Polonya


Birinci binyılın ilk yarısında halkların büyük göçü sırasında Vistül ve Oder Nehirleri
çevresindeki topraklara haklarında daha fazla bilgimizin olduğu bir dizi kabile yerleşmişti. Barbar Hun kabilelerinin lideri Attila 45-53 yılları arasında günümüz Polonya topraklarını istila etti. 5. yüzyılda Germen kabileleri batıya ilerlerken Karpat Dağları'yla Baltık Denizi arasındaki bölgelerin çoğu Slavlar tarafından işgal edildi.
🔎Slavlar

..

9, ve 10. yüzyıllarda kabilelerin sadece savunma amaçlı olarak teşkilatlanmak üzere bir araya geldiklerine dair arkeolojik kanıtlar mevcuttur. Grodziska (grodzisko'nun çoğulu) diye adlandırılan müstahkem yerleşimlerin bir hayli sofistike yöntemlerle inşa edildiğine dair kesin kanıtlar bulunmaktadır.

..

9. yüzyılın ikinci yarısında "Bavyera Coğrafyacısı" namıyla bilinen bir tarihçi tarafından kayıt altına alınmıştı. Aynı kaynakta yaklaşık 50 kabile arasında bazı kabilelerin hakim konuma geçtiği belirtilmektedir. Wislanie ve Ltidzianie, Malopolska'ya; Mazowszanie, Mazovya bölgesine; Polanie kabilesi Wielkopolska'ya; Goplanie, Kujawy'ya; Slezanie, Silezya'ya ve son olarak Pomorzanie kabilesi Pomeranya'ya yerleşmişti.

..

8.yüzyıla gelindiğinde görünen o ki Polanlar kabilesi komşu kabileler üstünde denetim kurmakta başarılı olmuştu. Polanların başarısı esasen tuz ticaretinin denetiminden elde ettiği güçlü iktisadi konumla açıklanabilir

..

Falanların topraklarının merkezinde müstahkem bir mevki olan Gniezno bulunuyordu ve Gniezno 850 yılında, dönemin standartlarına göre surları, pazarları ve zanaat yurtlan olan gerçek bir şehirdi. İlk Polonya hanedanlığı o devrin hükümdarı Popiel'in devrildiği ve onun yerini Ziemowit'in aldığı bir iç darbeyle kurulmuştu. Ayrıntılar yine bilinmese de anlaşıldığı kadarıyla Ziemowit ve onun halefleri Leszek ve Ziemomysl, bir dizi fetihle Mazovya'yı ve muhtemelen Pomeranya'yı yeni ortaya çıkan Gniezno devletine dahil etmişlerdi. Devletin güçlendirildiği sürecin nihai aşamaları 960 sularında hükümdar olan I. Mieszko (960-992) devrinde gerçekleşti.



Polonya devleti 12. ve 13. yüzyıllarda yavaşça ama hiçbir şekilde kaçınılmaz olmayan bir gelişmeyle prensliklere bölünmüştü.

Merkezi otorite zayıflarken Krakow soyluluğunun, zengin şehirlilerin (burgherler, Lehçe mieszczanin) ve Kilise'nin gücü arttı.

Piast Hanedanı'na mensup her prensin başka prenslerle rekabet ederken birçok kez imparatordan yardım istemeleriyle Slask ve Pomorze'deki Germen otoritesi arttı.

Prensliklerin hükümdarları yerel sorunlarla ilgilenmeye başlarken gittikçe uzak bir kavram haline gelen Polonya birliğine duyulan ilgi kaybolmuştu. Bu yüzden Piast Hanedanlığı her biri belirli bir yöreyi (Malopolska, Wielkopolska, Pomeranya, Silezya, Mazovya) idare eden bölgesel hanedanlıklara bölündü.

...

Pomeranya ve Silezya giderek Germen etkisi altına girip Germenlerin kültürel ve iktisadi etkilerini içselleştirmişti. Ayrıca Kilise'ye bağlı Germen misyonerler bölgede Hıristiyanlığı egemen din yapma vazifelerini yerine getirmişlerdi.

Bu devirde Piast Hanedanı'na mensup prensler sık sık iç çatışmalarla meşgul olmak zorunda kalsalar da esasen gözlerini doğuya dikmişlerdi. Doğuya yöneliş sonucunda Rus prensleriyle hanedan arasındaki bağlar güçlenmişti. Kazimierz'in nüfuzu Rutenya, Kiev ve Galiçya'ya yayılırken Kazimierz, Macarların bölgedeki emelleriyle çatışarak onları durdurmayı başarmıştı.

Töton şövalyeleri

1226'da Polonyalı prensler arasında patlak veren çatışmalar Prusya'ya düzenlenen haçlı seferiyle aynı tarihe rastlamıştı. Mazovyalı Konrad, Prusyalıları yenmenin yollarını arıyordu. Kendi prensliğine Prusya'dan yönelen tehdidi bertaraf ettikten sonra Krakow prensliğini fethetmeye yoğunlaşmak istiyordu. Bu yüzden, Baltık bölgesindeki pagan topraklarını fethetmek ve paganları Hıristiyanlaştırmak amacıyla kurulmuş askeri-dini bir tarikat olan Töton Kutsal Meryem Tarikatı'nı kendi prensliğine davet etmişti. Bilinen adıyla Töton Şövalyeleri, Prusyalıları mağlup etmek umuduyla Mazovya-Prusya sınırına konuşlandırılmıştı. Şövalyeler zamanla fethettikleri Prusya topraklarında büyük araziler ve mutlak hakimiyet hakkına sahip olmuşlardı.

..

Töton Şövalyeleri Prusya'ya yerleştikten sonra Polonya Kilisesi'ne bağımlı olmayı kabul etmemişlerdi. Ne de Piast Hanedanı'na mensup prenslerin otoritesini kabul etmeye yanaşmışlardı.

Moğollar

Nisan 124l'de Silezya Prensi Henryk Poboiny (Sofu Henri, 1238-41) ile Moğol ordusu arasında Legnica civarlarında bir çatışma yaşandı. Bazı eski tarihçiler bu çatışmayı büyük bir savaş olarak tanımlasa da daha güncel araştırmaların bulgularına göre Henryk ve Gül Şövalyeleri, Haç Şövalyeleri ve Tapınak Şövalyeleri ana hedefi Macaristan'a ilerleyen Altın Orda'nın kanat birliklerinin taarruzuna uğramışlardı. Henryk Poboiny ve birçok şövalye savaş meydanında can vermişti. Moğolların istila gücü bir yıl içinde tükense de Balkanlar ve Karadeniz bölgesinden düzenlenen ufak tefek .saldırılar en baştaki saldırının tahripkarlığını hatırlatmayı sürdürdü. 

Litvanyalılar

Kiev-Rus Devleti'nin siyasi gücünün kırılması ve yerel ekonominin çökmesi ilk başta o tarihe dek kuzey ve kıyı bölgelerine hapsolmuş olan Litvanyalı hükümdarların etkilerinin artmasını sağlayan bir boşluk yaratmıştı. Litvanyalılar, Dinyeper ve Neman Nehirleri arasındaki bölgede etkili olmayı ve kendi nüfuzlarını Baltık Denizi'ne doğru yaymaya başlamışlardı. Bu gelişme karşısında Polonyalı prensler pagan Litvanya'yla ya ittifak yapacak ya da onunla savaşacaklardı. Tarihsel gelişmelerin seyri zamanla onları ilk seçeneği tercih etmeye sevk etti. 

...

Gniezno Başpiskoposu ve Polonyalı piskoposlar, 20 Ocak 1320'de Lokietek ve karısı Jadwiga'ya Polonya kralı ve kraliçesi olarak taç giydirilmişti.

Töton Şövalyeleri, Lokietek'in kuzeydoğudaki daimi ve amansız düşmanlarıydı. 1323'ten sonra Brandenburg'u yöneten Wittelsbachlarla ortak bir dava etrafında birleşmişlerdi.

Lokietek 1333'te öldüğünde Polonya Krallığı D oğu Avrupa'nın siyasi haritasına net biçimde yerleşmişti. Kralın en büyük başarısızlığı Töton Şövalyeleri'ni Doğu Prusya'dan çıkartamamasıydı

Büyük Kazimierz Devrinde Polonya 

Kazimierz Nisan 1333'te Polonya Kralı olduğunda soyluluk, Kilise ve Papa onun krallığını desteklemişlerdi. Babası onu idari ve askeri konularda eğittiği için Kazimierz krallık vazifesini üstlenmeye hazırlıklıydı. 

..

Çeklerin Polonya tahtındaki hak iddialarından vazgeçmeleri karşılığında Polonyalılar da Bohemya'nın Silezya'nın feodal lordu olduğunu kabul etmişlerdi.

1343'e gelindiğinde, Kalisz Antlaşması sonucunda Töton Şövalyeleri'yle Polonya kralı arasındaki ilişkiler normalleşti.

...

Polonya fetihlerinin sınırları 1366'da Litvanya'yla yapılan bir antlaşmayla çizilmişti. Rutenya iki ülke arasında bölünürken Lviv şehrinin de dahil olduğu güney kısım Polonya'ya kalmıştı. Podolya'nın o tarihte mi Polonya'ya geçtiği yoksa daha sonra mı fethedildiği bilinmese de Galiçya, Polonya'ya verilmişti.

Kazimierz gelişkin bir yapısı olan Macar sarayını da tanıma fırsatı bulmuş ve hem papalıkla hem de onun düşmanlarıyla kurduğu ilişkiler sayesinde bilgili, eğitimli danışmanlara ve yasa koyuculara sahip olmanın önemini anlamıştı. Okullar kurulmasını teşvik etmiş ve Batı Avrupa'daki üniversitelerde eğitim alan kişilerden yararlanmıştı. Yasa koyucular yetiştirme ihtiyacı o kadar acildi ki Kazimierz 1364'te Krakow'da bir üniversite kurmak için papalıktan resmi bir izin almıştı ve doğudaki tek üniversitenin Prag'da olduğu o tarihlerde bu eşsiz bir başarıydı.

Jagielionlar devri




1383'te Polonya'daki soylular meclisiyle Macaristan elçisi arasında yapılan anlaşmanın sonucunda Jadwiga, müstakbel Polonya Kraliçesi olarak kabul edilmişti.

Jadwiga, 15 Ekim 1384'te Polonya Kraliçesi oldu.

...

Polonya soyluluğu kendisinin münasip bulduğu bir tercihin yapılması gerektiğini açıkça ilan etmişti. Kendisi adına yapılmış nihai tercihe itiraz ettiği bilinse de (bundan dolayı onu kimse suçlayamaz!) Jadwiga'nın hisleri fazla önem taşımıyordu. Soyluluk bu pırıltılı ve iyi eğitimli genç kadının kendinden üç kat yaşlı ve işe yarar bir putperestle evlenmesi gerektiğine karar vermişti. Litvanyalılarla anlaşma kararını Malopolska soyluluğu almıştı. Niyetleri Litvanya'yı Polonya Krallığı'na katmak ve kraliyet bağışlarıyla ortaya çıkacak yeni zenginleşme fırsatlarından yararlanmaktı. 14 Ağustos 1385'te Krewo'da Litvanyalılarla Polonya krallığı temsilcileri arasında bir antlaşma imzalandı. Nişandan sonra Jagiello adını alan Litvanya hükümdarı Jogaila, Polonya Krallığı'nı eski sınırlarına döndürme sözü karşılığında 11 Ocak 1386'da Polonya Kralı oldu. 

Litvanya hükümdarıyla Polonya Kraliçesi'nin evlenmesiyle birlikte Polonya'yla Litvanya Düklüğü arasındaki birlik pekişti. İki tarafın taahhütleri Krewo Antlaşması'nda açık seçik olarak tanımlanmış ve hadisenin siyasi önemi kayıt altına alınmıştı.

...

O tarihlerde Litvanya şimdi bildiğimiz ufak Baltık devleti değildi; Baltık' tan Karadeniz' e uzanan topraklara yayılan ve sürekli genişleyen bir yapıydı. Bölgedeki nüfusun büyük kısmı Ortodoks Hıristiyan Kilisesi'ne bağlıydı.

Birkaç yüzyıldır soyluluğa verilen imtiyazlar sonucunda Polonya Krallığı her bakımdan seçilmiş bir makama dönüşmüştü. Jadwiga, Piast Hanedanlığı'na mensup olsa da hükümdarlık etmezken Polonya tahtında herhangi bir hanedanlık hakkı olmayan kocası pekala hükümdarlık edebilmişti.

...

1403'te Papa IX. Bonifacius Töton Şövalyeleri'nin kısa süre önce din değiştiren Litvanya'ya saldırmalarının yanlış olduğunu belirtmiş ve bu eylemlerinin Hıristiyanlık davasına zarar verdiğini söylemişti. Bu beyanatla birlikte Litvanya'yı hedef alan tüm haçlı seferlerinin durdurulması gerekiyordu. Ama Şövalyeler bunun yerine topraklarını daha da genişletmeye giriştiler. 1407'de yeni Büyük Üstad Ulrich von Jungingen, Polonya'ya yönelik saldırgan bir politikaya öncülük etti. 

6 Eylül 1409'da Şövalyeler Polonya'ya açıkça savaş ilan etti. Üç aktör arasındaki ilk çatışmaların ardından 8 Ekim'de tüm askeri faaliyetleri 25 Haziran 1410'a dek askıya alan bir ateşkes ilan edildi. Taraflar böylece kazandıkları zamanı ittifaklar oluşturmak ve uluslararası destek sağlamak için kullandılar.

...

Polonya'da Grunwald Savaşı diye bilinen askeri çatışma 15 Temmuz 1410'da gerçekleşti. Genellikle Ortaçağ'ın en önemli savaşı olarak tanımlanan Grunwald Savaşı'nın en sıradışı özelliği iki Hıristiyan güç arasında geçmesiydi. Bir tarafta sayıları yaklaşık 500'ü bulan Töton Şövalyeleri vardı (bunlar etkili silahlarla donanmış, kendi siyasi ve askeri güçlerinden emin ve tecrübeli askerlerdi). Tam sayıları saptamak mümkün olmasa da Töton Şövalyeleri Büyük Üstad'ının emrinde, şövalyelere ilaveten 16 bin kişilik süvari ve 5 bin kişilik piyade gücü vardı. 

Karanlık çöktüğünde Polonya-Litvanya zaferi kesinleşmişti.

Savaşın önemi, büyüklüğü ve Polonyalılarla Litvanyalıların bir zafer kazandığı yadsınamaz. Polonya-Litvanya askerleri savaşa Şövalyeler'den daha iyi hazırlanmışlardı ve hem savaştan önce hem de savaş meydanında alınan kararlar haklı bir zafere yol açmıştı. Üstün ve yenilmez zannedilen Şövalyeler alt edilmişti. Jagielo, bu askeri zaferi Şövalyeleri tamamen yok edecek bir darbeyle taçlandıramasa da Şövalyeler eski prestijini bir daha kazanamamıştı.

...

1 Şubat 1141 'de Töton Şövalyeleri'yle Thorn (Torun) şehrinde bir barış antlaşması yapıldı. Antlaşmanın mütevazı olsa da önemli kazanımlarından biri Zemaitija'nın Litvanya'ya geri verilmesiydi. Şövalyeler'in Baltık kıyılarında mutlak hakimiyet kurma umudu suya düşmüştü. 

..

III. Wladyslaw Warneniczyk (Varnalı Ladislaus, 1431-1444), Polonya kralı olduğunda henüz on yaşındaydı ve kralla soyluluğun geçmişte yaptıkları bir antlaşmadan ötürü tahta çıkmıştı. Wladyslaw, 10 Kasım 1444'te Varna Savaşı'nda Türk ordusuna düzenlenen kötü planlanmış bir taarruzda öldürülmüştü.

..

Varna Savaşı'ndan iki yıl sonra Kazimierz (IV. Kazimir, 1446-1492) tahta geçti. Aradan geçen iki yılda Kazimierz'in Polonya ve Litvanya'daki resmi statüsünü müzakere edip netleştirmek için bazı çabalar sarf edildi. Genç Kazimierz kendisinin Litvanya tahtının meşru varisi olduğunu ve bu hakkın babasından ona geçtiğini iddia etse de Litvanya soyluluğu kendi tercihini yapmak istedi. İki taraf 1446'da Kazimierz'in seçilmiş kral olarak Polonya tahtına, meşru varis olarak da Litvanya tahtına oturduğu bir çözümde uzlaştı. Bundan sonra Litvanya, Polonya'yla birlikte hareket eden bağımsız bir devlet muamelesi gördü. 

...

Tahta geçtiğinde Kazimierz'in ilk kaygısı Polonya'nın Pomeranya ve Prusya'daki hakimiyetini yeniden sağlamak oldu. 1435-54 döneminde Polonya Krallığı'yla Töton Şövalyeleri arasındaki ilişkiler görece istikrarlıydı. Bu ikisi arasında Rutenya hükümdarı Swidrygiello'nun Litvanya tahtında hak iddia etmesiyle başlayan çatışma 1435'te Brest Antlaşması'yla sona erdirilmişti.

(Töton Şövalyelerine karşı)  Prusya Birliği, Polonya kralından destek istedi ve 1454'te şehirlerin çoğu Prusya Birliği'ne desteklerini açıkladığında zafer kesinleşmişti. Ardından Şövalyelerin silahlarına el konup kaleleri bir bir yıkılmıştı.

..

1461 'de kral zorunlu askerlik uygulamasını kaldırıp paralı askerlere bel bağlamaya karar verdi. Polonya, bu yeni uygulamayla paralı askerlerin başına Pyotr Dunin adında etkileyici bir komutanın getirilmesi sayesinde, Prusya ve Pomeranya'yı fethetti. Savaş Prusya topraklarında öyle büyük bir tahribata yol açmıştı ki çatışmaların durmasından Prusya Birliği büyük bir memnuniyet duymuştu. İki taraf 19 Ekim 1466'da Toruında bir barış antlaşması imzaladı. Polonya, Pomeranya'yı, ayrıca Chelmno ve Michalow yörelerini ele geçirdi.

..

Olbracht, 27 Ağustos 1492'de erkek kardeşi Zygmunt ve ağabeyi Bohemya ve Macaristan kralı Wladyslaw'ı mağlup ettikten sonra 23 Eylül'de Polonya Kralı Jan Olbracht (I. John Albert, 1492- 1501) olarak taç giydi.

 17 Haziran 150l'de Jan Olbracht, geride meşru bir oğul bırakmadan öldü.4 Ekim'de Olbracht'ın kardeşi Litvanya Grandükü Aleksandr (1501-1506), Polonya Kralı seçildi ve böylece Litvanya'yla Polonya bir kez daha tek hükümdarın yönetiminde birleşti. Gelgelelim Polonya'daki Jagiellonlar devri sona yaklaşıyordu. Aleksandr 1506'da meşru bir varis bırakmadan ölünce, I. Zygmunt (İhtiyar Zygmunt, 1506-1 548) kral oldu. 1 548'de babası I. Zygmunt'un yerine tahta geçen II. Zygmunt (1548- 1 572) Jagiellonlar hanedanına mensup son kraldı. O da geriye erkek bir evlat bırakmadan ölünce en küçük kız kardeşi Anna yaşayan tek Jagiellonlar olarak kalmıştı.

16. yüzyılda daha önce başlayan siyasi ve toplumsal değişimlerin neticelenmesi ya da yasalar aracılığıyla kurumsallaştırılması, tarihçileri bu dönemi Ortaçağ'ın sonu ve modern zamanların başlangıcı olarak görmeye sevk etmiştir. Soyluluğun gücünün artışı 1505'de Radom'da yapılan Sejm toplantısında tescil edilmiştir. Aleksandr o toplantıda soyluluğun çıkarlarını ilgilendiren herhangi bir yasanın soyluluğun onayı olmadan yürürlüğe konamayacağına ilişkin meşhur açıklamasını yaptı. Bu düzenlemeyle soyluluğa Sejm'deki müzakerelere doğrudan katılma hakkı verildi. Genellikle Nihil Novi yasası adı verilen düzenleme, neresinden bakılırsa bakılsın, geleneksel soyluluğun gücünün arttığı, buna karşılık Kraliyet' in ve yeni (ufak çaplı) soyluluğun otoritesinin sınırlandığı durumun hukuken teyit edilmesi anlamına geliyordu.

Jagiellonlar devrinin son yıllarında Polonya'nın batı sınırında istikrar sağlanmış olsa da doğu ve güneydoğu sınırları toprak kayıplarıyla birlikte değişmeye devam etmişti. 15. yüzyıl sonunda Moskova'nın giderek artan gücü çatışmalara yol açtı. Hem Jan Olbracht hem de Aleksandr gerilimi azaltmaya çalışsalar da Çar IV. İvan'ın dinamik politikaları ve Litvanya'nın doğusundaki ülkelerin hükümdarlarının Moskova'yla yakınlaşma isteklerinden dolayı Polonya'nın nüfuzu kaçınılmaz olarak azalmıştı. I. Zygmunt devrinde Moskova, Türklerle ittifak yaparak Karadeniz bölgesindeki Tatar aşiretleri destekledi. l537'de ise Polonya, Litvanya ve Moskova arasında bir barış antlaşması imzalandı. Fakat l538'de Sahib Giray'ın Kırım'ın tartışmasız hakimi olduğu güneyden yeni bir tehdit baş gösterdi. Türklerin Sahib Giray'ı desteklemeleri Polonya ve Litvanya'ya yönelik ciddi bir meydan okumaydı.
...
15. ve 16. yüzyıllarda İslam dünyasının sınırları Polonya'ya dek dayanmıştı ve bu ikisi arasında kayda değer bir kültürel, askeri ve entelektüel etkileşim vardı.

Farklı Uluslar Topluluğu Polonya Krallığı'nın etnik bileşimi o tarihlerde asla sadece Polonyalılardan oluşmuyordu. Slavların çoğunlukta olduğu yerler sadece Mazovya ve Kraliyet Prusya'sıydı; üstelik Kraliyet Prusya'sında Kaşublar da bulunuyordu. Podlas bölgesinde hatırı sayılır miktarda Mazuryalı, Belaruslu ve Litvanyalı topluluklar vardı. Podolya ve Volhynia'daki nüfusun çoğunluğu Rutenyalıydı. Germenlerin yürüttüğü kolonileştirme politikası Germen toplulukların Polonya krallığının çeşitli bölgelerine yerleşmesine yol açmıştı. Bunun yanı sıra birçok şehirde Ermeniler ve Yahudiler vardı. Rutenyalı, Tatar ve Eflak toplulukların kuzeydoğu ve doğudaki bölgelere akınları da etnik karışıma ilave bir katkıda bulunmuştu. 
..
Polonya açısından 16. yüzyılın en önemli gelişmesi Polonya Krallığı'yla Litvanya'nın birleştiği sürecin tamamlanmasıydı. Her iki tarafın temsilcileri Jagiello'nun Polonya Kralı olmasından beri devamlı tartışılıp müzakere edilen bu meseleyi karara bağlamak için Aralık 1568'te bir araya geldiler. Her iki taraf da uzun vadede birleşmek gerektiğinde hemfikirdi ve Livonya bölgesinde Rusya'yla yaşanan son çatışma bu kanıyı daha da güçlendirmişti. Fakat mesele iki ülkenin tam olarak nasıl birleşeceğini belirlemekti. Bu bir fetih ya da boyun eğdirme sürecinden ziyade iki krallığın bir araya geldikleri bir anlaşma olmalıydı. Birleşmek için taraflardan birinin gelecekte küçük ortak muamelesi görmeyeceğine; tarihsel ve hukuksal farklılıklara saygı duyulacağına dair güvenceler verilmesi gerekmişti. Temmuz 1569'a kadar devam eden kapsamlı müzakerelerin ardından birliğin nihai biçiminde uzlaşılmış ve Polonya-Litvanya Birliği (Lublin Birliği ile) kurulmuştu. Aynı kral tarafından yönetilen iki ülke resmen birleştirilmişti. Bundan sonra tek bir Sejm olacaktı ama Birlik'in çeşitli bölgelerinin Sejm'e temsilciler göndermesine izin verilecekti. Sejm'de kararlar oy birliğiyle alınacaktı; böylece yasamayla ilgili meselelerde uzlaşı sağlanması amaçlanmıştı. Bu çok önemsenen ve kutsallaştırılan ilke sayesinde soyluluk, yürürlüğe konmasını istemediği yasaları iptal etme hakkına kavuşmuştu.


İsveçli Vasalar Devri 
 III. Zygmunt'un 1632'deki ölümünün ardından yapılan seçimlerde oğlu Wladyslaw, Polonya ve Litvanya Kralı seçildi ve IV. WladyslawVasa (1632-48) olarak taç giydi. 
....
Wladyslaw'ın erkek kardeşi II. Jan Kazimierz Vasa ( 1648- 68) Polonya-Litvanya Birliği tahtına oturmuştu. II. Jan da bir aile geleneği olarak İsveç tahtında hak iddiasını sürdürmüştü. Kraliçe Kristina 1654'te İsveç tahtından feragat edip Avrupa'nın kraliyet saraylarında avarelik ettiği bir seyahate çıkmıştı. Ne var ki Jan Kazimierz bu avantajı da değerlendirememiş ve X. Karl Gustav, İsveç kralı olarak seçilmişti. Polonya'nın birleşik Türk ve Tatar askerlerine karşı savaşmasının yarattığı zorlukları fırsat bilen X. Karl, Polonya'yı kuzeyden istila etti. Mayıs 1660'daki Oliva Antlaşması'yla son bulan bu uzun savaşta Polonya toprakları İsveç orduları tarafından perişan edildi.
🔎İsveç ordusu Dönem filminden görüntü...
..
(Rus Çarı)İvan'ın ölümünden sonraki ayaklanmalar Polonya-Litvanya soyluluğuna sadece Moskova'yı Baltık'tan uzaklaştırmak için değil, Rusya tahtını ele geçirmek için de beklenmedik bir fırsat sunmuştu.

Polonyalı bir büyük toprak sahibi olan Mniszech'in önderliğindeki bir askeri birlik I604'te Moskova'yı fethetmek için harekete geçmişti. Ill. Zygmunt da Moskova Krallığı tahtında hak iddia eden birine yardım etmek bahanesiyle Mniszech'in seferini desteklemişti. Yeni peyda olan bir başka Dimitri de Mniszech'in kızıyla tam zamanında baş göz edilmişti. Bu, Polonyalıların başlattığı harekatın genç Çareviç Dimitri'yi Moskova tahtına geçirme girişimi olarak meşrulaştırılabileceği anlamına geliyordu. Polonya ordusu Moskova'ya ulaşsa da 1606'da büyük bir aksilikle karşılaşılmış, Moskovalı güruhların saldırısıyla Dimitri öldürülürken birçok Polonyalı da ya ölmüş ya da hapsedilmişti. Mniszech ve beraberindekiler de Rusya'dan tüymüşlerdi. Fakat bir süre sonra tahtta hak iddia eden yeni bir Dimitri'ye arka çıkılmış .ve gerçek Dimitri'nin aslında o olduğu iddiasıyla Polonya-Litvanya güçleri 1609'da Rusya'ya bir kez daha saldırdı. O tarihlerde İsveç de Rusya'daki olaylarla ilgilenmeye başladığı için Ruslar İsveç'ten de yardım istemişlerdi. On yıl süren çatışmaların ardından 1619'da Polonya-Litvanya Birliği'yle Rusya arasında bir barış antlaşması imzalanmıştı.
...
Rusya'yla 1667'de imzalanan Andrusovo Antlaşması Kazaklarla çatışmaların sona erişini simgelemişti. Dinyeper Nehri boyunca uzanan Kazak topraklan ikiye bölünmüş ve Zaporog bölgesi, Ruslarla Polonyalılar tarafından ortaklaşa idare edilmişti.
🔎Kazaklar


Saksonlar Devri Polonya-Litvanya Birliği'nde bir sonraki krallık seçimi seçim sürecinin kusurlarını iyice ortaya çıkarmıştı. Adaylar arasında ikisi öne çıkmıştı: (1) Büyük toprak sahiplerinin çoğunluğunun desteğini alan, Fransızların adayı Conti Dükü François; (2) en güçlü Alman hanedanlarından Wettin'leri temsil eden ve soyluluğun desteğini alan Saksonya Elektörü Friedrich August. Sobieski taraftarları ve liman şehri Danzig, Friedrich August'u desteklemişlerdi. Bu iki kamp kendi aralarında uzlaşıya varamadıkları için her biri kendi adayını Birlik'in kralı ilan etmiş ve mesele çözümsüz kalmıştı. II. August (1697-1733) adıyla hükümdarlık eden Friedrich August, adaylığını açıklamadan hemen önce Katolikliğe geçtikten sonra hızla Polonya'ya ulaşmış ve 15 Eylül 1697'de kraliyet tacını giymişti.
..
II. August, Danimarka ve Rusya'da onunla ittifak yapmaya hazır hükümdarlar bulmuştu. İki ülke de Saksonya'nın İsveç'i fethetme arzusunu paylaştığı için 1698'de üçlü bir ittifak yapıldı. Fakat on altı yaşındaki İsveç Kralı XII. Karl, zorlu bir rakip çıkmış ve müttefikleri Britanya ve Fransa'yla birlikte karşı saldırıya geçmişti. Ağustos 1700'de Danimarka teslim olmuş ve ardından Çar Petro'nun ordusu Narva'da hezimete uğradı. 1701 'de çatışma Polonya-Litvanya Birliği topraklarına sıçramış ve Saksonlar onları kovalayan İsveçlilerin elinde ciddi bir yenilgiye uğramıştı. Mayıs 1702'de Varşova, İsveç tarafından işgal edildi ve II. August Polonya'dan ayrılıp Saksonya'ya gitti.
..
  İsveç yanlısı politikayı destekleyenler II. August'un tahttan fiilen çekildiğini öne sürerek 1704'te yeni bir kral seçmişlerdi. Ne var ki Stanislaw Leszczynski ( 1704- 10) genel olarak İsveç' in kuklası sayıldığı için kendi otoritesini sağlamakta başarısız olmuştu.
..
Polonya ve Litvanya tahtlarına talip olanlar arasında iki kişi öne çıktı: Fransızların para desteği sağladığı Leszczynski ve II. August'un oğlu Saksonyalı Friedrich August. Avusturya ve Rusya, Friedrich August'u desteklemişlerdi. Polonya'daki yabancıların sayısının artmasından endişelenen kesimler ise Leszczynski'yi Piast geleneğinin varisi olarak takdim etmişlerdi. Sarmat soyluluğunun cazip bulduğu ve milliyetçi hisleri zekice istismar edebilen Fransızların adayı Leszczynski en sonunda başarılı olmuş ve 12 Eylül 1733'te 13 bin soylunun katıldığı mitingle Birlik'in kralı ilan edilmişti. Ama Ruslar bu kararı kabul etmemiş ve Avusturya ve Prusya'nın da onayıyla düzenledikleri bir başka mitingte Friedrich August'u kral ilan etmişlerdi. O aşamadan sonra iki aday da kendi krallığını zorla kabul ettirmeye çalışmış ve Friedrich August'un şansı daha yaver gitmişti. August, Ocak 1734'te Rus askerlerinin desteğiyle tahta otururken Fransızlardan yeterli bir askeri destek alamayan yenilgiyi kabul etmek zorunda kalıp Fransa'ya gitmişti (Fransa'da kralın damadı olan Leszczynski'ye Luneville ve Nancy'de araziler tahsis edilmişti.) Friedrich August, l733'te III. August adıyla taç giymiş ve 5 Ocak 1763'te ölmüştü.

..
Polonya'nın son kralı, Poniatowski ailesinin ferdi Stanislaw August Poniatowski ( 1764-95) idi. Poniatowski, anne tarafından, Czartorskyi ailesine mensup büyük toprak sahipleriyle de akrabaydı. Polonya'nın en güçlü iki ailesinden geldiği halde bu, tahta geçmesi için yeterli değildi. Kral olarak seçilmesinin tek nedeni St. Petersburg'ta Britanya elçisine asistanlık yaptığı sırada Grandüşes Katerina'yla bir aşk yaşamasıydı.

Prusya, Rusya'nın Polonya'nın iç işlerine müdahalesine karşı olmasa da Polonya'daki iç savaşın Avrupa'da dini boyuta da bürünebilecek kapsamlı bir savaşa yol açabileceğini düşünmüştü. Viyana'nın bu çalkantıdan sınırlarını sağlamlaştırmak ve genişletmek için yararlanma çabaları da bir başka işbirliği ihtiyacı yaratmıştı. Üç devlet, sonuçta, 5 Ağustos 1772'de Polonya topraklarını taksim etmek üzere kendi aralarında bir antlaşma imzaladılar.

Parçalanmışlık dönemi. Polonya toprakla­rının büyük bölümünü ele geçiren Ruslar, kültür ve eğitim düzeyi daha yüksek olan bu bölgeyi sekiz yönetim bölgesine ayır­makla (1801) birlikte, başlangıçta Polonya­lıları önemli görevlerde tuttular ve var olan kurumlara dokunmadılar. Prusya’ya bırakı­lan topraklar Batı Prusya, Güney Prusya ve Yeni Doğu Prusya olarak doğrudan Prusya tahtına bağlanırken, Galiçya olarak anılan Avusturya’nın elindeki topraklar bir dizi yönetsel düzenlemeden geçti. Baskıcı Al­man yöneticilerin görevlendirildiği iki böl­gede de çok geçmeden gizli milliyetçi örgüt­lenmeler ortaya çıktı. Paris’le bağlantılı olan bu örgütlenmeler Fransız-Avusturya Savaşı’yla (1792-1801) özellikle Galiçya’da güç kazandı. Bu dönemde Kuzey İtalya’da savaş tutsaklarından oluşturulan Polonya lejyonları bir sonuç alamadı. Önceleri Prus­ya topraklarında tampon bir devlet oluştur­mak için Polonyalıları destekleyen Rusya, Napoleon’un 1806’da bu ülkeye saldırması üzerine planlarından vazgeçti.

Napoleon’un Prusya’yı yenilgiye uğratma­sından sonra 1807’de oluşturulan Varşova Düklüğü, ikinci paylaşımda Avusturya’ya bırakılmış olan toprakları 1809’da geri ala­rak sınırlarını daha da genişletti. Napole­on’un çöküşüyle birlikte Polonya’nın ba­ğımsız gelişiminin önü yeniden tıkandı. Es­ki sınırlar çerçevesinde yeni bir düzenleme getiren Viyana Kongresi (1814-15), Prusya ve Avusturya’ya verilen topraklarla küçü­len Varşova Düklüğü’nü kendi yönetim sis­temini ve ordusunu korumak üzere Polon­ya Krallığı adı altında Rus Çarlığı’na bağla­dı. Polonya Kongre Krallığı olarak bili­nen bu kesimle sınırlı olmak üzere oldukça liberal bir anayasa yürürlüğe kondu. Aynı zamanda Polonya kralı unvanını taşıyan Rus çarı I. Aleksandr 1819’dan sonra sık sık anayasayı çiğnemeye başladı. Giderek ar­tan baskılar Polonya milliyetçi hareketinin güçlenerek yayılmasını önleyemedi.

Çar I. Nikolay’ın bir Polonya ordusuyla Fransa’ya sefer düzenlemek istemesi, Ka­sım 1830’da askerlerin de katıldığı geniş çaplı bir ayaklanmaya yol açtı. Sejmin Ocak 1830’da Nikolay’ı krallıktan uzaklaş­tırmasıyla başlayan savaşta, Avrupa devlet­lerinden bekledikleri yardımı göremeyen Polonyalı direnişçiler üstün Rus kuvvetleri­ne ancak Eylül 1831’e değin karşı koyabildi­ler. Ayaklanmanın bastırılmasını izleyen dönemde temsili sistem ve bağımsız ordu ortadan kaldırılırken, üniversitelere ve kiliseye ağır darbeler indirildi, binlerce kişi sür­güne zorlandı. “Sürgündeki Polonya kralı” Adam Jerzy Czartoryski’nin çevresinde toplanan tutucular diplomatik girişimlerle 1815 statüsüne dönülmesini sağlamaya çalı­şırken, radikal yurtseverlerin örgütlediği Polonya Demokratik Derneği 1772 sınırla­rına dayalı bir bağımsızlığı ve toprak refor­munu öngören bir programla ortaya çıktı.

Polonya topraklarında geniş bir destek bulan derneğin 1846’da başlattığı ayaklan­ma, hazırlık aşamasında açığa çıkarılması ve etkili karşı önlemler alınması nedeniyle ba­şarısızlığa uğradı. Böylece güçten düşen Po­lonyalı yurtseverler, Avrupa’yı devrimci bir dalganın sardığı 1848-49 yıllarında etkisiz kaldılar. Önceleri Rusya’daki Polonya yurt­severlerini destekler görünen Prusya ve Avusturya, kendi ülkelerinde baş gösteren milliyetçi kıpırdanmaları sert biçimde sin­dirdiler. Polonya milliyetçi hareketinin ağır­lığı giderek uluslararası kamuoyunu etkile­meye yönelik siyasal çalışmalara kaydı.

 Kırım Savaşı’nın (1853-56) ardından içeri­de karışıklıklarla karşı karşıya kalan Rus Çarlığı, Polonya’ya karşı daha ılımlı bir tu­tuma yönelerek bazı reformlara girişti. Otokratik yapıyı reformlarla ayakta tutma çabalan, özellikle radikal yurtsever akımın etkilediği gençlerin yaygın tepkisini çekti. Dinsel törenlerdeki siyasal gösterilerle tır­manan olaylar Şubat 1863’te kitlesel bir ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanmacıların Fransa ve Avusturya’dan yardım alma umudu boşa çıkarken, Prusya ve Rusya sıkı bir işbirliğine girdi. Ayaklanmanın Nisan 1864’te bastırılmasının ardından, geniş çap­lı bir sindirme kampanyası uygulandı. Aynı dönemde sertliğin ve feodal kısıtlamaların kaldırılması yurtseverlerin köylüler arasın­daki desteğini zayıflatmakla birlikte, piyasa ekonomisinin gelişmesini hızlandırarak ye­ni toplumsal dinamikler yarattı. Rus bürok­rasisinin ağırlaşan denetimine yoğun bir Ruslaştırma politikası eşlik etti.

Prusya’da Otto von Bismarck da aynı yolu izleyerek Polonya topraklarını Alman­ya’nın bir parçası durumuna getirdi ve eği­tim sistemini baştan aşağı Almanlaştırdı. Buna karşılık Avusturya’daki Polonyalılar özerkliklerini önemli ölçüde korudular; Galiçya bölgesi Polonya kültürünün ve aydın­larının sığınağı olarak öne çıktı. Yüzyılın ikinci yansında Polonya’nın bütün parçalan özellikle madencilik, metal eşya yapımı ve dokumacılık alanında hızlı bir sanayileşmeye sahne oldu. Prusya kesi­mi dışında güçlü bir Polonya burjuvazisi doğdu. Sanayi işçileri sayıca giderek büyü­yen bir sınıf durumuna geldi. Tarımda birbi­rini izleyen bunalımlar birçok Polonyalı kü­çük soyluyu kentlere çekti. Aynı dönemde Almanya’nın sanayileşmiş bölgelerine, ar­dından ABD’ye kitlesel göçler başladı.

Rusya’daki Polonyalılar arasındaki ilk ka­lıcı siyasal partiler 1890’larda ortaya çıktı. Polonya burjuvazisine ve toprak sahibi soy­lulara dayanan, Roman Dmowski önderli­ğindeki Ulusal Demokratik Parti (ND) 1905 Devrimi’nin ardından özerkliği hedef­leyen programıyla yasal çalışma olanağını buldu. Bir başka muhalefet odağı olan Po­lonya Sosyalist Partisi’nin (PPS) ikiye bö­lünmesinden sonra yurtsever kanat Jözef Pilsudski önderliğinde “radikal bağımsızlık programı” nı korurken, sol kanat ise örgüt­lenmesinde Rosa Luxemburg’un önemli rol oynadığı Polonya ve Litvanya Krallığı Sos­yal Demokrat Partisi’yle (SDKPiL) birleşti Avusturya’da 1907’de genel oy hakkının ta­nınmasından sonra kurulan ve çok geçme­den etkisini Polonya Krallığı’nın güney ke­simine yayan Polonya Köylü Partisi de (PSL) 1913’te çoğunluğu oluşturan ılımlı ve radikal sol kanatlara ayrıldı. Prusya’da Po­lonya milliyetçilerine uygulanan baskı ise 1905’ten sonra daha ağır bir biçim aldı. Ana Britannica

 



Bağımsızlığa geçiş. I. Dünya Savaşı’yla birlikte Polonya sorunu, Avusturya ve Rus­ya’nın birbirlerine karşı kullanmaya çalış­tıkları bir silah niteliğini kazandı. Yüksek Ulusal Komite’yi (NKN) kuran ve Polonya­lı askerlerden bir lejyon oluşturan Pilsudsk yanlıları Avusturya’nın, Polonya Ulusa Komitesi’ni (KNP) kuran Dmowski ve Ulu­sal Demokratlar ise Rusya’nın yanında yer aldı. Almanya ve Avusturya birliklerinin Polonya Krallığı’nı işgal etmesinden sonra Kasım 1916’da eski Polonya topraklarının yalnızca altıda birini kapsayacak bağımsız bir krallık planı açıklandı. Bu durum ittifak Devletleri’nin desteğine dayanarak bir cumhuriyet kurmayı tasarlayan Pilsudsk yanlılarını hayal kırıklığına uğrattı. 1917 Şu­bat Devrimi’nin ardından Rusya’da kuru­lan geçici hükümetin Polonya’ya bağımsız­lık hakkını tanımasıyla, Polonya sorununun çözümüne yönelik çabalar gündeme geldi. Rusya sınırları içinde özerklik programından vazgeçen Dmowski ve KNP Batılı İtilaf Devletleriyle iş birliğine yöneldi. İşgalci İtti­fak birlikleriyle çatışmaya giren Pilsudski’ye bağlı kuvvetler ise sindirildi. Bununla birlikte 1917 Ekim Devrimi ve ABD başka­nı W.Wilson’ın On Dört Madde bildirisi Polonyalıların birleşmiş bir devlet kurma mücadelesi için elverişli bir ortam yarattı Avusturya ve Almanya’nın kesin yenilgisin­den sonra Kasım 1918’de İkinci Polonya . Cumhuriyeti’ni ilan eden Pilsudski, Ocak 1919’da Paris’te KNP ile anlaşmaya vararak yeni devletin temellerini atmaya girişti. De­mokratik seçimlerle oluşturulan, kurucu meclis ve yasama organı niteliğindeki Sejm’de ND ve PSL milletvekilliklerinin çoğunluğunu, sol partiler ise yaklaşık dörtte birini elde etti. Bu arada çeşitli kentlerde ortaya çıkan işçi sovyetleri Haziran 1919’da hükümetçe dağıtıldı. Ana Britannica



İkinci Polonya Cumhuriyeti başlangıçta eski Polonya topraklarının yalnızca bir bö­lümünü kapsıyordu. Bu nedenle yeni Po­lonya hükümeti diplomatik ve askeri yollar­dan bir genişleme politikası izledi. Paris Ba­rış Konferansı’nın sonunda imzalanan Versailles Antlaşması’yla (Haziran 1919), Gdansk özgür kent statüsünde kalmak üze­re, daha önce Prusya’nın bir parçası olan Baltık kıyıları Polonya’ya bağlandı. Antlaş­mayı izleyen plebisitlerle Mazur Göller Bölgesi’nin bazı sınır bölgeleri ve Yukarı Silezya’nın en çok sanayileşmiş kesimleri Po­lonya sınırları içinde kaldı. 

Bağımsızlıktan hemen sonra kurulan Polonya ordusuyla Litvanya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya kar­şı girişilen harekâtlar ise Sovyet yönetimiy­le savaşa yol açtı. Karşı saldırıyla Polonya içlerine doğru ilerleyen Kızıl Ordu’nun Ağustos 1920’de yenilgiye uğratılmasından sonra, Orta Litvanya, Beyaz Rutenya’nın batı kesimi ve Doğu Galiçya geri alındı. Sovyet yönetimi İtilaf Devletleri’nce çizil­miş Curzon Hattı’nın daha doğusundan geçen fiili sınırı Riga Antlaşması’yla (Mart 1921) resmen kabul etti. 

1921-45 arası. Sejm'den geçerek Mart 1921’de yürürlüğe giren anayasanın öngör­düğü parlamenter sistem, birbirini izleyen istikrarsız koalisyonlar ve derinleşen mali bunalım nedeniyle etkili bir işleyişe kavuşa­madı. İşçiler arasında artan hoşnutsuzluk, 1923’te yasadışı ilan edilmesine karşın Po­lonya Komünist Partisi’ne (KPP) önemli bir güç kazandırdı. Aralık 1922’de siyaset sah­nesinden çekilmiş olan Pilsudski, bu geliş­meler üzerine Mayıs 1926’da PPS’nin de desteklediği bir darbeyle yönetime el koy­du. Pilsudski’nin göstermelik bir parlamen­ter sistem altında yürüttüğü diktatörlük hem sağ, hem sol muhalefeti sindirmeye yö­neldi. Diktatörlüğün desteğine dayanan partiler dışı blok ancak Kasım 1930 seçimle­rinde istediği çoğunluğu elde edebildi. Da­ha sonra 1935’te anayasada yapılan düzen­lemelerle yürütme erki güçlendirildi ve dev­let başkanının yetkileri genişletildi.

1930’dan sonra ordu ve bürokrasi aracılı­ğıyla ülkeyi perde gerisinde yöneten Pilsudski’nin ölümünü (Mayıs 1935) izleyen siyasal bunalıma yaygın grevler, kitle göste­rileri ve seçim boykotları eşlik etti. Bu dönemde PPS, PSL ve KPP bir tür halk cephe­si kurdu. Stalin’in 1938’de Komintern (III. Enternasyonal) aracılığıyla KPP’yi dağıt­ması, cephenin iktidara geçme şansını önemli ölçüde azalttı. Baştaki hükümetin Mart 1937’de kurduğu Ulusal Birlik Kampı (OZN) ise gerçek anlamda bir siyasal ve toplumsal destek bulamadı.

Bağımsızlık sonrasında önemli toplumsal sorunların çözülememesinin temelinde ül­kenin ekonomik kaynaklarının sınırlılığı ya­tıyordu. 1920’lerde başlatılan tarım refor­munun öngördüğü toprak dağıtımı, ekilebi­lir alanların yalnızca onda birinde uygulan­dı. Kimya sanayisi ile demiryolu yapımında­ki ilerlemelere karşın, 1938’e gelindiğinde toplam sanayi üretimi ancak 1913’teki dü­zeye ulaşabildi. Toplam nüfusun yaklaşık üçte ikisi doğrudan ya da dolaylı olarak ta­ama bağımlı kaldı.

Dış politikada Fransa ve Romanya’yla itti­fak antlaşmaları yaparak (1921) konumunu güçlendirmeye çalışan Polonya, bu güvence­leri SSCB (1932) ve Almanya’yla (1934) sal­dırmazlık paktları imzalayarak pekiştirme yoluna gitti. Bunu İngiliz hükümetinin Mart 1939’da verdiği güvence izledi. II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Hitler ve Stalin’in im­zaladığı saldırmazlık paktında (Ağustos 1939), Polonya gizli bir protokol uyarınca Alman ve Sovyet nüfuz bölgelerine ayrıldı.

Eylül 1939’da Alman birliklerinin Polon­ya’ya girmesinin hemen ardından Sovyet birlikleri de Polonya’nın doğu kesimini işgal etti. Narew, Bug ve San ırmaklarının sınır olarak belirlenmesinden sonra, işgal altındaki topraklar ilhak yoluyla Almanya ve SSCB’ye bağlandı. Fransa’da Wladyslaw Sikorski öncülüğünde kurulan Polonya sür­gün hükümeti Haziran 1940’ta İngiltere’ye taşınırken, ülke içinde de sivil ve askeri bir direniş hareketi başladı.

Polonya’nın ulusal kimliğini bütünüyle or­tadan kaldırmaya yönelen Almanlar okul­ları kapatma, kitlesel göç ve toplu kıyım gi­bi yöntemlere başvurmaktan çekinmediler. Ayrıca toplama kamplarıyla Yahudilere karşı bir soykırıma giriştiler. Nazi orduları­nın Polonya üzerinden SSCB’ye karşı saldı­rıya geçmesinden sonra, Sovyet yönetimi Temmuz 1941’de Polonya sürgün hüküme­tini tanıyarak Polonyalı savaş tutsakların­dan bir ordu oluşturulmasına izin verdi, ama gelecekteki Sovyet-Polonya sının an­laşmazlık konusu olarak kaldı. Bu arada Ocak 1942’de Polonya İşçi Partisi (PPR) adı altında yeniden örgütlenen Polonyalı komünistler işgal altındaki topraklarda si­lahlı bir direniş başlattılar.

Nisan 1943’te açığa çıkan Katyn Katliamı’na ilişkin suçlamalar üzerine Po­lonya sürgün hükümetiyle ilişkilerini kesen Sovyet yönetimi, Tahran Konferansı’nda yeni SSCB-Polonya sınırı için Curzon Hattı’nın temel alınmasını kabul ettirdikten sonra PPR aracılığıyla ayrı bir hükümet ve ordu yaratmaya çalıştı. Kasım 1943’te genel sekreterliğini Wladyslaw Gomulka’nın üst­lendiği PPR, bu amaçla öbür sol gruplan da içine alan Ulusal Halk Konseyi’ni (KRN) kurdu. Sovyet birliklerinin Polonya’ya gir­mesinden sonra Temmuz 1944’te Dublin’de KRN’ye bağlı geçici hükümet organı olarak Polonya Ulusal Kurtuluş Komitesi (PKWN) oluşturuldu. Bir hafta sonra Kızıl Ordu Varşova yakınlarına kadar ulaştı. Po­lonyalı direnişçilerin oluşturduğu Iç Or­du’ya bağlı birlikler Varşova’da genel bir ayaklanma başlatınca, Kızıl Ordu Stalin’in emriyle ilerleyişini durdurdu. Toplam 63 gün süren Varşova Ayaklanması sırasın­da İç Ordu büyük kayıplar verirken, 200 bin dolayında sivil yaşamını yitirdi. Kızıl Ordu Ocak 1945’te bomboş ve yıkıntıya dönüş­müş Varşova’ya girdi. Alman işgaline Mart 1945’te bütünüyle son verildi.

Sosyalist yönetim. Haziran 1945’te PKWN’nin yerini alan ve PSL önderi Stanislaw Mikolajczyk gibi yeni üyelerle geniş­letilen Polonya Ulusal Birlik Hükümeti, ABD ve İngiltere tarafından da hemen ta­nındı. Ardından Potsdam Konferansı’nda Oder-Neisse Hattı ülkenin batı sının, Polonya-SSCB Antlaşması’yla da Curzon Hattı doğu sınırı olarak kabul edildi. Stalin’e yakınlığıyla tanınan Boleslaw Bierut'un başkanlığındaki geçici hükümet, toprak reformu ve büyük sanayi işletmeleri­nin devletleştirilmesi gibi adımların yanı sı­ra geniş çaplı tutuklamalara girişti. Ocak 1947’deki genel seçimler Demokratik Blok’u oluşturan PPR, PPS ve Demokratik Parti’nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Yeni Sejm Bierut’u devlet başkanlığına seçti. Pragmatik bir sosyalist olarak bilinen Jözef Cyrankiewicz de başbakan oldu. PPR ve PPS Aralık 1948’de Polonya Birleşik îşçi Partisi (PZPR) adı altında birleşti. Bu arada kolektifleştirme programına karşı çıkan Gomulka’nın tasfiye edilmesiyle parti yöne­timi de Bierut’un eline geçti.

Temmuz 1952’deki anayasal düzenlemey­le devlet başkanlığı yerine başbakanlığı üst­lenen Bierut, Mart 1954’te bu görevi yeni­den Cyrankiewicz’e bıraktı. Bierut’un ölü­münden (Mart 1956) birkaç ay sonra Poznan’da işçilerin başlattığı genel grevde 70 ki­şinin öldürülmesiyle tırmanan siyasal ger­ginlik, Gomulka’nın yeniden yükselmesinin yolunu açtı. Partinin birinci sekreteri olarak kolektifleştirmeye son veren ve kilise üze­rindeki baskıları kaldıran Gomulka, zaman­la katı ve otoriter bir yönetim kurdu. Go­mulka yönetimine karşı artan hoşnutsuzluk Mart 1968’de aydınların ve öğrencilerin bü­yük kentlerde giriştiği eylemlerle doruğuna çıkarken, ekonomik sorunlar da giderek büyümeye başladı. Aralık 1970’te temel tü­ketim mallarına yapılan zamlar üzerine Gdansk, Gdynia ve Szczecin işçileri greve gitti. Grevi bastırmaya çalışan birliklerin 100 kadar işçiyi öldürmesi ülke çapında ka­rışıklıklara yol açtı. Parti üst yönetiminde yapılan değişiklikle görevden alman Gomulka’nın yerini Edward Gierek aldı. Baş­bakanlığı da Piotr Jaroszevricz üstlendi.

Karışıklıklardan kısa bir süre önce Batı Almanya’yla ilişkilerin normalleştirilmesiyle başlamış olan Batı’ya açılma süreci, Gi­erek döneminde ekonomik alanı da kapsa­yacak biçimde daha da ileri götürüldü. Bununla birlikte Gierek’in Batı’dan alman kredilere ve ihracat gelirlerine dayanarak giriştiği ekonomik reformlar, 1974’te Batı’da başlayan durgunlukla çıkmaza girdi. Mali yükü hafifletmek amacıyla Ocak 1976’da açıklanan zamlar, işçilerin yaygın protestoları karşısında hemen geri alındı. Bu olay aynı zamanda yönetime karşı mu­halefetin güçlenmesinde önemli bir dönüm noktası oldu. Polonya kökenli Papa II. Johannes Paulus’un Haziran 1979’daki ziyare­tinde gördüğü coşkulu karşılama dolaylı bir protestoya dönüştü.

Artan ekonomik sıkıntılara tepki olarak 1980 yazında yükselen grev dalgası sırasın­da Gdansk’taki Lenin Tersaneleri direnişin odağı durumuna geldi. Lech Walesa’nın ön­derliğindeki işçilerin isteklerini kabul ettirmesiyle kurulan Dayanışma Sendikası yeni ve bağımsız bir güç odağı olarak öne çıktı. Eylül 1980’de Gierek’in yerine birinci sekreterliğe Stanislavv Kania getirildi, Şubat 1981’de General Wojciech Jaruzelski baş­kanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Yeni hükümet ile Dayanışma Sendikası arasında ekonomik ve siyasal reformlar için yürütü­len görüşmeler giderek bir çatışma ortamı doğurdu. Bunun üzerine parti birinci sekre­terliğini de üstlenmiş olan Jaruzelski, 13 Aralık 1981’de sıkıyönetim ilan ederek Da­yanışına Sendikası önderlerine karşı tutuk­lamalara girişti. Ekim 1982’de Sejm kararıy­la kapatılan Dayanışma Sendikası varlığını yeraltında sürdürmeyi başardı. Askeri yö­netimin sert önlemlerle sağladığı istikrara karşın, ekonomik sorunlar çözümsüz kaldı. Sıkıyönetimin kaldırıldığı Temmuz 1983’ten sonra da baskıcı politikalar ve ku­rulu sistemi koruyarak ekonomiyi düzeltme çabalan sonuç vermedi.

Demokrasiye dönüş. Dayanışma Sendikası’nın boykot çağrısına karşın katılımın yüz­de 80’e yaklaştığı 1985 seçimlerinin ardından Devlet Konseyi başkanlığını üstlenen Jaru­zelski, hükümette geniş çaplı değişikliklere gitti ve Batı’yla ilişkileri geliştirmeye özen gösterdi. Dayanışma Sendikası’na karşı izle­nen sert tutum 1986’da yumuşamaya başladı. SSCB’de Gorbaçov’un başlattığı değişiklik­lerin ardından Jaruzelski yönetiminin hazır­ladığı siyasal ve ekonomik reform program­lan Kasım 1987’deki halkoylamasında yüzde 67’lik bir çoğunlukla kabul edildi. Artan eko­nomik sorunlar 1988’de yeni bir grev dalgası­na yol açtı. Bunu hükümet ile Dayanışma Sendikası önderleri arasında reformlara iliş­kin görüşmeler izledi. Görüşmelerde alınan kararlar doğrultusunda Haziran 1989’da ya­pılan ilk kısmi serbest seçimlerde PZPR ağır bir yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Tadeusz Mazowiecki başkanlığında, ağırlığını Daya­nışma Sendikası yanlılarının oluşturduğu bir koalisyon hükümeti oluşturuldu.

 Hükümet 1990’da enflasyonu aşağıya çek­meyi ve piyasa ekonomisine geçiş sürecini hızlandırmayı öngören bir programı yürürlüğe koydu. Bu programın bir parçası ola­rak ücretler fiyat endeksine bağlandı, aylık faiz oranlan yükseltildi, devlet sübvansiyo­nu kaldırıldı, zloti konvertibl hale getirildi ve fiyatlar serbest bırakıldı. Kasım 1990’daki cumhurbaşkanlığı seçimini Dayanışma Sendikası’nın kurucusu Lech Walesa ka­zandı, ama seçim süreci Dayanışma Sendikası içinde bölünmelerin başlamasına yol açtı. îç karışıklıkların ve ekonomik sorunla­rın sürdüğü bir ortamda yapılan Ekim 1991’deki parlamento seçimlerine katılım çok düşük oldu ve hiçbir parti yüzde 12’nin üzerinde bir oy oranına ulaşamadı. Böylece birbirini izleyen kısa ömürlü koalisyon hü­kümetleri dönemine girildi. Bu arada 1992’de kabul edilen geçici anayasayla kar­ma bir başkanlık-parlamenter yönetim site­minin getirilmesi siyasal istikrarsızlığı derin­leştirdi. Demokrasiye dönüşle birlikte Batı Avrupa’yla daha sıkı ilişkiler içine giren Po­lonya, yeniden birleşen Almanya başta ol­mak üzere komşu ülkelerle çeşitli antlaşma­lar imzaladı. Ülkedeki Sovyet birliklerinin geri çekilişi Ağustos 1993’te tamamlandı.

 Partiler için ülke genelinde yüzde 5’lik ve koalisyonlar için yüzde 8’lik barajların uygu­landığı Eylül 1993’teki parlamento seçimle­rinden eski komünistlerin ardılı konumun­daki Demokratik Sol İttifak (SLD) ile Po­lonya Köylü Partisi (PSL) kazançlı çıktı. PSL’nin lideri Waldemar Pawlak’ın kurduğu koalisyon hükümeti ekonomik reform prog­ramım ve Batı’ya açılma politikasını temelde sürdürmekle birlikte, siyasal yetkiler konu­sunda Walesa’yla bir dizi çatışmaya girdi. Walesa’nın baskısıyla Mart 1995’te Pawlak’ın yerine SLD üyelerinden Jözef Oleksy başbakanlığa getirildi. Kasım 1995’teki cum­hurbaşkanlığı seçimini ikinci turda Walesa’yı geride bırakan SLD adayı Aleksander Kwasniewski kazandı. Daha önce KGB adı­na çalıştığı ortaya çıkan Olesky’nin Ocak 1996’da istifa etmesinden sonra, aynı parti­den Wlodzimiers Cimoszevvicz’in başbakan­lığı altında koalisyon hükümeti sürdürüldü.

 Parlamentonun hazırladığı yeni anayasa Mayıs 1997’deki referandumda Dayanışma yanlılarının ve Katolik grupların muhalefeti nedeniyle ancak yüzde 53’lük oy oranıyla kabul edildi. Eylül 1997’deki parlamento se­çimlerinden 30 kadar grubun oluşturduğu sağ eğilimli Dayanışma Seçmen Hareketi (AWS) birinci parti olarak çıkarken, SLD ikinci sırada kaldı ve merkez eğilimli Özgür­lük Birliği (UW) üçüncü sıraya yükseldi. Jerzy Buzek’in kurduğu yeni “Dayanışma” hükümetiyle siyasal ortamda köklü bir geri­ye dönüş başladı ve reform süreci hızlandı. Yerel yönetimlere geniş özerklik tanınırken, bütçe açığını azaltmaya ve sosyal harcama­ları azaltmaya yönelik önlemler alındı. Mart 1999’da NATO’ya kabul edilen Polonya, hızlı ekonomik büyümenin de sağladığı uy­gun ortamla 2003 yılında Avrupa Birliği’ne tam üye olma yönünde görüşmelere oturdu. 8 Ekim 2000’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda oyların yaklaşık yüzde 55’ini alan Kwasniewski kazandı. Ana Britannica

Alıntılar: Polonya Tarihi, Anita J.Prazmowska, Çeviri, Nurullah Duru, Alfa Yayıncılık, 2021

Haritalar: Historical Atlas of Central Europe, Paul Robert Magocsi, University of Toronto Press, 2018


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder