Uygurlar

Moğolistan'daki büyük göçebe imparatorluklarından ikincisi 744 yılından 840'a kadar sürmüştür. Başşehri Orhun Irmağı üzerindeki Karabalgasun idi. İmparatorluk kurulmadan önce, Çin kaynaklarının Gu-li pey-lo diye bildiği Uygurların başı, kendisinin mensup olduğu Yağlaklar klanının, diğer Uygur boylarına hâkim olmasını sağladı. Nihayet 742 yılında bu bey, Uygur, Karluk ve Basmillardan oluşan bir koalisyonun başında, Doğu Türklerinin son hükümdarını Moğol bozkırlarından attı.


Bu arada, Uygurlar ile Basmılların arası açılmış, Karluklar da Uygurların tarafı­nı tutunca Basmıllar yenilmişlerdi. Uygurların, Karluk ve Basmıllara göre daha kuvvetli olmasının sebebi hiç şüphesiz kalabalık Dokuz Oğuz boylarının kendi yanlarında yer almalarıydı. Bu Dokuz Oğuz kabilesi Buğu, Bayırku, Hun (Qun), Tongra, İzgil, Chi’i-Pi, A-pu-sse, Ku-lun-wu-ku ve Ediz’den oluşuyordu. Bunlara Uygurlar da katılınca On Uygur olarak anılmaya başladılar. Uygur Devleti’nin baş­langıçta halkını bu boylar meydana getirmişlerdir. Bu sebepten dolayı Uygurlar ba­zı İslam kaynaklarında Dokuz Oğuz olarak kaydedilmişlerdir. Uygurlar kendi içle­rinde de dokuz uruğa (küçük kabile) bölünmüşlerdi: Bunlar Yağlakar, Uturgar, Kürebir, Baga Sıgır, Ebirçeg (Abırçak), Hazar, Hu-wu-su, Yagmurkar ve Ayabire adlarını taşıyorlardı. A.Ü.A.Ö.F.

Bu durum, Gu-li pey-lo'yu bozkır hakimiyetine götüren ilk adım oldu; nitekim devrin Çin tarihçisi 744 yılı için kısaca şunu kaydediyor "Basmillara hücum etti, yendi ve Kutluğ Bilge Köl Kağan unvanını aldı" Bundan bir süre sonra Karluklar da Uygur kağanı tarafından ortadan kaldırıldı, bunların doğudaki bir kolu Uygurlara tabi oldu. İmparatorluğun kurucusu 747'de ölür. Yerine, Çin kaynaklarında Mo-yen-ço diye geçen oğlu Bilge Köl Kağan geçer. Bu kağan ihtiraslı bir hükümdardı; imparatorluğun gücünü artırmak için babasının başarılarını, Karluk ve Basmılları idaresi altına almak suretiyle devam ettirdi. Ayrıca Çin'de Tanğ devletindeki isyanı bastırmak üzere en büyük oğlunu bir orduyla göndermek suretiyle Uygurların tarihi önemini dünyanın gözünde bir kat daha arttırdı. Çin'deki bu An Lu-şan isyanı (755-763) Tanğ hanedanını bertaraf edemedi, ama isyanın sebep olduğu tahribat yüzünden Tanğ bir daha kendini toparlayamadı. Çin, askeri bakımdan desteklerine bağımlı olduğu için, Uygurlar Çin imparatorlarını avuçlarının içine almışlardı ve Uygur kağanlarının bazıları bu avantajı sonuna kadar kullanmıştı.

Mo-yen-ço'nun 759'da ölmesi üzerine, Çin kaynaklarında adı İ-di-cyen veya Moğ-yü şeklinde geçen ikinci oğlu Tengri Kağan unvanıyla tahta geçer. Bunun saltanatı zamanında Uygurlar hakimiyetlerinin zirvesine ulaşırlar. Selefleri gibi bu kağan da Uygurların isteklerini yerine getirmek şartı ile Çin'e askeri yardıma devam eder. 762'de bu defa Şı Çav-i liderliğinde ortaya çıkan isyanı bastırmak üzere yapılan savaşlarda Çin'e yardım etmek için kağanın bizzat kendisi Çin'e gider. An Luşan isyanının bastırılması Çin için çok önemli bir hadisedir. Fakat bu Çin seferinin, Moğ-yü Kağanın milleti için en önemli sonucu kağanın Mani dinini kabul etmesidir.

Moğ-yü Kağanın Mani dinini kabul edişi, Uygur sarayı üzerindeki Soğd tesirinin artmasına sebep olmuştur. Orta Asya tarihinde çok mühim bir rol oynayan Soğdlular arasında, Manici olduklarından dolayı takibata uğrayıp kendi ülkelerini terk eden birçok dindar insan vardı. Sonunda Moğ-yü Kağanın danışmanları kendisinin tahttan indirilmesine sebep olmuşlardır. 779'da Soğdlular, Çin hükümdarı Day-dzunğ'un (762-779) ölümü üzerine ilan edilen büyük yasdan istifade edip Çin'i işgal etmesini kağana tavsiye ederler. Moğ-yü Kağan bu teklifi kabul eder fakat birinci dereceden yeğeni ve baş veziri Tun Bağa'nın muhalefeti ile karşılaşır. Kağanı ikna edemeyen Tun, hükümdarı ve etrafındaki Soğdlu taraftarlarını öldürtür ve kendisi Alp Kutluğ Bilge Kağan unvanıyla tahta geçer. Bu suretle Soğd aleyhtarı, fakat Çin yanlısı bir siyaset başlar.

789'da Tun'un ölümü üzerine Soğd ve Mani dininin etkisi yeniden kurulur. Fakat Çin ile iyi ilişkiler bozulmaz. Ancak bu sırada Çin karşısında Uygurların etkisi ve prestiji birdenbire zayıflamaya başlar. Merkezde idareyi elinde tutan klanın gücü, El Ögesi (devlet danışmanı) adındaki bir ordu komutanı ve baş vezirin eline geçer. Bu zat, çok genç olan yeni kağanın adına devleti idare etmektedir. Bir süreden beri Çin'in bazı yerlerini ele geçirmekte olan Tibetlilere karşı Çin'in ve Uygurların ileri karakol mevkii olan Bişbalık'ı [Beşbalık] kurtarmak maksadıyla 790 yılında iki defa başarısız savaş teşebbüsleriyle mahcup duruma düşen general, işte bu generaldir. 795 yılında ölen kağanın oğlu olmadığı için vezirlerden biri tahta geçer; bu şahıs belki de El Ögesi adındaki naip olabilir.

"Tengride ülüğ bulmış alp kutluğ uluğ bilge kağan" unvanı ile kağanlık etmiş olan bu yeni hanedanın kurucusu, Uygur hükümdarlarının en büyüklerinden biri sayılmaktadır. Hatta tahta geçmeden önce 791-792 yılında Bişbalık'ı (Bey-tinğ) Tibetlilerden geri almıştı. Bu suretle daha önce uğradığı yenilgileri telafi etmiş oluyordu. Bunun zamanında Uygur imparatorluğu büyük bir ilerleme kaydetti. Onun başarıları bir noktaya kadar ölümünden sonra da devam etti (808). Bununla beraber halefinin son yıllarına doğru (808-821) Uygurların gücü azalmaya başlar. Çin hükümdarı Şyen-dzunğ'un (808-820) , kağanın bir Çinli prensesle evlenme talebini 813'den 820'ye kadar geciktirebilmiş olması, bu zayıflamanın bir işareti olarak düşünülebilir.

Uygur imparatorluğunun son 20 yılı kaçınılmaz bir çöküşe götüren devamlı bir çözülüşün hikayesini ortaya koyar. Merkezde çevrilen dolaplar hakim soyun gücünü yıpratmış, hükümdara karşı isyanlar birbirini takip etmiş; bilhassa çok sert geçen 839 kışı, Uygurların tek dayanağı olan hayvanları tamamıyla yok etmişti. Bu arada kağanlar, gittikçe daha da saldırgan olan kuzey komşusu Kırgızların hücumuna uğramıştı. Nihayet 840 yılında isyan eden bir Uygur kabile reisinin daveti üzerine Kırgızlar, bu gücü çok zayıflamış olan imparatorluğu elde ederler. Kağan öldürülür, hükümet merkezi ele geçirilir, halk da dağılır.

Bu kısa tarihçeden sonra, şimdi de Uygur imparatorluğunda yaşayan halkların kimler olduğundan, hudutlarının nerelere kadar uzandığından ve Uygurlar arasında kimlerin ve hangi grupların gücü elinde tuttuğundan bahsedelim. İmparatorluğun kuruluşunda halkın çekirdeğini, Tokuz [ Dokuz] Oğuz adı verilen dokuz boy teşkil ediyordu. Bunların arasında Uygurlardan başka Buhu, Hun, Bayırku ve Tongra adlı kabileler vardı. Geri kalan dördünü Çin kaynakları şöyle adlandırıyor: Sı-cye (Ssu-chieh), Çi-bi (Ch'i-pi), A-bu-sı (A-pussu) ve Gu-lun-vu-gu (Ku-lun-wu-ku). Bu dokuz boydan yedisinin, parçalanma devresinde Gobi Çölü'nün kuzeyinde ayrı ayrı yaşayan kabileler olarak listesi Çin kaynaklarında verilmiştir. A-bu-sı ve Gu-lun-vu-gu ise eşit haklarla, ancak 742'de kabul edilmişti. Aslında A-bu-sı, Sı-cye boyunun bir parçası, Gu-lun-vu-gu ise iki boyun birleşmesi idi.

Yeni Tanğ tarihi (Şin Tanğ-şu), 788 yılında Ediz boyundan birinin başkanlığında bir elçilik heyetinden bahsediyor ki bundan Ediz boyunun o tarihte konfederasyonun bir parçası olduğu çıkabilir. Halbuki 808'den sonra yazılmış olan Karabalgasun kitabesinin Çincesi Uygur tarihi hakkında çok önemli bilgiler vermekte ve Uygur kağanını hala "Dokuz Soyun Kağanı" olarak zikretmektedir. Her halde konfederasyon dokuz birimden oluşuyordu, ama bu "birimlere ayrılma" etnik olmakdan ziyade siyasi idi.

744'te idareyi elinde tutan boy Uygurlardı. Bunlar da kendi aralarında 10 kısma bölünmüşlerdi; bunlara On Uygur deniyordu. Hakim boy Yağlakar idi ve ikinci hanedan 795 yılında kuruluncaya kadar bütün imparatorluk, bu Yağlakar boyundan gelen kağanlar tarafından idare ediliyordu. Tokuz Oğuz gibi On Uygurun da kimliği kesinlikle belirgin değildi ve birimlere ayırma da etnik olmaktan çıkmıştı.6 Burada zikredilmiş olan birimlerin bütününe Çin kaynaklan Tye-le adını veriyor; fakat imparatorluğun içinde başka etnik gruplar da vardı. Yukarıda görüldüğü gibi, ilkin Uygur hakimiyeti altına sokulması gereken boylardan biri Bişbalık civarında oturan Basmıllardı, diğeri ise büyük bir kısmı Balkaş Gölü ile Bişbalık arasında bulunan Karlukların en doğudaki ufak bir grubu idi. Bu iki boyu Uygurlar daima küçümsüyor ve bu yüzden de bu önemsiz askerleri asıl tehlikeyi önlemek üzere savaşlarda hep öne sürüyorlardı. Büyük bir ihtimalle geri kalan Karlukların çoğu Uygur imparatorluğunun içinde erimiş olmalıdır. 1909 yılında Moğolistan'da Şine-usu bölgesinde bulunmuş olan kitabede Mo-yen-ço'nun Basmıl ve Karluklara karşı yaptığı seferler teferruatıyla anlatılmaktadır. Ayrıca Çince bir metin 789 yılı ile ilgili olarak şöyle yazar: Karlukların üç boyu Uygurlara tabi idi." Fakat 790'da Bişbalık'ı Tibetliler alınca, bir süre sonra bu batı bölgelerini yeniden ele geçirinceye kadar Uygurlar Karluk ve Basmılların bağlılığından yoksun kaldılar.

Moğolistan'a hakim oldukları devirden kalma Türkler ile, her bakımdan mühim olan Soğdlardan başka, Uygurların kontrolü altındaki azınlıkların en mühimlerinden biri de Çinlilerdi. Birçok kağan Çinli prenseslerle evlenmişti; ayrıca Çin'in yerli halkından birçok insanın Uygurlar arasına yerleştiği hakkında tarihi deliller vardır. Çin'in standart hanedan tarihlerinin kaydettiğine göre, 792 yılında Çin hükümdarı, Karabalgasun'a gidip kağanın evlatlığı olarak Yağlakar soyadını alan Lü ailesinden bir Çinliye resmi bir unvan tevcih etmiştir. Şine-usu kitabesinde (batı yanı, satır 5) Mo-yen-ço Kağan, bazı Çinli ve Soğdlara, Orhun Irmağı'nın bir kolu olan Selenga üzerinde Bay-balık adlı bir şehir kurmalarını emreder. Herhalde bunları işçi olarak değil, ustabaşı olarak düşünmek lazımdır.

Bütün bu bilgiler Uygur imparatorluğunun toprakları hakkında genel bir bilgi vermeye yeter sanırım. Fakat şu bir iki özel noktanın belirtilmesinde fayda olabilir. Bir Çin kaynağı 745 yılındaki durumu şöyle kaydediyor: "En doğuda Şı-vey (toprakları), batıda Altay Dağları, güneyde Gobi Çölü eski Şyunğ-nu topraklarının bütününü kapsamaktadır." Bu kayıt gösteriyor ki, kağanın son zamanlarda kazandığı topraklar Çin hükümdarı tarafından kabul edilmiştir. Her ne kadar çok geniş coğrafi alanı kapsayan Altay Dağlan ve Gobi Çölü gibi ifadelerde bir kesinlik yoksa da, bundan imparatorluk hudutlarının çok geniş olduğu anlaşılmaktadır. Şı-vey, Kerulen Irmağı'nın güneyinde yaşıyordu. Kuzey hududu bu kaynakta belirtilmemiş, ama herhalde kağan hududun, Orhun Irmağı'nın aktığı Baykal Gölü'ne kadar uzandığını tasavvur ediyordu. Uygurların batıdaki hudutları, Basmıl ve Karlukların itaat altına alınmalarıyla kesinlik kazanmış ve Tun Bağa'nın ölümüne kadar değişmemişti. Bişbalık'ın elden çıkması ve bunu takip eden hadiseler Uygur devletinin yayılmasını kısıtlamıştı.

Türklerin benimsemiş olduğu bütün unvanları Uygurların da kullandığını görüyoruz. Bir Çin kaynağına göre, 647'de Uygur kağanı " devlet memurlarının adlarını, daha önce Türkler arasında yaygın olan usule göre teshil etti."  İmparatorluk dönemindeki Uygurlarda kullanılan adlara baktığımız zaman bu usulün çok fazla değişmemiş olduğunu görürüz. Hatta muhtelif devlet memurlarının vazifeleri bile aynen muhafaza edilmiştir.

Uygur İmparatorluğu’nun 13 hükümdarından beşi öldürülmüş; bir tanesi de, vezirlerden birinin yürüttüğü isyan hareketinin başarısı üzerine ya öldürülmüş, ya da intihar etmişti. Altı kağandan yalnız Moğ-yü Kağan başarılı bir saltanat sürmüştü. Diğer beşi ise hanedanlarının çöktüğü sekiz yıl içinde ölmüştü.

Moğ-yü Kağan'ın Budizm veya başka bir din yerine Maniheizmi seçmiş olmasının bir başka sebebi de Çin'deki Tanğ hanedanına karşı istiklalini koruma endişesi olabilir, çünkü Çinli bu dinden nefret ediyordu;.

Moğ-yü için Soğdların mali gücü her şeyden önemliydi. Kağanın kendi siyasal gücü büyük çapta kendisinin ve boyunun iktisadi üstünlüğüne bağlıydı. Dinlerini kabul ederek Soğdlarla ittifak yapmak, bu gayelerin tahakkuku için önemli bir yoldu. Diğer mali meselelerden biri de şu idi; Soğdlar Batı Bölgeleri ticaretinde, mesela Çin'in ipeğini altın ve gümüş gibi maddelerle değiştirmede usta idiler ve kağanın bu ticarete ihtiyacı vardı.

Eski Tanğ tarihi 744'ten önce Uygurlar hakkında şunları kaydediyor: "Sulak ve otlak arazi bulmak için dolaşırlardı [ ... ] Atçılık ve okçulukta mahir idiler. " Bunlar gerçekten aslında tipik göçebe idiler. Hayvancılık ve avcılıkla geçiniyorlardı. Ziraatı bilmiyorlardı. Yerleşmek üzere şehir falan kurmamışlardı. Sanatları ve kültürleri çok iptidai idi. Uygurların büyük bir kısmı göçebe olarak kalmışlardı. İmparatorluk dönemi boyunca ekonomileri at, koyun, sığır ve deve yetiştirmeye dayanmaktaydı. Bu hayvanları yetiştirebilmek için otlaklara ihtiyaç vardı. Ve bir tek otlağın devamlı olarak kullanılması mümkün olmadığına göre, bu hayvan yetiştiricileri daima yer değiştirmek, bir otlaktan ötekine göçmek zorunda idiler. Uygurların yetiştirdiği hayvanlar içinde ekonomik olarak en değerlisi koyundu. Yününden çadır keçesi yapılıyordu, derisinden elbise dikiliyordu. Tezeği de kışın ısınmak için yakılıyordu. Eti yeniyor, sütünden peynir yapılıyordu. At ve sığır da et ve süt ihtiyacını karşılıyordu, özellikle kısrak sütünden yapılan kımız çok yaygın bir içkiydi. Fakat Mani dini rahipleri tabii kımız içmezlerdi. Buna ilave olarak at ve sığır yük hayvanı olarak da kullanılırdı. Bunlardan bilhassa at, süratli hareket için çok yararlıydı. Atlar ticaret metaı olarak kullanıldığı gibi, Uygurların sanat hayatında, askeri ve dini hayatlarında çok mühim rol oynuyordu.

..

Ziraatin gelişmesine bağlı olarak şehirlerin gelişmiş olduğunu görüyoruz. Bunun en sağlam delili, şimdi yukarıda zikredilen parçadır. Ayrıca biz iki Uygur kağanının girişimi üzerine inşa edilmiş iki şehir biliyoruz. Bunlardan biri Bay-balık [ "Zengin şehir"] olup buna daha önce işaret etmiştim. Kağanın emri üzerine inşaatına 757'de başlanmıştı. Ötekisi ise Karabalgasun idi ve aynı tarihlerde kurulmuştu. Öyleyse her ikisi de Mo-yen-ço Kağan zamanında tamamlanmıştı. Buna göre, şehirleşme imparatorluğun kuruluşundan hemen sonra başlamış demektir. Bay-balık hakkındaki bilgilerimiz pek az ve Uygurların hayatındaki önemi de pek belli değildir. Öte yandan Karabalgasun son derece etkileyici bir görünümü olan bir şehir haline gelir. İçinde bir kraliyet sarayı vardır; Şine-usu kitabesinin ifadesine göre (güney kısmı, 10. str.), şehir ile aynı zamanda kurulmuştur ve duvarlarla çevrilidir. Temim'in bildirdiğine göre, "şehrin 12 tane muazzam demir kapısı vardır. Nüfusu kalabalıktır. Çarşıları ve muhtelif esnafı vardır. " Şehre hakim ve çok uzaklardan görülebilen altından bir çadır olduğunu, bunun sarayın düz damı üzerinde bulunduğunu ve 100 kişi alabildiğini de ayrıca kaydediyor.

Bir imparatorluğun kurulmasıyla zaruri olarak ortaya çıkan kuvvetli ve geniş bir alana yayılmış bir idari mekanizma, hükümetin her zaman bulunacağı belli bir merkezin kurulmasını zorunlu kılar. Hükümdar kendi topraklarında nerede ne olduğunu bilmek ister. Haberleşmenin zayıf olduğu zamanlarda herkes hükümdarı nerede bulacağını bilmelidir. Bir kere şehir kuruldu mu, göçebelik zayıflamaya başlar. Ziraat ortaya çıkmaya başlar ve sonunda şehir dışında üretilen yiyecek maddelerine ihtiyacı olan yerleşik bir şehir halkı kısa zamanda oluşur. Kültür faaliyetlerinin gerektirdiği şartlar doğmaya başlar, bunlar daha da gelişmiş bir medeniyetin ortaya çıkmasına yol açar. Bütün bu eğilimler mantıkidir ve bunların Uygur toplumunda gerçekleşmekte olduğunu açık bir şekilde görüyoruz.

Uygurların bu yarı göçebe, yarı yerleşik imparatorluğu bir yüzyıldan az bir süre iktidarda kaldıktan sonra çöktü. Şimdi çöküşün sebeplerini kısaca inceleyerek yazımızı bitirelim. 868 veya 869'da ölmüş olan Arap yazarı el-Cahiz'e göre Uygurların Mani dinini kabul edişi bunların çöküşünü hazırlamıştır. "Sayıca Karluklardan çok az oldukları halde Toguzguzlar bunlardan çok ileriydiler; fakat Mani dinini kabul ettikten sonra yenilgiye uğramaya başladılar. " Muhakkak ki, yeni kabul edilen din Uygurların ve hükümdarlarının savaş isteklerini azaltmış ve bunları daha barışçı faaliyetlere itmişti. Ve el-Cahiz'in bu konudaki görüşü akla çok yakındı. Zira Mani dininin getirdiği tesirler de önemli birer sebepti. Uygur imparatorluğu, geçmişiyle, kısmen de olsa bir kopukluk yaratan ve kendisine tamamiyle yabancı bir kültürü hazmetmeye gayret ediyordu. Bu gayretin yarattığı çatışmalar, yani yerleşik ve yabancı tesirinde kalmış şehir halkı ile hala daha geleneksel göçebeliği sürdürenler arasındaki çatışmalar, muhakkak ki Uygurlar arasında oldukça büyük gerilimlere sebep olmuştur.

Şehir hayatı ile bunun dışındaki hayat arasındaki ihtilaflar gittikçe büyüdü. Aynı devletin içinde birbirinden çok farklı, müstakil iki toplum gelişmekteydi. Zamanla bu iki toplumun gerek siyasal, gerekse toplumsal bakımdan birbirinden farklı olduğu apaçık anlaşılmıştı. Sarayın, başkent dışındaki kontrolü zayıflamış, böylece durumdan memnun olmayan mahalli kabile reislerine fırsat çıkmıştı. Belli şartlar altında bir devlet daima siyasal ve kültürel parçalanmaların üstesinden gelebilir, ama Uygur imparatorluğu henüz tam manasıyla kurulmadan böylesi bölünmeler ortaya çıkmış ve devletin bunları yenecek gücü olmamıştı.

Moğ-yü Kağan, Mani dinindeki ferdi terbiye ve disiplin üzerindeki ısrarın, Uygurların gücünü muhafazaya yarayacağına inanıyordu. Fakat gelişen hadiseler kağanın yanıldığını gösterdi. Hatta sarayın içinde bile, lüks ve gevşek hayat, geçmişteki şiddet ve sertliğin yerini almaya başlamıştı. Bu gidişin hızı, siyasi ve askeri çatışmalara karşı kağanların mücadele gücünü bitirip tüketmişti. Sadakatsiz vezirler iktidarı ele geçirmek için gayret sarfediyorlardı; hatta imparatorluğun son yıllarında bizzat Karabalgasun'un birçok iktidar mücadelesine ve isyanlara sahne olması şaşılacak bir şey değildi.

Kağanlar büyük bir ordunun başı idiler. Fakat askeriyenin değerden düşmeye başladığı devirde, askerlerin çoğu kendilerini artık gereksiz saymaya ve gevşek hareket etmeye başlamışlardı. Kağanlar artık ordunun sadakatine güvenemiyordu. Zira ordunun büyük bir kısmı, kendisiyle bağları kopmuş boyların başında bulunan tutukun komutası altındaydı. Sadakati şüphe götürür, gevşek bir asker takımı, en iyi zamanlarında bile bir hükümet için son derece tehlikelidir. Saraydaki güç parçalara bölününce, bunun hemen ardından felaketler başlar.

Uygur devletinin yıkılışının bir başka sebebi de, dıştan gelen baskılar olmuştur. Çin'deki Tanğ hanedanı pek endişe edilecek bir tehlike değildi. Fakat Tibetliler daimi surette tehlike unsuru idiler. Hatta 816'da Karabalgasun'a bile hücum etmeye kalktılar. Daha da ciddi bir tehlike, kuzeydeki Kırgızlardan geliyordu. 820'de bunlarla çıkan savaş bu tarihten itibaren fasıla[1]larla devam etti. Kırgızlar bu olaylarda Uygurlar arasındaki ihtilaflardan yararlandılar ve hatta kağanın generallerinden biri, onlardan askeri birlik göndermelerini talep etti.

Bir imparatorluğun yıkılmasında ekonomik sebepler daima bir rol oynar. Maalesef, Uygurların bu çöküşü üzerindeki bilgilerimiz sadece Yeni Tanğ tarihindeki şu ifadelerle sınırlı kalmaktadır. Buna göre, 839'da "bir açlık oldu ve salgın hastalık çıktı ve çok fazla kar yağdı. Birçok koyun ve at öldü." Belki de bu, Uygur ekonomik hayatının yıkılışında bardağı taşıran son damla olmuştu. Çin ile yapılmakta olan ipek-at ticareti bundan bir süre önce durmuş olmalı. Çin kaynakları bu konuda 820'li yıllar için teferruatlı bilgi verirken, 829'da birden bu bilgiler kesilir ve 830'lu yıllar için hiçbir kayıt bulunmaz (fakat imparatorluk döneminin ardından ticaret yeniden başlar). 839'daki büyük açlıktan önceki yıllarda yiyecek maddeleri ve diğer mamuller herhalde gittikçe azalmaktaydı. İçerideki ve dışarıdaki istikrarsız durum ile aynı zamanda ortaya çıkan bu son felaketin ardından tam bir çöküşün gelmesi zaten bekleniyordu. Uygurlar bir daha böyle güçlü bir imparatorluk kuramadlar. Bundan sonra tarihte oynayacakları rol, kültür alanındaki başarı olacaktı. Bunun hazırlıkları ve temelleri 744 ile 840 arasında atılmıştı.

Kansu (840-1226) ve Beşbalık Uygurları (840-1368)

Orhun bölgesinde kendilerine hayat olmadığını anlayan Uygurlar, bundan sonra iki kola ayrılarak değişik ülkelere göç ettiler. Bir grup Kansu bölgesine giderek Kansu Uygur Devleti’ni kurdu. Ancak, bu devlet genelde Çin'e bağlı kalmış, ön­ce T’ang hanedanı (907’ye kadar), sonra Beş Hanedan devrinde (960’a kadar) Çin ile iyi ilişkilerini sürdürmüştür. Bazen karşı gelseler de herhangi bir büyük çatış­ma olmamıştır.

Pek fazla bir askerî varlık gösteremeyen Kansu Uygurları, 940’tan sonra Kılan­lara, 1028’den sonra Tangutlara, 1226’da ise Moğollara tâbi oldu. Onlar günümüz­de hâlâ Sarı Uygurlar adıyla varlıklarını sürdürmektedirler.

Orhun bölgesindeki siyasi varlıklarını kaybettikten sonra bir kısım Uygurlar Beşbalık bölgesine gitmişti. Bunlar Beşbalık, Turfan ve Tanrı Dağları etrafına yer­leşmiştiler. Beşbalık Uygurları, bu sıralarda Tibetlilerin yoğun baskısı altındaki Tang hanedanı tarafından tanındı. Uygur ülkesi İpek yolu üzerinde olması ve do­ğal kaynaklara sahip bulunması sebebiyle kısa süre içinde zenginleşti. Uygurların desteğiyle Maniheizm inancı Çin’de yayıldı. 911’de Kansu Uygurlarının Tun-hu- ang’ı alması üzerine Çin’den koparak tamamen bağımsız oldular. Ancak, Tibetliler ve Karluklar arasında sıkışan bu Uygurlar hakkında fazla bir kayıt tutulmamıştır. A.Ü.A.Ö.F. Prof.Dr.Ahmet Taşağıl


Erken İç Asya Tarihi. Ed. Denis Sinor, Uygurlar, Colin Mackerras

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder