Yugoslavya






Yugoslav komünist liderliği 1945 yılından itibaren diğer partilerinkine göre daha elverişli bir konuma sahipti. Partizanlar ülkenin kontrolünü ellerinde tuttuklarından dolayı, siyasi gücün tam anlamıyla ele geçirilmesi ve iç gelişmelerde komünist programın uygulanması için gerekli olan ara döneme pek ihtiyaç duymadılar. Galip bir devlet olarak Yugoslavya, Romanya ve Bulgaristan'ın aksine bir barış antlaşması görüşmelerine oturmak ve tazminat ödemek zorunda da değildi. Yabancı bir ordu ülkelerini işgal etmemişti. Diğer bölgelerde olduğu gibi Sovyetler Birliği büyük oranda endüstriyel ürünü kendi alıp götürme fırsatına sahip değildi. Bununla birlikte ülke, savaş dönemi sırasında fazlasıyla harap olmuştu ve hükümetin ilk görevi bu hasarı tamir etmekti. 1945 yılından 1949 yılına kadar devlet Stalinist modeli çok yakından takip etti. Burada da temel vurgu büyük endüstrilerin geliştirilmesine ve elektrikleme projelerine yapılmaktaydı. 1953 yılında ölümüne kadar Boris Kidriç merkezi planlamadan sorumluydu. Sovyetler Birliği'ndeki ve diğer sosyalist devletlerdeki meslektaşlarının aksine, Yugoslav planlamacılar ulusal ve bölgesel problemleri göz önünde bulundurmak zorunda kaldı. Böylece yeni endüstriler, tesadüfi olarak daha önce partizan hareketin merkezi olan Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ gibi geri kalmış alanlarda kuruldu. Her ne kadar bütün Yugoslav cumhuriyetlerindeki ekonomik durumu eşit hale getirmek şeklinde bir niyet varsa da, bu "siyasi fabrikalar" daha sonra birçok zorluğa neden oldu. 
..
1947 yılının ortasında taşımacılığın yanı sıra Yugoslav endüstrisi ve perakende ticareti de hükümetin kontrolüne geçti.
..
Devletleştirmenin daha zor olduğu görülmekteydi. Başlangıçta radikal önlemler sadece etnik Almanların ve Mihver Güçleri ile ittifak yapmış olan kimselerin büyük topraklarına ve çiftliklerine devlet tarafından el konması ile sınırlıydı. Bundan başka, Yugoslav liderliği temelde köylülere dayansa da, başlangıçta tarım meseleleriyle ilgili son derece kuramcı idi. Toplanan araziler kırsal bölgelerde üretimi arttırmanın ve hayat standardını yükseltmenin en iyi aracı olarak görülmekteydi. 1949 yılı Ocak ayında, Sovyetler Birliği ile olan anlaşmazlığın ortaya çıkmasından altı ay sonra, hükümet devletleştirme faaliyetlerine girişti. Bu kısmen Sovyetler'in kuramsal eleştirilerini karşılamak içindi. Başka yerde olduğu gibi burada da köylüler büyük bir direniş gösterdiler. Hayvanlarını öldürdüler ve ürünlerini göndermekten kaçındılar. 1950- 1952 yılları arasında meydana gelen kuraklık, ülkenin durumunun daha da kötüleşmesine neden oldu. 1950 yılında tarım ürünleri savaş öncesi döneme göre yüzde 73 oranında azaldı. Buğday dağıtımı da yüzde 43 düştü. 
..
Yugoslav hükümeti bu dönemde Tito ve Politbüro üyelerinin oluşturduğu, kendilerine Presidium denilen küçük bir grubun kontrolü altındaydı. Daha önce bahsedilen Djilas, Rankoviç ve Kidriç'in yanı sıra, hükümetin başında bulunan Mosa Pijade hukuki meselerden, Franc Leskoşek ağır sanayiden, General İvan Gosnja ordudan sorumluydu; Blagoje Neskoviç de Devlet Kontrol Komisyonu başkanıydı.
..
1950 yılı Haziran ayında Ulusal Meclis, Devlet Ekonomi Girişimleri İşletmesi ve Yüksek Ekonomik Kurumlar üzerine bir kanun çıkardı; bir otoritenin iddiasına göre bu kanun "savaş sonrası Yugoslavya'sının en meşhur yasama kanunuydu." "İşçilerin kendi kendilerini yönetmeleri" prensibine dayanan yeni sistem teoride devletten, "sosyal mülk" olarak açıklanan üretim araçlarının devlet mülkiyetini almaktaydı. İşçiler şimdi bireysel girişimlerin işletmesinde mutemet olarak görülüyordu. Böylece üreticiler kendi ürünlerini kontrol etmekteydi.
..
Başlangıçta kurullar teoride ifade edildiği gibi işlemedi. 1950 yılında ekonomik koşullar hala çok zordu. Kominform ablukası son derece etkiliydi ve kuraklık tarımsal üretimi oldukça düşürmüştü.
..
Yerinden yönetim üzerine yapılan vurgu doğal olarak parti ve hükümet yapılanmasını da etkiledi. 1952 yılında Komünist Parti ismini Yugoslavya Komünistleri Birliği olarak değiştirdi. Bundan böyle partinin teoride en önemli görevi halkın eğitimi ve genel programların şekillendirilmesi ile ilgilenmekti. Komünistlerden nüfuzlarını öncelikle bireyler ve vatandaşlar olarak göstermeleri istendi ve parti sistemi içerisinde yerel organizasyonlara daha fazla önem verildi.
..
Sovyetler Birliği'nin uzlaşma çabaları Sovyet liderinin 1955 yılı Mayıs ayında Belgrad'ı ziyaret etmesiyle doruğa ulaştı. Havalimanında Yugoslavya'nın sosyalizme farklı yollardan gidilebileceği fikrini kabul ettiği yönünde bir bildiri okudu.
..
Diğer sosyalist devletlerle olan ilişkilerdeki gelişmelere rağmen, Yugoslav hükümeti Sovyet ittifakına katılmayı artık istemiyordu. Şimdi NATO'nun bir parçası olmanın planlarını yapmaktaydı. Bu nedenle, dışişlerinde tarafsız veya bağlantısız bir siyaset izleme teşebbüsündeydi. Amerikan ve Sovyet bloklarına karşı bir tür üçüncü dünya gücü oluşturmak için Tito, Hindistanlı Nehru, Endonezyalı Sukarno ve Mısırlı Nasır ile birlikte çalıştı. Yugoslavya'nın bu anlamda üstlendiği rolü kabul edenler ilk bağlantısız ülkeler zirvesini 1961 yılında Belgrad'da Tito'nun ev sahipliği yaptığı toplantıda gerçekleştirdiler.
...

Komünist dünya halkasında Çin etkisinin artması özellikle Yugoslavya'da büyük yankılara neden oldu. 1958 yılında Çinli liderler Tito'yu baş sapkın ve Komünist Kamp'taki problemlerin nedeni olarak görüyordu. Böylece Belgrad' a karşı çok güçlü saldırılarda bulundular. Arnavutluk'un Çin'in tarafına geçmesi tabii ki, bu devlet ile olan ilişkilerin tekrar kötüleşmesi anlamına geliyordu.
..
Birçok problem vardı. Harcanan çabalara rağmen, geri kalmış bölgelerdeki ekonomik koşullarda herhangi bir düzelme olmuyordu. İşsizliğin artması nedeniyle Batı Avrupa'ya çok sayıda genç, iş yapabilecek durumda olan adam gitmekteydi. 1973 yılına kadar bir milyondan fazla Yugoslav ve onlara bağlı olan kimseler yurt dışında çalışıyordu. 1975 yılında, Yugoslavya'da çalışan her yüz kişiden yirmisi yurt dışında çalışmaktaydı.
..
Ekonominin yerinden yönetimi, idare ve parti organizasyonu, geniş anlamda beklenmedik sonuçlara yol açtı. Altı federal cumhuriyet, önceki ulusal ve tarihi bölünmeye göre yapılandırılmıştı. Merkezi bağların çözülmesi ile cumhuriyetlerin başkentlerine daha fazla otorite verildi. Bu kentlerin büyük çoğunluğu hala ateşli ulusal duyguların kalesi idi. Ekonomik ve siyasi meselelerle ilgili anlaşmazlıklar çıktığında, yerel liderler eski bayraklarını ve simgelerini ortaya çıkarıp geçmişin savaşlarına dönmeye meyilli idiler. Yugoslav iç politikasında ulusallık meselesi bir kez daha en temel konu oldu ve krizin ardı ardına gelmesine yol açtı. Slovenya ve Hırvatistan gibi gelişmiş bölgeler ile Sırbistan gibi bir dereceye kadar gelişmiş ve Makedonya, Karadağ ve Bosna gibi geri kalmış bölgeler arasında bir çatışma ortamı doğmaya başladı. Böylelikle, özellikle Sırplar ile Hırvatlar ve Sırp cumhuriyeti içerisindeki Sırplar ile Arnavutlar arasında eski düşmanlıkları canlandıran ciddi çatışmalar oldu.

1966 yılında liberal reformlara, gizli polisin gücüne ve Yugoslavya içerisindeki Sırbistan Cumhuriyeti'ne karşı güçlü bir muhalefet oluşumu ortaya çıktı. 1971 nüfus sayımına göre 20.5 milyonluk toplam nüfus içerisinde Sırplar 8.4 milyonluk bölümü oluşturuyordu. Geçmişte olduğu gibi, yine uluslar arasında kıskançlık meseleleri gündeme geldi. Hem genel ulusun hem de Sırbistan Cumhuriyeti'nin başkenti Belgrad olduğu için, hükümette Sırp ağırlıklı bir merkez tanımlama yönünde ciddi bir eğilim vardı. Sadece Hırvatlar değil, Arnavutlar, Boşnak Müslümanlar, Makedonlar ve Slovenler de Sırp eylemlerine şüphe ile bakıyorlardı. Bu davranışlarını meşrulaştırıcı bazı durumlar da söz konusu idi: Ordu, polis ve güvenlik güçleri genel anlamda Sırp yoğunluğuna sahipti. Hatırlanacağı gibi, savaş sırasında askere alınan nüfusun büyük bir bölümü de Karadağlı, Bosnalı ve Hırvatistanlı Sırp nüfus içerisinden olmuştu. Bunun yanı sıra Sırplar, 1963 yılı sonrası Yugoslavya'sında başbakan yardımcısı olarak görev yapmış Aleksandar Rankoviç gibi güçlü bir Sırp lidere sahipti. Bu lider, devlette Tito'dan sonra en önemli kişiydi ve ileride onun yerine geçeceği düşünülmekteydi. 
..
Sovyetler'in Çekoslovakya'ya müdahale etmesi, Yugoslav hükümetinin popülaritesini çok arttırdı. Yugoslav vatandaşları sahip oldukları imkanları açıkça gördüler ve parti üyeliğinin artması da bu iyi duyguları yansıtmaktaydı.
...
Tito Hırvatistan'da meydana gelen gelişmeleri çok yakından izliyordu. 1971 yılı Temmuz ayında, Hırvat Partisi liderliğine, durumun tehlikeli boyutlara ulaşabileceği konusunda bir konuşma yapmıştı. Ulusçuluğun "vahşete bürünebileceği ... bazı köylerde Sırpların askeri talim gördüklerini ve silahlandıklarını" söyledi.
..
Her ne kadar Sırp ve Hırvat ulusal çekişmeleri bütün bir devlet için en önemli tehlike olsa da, Arnavut meselesi hem iç hem de dış zorluklar çıkarmaya devam etti. 1960'lı yıllara kadar Kosova bölgesindeki Arnavut nüfus Sırplarla kıyaslandığında şüphesiz ki çok büyük dezavantajlara sahipti. O dönemde Sırplar devletin zirvesinde ve parti içerisinde orantısız bir çoğunluğa sahip olarak, kültürel ve ekonomik hayatı belirleyici oldu. Sırp yetkililer yerel polis ve güvenlik güçlerini de kontrol altına almıştı.
..
Her ne kadar Sırbistan, Hırvatistan, Kosova bölgesi ve Makedonya dışındaki bölgelerde bazı ulusal çatışmalar yükseldiyse de, bunlar daha az açık ve daha az şiddetliydi. Önceki krallık yönetiminde, Slovenler komünist rejime göre daha iyi koşullar altındaydı. Tam anlamıyla kabul edilmiş farklı dilleri ve uygulamaya yönelik alternatif bir siyasi çözümden yoksun olmaları, onları Yugoslavya federasyonunun güçlü destekleyicileri haline getirdi.
...

Karışık nüfusun bulunduğu iki bölgede, Bosna-Hersek ve Özerk Voyvodina bölgesinde dikkatli dengeler kurularak büyük ulusal gerginliklerin oluşması engellenmekteydi. 1971 yılında, Bosna-Hersek'teki baskın grup Müslümanlardı. Nüfus içerisinde de yüzde 39.6 şeklindeki bir oranla, yüzde 37.2 oranındaki Sırplardan ve yüzde 20.6 oranındaki Hırvatlardan daha fazlaydılar. Bir takım tereddüt ve uzlaşmanın ardından 1968 yılında karar verildiği şekliyle, Sırp-Hırvat dilinde konuşan Müslüman bir nüfus olarak burada yaşayanlar altıncı ayrı ve Güney Slav "ulusuna" eşit bir topluluk olarak görüldü. İslam hem kültür hem de bir dindi; devlet otoriteleri de gelişmelerini destekliyordu. Yüzde 55.8 oranında Sırp yoğunluklu Voyvodina'da en güçlü azınlık, yüzde 21.7'lik oranlarıyla Macarlardı. Bölgede ayrıca Slovaklar, Rumenler ve Hırvatlar da vardı. Macarların gönlünü almak ve bütün gruplara kültürel haklar tanımak için özel bir gayret sarf edilmekteydi. Böylece belli başlı ulusların dillerinin her biri resmi olarak kabul edildi.
..
1970'li yıllarda, Yugoslav liderliği daha önce de tartışılan bir mesele ile karşı karşıya kaldı. En önemli meseleler hala ekonomik ve ulusal çekişmeler ile ilgiliydi. Ulusal çekişmelerin kontrol altında tutulması için özel dengeler kuruldu: Devlete ya da partiye yapılacak atamalar bir "etnik anahtar" tarafından belirlendi. Buna göre her ulus sayısı ile orantılı olarak etki gücüne sahip olmayı garanti altına almıştı. Hırvat hareketinin bastırılmasının ardından, Tito daha önce de gördüğümüz gibi, merkezi otoritenin kuvvetlendirilmesi için çalışmalar yaptı. Liberalizm, milliyetçilik ile özdeşleştirildiği için gözden düşmüştü. 1974 yılı Mayıs ayında yapılan onuncu parti kongresinde, temel vurgu "demokratik merkezileşme" ve parti otoritesinin siyasal sistem aracılığı ile ortaya konması üzerineydi. Bir takım alternatifler geliştirilmesine rağmen, 1978 yılı Haziran ayında yapılan on birinci kongre de merkeziyetçilik ve Tito'nun rolü üzerine vurgu yapmaktaydı.
..
 1970'li yılların belki de en önemli meselesi -en çok dikkat ve ilgiyi çeken 80'li yaşlara gelmiş olan Tito'nun yerine geçebilecek birini bulmaktı. Daha önce de gördüğümüz gibi, Yugoslav sistemindeki önceki gerilim ve gerginlikler Tito'nun başta olınası gerçeği ile düzelmişti. Tito'nun prestiji her ne zaman gerçek bir problem ortaya çıksa bunun çözümü için devreye girmişti. Tito aynı zamanda olağanüstü bir beceriye sahip bir lider idi.
..

Tito 1953 yılından 1971 yılına kadar devlet başkanı idi. 1971 yılında bir anayasal değişiklik ile 23 üyeden müteşekkil ortak başkanlık sisteminin kurulması sayesinde Tito ömür boyu başkanlık kazandı. 1974 anayasası üyelik sayısını 23'ten 9'a indirdi: Her bir cumhuriyet ve özerk eyalet için Tito ile birlikte bir temsilci olacaktı. Tito öldükten sonra, liderlik üyeler arasında yıllık olarak dönüşümlü bir şekilde paylaştırılacaktı. Parti içerisinde de benzer düzenlemeler yapıldı. 1980 yılı Ocak ayında Tito ağır bir şekilde hastalandı ve Mayıs ayında seksen yedi yaşındayken öldü. Daha önce düzenlendiği gibi, Makedonya'yı temsil eden Lazar Kolişevski devlet başkanlığının başına getirildi; Voyvodina'dan Stefan Doronjski Komünist Birliği'nin yönetimine geçti. Gücün düzenli bir şekilde taşınması, Doğu Avrupa sosyalist liderlerinin tartışmasız en güçlüsü ve en başarılısı olan Tito sonrası Yugoslavya'sının geleceği ile ilgili endişelerin büyük ölçüde azalmasına neden oldu. 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder