Prusya


Prusya
Prusya, Alman birliğini sağladığından, Prusya tarihini incelemek, üstlendiği bu önemli rolün nedenlerini açıklamaya çalışmak demektir. Bunun için himayesinde Alman İmparatorluğu'nu kuran Hohenzollern Hanedanı'yla özdeşleşen Prusya monarşisinin kurulma aşamalarını izlemek gerekir. Önce Nazi yönetimi, sonra da Nazi yenilgisinin kurbanı olan Prusya, bugün haritadan silinmiştir.

Brandenburg Seçim Bölgesi
Müstakbel Prusya Krallığı'nın merkezi, Almanya'nın kuzeydo­ğusunda Elbe ve Oder nehirleri arasında bulunan Brandenburg bölgesidir. Bu bölgenin kesin olarak Alman etkisine girmesi ve Hı­ristiyanlaşması, İmparator I. Otto (X. yy sonu) zamanında ger­çekleşir. Buna rağmen, Slav topluluklar üstünde tam bir denetim sağlanamaz. Bölge bir «uç eyaleti», diğer bir deyişle sınır bölgesi­dir; bu nedenle bir markgrafın (sınır valisi) yetkisi altındadır. Oy­sa, XII. yy'dan itibaren Alman yayılmacılığı  doğuya doğru uzanır. Markgraflığın birleşmesini sağlayan, uzun zaman boyunca Askanya Hanedanı olmuştur. Bölgenin toprakları Elbe'nin sol kıyı­sındaki Altmark (Eski Uç Eyaleti), Elbe ile Oder arasındaki Mit­telmark (Orta Uç Eyaleti), Oder'in doğusundaki Neumark (Yeni Uç Eyaleti) arasında dağılmıştır.

1320'de, Askanya Hanedanı'nın ortadan kalkmasıyla Brandenburg, İmparatorluğun büyük hane­danları arasında el değişiminde odak noktası olur: Wittelsbach Ailesi, sonra Lüksemburg Hanedanı (1373'te). Ülke, merkezin dı­şındaki konumu ve yoksulluğuna rağmen, gerçekte özel bir önem taşır; yedi seçim bölgesinden biridir. Böylece, markgraf, imparatorun seçilmesinde söz sahibidir. 1415'te, Brandenburg Markgraflığı'nı kesin olarak ele geçirenler, imparatorluğun güneydoğusundan gelen Hohenzollern Hanedanı olur.

Müstakbel monarşinin ikinci öğesi de Prusya'dır. Toton tarika­tının büyük üstadı, Hohenzollern soyundan gelen ve kendini Prusya dükü ilan eden Markgraf Albrecht von Brandenburg, 1525'te Protestanlığı benimser ve tarikatın Prusya'daki topraklarına el koyar. Baltık Denizi kıyısındaki Polonya toprağı olan Prusya, Toton tarikatı tarafından XIII. yy'dan itibaren fethedilmiş ve  örgütlenmiş; en parlak dönemini XIV. yy'da, bu topraklarda Alman yayılmacılığı gelişmekteyken yaşamıştır.

1410'da, Polonya ve Litvanya güçleri tarafından Tannenberg'de yenilgiye uğratılan ve nüfuz kaybına uğrayanTöton şövalyeleri, Polonya egemenliğini tanımak zorunda kalmışlardır.  Ama, çeşitli veraset oyunlarıyla, 1618'de, Brandenburg seçim bölgesine bağlanacak olan Prusya Dukalığı, 1525'te önemli bir güç konumundadır. Hohenzollernlerin 1791'e kadar Frankendeki yani, Doğu Frankları ülkesindeki  (Kulmbach, Ansbach ve Bayreuth markgraflıkları), 1849'a kadar Schwaben'deki toprakları hanedanın  küçük kolları tarafından yönetilir. Bu durum, Hohenzollernlere imparatorluk içinde daha merkezî bir konum sağlar. Bu sülale, kurnazca yapılan evliliklerle, 1614'te, Pfalz kontlarıyla  yaşanan uzun bir çatışmanın ardından, Jülich ve Berg düklerinin Ren'in aşağısında yer alan mirasından bir bölümü elde etmeyi başarmıştır: Kleve, Mark Kontluğu ve Ravensberg.

Otuz Yıl Savaşı'nın başında Brandenburg seçicisi (elektörü) önemli, ama birliği sağlanamamış bir coğrafî dayanağa sahiptir: Brandenburg, seçim bölgeleri arasında en yoksul ve en az etkili olanıdır. Protestanlığın buraya girmiş olmasına ve seçicinin, 1613’te Kalvinciliği kabul etmiş olmasına rağmen, bu bölge, reformu yaşayan ülkeler arasında yer almaz.

Gücün artması
Kuraldışı bir biçimde bir araya gelen bu parçaların Avrupa tarihinde almayı başardığı yer, büyük ölçüde XVII. ve XVIII.yy.lar’ daki Hohenzollern prenslerinin gözü pek atılımlarının eseridir. Bu prensler, yoksul ve az nüfuslu bir bölgeyi, her şeyden önce askerî alanda olmak üzere, büyük bir güç haline getirirler.

Büyük Seçici Friedrich-Wilhelm (1640-1688), atılımı baslatır; değişken ve acımasız diplomasi yanında, askerî başarıları (1675’de  İsveçlilere karşı Fehrbellin zaferi) Wilhelm'e topraklarını birleştirme (Minden, Halberstadt ve Kamien piskoposlukları ve Vestfalya barışı sırasında Doğu Pomeranya'nın ele geçirilmesi) ve özellikle de, Prusya'da Polonya metbuluğundan kurtulma imkânını verir.(1660)  Bu sonuç, başta, dış eylem için olduğu gibi, içteki birleşme için de bir araç olan sürekli bir ordunun kurulmasıyla elde edilir: ordu seçicinin gücünü artırır ve ona, her nüfuz bölgesinde ayrı ayrı bulunan diyetlerden (meclisler) kurtulma imkânı sağlar. Nantes Fermanı'nın yürürlükten kaldırılmasıyla yerlerinden edilen Fransız Protestanlarına sığınma hakkı veren Potsdam Fermanı (1685) Brandenburg'a [özellikle de, Berlin'e] becerileri, yetenekleriyle belirleyici bir katkı sağlayacak olan bir topluluğun gelmesini sağlar.

Böylece, Brandenburg'un gücü, III. Friedrich'in 1701'de “Prusya kralı” unvanı almasına yetecek kadar artmıştır; Prusya bağımsızdır ve artık imparatorluk dışında yer almaktadır. I. Friedrich adını alarak kral olan bu kişi, yeni makamına uygun bir maiyet oluşturur.


I. Friedrich-Wilhelm (1713-1740), çoğunlukla “Çavuş Kral” adıyla anılır; çünkü Prusya ordusunun güçlendirilmesini, bu orduya devlet gelirlerinin dörtte üçünden fazlasını ayırarak tutkuyla sürdürür.  Bu askerî eğilime bağımlı olarak, monarşinin tüm topraklarında merkezî bir hükümet kurulması, özellikle, 1723'te, maliye, savaş ve  kamu mallarını yönetimi altında toplayan bir Yüksek Direktuvar’ın gerçekleştirilmesi ve 1733'te, her alaya ülkelerden birinde seçim bölgesi veren kanton sistemiyle kendini gösterir. İsveç'e karşı sürdürülen uzun mücadele, 1720'de, Batı-Pomeranya'nın alınmasıyla sonuçlanır. Kral öldüğünde, iki milyonu aşkın nüfusuyla Avrupa’nın dördüncü büyük ordusuna (80 000 asker) sahiptir.

II. Friedrich «Büyük» (1740-1786), bu ordudan yararlanacaktır. Voltaire'in arkadaşı olan bu «filozof-prens», devlete bağlılığa kendini adayarak mutlakıyetçi bir hükümdar olur ve dış politikayı ordunun başarılarına dayandırır: Avusturya Veraset Savaşı’nın (1740-1748), bu savaş sonunda zengin Silezya topraklarını ele  geçirir) ve Yedi Yıl Savaşı'nın (1756-1763) baş mimarı olan kişidir; bu sırada, Habsburglar, Fransa ve bir süre Rusya'ya karşı direnmeyi başarır. Kralın, 1772'de, Polonya'nın parçalanmasına katılması, Prusya ve Brandenburg'u coğrafî olarak birleştirmesine imkân sağlar. Devletin örgütlenmesi çabaları sürdürülür, ordu daha da  geliştirilirken (1786'da 200 000 kişi); nüfus, fetihler ve yoğun bir yayılma politikası sayesinde artarak 5,5 milyona ulaşır. II Friedrich Prusyası, güçlü bir Avrupa devleti olur.

Oysa, ülkenin zayıf olduğu yanlar sürmektedir. Toplumsal örgütlenme, hâlâ, köylüler üstündeki mutlak nüfuzu Ortaçağ'da kurulan Junker soylularının denetimindedir. Soylular sınıfı, subaylar ve yönetimin yüksek katlarındaki görevlilerin çoğunluğunu oluşturur (özellikle, II. Friedrich zamanında) ve yerel yetkilerinden birço­ğunu da korur. Ekonomi zayıf kalır, şehirleşme yetersizdir ve II. Friedrich'in askerî hazırlıkları çok sağlam olmayan temellere dayanır. 1806'da, Prusya ordusunun birkaç günde Fransızlar önünde çök­mesi (Jena ve Auerstedt bozgunları) ve Napolyon'un Berlin'e zafer kazanarak girmesi, bir değişimin gerekliliğini kaçınılmaz kılar.

Napolyon Dönemi Prusya

Prusya, 19. yüzyıldan önceki devirlerde Avrupa'nın "büyük güçleri"nden biri olmuş olsa da, asrın başlarında ciddi ölçüde bu etkisini kaybetme, hatta neredeyse yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. 1790'lardaki Fransa'nın askeri başarıları sonucu savunmaya geçmiş ve Jena'daki felaketin ardından da Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Dahası Napoleon, işgalin masraflarım, ki 216 milyon Frank'lık büyük bir miktardı bu, Prusya'mn karşılaması konusunda israr etmişti.

 1807'de imzalanan Tilsit Anlaşmast uyarınca, Napoleon Prusya'nın yüzölçümünü yarıya indirmiş, Elbe Nehri'nin batısındaki tüm toprakları elinden almıştı. Jena ve Auerstlidt'te yaşanan felaketler Prusya'nın o yere göğe sığdırılamayan ordusunu darmadağın etmişti. Berlin'deki saray erkanı yaklaşmakta olan Fransız ordusundan kaçınca Fransız işgalciler birçok vilayetin yönetimini ele almış, dolayısıyla Prusya hükümetinin otoritesini iyice ayaklar altına almışlardı. Merkezde paramparça olan politik otoritenin ardından, Napoleon tarafından cesaretlendirilen zümrelerin taşradaki örgütleri daha fazla ekonomik ve politik güç sahibi olmuştu.

Ancak tarlaların büyük ölçüde tahrip edilmesi ve savaş esnasındaki yiyecek, büyükbaş hayvan ve at talepleri kırsal bölgeleri mahvetmişti; bu da yetmezmiş gibi, Napoleon'un Prusya'yı zorla kendi kıtasal sistemine katması onları İngiliz pazarlarından uzaklaştırmış ve ihracat pazarları olan İngiltere tablodan çıkınca, Prusya ekonomisinde çok önemli bir rolü bulunan buğday fiyatları çakılmıştı. Bu ekonomik ve politik parçalanmayı hastalık ve açlık oranlarındaki artışlar takip etti; 1807 ile 1808 yılları arasında yalnızca Berlin'de doğan 5846 çocuktan 4300'ü öldü ve intihar rakamları keskin bir tırmanışa geçti.2 Prusya'nın eski hükümeti ile ordusu tamamıyla itibardan düştü; devletin 1806'da 53 milyon Taler olan borcu 1810 yılında 100 milyon Taler'i, 1815'te ise 200 milyon Taler'i aştı.3 Prusya'nın mali açıdan kan ağladığı, politik açıdansa açmazda olduğu ortadaydı.

1807 yılında başbakan Baron von Stein'ın idaresi altında reformcu bir hükümet kuruldu. Stein bir yandan Prusya yaşamını İngiliz serbest piyasa ekonomisi kuramı, aristokratik liberalizm ve Almanya'nın eski düzeninde yer alan kurumsal yapıların bazılarının korunmasının karışımından oluşan vizyonuyla yeniden şekillendirmek istiyor, öbür yandan başarıya ulaşan yolun, bu reformları disiplinli, rasyonel bir tavır içerisinde kotarabilecek olan iyi eğitimli bir yönetim bürokrasisinden geçtiğine ilişkin güçlü bir kameralist kanaat taşıyordu. Stein ayrıca, eğer Prusya modern bir devlet olarak hayatta kalacaksa, vatandaşlarına bununla özdeşleşebilecekleri bir şeyler vermesi gerektiğini düşünüyordu. Stein bunun toplumu bazı liberal görüşlere açmak ve demokratik bir şekilde seçilmemiş, ancak yine de temsili bir hükümet kurmakla başarılabileceğine inanıyordu - böylece "toprak sahipleri"nin "yönetime katılımları"na izin verilecekti ve İngiltere'den model olarak aldığı bir fikirdi bu. (İngiltere'de, diyordu
Stein, merkezi yönetimin masrafları daha düşüktü, çünkü yerel yönetimler bu masrafların bir kısmını üstlenmişti ve devletleriyle kendilerini "özdeşleştirdikleri"
için bu masraf ve sorumlulukları üstlenmeye razılardı.)5

Stein'ın hükümeti 9 Ekim 1807'de bir kararname yayımlayarak Fransızların "yetenekliye kariyer yolu açık" fikrini yürürlüğe koydu; bundan böyle tüm işlerin o iş için vasıflı olan kişilere açık olacağı (başka bir deyişle, serbest bir işçi pazarı oluşturuluyordu), asilzade mülklerinin satışlarına hiçbir kısıtlama konmayacağı ve 1810'dan sonra malikanelerde [landed estate] feodal itaat ilişkisi kalmayacağı ilan ediliyordu. Bir yıl sonra, Stein'ın 19 Kasım 1808 tarihli "belediye nizamnamesi," devletin, mülk sahibi vatandaşlara kendi yerel meselelerinde söz sahibi olma hakkını
verdiği, en küçük yerel topluluklardan başlayarak yapılanan İngiliz özyönetim fikrini yürürlüğe sokmak amacı taşıyordu.

Prusya şehirleri  Güney Almanya'ya özgü memleket yapısına sahip olmamakla birlikte her bölgeyi öbürlerinden farklı kılan baş döndürücü bir yerel imtiyaz, muafiyet ve ayrıcalık yelpazesine sahiplerdi. 1808'in "belediye nizamnamesi" bu ayrıcalıkları az çok ortadan kaldırmıştı. Bugünden itibaren, deniyordu "belediye nizamnamesi"nde, üyelik ve imtiyazlardan oluşan farklı yerel koşulların oluşturduğu yamalı bohça yerine yalnızca "bir tek vatandaşlık hakkı" olacak, şehre bağımlı olan "şehir vatandaşlığı" yamalı bohçası yerine Prusya hukukunda artık tek bir "vatandaşlık" kavramı yer alacaktı. O günden itibaren yerel sorunlarla ilgilenecek kişiler, şehirlerde "vatandaşlık"
hakkı bulunanlar olacaktı; atanmış bir idari yönetici eşliğinde eskiden şehri yöneten loncalarla ileri gelenlerin yerel teşkilatlarının [corporations] oluşturduğu yapı tamamen temizlenecekti. Stein'ın "belediye nizamnamesi," her ne kadar şehirlere ait tüm yerel imtiyaz ve kanunları tamamen ortadan kaldırmasa da (politik nedenlerle bir kısmına dokunulmaması gerekiyordu), genel anlamda verdiği mesaj çok açıktı: Şehir vatandaşlığı bundan böyle devlet vatandaşlığıyla çatışıp rekabete girmeyecek, ona paralel ilerleyecekti.

Bu kanunları araya sıkıştırırken Stein, aynı zamanda eski Prusya politikalarındaki yerel hükümetleri tamamen devlet otokrasisine bağımlı hale getirme ve bölgede yaşayanların bundan dolayı kendi yerel hükümet kurumlarına yabancılaşmaları problemleriyle de yüz yüze gelmek zorunda kalmıştı. Dolayısıyla Stein'ın reformları, yeni zenginlikler üretip zihinsel destek sağlamalarını motive etmek adına, bu insanların tebadan vatandaşa dönüştürülebilmesi sorunuyla karşı karşıyaydı. Stein'a göre, zümre üyeliği ve hükümette temsil edilme hakkıyla bir araya gelen serbest pazar ve yönetim reformları, bu çıkmazdan kurtulmak için gerekli dinamikleri sağlayacaktı ve tarihi temelleri olan imtiyaziara yapılan gelenekselci vurguyla vatandaşların devlete olan sadakaderine dair modernleştirici taleplerin arasını bulacaktı. Bireylerin kendi yerel toplulukları ile zümreleri sayesinde sahip oldukları kimlikleri de böylece organik birşekilde devletin kendisi olacak olan daha büyük topluluğun içlerine doğru uzanacaktı.

Stein'ın liderliği altında, tüm kararları, yalnızca kendisinin atadığı bir kabineden tavsiye alan bir kralın verdiği eski otokratik yönetim sistemi, reformun daha ilk aşamalarında fiilen parçalandı ve Kasım 1807'den itibaren yerini, her biri kendi departmanının başına geçecek şekilde, çok daha reformcu bakanlardan oluşan bir sisteme bıraktı. Stein bu ekibin başına yalnızca "yönetici bakan" olarak geçmişti, eşitler arasındaki birinciydi ve o da tam olarak böyle olmasını istiyordu. Stein'ın gözünde bakanlık, hiçbir liderin diğerlerine göre imtiyazlarının bulunmadığı, eşit sorumluluk sahibi kişilerden oluşumuş bir kurul olmalıydı. Stein işleri organize ettikçe, Prusya yerel yönetim bölgelerine ayrılıyor, bu bölgeler de sırasıyla bir araya gelerek yine birer eşit sorumluluk sahibi kişilerden oluşmuş bir kurul halinde işlemeleri öngörülen bölge hükümetlerini oluşturuyorlardı (merkeziyetçi Fransız modelinin yapacağı gibi, bir tek valinin otoritesi altında değildi).9 Stein, yönetim ile ilgili fikirlerinin işe yarayıp yaramayacağını asla öğrenemedi. Fransız baskısı altında 1808 yılında görevden alındı ve Napoleon tarafından başına ödül konduktan sonra Rusya'ya kaçmak zorunda kaldı.

Stein'ın yerine hükümetin başına Friedrich Ferdinand Graf von Dohna ile Karl Altenstein getirildi, ancak o düzenlemenin de ömrü kısa olacaktı. 1810 Haziranı'nda kral, Karl August Prens von Hardenberg'i, hükümette yeni oluşturulmuş bir makam olan şansölyeliğe atadı. Prusya'nın Fransa'yla 1795'te yapmış olduğu Basel Anlaşması'nın da baş müzakerecisi olan Hardenberg, anlaşmalar yapmaya alışkındı ve bu yüzden de reform programını icra edecek doğru kişi gibi görünüyordu.

Stein gibi Hardenberg de Göttingen'de eğitim almıştı; Stein gibi o da bir asilzadeydi; ve Stein gibi o da kesinlikle reformcuların tarafındaydı. Ancak Stein'ın aksine Hardenberg, kendisine İngiliz başbakanı gibi bir konum istiyordu ve bu isteği şansölye atandığında gerçekleşti.

Stein idealist, pragmatik, toksözlü biriydi; Hardenberg ise pragmatik ve kibardı. Stein gelenekçi, neredeyse memleketçi hayata bağlı biriydi; Hardenberg ise politik dilin içine yayılmaya başlayan "organik birlikler" den değil, "makine devlet"nden söz etmeye devam ediyordu. Reformlara en az Stein kadar bağlı olmasına rağmen, Hardenberg'in reformun içeriğine ve reform amaçlarına nasıl ulaşılacağına dair fikirleri, bazı önemli konularda Stein'ınkilerden ayrılıyordu. Kişisel anlamda ne Stein ne de Hardenberg demokrasi eğilimliydi ve Hardenberg, temsili hükümet fikrine Stein'a göre çok daha soğuk bakıyordu. Stein gibi Hardenberg de bireyleri devlete, devleti güçlendirecek bir biçimde bağlamakla meşguldü, ancak Stein'ın aksine, Hardenberg'in memleket ideallerinin eski korporatİf gövdelerle şahsi bir bağı bulunmuyordu. Dolayısıyla gelenekçi toplulukları feda ederek liberal ekonomik reformları getirme eğilimi Stein'ınkinden fazlaydı; ayrıca Fransız devletçi merkezileştirme modeline Stein'dan daha sıcak bakıyordu.

Hardenberg için en önemli sorun, devletin otorite ve gücünü eski haline getirmekti ve eğer eski gelenekselci zümreler bunu engellemeye kalkarlarsa, başlarına en kötüsü gelecek, ortadan kalkmaları gerekecekti. Hardenberg ayrıca anayasal anlaşmalardan önce geldiklerine ikna olmuş olduğu ekonomik ve yönetimsel reformları da yazılı bir anayasa oluşturmaktan daha çok önemsiyordu. Her ne kadar reform amacına dair güzel beyanatlarda bulunsa da, sorumluluğun geniş bir biçimde halkça seçilen kişilere dağıtılması anlamında gerçek demokratik reformlar yapma niyeti bulunmuyordu; devletin idaresi konusunda tüm otorite hükümette olacaktı.

Hardenberg hızla hareket etti ve reformlarını yürürlüğe koyma çalışmalarına başladı, ardı ardına bir dizi genel kararname yayımladı. 20 Ekim 1 8 1 0'da yeteneğe açık kariyer fikrini resmileştiren meslek kararnamesini, 27 Ekim'de vergi yüklerini eşitlemek amacı taşıyan mali kararnarneyi ve 28 Ekim'de de, tüm ticarethane sahiplerine lisansların artık yerel loncalar değil, devlet tarafından verileceği maddesini içeren kararnarneyi yayımladı. 10

Bu son kararname, Alman yaşamının geleneksel doğasının kalbine indirilmiş bir hançerdi adeta. Yetkiler kesin bir biçimde yerel, tarihi yetkililerin elinden alınarak devlete kaydırılıyordu (böylece Stein'ın 1808'deki "belediye nizamnamesi" tarafından verilen ivmeyi daha da hızlandırıyordu). Yerleşik güçlerin birçoğu, bu reformlara daha en başından karşıydılar ve Napoleon Fransa'sı tarafından işgal edilme ya da aşağılanma tehdidi ise reform sürecine karşı daha da düşman olmalarına neden oluyordu. Ne asiller ne de askeri görevliler geleneksel imtiyazlarının kaldırılmasını istiyordu. Dahası, Stein'ın "belediye nizamnamesi," politik haklarına yeni kavuşan şehir vatandaşları, devlete karşı hak iddiasında bulunduklarından, çelişkili bir şekilde Prusya'nın daha önceden temizlenmiş bölgelerinde küçük gelenekçi cepler oluşmasına
neden olmuştu.11

Reformun bazı başka unsurları da geri tepmişti:  Köylülerin feodal bağlardan kurtarılmasının -aslında asillerin birçoğunun baştan karşı çıktığı bir reformdu bu- sonucunda, zengin toprak sahipleri köylülerin topraklarını yutuvermiş ve birçok yerde köylülerin durumu eskisinden de kötü bir hale gelmişti; buna karşılık asiller daha da zenginleşmiş ve bu sayede daha başka değişikliklerin önüne geçebileceklerine dair kendilerine olan güvenleri artmıştı. Hardenberg gelenekselcileri aşmak için 1 8 1 1 yılında bir "Eşraf Meclisi" topladığında, merkezi otoritenin 1807'de devrilişi ile Stein'ın reformlarından bazılarının toprak sahiplerini güçlendirmekle kalmayıp aynı zamanda onları daha fazla sayıda reforma karşı olanların merkezine getirdiği gerçeğiyle yüz yüze gelerek sarsıldı; tasfiye edilmesi imkansız bir güç haline gelmişlerdi artık. "Eşraf Meclisi" hızla, Hardenberg'in niyedendiği üzere ülkeyi reform paketi lehinde birleştirmek yerine reformlara saldırılan bir oturuma dönüşmüştü.

Reformcular (Stein, Hardenberg ve tüm müttefikleri) korkunç bir açmazla karşı karşıyaydılar: Prusya bürokrasisindeki küçük bir eğitimli kesim haricinde toplumsal destekleri bulunmuyordu. Taşradaki birçok insan ya öfkeliydi ya da kayıtsızdı, asiller ise reformlara tamamen karşıydılar. Stein da Hardenberg de var olmayan ama oluşturmaya çalıştıkları, İngiliz ve Fransız toplumlarının Prusyalılaştırılmış haline güveniyorlardı; bu toplumu oluşturabilmek için, toplumun bu tür bir vizyonun her türlüsüne karşı çıkan unsurlarıyla uzlaşmalar yapmaları gerekiyordu. Reform hareketine dahil olan diğer birçokları gibi, Hardenberg de reformun devrimsiz yapılması gerektiği görüşünün taraftarıydı. Korkutucu Fransız Devrimi örneği ve Prusya'da buna benzer bir şey kışkırtılmasını ne olursa olsun engelleme isteği, neredeyse reform hükümetinin giriştiği tüm hareketlerin zeminini oluşturmuştu. Sonuç olarak Hardenberg'in politikalarında zikzaklar çizmesi gerekti; 1 8 12'ye gelindiğinde reform
hareketi bariz bir biçimde enerjisini yitirmeye başlıyordu; Napoleon'un 1815'teki yenilgisi ile Viyana Kongresi de reform sürecinin ivmesini iyice azaltacaktı. Napoleon bozguna uğradıktan sonra, bir zamanlar büyük bir devlet olarak tamamen ortadan kalkma ihtimali bulunan Prusya, Napoleon sonrası silkelenmenin sonucunda kazandıklarıyla birdenbire kendisini tarihinde sahip olmadığı kadar çok toprak sahibi olarak buldu. Rhineland'ın geniş topraklarını kontrol ediyordu artık ve "Almanya"nın Fransız sınırındaki savunucularından biri olarak görülüyordu. Berlin artık Cermen dünyasında Viyana benzeri merkezi bir şehir rolü oynuyordu. Napoleon karşısında aşağılanma korkusu ortadan kalkınca, reform karşıtı grup cesaretlenmişti.

Bu değişen şartlar altında, kralın 1810'dan beri söz vermekte olduğu ve 22 Mayıs 1815'te -müttefikler Napoleon karşısında verecekleri son savaşlarına hazırlanırlarken- halk önünde sözünü verdiği anayasa süresiz bir şekilde ertelenmişti. Reformcular bile ilk olarak geniş kapsamlı reformları halka benimsetmeden yürürlüğe bir anayasa koyamayacaklarına inanıyorlardı; reformların giderek zayıflaması nedeniyle, anayasa
sözü de gitgide daha uzakta kalıyordu. Ancak reformcular, Prusya'nın modern bir devlet olarak sürdürülebilirliği için hükümet ile halk arasındaki engelleri kırmaları ve insanların kendilerini özdeşleştirebilecekleri bir devlet oluşturmaları gerektiğine kesinkes inanıyorlardı. Bunun için, anayasanın vatandaşların devletle bütünleşmelerinin tek yolu olduğuna inandıkları bir araç olmasını istiyorlardı. Aksi taktirde, kişinin sadakatini "devlet" ya da "monark" gibi soyut kavramlara değil, yerelliğe ya da memleketine bağlayan yerleşik Alman adetleri oldukları yerde kalacak, daha geniş anlam taşıyan devlete bağlılık esası olmadıkça, memleketçiler ve öbür gelenekçiler durumdan paçalarını sıyırabileceklerini hissettiklerinde bir prense karşı öbürünü desteklemeye devam edeceklerdi. Dolayısıyla, reformcular arasındaki temsilci kurumların hevesleri pratikte azalmaktayken, hükümete katılım problemi özellikle vurgulanıyordu. Temsilci kurumların çağrıldıkları tüm toplantılar, farklı grupların eski imtiyazlarının geri verilmesi çağrılarının yapıldığı oturumlara dönüşüyordu.

Hegel Biyografisi, Terry Pinkart, İş Bankası Kültür Yayınları


Prusya ve Almanya'nın kuruluşu
Demek ki, XIX. yy Prusyası, devletin etkiliğiyle olduğu kadar; toplumun geleneksel otoriter yapılarıyla da ayırt edilmektedir. Bu özellikler, Alman birleşmesinin taşıyacağı niteliklerin açıklanma­sında yardımcı olabilir.

Viyana Kongresi, Prusya'ya, Ren bölgesinin en büyük bölümü­nü vererek bu devletin önemini artırır. O dönem 10 milyonluk bir nüfusa sahip olan Prusya, özellikle, 1834'ten itibaren, başta Al­manya'yı daha birleşik ve giderek daha korumacı bir ekonomik bölge haline getiren Zotlverein'in (gümrük birliği) yürürlüğe kon­ması olmak üzere, belirleyici bir rol oynar.

Ancak, Alman Birliği'ni kesin sonuca götüren aşama, ikili bir tercihin ortadan kaldırılmasıyla başlar: demokratik bir temel üs­tünde birleşen büyük bir Almanya tercihi. Bir Alman parlamen­tosunun, 1848 Devrimi'nin ardından Frankfurt'ta seçilmesiyle so­mutlaşan bu hayal, ertesi yıl, Prusya kralının imparatorluk tacını reddetmesiyle yıkılır: hükümdar, iktidarını tartışma konusu ya­pan bir demokratik oluşum istememektedir. Öte yandan, Prus­ya'nın 1850'de, Avusturya karşısında uğradığı diplomatik başarı­sızlık (Olmütz geri çekilişi), birçok yöneticiyi, birliğin, ancak Vi­yana devrede olmadığı takdirde (ve hatta ona karşı olarak) bir as­kerî karşı duruşla gerçekleşebileceğine inandırır.

Otto von Bismarck, tüm bu olanlardan gerekli dersleri çıkarır. Otoriter olmasına rağmen, büyük bir taktik ustası da olan bu inançlı muhafazakâr, krallık iktidarının, orduyu güçlendirmeyi amaçlayan bir reform konusunda, liberallerin ağırlıkta olduğu parlamentoyla çatıştığı bir dönemde Prusya'da iktidara gelir. 1862'de şansölye (başbakan) seçilen Bismarck, bu muhalefete al­dırış etmeyerek bunu kısmen yanına alır; böylece tasarlanan re­formu kabul ettirir. Bismarck'a göre birlik, saldırgan bir dış poli­tikayla, Prusya'nın otoritesine bağlı prenslerin oluşturacağı bir konfederasyon biçiminde elde edilebilir ve pekiştirilebilir; bu ne­denle, Prusya'nın daha geniş bir topluluk içinde yer almasına ve onunla bütünleşmesine karşı çıkmaktadır.

Dış yardıma gerek duymayan ve ülke içi muhalefet konusunda endişelenmesi gerekmeyen Bismarck, birleşik Almanya'yı, ancak Prusya'nın hükmedebileceği büyüklükte olması ve demokratik olmaması koşuluyla düşünebilirdi. Bu, Avusturya'nın dışarıda bırakılması anlamına gelmekteydi. Dahiyane yönetilmiş ve kısa sürmüş 1864'teki ve 1866'daki iki savaşla bunu sağladı ve Macaristan'ın Habsburg Monarşisi içersinde özerkliğini destekleyerek ve temin ederek (1867), Avusturya'nın Alman politikasında bir güç olma niteliğini etkisiz hale getirdi; aynı anda da bütün diplomatik becerilerini kullanarak Avusturya'nın muhafazasını sağladı. Yine [Bismarck'ın tasarladığı Alman birliği], Bismarck'ın 1870-1'de Fransa'ya karşı aynı başarıyla harekete geçirdiği ve yönettiği Prusya karşıtı küçük Alman devletlerinin gözünde Avusturya'dan ziyade Prusya'nın üstünlüğünü daha makbul hale getirdi.

Sermaye Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi

Birliğin aşamaları, bu programı gerçekleştirir: Danimarka'ya karşı girilen Düklükler Savaşı (1864), Avusturya İmparatorluğu'na karşı savaş açmanın (1866) bahanesi olarak kullanılır. Sadova zaferi, Prusya'ya, Almanya'daki hegemonyasını güçlendirme (Kuzey Almanya Konfederasyonu) ve Avusturya'nın müttefikle­rinin (diğerleri arasında Hannover Krallığı) bir bölümünü toprak­larına katarak daha da büyüme imkânı tanır. Son olarak da, Fran­sa'ya karşı başlatılan ve Fransa'nın yenilgisiyle sonuçlanan Sedan Savaşı (1870-1871), birliği pekiştirir, imparatorluk tacı, Prusya kralına, dışarıda süren bir savaşın sonucunda Alman prensler ta­rafından sunulur: Almanya İmparatorluğu, Versailles Şatosu'nun Aynalar Galerisi'nde, I. Friedrich'in tahta geçişinin 170. yıldönü­mü olan 18 ocak 1871'de ilan edilir.

Otto von Bismarck (1815-1898), daha çok kendi tasarladığı Alman İmparatorluğu olarak on dokuzuncu yüzyıl sonlarının Almanya’sının ve Avrupa'nın geri kalanının üzerinden geçip gitmiştir. Herkesten çok o, siyasete girdiği ve devrimlerinden tiksindiği 1848 yılından sonraki kargaşada ortaya çıkan Avrupa düzeninin mimarıydı. Hem kişiliğinde hem de siyasetinde uçsuz bucaksız çelişkiler olan bir adamdı. Reichstag'daki veya diplomatik karşılaşmalardaki korkunç simasıyla "Demir Şansölye", özel hayatında bir isterik, bir uykusuzluk hastası ve son zamanlarda ortaya çıktığı üzere bir morfin bağımlısıydı.
Avrupa'nın en güçlü sanayileşme programına başkanlık eden, kendini Schonhausen ve Verzin'deki mülklerine adamış toprak sahibi bir Junkerdi. Hükümdarını küçük gören, liberal muhalefetin ulusçuluğunu benimseyen ve Almanya'ya hem genel oy hakkını hem de sosyal güvenceyi sağlayan bir kral taraftarı ve çağdışı bir Prusya muhafazakârıydı. Zaferin meyvelerinden son derece kuşku duyan muzaffer bir militaristti. Büyük Almanya'yı bölünmüş bir şekilde tutmayı tercih eden, sözde Alman birliğinin kahramanıydı. Başarısının anahtarı güç ve sınırlamanın olağanüstü bir bileşiminde yatmaktaydı. Sadece muhaliflerini, onları ferahlamış ve güvende hissettirecek dikkatle düzenlenmiş ayrıcalıklarla önemsiz hale getirmek için büyük devlet konumlarını inşa etti. Bir kezinde şöyle demişti, "süngülerle her şeyi yapabilirsin, onların üstüne oturmak dışında."

Ancak Bismarck'ın ünü karışıktır. Hiç kimse siyaset sanatındaki ustalığını yadsıyamaz, fakat birçok kişi ahlakını ve niyetlerini sorgular. Alman vatanperverleri ve muhafazakârlığın savunucuları için, ülkesine ve kıtasına benzersiz bir istikrar getiren bir kişiydi: Sadece I. Wilhelm'in "pilotu artığı" çöküşünden sonra çıkan ihtilaflara bakmak yeter. Fakat liberal eleştirmenler için Isaiah Berlin'in sözleriyle o "büyük ve kötü bir adam"dı ve öyle kaldı. Onu siyaseti bilinçli bir araç olarak kullanan bir saldırgan (daha da kötüsü bunda başarılı olmasıydı); demokratik olmayan Prusya Yapılanmasını korumak için demokratik biçimler getiren bir hilekâr; devlet gücünün kör araçlarıyla muhaliflerine vuran (Katoliklere Kulturkampf’yla, Polonyalılara Yerleşim Komisyonuyla, Sosyal Demokratları sınırlamalarla) bir zorba olarak görmekteydiler. Bunu yadsımazdı. Büyük hastalıklar kapana kıstırıldığında, küçük ameliyatların ve küçük dozlarda acı ilaçların haklı bulunacağına hiç kuşkusuz inanmaktaydı. Solcu bir inancın ender bir hayranından alıntı yapılırsa: "Modern Avrupa'nın tarihi üç Tiran açısından yazılabilir: Napoleon, Bismarck ve Lenin. Bunların üçü arasında... Bismarck büyük olasılıkla en az hasarı vermiştir." N.Davies, Avrupa Tarihi

İmparatorluk içinde Prusya
1871'den sonra imparatorluğu Prusya yönetir. Prusya başbaka­nının ve imparatorluk şansölyesinin yetkileri, 1890'a kadar aynı kişide, Bismarck'ta toplanır. Prusya gibi imparatorluk da hiçbir zaman parlamenter bir rejim olamayacaktır, iktidarın otoriter ya­pısı, özellikle, Prusya soylularının egemenliğinde bulunan ve hü­kümdara bağlı olan ordu içinde tartışma konusu yapılmaz. Başa­rı ve disipline gösterilen büyük saygıyla kendini dışavuran «Prusyalılık ruhu», ordu üyelerinin görev süreleri bitiminde sistematik olarak imparatorluk bürokrasisine katılımıyla, imparatorluğa da­ha da güçlü bir şekilde damgasını vurur.

1866'daki toprak katılımları, demografik açıdan oldukça dina­mik (1871'de 24,75 milyon, 1910'da 40,2 milyon) olan nüfusa, imparatorluk nüfusunun yüzde 60'ını temsil etme imkânını tanır. Ruhr Havzası sayesinde, Prusya, imparatorluk içindeki kömürün ve ağır sanayiin en önemli bölümüne sahip olur ve imparatorluğun başkenti Berlin, kendini en önemli Alman metropolü olarak kabul ettirir.

Ancak, geleneksel yönetici sınıfın konumu giderek daha çok tehdit altına girer. XIX. yy sonundaki tarımsal kriz, Prusyalı soylu­ların çıkarlarına dokunurken, büyüyen sanayileşme (1890'lı yıllar­da kesin bir hız kazanan), yeni siyasal güçlerin ortaya çıkmasına yol açar. Özellikle, işçi hareketi, imparatorluğun son yirmi-otuz yı­lında giderek artan bir önem kazanır. Bismarck'ın becerikli temsilcisi olduğu eski Prusya zayıflar ve kendini gelişmelere uydurmak zorunda kalır. Ama, ordunun hükümet üstünde gittikçe büyüyen etkisi, Prusya'ya, bazı sanayilerle yeni sıkı ilişkilere girerek iktidarının önemli bir kısmını muhafaza etme imkânını sağlar.

Prusya'nın sonu
1918'de, Prusya parçalanmış gözükmektedir: artık bir monarşi değildir ve Alman topraklarının en önemli bölümünü yitirir (Dan-zig koridoru, Poznan, Kuzey Schleswig bunlar arasındadır). Prus­ya, artık, belirleyici bir rolü olmamasına rağmen, en önemli eya­let (Iand) olmayı sürdürür ve yeniden doğan Alman ordusunda hâlâ çok sayıda Prusyalı soylu bulunmaktadır. Ancak, Nazizm, Prusya'da kendini kabul ettirmekte zorlanacak (1928'de, partinin Landtag'da yalnızca altı milletvekili vardır) ve 1932 nisanındaki seçimlerin ardından, Prusyalı bakanların muhalefetini bastırabil­mek için, yaşlı şansölye Hindenburg'un sıkıyönetim ilan etmesi gerekecektir. Prusya, tıpkı diğer eyaletler gibi haklarını ve özerk­liğini 30 ocak 1934'te yitirir. 25 Şubat 1947'de, müttefikler, Prus­ya'nın siyasî varlığına son verir (Doğu-Prusya'mn kuzeyiyle bir­likte Rusya'ya verilen Königsberg, Kaliningrad olur ve Oder - Neisse Hattı'nın doğusundaki topraklar, Polonya'ya bırakılır).   Axis 2000


Töton Şövalyelerinin Ortaya Çıkışı Geç Ortaçağ'da Kuzey Avrupa'da Tesiri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder