti.
Töton Şövalyeleri, Lokietek'in kuzeydoğudaki daimi ve amansız düşmanlarıydı. 1323'ten sonra Brandenburg'u yöneten Wittelsbachlarla ortak bir dava etrafında birleşmişlerdi.
Lokietek 1333'te öldüğünde Polonya Krallığı D oğu Avrupa'nın siyasi haritasına net biçimde yerleşmişti. Kralın en büyük başarısızlığı Töton Şövalyeleri'ni Doğu Prusya'dan çıkartamamasıydı
Büyük Kazimierz Devrinde Polonya
Kazimierz Nisan 1333'te Polonya Kralı olduğunda soyluluk, Kilise ve Papa onun krallığını desteklemişlerdi. Babası onu idari ve askeri konularda eğittiği için Kazimierz krallık vazifesini üstlenmeye hazırlıklıydı.
..
Çeklerin Polonya tahtındaki hak iddialarından vazgeçmeleri karşılığında Polonyalılar da Bohemya'nın Silezya'nın feodal lordu olduğunu kabul etmişlerdi.
1343'e gelindiğinde, Kalisz Antlaşması sonucunda Töton Şövalyeleri'yle Polonya kralı arasındaki ilişkiler normalleşti.
...
Polonya fetihlerinin sınırları 1366'da Litvanya'yla yapılan bir antlaşmayla çizilmişti. Rutenya iki ülke arasında bölünürken Lviv şehrinin de dahil olduğu güney kısım Polonya'ya kalmıştı. Podolya'nın o tarihte mi Polonya'ya geçtiği yoksa daha sonra mı fethedildiği bilinmese de Galiçya, Polonya'ya verilmişti.
Kazimierz gelişkin bir yapısı olan Macar sarayını da tanıma fırsatı bulmuş ve hem papalıkla hem de onun düşmanlarıyla kurduğu ilişkiler sayesinde bilgili, eğitimli danışmanlara ve yasa koyuculara sahip olmanın önemini anlamıştı. Okullar kurulmasını teşvik etmiş ve Batı Avrupa'daki üniversitelerde eğitim alan kişilerden yararlanmıştı. Yasa koyucular yetiştirme ihtiyacı o kadar acildi ki Kazimierz 1364'te Krakow'da bir üniversite kurmak için papalıktan resmi bir izin almıştı ve doğudaki tek üniversitenin Prag'da olduğu o tarihlerde bu eşsiz bir başarıydı.
Jagielionlar devri
1383'te Polonya'daki soylular meclisiyle Macaristan elçisi arasında yapılan anlaşmanın sonucunda Jadwiga, müstakbel Polonya Kraliçesi olarak kabul edilmişti.
Jadwiga, 15 Ekim 1384'te Polonya Kraliçesi oldu.
...
Polonya soyluluğu kendisinin münasip bulduğu bir tercihin yapılması gerektiğini açıkça ilan etmişti. Kendisi adına yapılmış nihai tercihe itiraz ettiği bilinse de (bundan dolayı onu kimse suçlayamaz!) Jadwiga'nın hisleri fazla önem taşımıyordu. Soyluluk bu pırıltılı ve iyi eğitimli genç kadının kendinden üç kat yaşlı ve işe yarar bir putperestle evlenmesi gerektiğine karar vermişti. Litvanyalılarla anlaşma kararını Malopolska soyluluğu almıştı. Niyetleri Litvanya'yı Polonya Krallığı'na katmak ve kraliyet bağışlarıyla ortaya çıkacak yeni zenginleşme fırsatlarından yararlanmaktı. 14 Ağustos 1385'te Krewo'da Litvanyalılarla Polonya krallığı temsilcileri arasında bir antlaşma imzalandı. Nişandan sonra Jagiello adını alan Litvanya hükümdarı Jogaila, Polonya Krallığı'nı eski sınırlarına döndürme sözü karşılığında 11 Ocak 1386'da Polonya Kralı oldu.
Litvanya hükümdarıyla Polonya Kraliçesi'nin evlenmesiyle birlikte Polonya'yla Litvanya Düklüğü arasındaki birlik pekişti. İki tarafın taahhütleri Krewo Antlaşması'nda açık seçik olarak tanımlanmış ve hadisenin siyasi önemi kayıt altına alınmıştı.
...
O tarihlerde Litvanya şimdi bildiğimiz ufak Baltık devleti değildi; Baltık' tan Karadeniz' e uzanan topraklara yayılan ve sürekli genişleyen bir yapıydı. Bölgedeki nüfusun büyük kısmı Ortodoks Hıristiyan Kilisesi'ne bağlıydı.
Birkaç yüzyıldır soyluluğa verilen imtiyazlar sonucunda Polonya Krallığı her bakımdan seçilmiş bir makama dönüşmüştü. Jadwiga, Piast Hanedanlığı'na mensup olsa da hükümdarlık etmezken Polonya tahtında herhangi bir hanedanlık hakkı olmayan kocası pekala hükümdarlık edebilmişti.
...
1403'te Papa IX. Bonifacius Töton Şövalyeleri'nin kısa süre önce din değiştiren Litvanya'ya saldırmalarının yanlış olduğunu belirtmiş ve bu eylemlerinin Hıristiyanlık davasına zarar verdiğini söylemişti. Bu beyanatla birlikte Litvanya'yı hedef alan tüm haçlı seferlerinin durdurulması gerekiyordu. Ama Şövalyeler bunun yerine topraklarını daha da genişletmeye giriştiler. 1407'de yeni Büyük Üstad Ulrich von Jungingen, Polonya'ya yönelik saldırgan bir politikaya öncülük etti.
6 Eylül 1409'da Şövalyeler Polonya'ya açıkça savaş ilan etti. Üç aktör arasındaki ilk çatışmaların ardından 8 Ekim'de tüm askeri faaliyetleri 25 Haziran 1410'a dek askıya alan bir ateşkes ilan edildi. Taraflar böylece kazandıkları zamanı ittifaklar oluşturmak ve uluslararası destek sağlamak için kullandılar.
...
Polonya'da Grunwald Savaşı diye bilinen askeri çatışma 15 Temmuz 1410'da gerçekleşti. Genellikle Ortaçağ'ın en önemli savaşı olarak tanımlanan Grunwald Savaşı'nın en sıradışı özelliği iki Hıristiyan güç arasında geçmesiydi. Bir tarafta sayıları yaklaşık 500'ü bulan Töton Şövalyeleri vardı (bunlar etkili silahlarla donanmış, kendi siyasi ve askeri güçlerinden emin ve tecrübeli askerlerdi). Tam sayıları saptamak mümkün olmasa da Töton Şövalyeleri Büyük Üstad'ının emrinde, şövalyelere ilaveten 16 bin kişilik süvari ve 5 bin kişilik piyade gücü vardı.
Karanlık çöktüğünde Polonya-Litvanya zaferi kesinleşmişti.
Savaşın önemi, büyüklüğü ve Polonyalılarla Litvanyalıların bir zafer kazandığı yadsınamaz. Polonya-Litvanya askerleri savaşa Şövalyeler'den daha iyi hazırlanmışlardı ve hem savaştan önce hem de savaş meydanında alınan kararlar haklı bir zafere yol açmıştı. Üstün ve yenilmez zannedilen Şövalyeler alt edilmişti. Jagielo, bu askeri zaferi Şövalyeleri tamamen yok edecek bir darbeyle taçlandıramasa da Şövalyeler eski prestijini bir daha kazanamamıştı.
...
1 Şubat 1141 'de Töton Şövalyeleri'yle Thorn (Torun) şehrinde bir barış antlaşması yapıldı. Antlaşmanın mütevazı olsa da önemli kazanımlarından biri Zemaitija'nın Litvanya'ya geri verilmesiydi. Şövalyeler'in Baltık kıyılarında mutlak hakimiyet kurma umudu suya düşmüştü.
..
III. Wladyslaw Warneniczyk (Varnalı Ladislaus, 1431-1444), Polonya kralı olduğunda henüz on yaşındaydı ve kralla soyluluğun geçmişte yaptıkları bir antlaşmadan ötürü tahta çıkmıştı. Wladyslaw, 10 Kasım 1444'te Varna Savaşı'nda Türk ordusuna düzenlenen kötü planlanmış bir taarruzda öldürülmüştü.
..
Varna Savaşı'ndan iki yıl sonra Kazimierz (IV. Kazimir, 1446-1492) tahta geçti. Aradan geçen iki yılda Kazimierz'in Polonya ve Litvanya'daki resmi statüsünü müzakere edip netleştirmek için bazı çabalar sarf edildi. Genç Kazimierz kendisinin Litvanya tahtının meşru varisi olduğunu ve bu hakkın babasından ona geçtiğini iddia etse de Litvanya soyluluğu kendi tercihini yapmak istedi. İki taraf 1446'da Kazimierz'in seçilmiş kral olarak Polonya tahtına, meşru varis olarak da Litvanya tahtına oturduğu bir çözümde uzlaştı. Bundan sonra Litvanya, Polonya'yla birlikte hareket eden bağımsız bir devlet muamelesi gördü.
...
Tahta geçtiğinde Kazimierz'in ilk kaygısı Polonya'nın Pomeranya ve Prusya'daki hakimiyetini yeniden sağlamak oldu. 1435-54 döneminde Polonya Krallığı'yla Töton Şövalyeleri arasındaki ilişkiler görece istikrarlıydı. Bu ikisi arasında Rutenya hükümdarı Swidrygiello'nun Litvanya tahtında hak iddia etmesiyle başlayan çatışma 1435'te Brest Antlaşması'yla sona erdirilmişti.
(Töton Şövalyelerine karşı) Prusya Birliği, Polonya kralından destek istedi ve 1454'te şehirlerin çoğu Prusya Birliği'ne desteklerini açıkladığında zafer kesinleşmişti. Ardından Şövalyelerin silahlarına el konup kaleleri bir bir yıkılmıştı.
..
1461 'de kral zorunlu askerlik uygulamasını kaldırıp paralı askerlere bel bağlamaya karar verdi. Polonya, bu yeni uygulamayla paralı askerlerin başına Pyotr Dunin adında etkileyici bir komutanın getirilmesi sayesinde, Prusya ve Pomeranya'yı fethetti. Savaş Prusya topraklarında öyle büyük bir tahribata yol açmıştı ki çatışmaların durmasından Prusya Birliği büyük bir memnuniyet duymuştu. İki taraf 19 Ekim 1466'da Toruında bir barış antlaşması imzaladı. Polonya, Pomeranya'yı, ayrıca Chelmno ve Michalow yörelerini ele geçirdi.
..
Olbracht, 27 Ağustos 1492'de erkek kardeşi Zygmunt ve ağabeyi Bohemya ve Macaristan kralı Wladyslaw'ı mağlup ettikten sonra 23 Eylül'de Polonya Kralı Jan Olbracht (I. John Albert, 1492- 1501) olarak taç giydi.
17 Haziran 150l'de Jan Olbracht, geride meşru bir oğul bırakmadan öldü.4 Ekim'de Olbracht'ın kardeşi Litvanya Grandükü Aleksandr (1501-1506), Polonya Kralı seçildi ve böylece Litvanya'yla Polonya bir kez daha tek hükümdarın yönetiminde birleşti. Gelgelelim Polonya'daki Jagiellonlar devri sona yaklaşıyordu. Aleksandr 1506'da meşru bir varis bırakmadan ölünce, I. Zygmunt (İhtiyar Zygmunt, 1506-1 548) kral oldu. 1 548'de babası I. Zygmunt'un yerine tahta geçen II. Zygmunt (1548- 1 572) Jagiellonlar hanedanına mensup son kraldı. O da geriye erkek bir evlat bırakmadan ölünce en küçük kız kardeşi Anna yaşayan tek Jagiellonlar olarak kalmıştı.
Parçalanmışlık dönemi.
Polonya topraklarının büyük bölümünü ele geçiren Ruslar, kültür ve eğitim
düzeyi daha yüksek olan bu bölgeyi sekiz yönetim bölgesine ayırmakla (1801)
birlikte, başlangıçta Polonyalıları önemli görevlerde tuttular ve var olan
kurumlara dokunmadılar. Prusya’ya bırakılan topraklar Batı Prusya, Güney
Prusya ve Yeni Doğu Prusya olarak doğrudan Prusya tahtına bağlanırken, Galiçya
olarak anılan Avusturya’nın elindeki topraklar bir dizi yönetsel düzenlemeden
geçti. Baskıcı Alman yöneticilerin görevlendirildiği iki bölgede de çok
geçmeden gizli milliyetçi örgütlenmeler ortaya çıktı. Paris’le bağlantılı olan
bu örgütlenmeler Fransız-Avusturya Savaşı’yla (1792-1801) özellikle Galiçya’da
güç kazandı. Bu dönemde Kuzey İtalya’da savaş tutsaklarından oluşturulan
Polonya lejyonları bir sonuç alamadı. Önceleri Prusya topraklarında tampon bir
devlet oluşturmak için Polonyalıları destekleyen Rusya, Napoleon’un 1806’da bu
ülkeye saldırması üzerine planlarından vazgeçti.
Napoleon’un Prusya’yı yenilgiye
uğratmasından sonra 1807’de oluşturulan Varşova Düklüğü, ikinci paylaşımda
Avusturya’ya bırakılmış olan toprakları 1809’da geri alarak sınırlarını daha da
genişletti. Napoleon’un çöküşüyle birlikte Polonya’nın bağımsız gelişiminin
önü yeniden tıkandı. Eski sınırlar çerçevesinde yeni bir düzenleme getiren
Viyana Kongresi (1814-15), Prusya ve Avusturya’ya verilen topraklarla küçülen
Varşova Düklüğü’nü kendi yönetim sistemini ve ordusunu korumak üzere Polonya
Krallığı adı altında Rus Çarlığı’na bağladı. Polonya Kongre Krallığı olarak
bilinen bu kesimle sınırlı olmak üzere oldukça liberal bir anayasa yürürlüğe
kondu. Aynı zamanda Polonya kralı unvanını taşıyan Rus çarı I. Aleksandr
1819’dan sonra sık sık anayasayı çiğnemeye başladı. Giderek artan baskılar
Polonya milliyetçi hareketinin güçlenerek yayılmasını önleyemedi.
Çar I. Nikolay’ın bir Polonya ordusuyla Fransa’ya sefer düzenlemek istemesi, Kasım 1830’da askerlerin de katıldığı geniş çaplı bir ayaklanmaya yol açtı. Sejmin Ocak 1830’da Nikolay’ı krallıktan uzaklaştırmasıyla başlayan savaşta, Avrupa devletlerinden bekledikleri yardımı göremeyen Polonyalı direnişçiler üstün Rus kuvvetlerine ancak Eylül 1831’e değin karşı koyabildiler. Ayaklanmanın bastırılmasını izleyen dönemde temsili sistem ve bağımsız ordu ortadan kaldırılırken, üniversitelere ve kiliseye ağır darbeler indirildi, binlerce kişi sürgüne zorlandı. “Sürgündeki Polonya kralı” Adam Jerzy Czartoryski’nin çevresinde toplanan tutucular diplomatik girişimlerle 1815 statüsüne dönülmesini sağlamaya çalışırken, radikal yurtseverlerin örgütlediği Polonya Demokratik Derneği 1772 sınırlarına dayalı bir bağımsızlığı ve toprak reformunu öngören bir programla ortaya çıktı.
Polonya topraklarında geniş bir destek bulan derneğin 1846’da başlattığı ayaklanma, hazırlık aşamasında açığa çıkarılması ve etkili karşı önlemler alınması nedeniyle başarısızlığa uğradı. Böylece güçten düşen Polonyalı yurtseverler, Avrupa’yı devrimci bir dalganın sardığı 1848-49 yıllarında etkisiz kaldılar. Önceleri Rusya’daki Polonya yurtseverlerini destekler görünen Prusya ve Avusturya, kendi ülkelerinde baş gösteren milliyetçi kıpırdanmaları sert biçimde sindirdiler. Polonya milliyetçi hareketinin ağırlığı giderek uluslararası kamuoyunu etkilemeye yönelik siyasal çalışmalara kaydı.
Kırım Savaşı’nın (1853-56) ardından içeride karışıklıklarla karşı karşıya kalan Rus Çarlığı, Polonya’ya karşı daha ılımlı bir tutuma yönelerek bazı reformlara girişti. Otokratik yapıyı reformlarla ayakta tutma çabalan, özellikle radikal yurtsever akımın etkilediği gençlerin yaygın tepkisini çekti. Dinsel törenlerdeki siyasal gösterilerle tırmanan olaylar Şubat 1863’te kitlesel bir ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanmacıların Fransa ve Avusturya’dan yardım alma umudu boşa çıkarken, Prusya ve Rusya sıkı bir işbirliğine girdi. Ayaklanmanın Nisan 1864’te bastırılmasının ardından, geniş çaplı bir sindirme kampanyası uygulandı. Aynı dönemde sertliğin ve feodal kısıtlamaların kaldırılması yurtseverlerin köylüler arasındaki desteğini zayıflatmakla birlikte, piyasa ekonomisinin gelişmesini hızlandırarak yeni toplumsal dinamikler yarattı. Rus bürokrasisinin ağırlaşan denetimine yoğun bir Ruslaştırma politikası eşlik etti.
Prusya’da Otto von Bismarck da
aynı yolu izleyerek Polonya topraklarını Almanya’nın bir parçası durumuna
getirdi ve eğitim sistemini baştan aşağı Almanlaştırdı. Buna karşılık
Avusturya’daki Polonyalılar özerkliklerini önemli ölçüde korudular; Galiçya
bölgesi Polonya kültürünün ve aydınlarının sığınağı olarak öne çıktı. Yüzyılın
ikinci yansında Polonya’nın bütün parçalan özellikle madencilik, metal eşya
yapımı ve dokumacılık alanında hızlı bir sanayileşmeye sahne oldu. Prusya kesimi
dışında güçlü bir Polonya burjuvazisi doğdu. Sanayi işçileri sayıca giderek
büyüyen bir sınıf durumuna geldi. Tarımda birbirini izleyen bunalımlar birçok
Polonyalı küçük soyluyu kentlere çekti. Aynı dönemde Almanya’nın sanayileşmiş
bölgelerine, ardından ABD’ye kitlesel göçler başladı.
Rusya’daki Polonyalılar arasındaki ilk kalıcı siyasal partiler 1890’larda ortaya çıktı. Polonya burjuvazisine ve toprak sahibi soylulara dayanan, Roman Dmowski önderliğindeki Ulusal Demokratik Parti (ND) 1905 Devrimi’nin ardından özerkliği hedefleyen programıyla yasal çalışma olanağını buldu. Bir başka muhalefet odağı olan Polonya Sosyalist Partisi’nin (PPS) ikiye bölünmesinden sonra yurtsever kanat Jözef Pilsudski önderliğinde “radikal bağımsızlık programı” nı korurken, sol kanat ise örgütlenmesinde Rosa Luxemburg’un önemli rol oynadığı Polonya ve Litvanya Krallığı Sosyal Demokrat Partisi’yle (SDKPiL) birleşti Avusturya’da 1907’de genel oy hakkının tanınmasından sonra kurulan ve çok geçmeden etkisini Polonya Krallığı’nın güney kesimine yayan Polonya Köylü Partisi de (PSL) 1913’te çoğunluğu oluşturan ılımlı ve radikal sol kanatlara ayrıldı. Prusya’da Polonya milliyetçilerine uygulanan baskı ise 1905’ten sonra daha ağır bir biçim aldı. Ana Britannica
Bağımsızlığa geçiş. I.
Dünya Savaşı’yla birlikte Polonya sorunu, Avusturya ve Rusya’nın birbirlerine
karşı kullanmaya çalıştıkları bir silah niteliğini kazandı. Yüksek Ulusal
Komite’yi (NKN) kuran ve Polonyalı askerlerden bir lejyon oluşturan Pilsudsk
yanlıları Avusturya’nın, Polonya Ulusa Komitesi’ni (KNP) kuran Dmowski ve
Ulusal Demokratlar ise Rusya’nın yanında yer aldı. Almanya ve Avusturya
birliklerinin Polonya Krallığı’nı işgal etmesinden sonra Kasım 1916’da eski Polonya
topraklarının yalnızca altıda birini kapsayacak bağımsız bir krallık planı
açıklandı. Bu durum ittifak Devletleri’nin desteğine dayanarak bir cumhuriyet
kurmayı tasarlayan Pilsudsk yanlılarını hayal kırıklığına uğrattı. 1917 Şubat
Devrimi’nin ardından Rusya’da kurulan geçici hükümetin Polonya’ya bağımsızlık
hakkını tanımasıyla, Polonya sorununun çözümüne yönelik çabalar gündeme geldi.
Rusya sınırları içinde özerklik programından vazgeçen Dmowski ve KNP Batılı
İtilaf Devletleriyle iş birliğine yöneldi. İşgalci İttifak birlikleriyle
çatışmaya giren Pilsudski’ye bağlı kuvvetler ise sindirildi. Bununla birlikte
1917 Ekim Devrimi ve ABD başkanı W.Wilson’ın On Dört Madde bildirisi
Polonyalıların birleşmiş bir devlet kurma mücadelesi için elverişli bir ortam
yarattı Avusturya ve Almanya’nın kesin yenilgisinden sonra Kasım 1918’de
İkinci Polonya . Cumhuriyeti’ni ilan eden Pilsudski, Ocak 1919’da Paris’te KNP
ile anlaşmaya vararak yeni devletin temellerini atmaya girişti. Demokratik
seçimlerle oluşturulan, kurucu meclis ve yasama organı niteliğindeki Sejm’de ND
ve PSL milletvekilliklerinin çoğunluğunu, sol partiler ise yaklaşık dörtte
birini elde etti. Bu arada çeşitli kentlerde
İkinci Polonya Cumhuriyeti başlangıçta eski Polonya topraklarının yalnızca bir bölümünü kapsıyordu. Bu nedenle yeni Polonya hükümeti diplomatik ve askeri yollardan bir genişleme politikası izledi. Paris Barış Konferansı’nın sonunda imzalanan Versailles Antlaşması’yla (Haziran 1919), Gdansk özgür kent statüsünde kalmak üzere, daha önce Prusya’nın bir parçası olan Baltık kıyıları Polonya’ya bağlandı. Antlaşmayı izleyen plebisitlerle Mazur Göller Bölgesi’nin bazı sınır bölgeleri ve Yukarı Silezya’nın en çok sanayileşmiş kesimleri Polonya sınırları içinde kaldı.
Bağımsızlıktan hemen sonra kurulan Polonya ordusuyla Litvanya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya karşı girişilen harekâtlar ise Sovyet yönetimiyle savaşa yol açtı. Karşı saldırıyla Polonya içlerine doğru ilerleyen Kızıl Ordu’nun Ağustos 1920’de yenilgiye uğratılmasından sonra, Orta Litvanya, Beyaz Rutenya’nın batı kesimi ve Doğu Galiçya geri alındı. Sovyet yönetimi İtilaf Devletleri’nce çizilmiş Curzon Hattı’nın daha doğusundan geçen fiili sınırı Riga Antlaşması’yla (Mart 1921) resmen kabul etti.
1921-45 arası. Sejm'den
geçerek Mart 1921’de yürürlüğe giren anayasanın öngördüğü parlamenter sistem,
birbirini izleyen istikrarsız koalisyonlar ve derinleşen mali bunalım nedeniyle
etkili bir işleyişe kavuşamadı. İşçiler arasında artan hoşnutsuzluk, 1923’te
yasadışı ilan edilmesine karşın Polonya Komünist Partisi’ne (KPP) önemli bir
güç kazandırdı. Aralık 1922’de siyaset sahnesinden çekilmiş olan Pilsudski,
bu gelişmeler üzerine Mayıs 1926’da PPS’nin de desteklediği bir darbeyle
yönetime el koydu. Pilsudski’nin göstermelik bir parlamenter sistem altında
yürüttüğü diktatörlük hem sağ, hem sol muhalefeti sindirmeye yöneldi.
Diktatörlüğün desteğine dayanan partiler dışı blok ancak Kasım 1930 seçimlerinde
istediği çoğunluğu elde edebildi. Daha sonra 1935’te anayasada yapılan düzenlemelerle
yürütme erki güçlendirildi ve devlet başkanının yetkileri genişletildi.
1930’dan sonra ordu ve bürokrasi aracılığıyla ülkeyi perde gerisinde yöneten Pilsudski’nin ölümünü (Mayıs 1935) izleyen siyasal bunalıma yaygın grevler, kitle gösterileri ve seçim boykotları eşlik etti. Bu dönemde PPS, PSL ve KPP bir tür halk cephesi kurdu. Stalin’in 1938’de Komintern (III. Enternasyonal) aracılığıyla KPP’yi dağıtması, cephenin iktidara geçme şansını önemli ölçüde azalttı. Baştaki hükümetin Mart 1937’de kurduğu Ulusal Birlik Kampı (OZN) ise gerçek anlamda bir siyasal ve toplumsal destek bulamadı.
Bağımsızlık sonrasında önemli toplumsal sorunların çözülememesinin temelinde ülkenin ekonomik kaynaklarının sınırlılığı yatıyordu. 1920’lerde başlatılan tarım reformunun öngördüğü toprak dağıtımı, ekilebilir alanların yalnızca onda birinde uygulandı. Kimya sanayisi ile demiryolu yapımındaki ilerlemelere karşın, 1938’e gelindiğinde toplam sanayi üretimi ancak 1913’teki düzeye ulaşabildi. Toplam nüfusun yaklaşık üçte ikisi doğrudan ya da dolaylı olarak taama bağımlı kaldı.
Dış politikada Fransa ve Romanya’yla ittifak antlaşmaları yaparak (1921) konumunu güçlendirmeye çalışan Polonya, bu güvenceleri SSCB (1932) ve Almanya’yla (1934) saldırmazlık paktları imzalayarak pekiştirme yoluna gitti. Bunu İngiliz hükümetinin Mart 1939’da verdiği güvence izledi. II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Hitler ve Stalin’in imzaladığı saldırmazlık paktında (Ağustos 1939), Polonya gizli bir protokol uyarınca Alman ve Sovyet nüfuz bölgelerine ayrıldı.
Eylül 1939’da Alman birliklerinin Polonya’ya girmesinin hemen ardından Sovyet birlikleri de Polonya’nın doğu kesimini işgal etti. Narew, Bug ve San ırmaklarının sınır olarak belirlenmesinden sonra, işgal altındaki topraklar ilhak yoluyla Almanya ve SSCB’ye bağlandı. Fransa’da Wladyslaw Sikorski öncülüğünde kurulan Polonya sürgün hükümeti Haziran 1940’ta İngiltere’ye taşınırken, ülke içinde de sivil ve askeri bir direniş hareketi başladı.
Polonya’nın ulusal kimliğini bütünüyle ortadan kaldırmaya yönelen Almanlar okulları kapatma, kitlesel göç ve toplu kıyım gibi yöntemlere başvurmaktan çekinmediler. Ayrıca toplama kamplarıyla Yahudilere karşı bir soykırıma giriştiler. Nazi ordularının Polonya üzerinden SSCB’ye karşı saldırıya geçmesinden sonra, Sovyet yönetimi Temmuz 1941’de Polonya sürgün hükümetini tanıyarak Polonyalı savaş tutsaklarından bir ordu oluşturulmasına izin verdi, ama gelecekteki Sovyet-Polonya sının anlaşmazlık konusu olarak kaldı. Bu arada Ocak 1942’de Polonya İşçi Partisi (PPR) adı altında yeniden örgütlenen Polonyalı komünistler işgal altındaki topraklarda silahlı bir direniş başlattılar.
Nisan 1943’te açığa çıkan Katyn
Katliamı’na ilişkin suçlamalar üzerine Polonya sürgün hükümetiyle ilişkilerini
kesen Sovyet yönetimi, Tahran Konferansı’nda yeni SSCB-Polonya sınırı için
Curzon Hattı’nın temel alınmasını kabul ettirdikten sonra PPR aracılığıyla ayrı
bir hükümet ve ordu yaratmaya çalıştı. Kasım 1943’te genel sekreterliğini Wladyslaw
Gomulka’nın üstlendiği PPR, bu amaçla öbür sol gruplan da içine alan
Ulusal Halk Konseyi’ni (KRN) kurdu. Sovyet birliklerinin Polonya’ya girmesinden
sonra Temmuz 1944’te Dublin’de KRN’ye bağlı geçici hükümet organı olarak
Polonya Ulusal Kurtuluş Komitesi (PKWN) oluşturuldu. Bir hafta sonra Kızıl Ordu
Varşova yakınlarına kadar ulaştı. Polonyalı direnişçilerin oluşturduğu Iç Ordu’ya
bağlı birlikler Varşova’da genel bir ayaklanma başlatınca, Kızıl Ordu Stalin’in
emriyle ilerleyişini durdurdu. Toplam 63 gün süren Varşova Ayaklanması sırasında
İç Ordu büyük kayıplar verirken, 200 bin dolayında sivil yaşamını yitirdi.
Kızıl Ordu Ocak 1945’te bomboş ve yıkıntıya dönüşmüş Varşova’ya girdi. Alman
işgaline Mart 1945’te bütünüyle son verildi.
Sosyalist yönetim. Haziran 1945’te PKWN’nin yerini alan ve PSL önderi Stanislaw Mikolajczyk gibi yeni üyelerle genişletilen Polonya Ulusal Birlik Hükümeti, ABD ve İngiltere tarafından da hemen tanındı. Ardından Potsdam Konferansı’nda Oder-Neisse Hattı ülkenin batı sının, Polonya-SSCB Antlaşması’yla da Curzon Hattı doğu sınırı olarak kabul edildi. Stalin’e yakınlığıyla tanınan Boleslaw Bierut'un başkanlığındaki geçici hükümet, toprak reformu ve büyük sanayi işletmelerinin devletleştirilmesi gibi adımların yanı sıra geniş çaplı tutuklamalara girişti. Ocak 1947’deki genel seçimler Demokratik Blok’u oluşturan PPR, PPS ve Demokratik Parti’nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Yeni Sejm Bierut’u devlet başkanlığına seçti. Pragmatik bir sosyalist olarak bilinen Jözef Cyrankiewicz de başbakan oldu. PPR ve PPS Aralık 1948’de Polonya Birleşik îşçi Partisi (PZPR) adı altında birleşti. Bu arada kolektifleştirme programına karşı çıkan Gomulka’nın tasfiye edilmesiyle parti yönetimi de Bierut’un eline geçti.
Temmuz 1952’deki anayasal düzenlemeyle devlet başkanlığı yerine başbakanlığı üstlenen Bierut, Mart 1954’te bu görevi yeniden Cyrankiewicz’e bıraktı. Bierut’un ölümünden (Mart 1956) birkaç ay sonra Poznan’da işçilerin başlattığı genel grevde 70 kişinin öldürülmesiyle tırmanan siyasal gerginlik, Gomulka’nın yeniden yükselmesinin yolunu açtı. Partinin birinci sekreteri olarak kolektifleştirmeye son veren ve kilise üzerindeki baskıları kaldıran Gomulka, zamanla katı ve otoriter bir yönetim kurdu. Gomulka yönetimine karşı artan hoşnutsuzluk Mart 1968’de aydınların ve öğrencilerin büyük kentlerde giriştiği eylemlerle doruğuna çıkarken, ekonomik sorunlar da giderek büyümeye başladı. Aralık 1970’te temel tüketim mallarına yapılan zamlar üzerine Gdansk, Gdynia ve Szczecin işçileri greve gitti. Grevi bastırmaya çalışan birliklerin 100 kadar işçiyi öldürmesi ülke çapında karışıklıklara yol açtı. Parti üst yönetiminde yapılan değişiklikle görevden alman Gomulka’nın yerini Edward Gierek aldı. Başbakanlığı da Piotr Jaroszevricz üstlendi.
Karışıklıklardan kısa bir süre önce Batı Almanya’yla ilişkilerin normalleştirilmesiyle başlamış olan Batı’ya açılma süreci, Gierek döneminde ekonomik alanı da kapsayacak biçimde daha da ileri götürüldü. Bununla birlikte Gierek’in Batı’dan alman kredilere ve ihracat gelirlerine dayanarak giriştiği ekonomik reformlar, 1974’te Batı’da başlayan durgunlukla çıkmaza girdi. Mali yükü hafifletmek amacıyla Ocak 1976’da açıklanan zamlar, işçilerin yaygın protestoları karşısında hemen geri alındı. Bu olay aynı zamanda yönetime karşı muhalefetin güçlenmesinde önemli bir dönüm noktası oldu. Polonya kökenli Papa II. Johannes Paulus’un Haziran 1979’daki ziyaretinde gördüğü coşkulu karşılama dolaylı bir protestoya dönüştü.
Artan ekonomik sıkıntılara tepki olarak 1980 yazında yükselen grev dalgası sırasında Gdansk’taki Lenin Tersaneleri direnişin odağı durumuna geldi. Lech Walesa’nın önderliğindeki işçilerin isteklerini kabul ettirmesiyle kurulan Dayanışma Sendikası yeni ve bağımsız bir güç odağı olarak öne çıktı. Eylül 1980’de Gierek’in yerine birinci sekreterliğe Stanislavv Kania getirildi, Şubat 1981’de General Wojciech Jaruzelski başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Yeni hükümet ile Dayanışma Sendikası arasında ekonomik ve siyasal reformlar için yürütülen görüşmeler giderek bir çatışma ortamı doğurdu. Bunun üzerine parti birinci sekreterliğini de üstlenmiş olan Jaruzelski, 13 Aralık 1981’de sıkıyönetim ilan ederek Dayanışına Sendikası önderlerine karşı tutuklamalara girişti. Ekim 1982’de Sejm kararıyla kapatılan Dayanışma Sendikası varlığını yeraltında sürdürmeyi başardı. Askeri yönetimin sert önlemlerle sağladığı istikrara karşın, ekonomik sorunlar çözümsüz kaldı. Sıkıyönetimin kaldırıldığı Temmuz 1983’ten sonra da baskıcı politikalar ve kurulu sistemi koruyarak ekonomiyi düzeltme çabalan sonuç vermedi.
Demokrasiye dönüş. Dayanışma Sendikası’nın boykot çağrısına karşın katılımın yüzde 80’e yaklaştığı 1985 seçimlerinin ardından Devlet Konseyi başkanlığını üstlenen Jaruzelski, hükümette geniş çaplı değişikliklere gitti ve Batı’yla ilişkileri geliştirmeye özen gösterdi. Dayanışma Sendikası’na karşı izlenen sert tutum 1986’da yumuşamaya başladı. SSCB’de Gorbaçov’un başlattığı değişikliklerin ardından Jaruzelski yönetiminin hazırladığı siyasal ve ekonomik reform programlan Kasım 1987’deki halkoylamasında yüzde 67’lik bir çoğunlukla kabul edildi. Artan ekonomik sorunlar 1988’de yeni bir grev dalgasına yol açtı. Bunu hükümet ile Dayanışma Sendikası önderleri arasında reformlara ilişkin görüşmeler izledi. Görüşmelerde alınan kararlar doğrultusunda Haziran 1989’da yapılan ilk kısmi serbest seçimlerde PZPR ağır bir yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Tadeusz Mazowiecki başkanlığında, ağırlığını Dayanışma Sendikası yanlılarının oluşturduğu bir koalisyon hükümeti oluşturuldu.
Hükümet 1990’da enflasyonu aşağıya çekmeyi ve piyasa ekonomisine geçiş sürecini hızlandırmayı öngören bir programı yürürlüğe koydu. Bu programın bir parçası olarak ücretler fiyat endeksine bağlandı, aylık faiz oranlan yükseltildi, devlet sübvansiyonu kaldırıldı, zloti konvertibl hale getirildi ve fiyatlar serbest bırakıldı. Kasım 1990’daki cumhurbaşkanlığı seçimini Dayanışma Sendikası’nın kurucusu Lech Walesa kazandı, ama seçim süreci Dayanışma Sendikası içinde bölünmelerin başlamasına yol açtı. îç karışıklıkların ve ekonomik sorunların sürdüğü bir ortamda yapılan Ekim 1991’deki parlamento seçimlerine katılım çok düşük oldu ve hiçbir parti yüzde 12’nin üzerinde bir oy oranına ulaşamadı. Böylece birbirini izleyen kısa ömürlü koalisyon hükümetleri dönemine girildi. Bu arada 1992’de kabul edilen geçici anayasayla karma bir başkanlık-parlamenter yönetim siteminin getirilmesi siyasal istikrarsızlığı derinleştirdi. Demokrasiye dönüşle birlikte Batı Avrupa’yla daha sıkı ilişkiler içine giren Polonya, yeniden birleşen Almanya başta olmak üzere komşu ülkelerle çeşitli antlaşmalar imzaladı. Ülkedeki Sovyet birliklerinin geri çekilişi Ağustos 1993’te tamamlandı.
Partiler için ülke genelinde yüzde 5’lik ve koalisyonlar için yüzde 8’lik barajların uygulandığı Eylül 1993’teki parlamento seçimlerinden eski komünistlerin ardılı konumundaki Demokratik Sol İttifak (SLD) ile Polonya Köylü Partisi (PSL) kazançlı çıktı. PSL’nin lideri Waldemar Pawlak’ın kurduğu koalisyon hükümeti ekonomik reform programım ve Batı’ya açılma politikasını temelde sürdürmekle birlikte, siyasal yetkiler konusunda Walesa’yla bir dizi çatışmaya girdi. Walesa’nın baskısıyla Mart 1995’te Pawlak’ın yerine SLD üyelerinden Jözef Oleksy başbakanlığa getirildi. Kasım 1995’teki cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci turda Walesa’yı geride bırakan SLD adayı Aleksander Kwasniewski kazandı. Daha önce KGB adına çalıştığı ortaya çıkan Olesky’nin Ocak 1996’da istifa etmesinden sonra, aynı partiden Wlodzimiers Cimoszevvicz’in başbakanlığı altında koalisyon hükümeti sürdürüldü.
Parlamentonun hazırladığı yeni anayasa Mayıs 1997’deki referandumda Dayanışma yanlılarının ve Katolik grupların muhalefeti nedeniyle ancak yüzde 53’lük oy oranıyla kabul edildi. Eylül 1997’deki parlamento seçimlerinden 30 kadar grubun oluşturduğu sağ eğilimli Dayanışma Seçmen Hareketi (AWS) birinci parti olarak çıkarken, SLD ikinci sırada kaldı ve merkez eğilimli Özgürlük Birliği (UW) üçüncü sıraya yükseldi. Jerzy Buzek’in kurduğu yeni “Dayanışma” hükümetiyle siyasal ortamda köklü bir geriye dönüş başladı ve reform süreci hızlandı. Yerel yönetimlere geniş özerklik tanınırken, bütçe açığını azaltmaya ve sosyal harcamaları azaltmaya yönelik önlemler alındı. Mart 1999’da NATO’ya kabul edilen Polonya, hızlı ekonomik büyümenin de sağladığı uygun ortamla 2003 yılında Avrupa Birliği’ne tam üye olma yönünde görüşmelere oturdu. 8 Ekim 2000’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda oyların yaklaşık yüzde 55’ini alan Kwasniewski kazandı. Ana Britannica
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder