Bulgaristan

Bulgarların Tuna boylarına gelmeden önceki tarihlerini, “Avrasya’nın Bozkır Halkları” konu başlığında göstermiştik. Burada modern Bulgaristan’ın oluşumu sürecini, diğer bir ifadeyle Balkanlar’daki Bulgar devletini özetleyeceğiz. Yönetici Türk boyu Bulgarlar zaman içinde çoğunluğu oluşturan Slav halklar ile birlikte Hristiyan Ortodoks dinini kabul eden ve Slav dili konuşan bir kimliğe dönüştü. Bu dönüşümde etkisi altında kaldığı Bizans’ın rolü göz ardı edilemez. Aşağıda görüleceği gibi, Bulgarlar yeni kimlikleri ile Balkanlar’da önemli siyasi güç haline geldiler. Bizans’ın çöküşünden sonra, bölgede Osmanlı genişlemesinin de ilk hedefi oldular.

B.Berksan

Birleşik bir Avar-Slav ordusunun (Boğaziçi'nin karşı yakasındaki Perslerle birlikte başlatılan) 626'daki büyük Konstantinopolis kuşatmasında yenilmesiyle, Slavlar arasındaki ve başka yerlerdeki kullarının Bayan Kağan'ın otoritesini sorgulamaya başlamaları üzerine, Avar iktidarı zayıfladı. Kutrigurlar ile Utigurlar, Dinyeper ve Don ırmaklarının alt kesimleri arasında bağımsız bir hanlık kurmak için, "Bulgarlar" diye yeni bir ad altında kuvvetlerini birleştirdiler.

Konstantinopolis için Balkan cephesi de bir tasa kaynağıydı. Tuna Irmağı, teknik bakımdan 660 ve 670'lerde bile sınır olarak kaldı, ama Konstantinopolis pratikte çok az fiili denetim uyguladı. Durum 679'da, Türki kökenli Bulgarların gelişiyle dönüşüme uğradı; Bulgarlar, doğudan gelen Hazarların tecavüzleri nedeniyle Volga çevresindeki anayurt ve otlaklarından sürülmüş Kutrigur ile Utigur Hunlarından ve diğer gruplardan oluşan bir göçebe konfederasyonuydu.

Bulgarlar İmparator IV. Konstantinos'tan, iltica etmek ve korunmak amacıyla Tuna'nın güneyine, "Roma toprakları"na (Tuna'nın kendisi aslında büyük ölçüde Bizans denetimi altında kaldı, çünkü gemi trafiğine elverişliydi ve imparatorluk filosu orada devriye gezebilirdi) geçmek için izin istediler, ama talepleri geri çevrildi. Yine de ırmağı geçtiler ve bizzat Konstantinos'un komutası altındaki bir imparatorluk ordusunca karşılandılar. Ama imparatorluk ordusu paniğe kapıldı (zayıf disiplin, yanlış anlaşılan işaretler ve uyum eksikliği, bütün bunlar paniğe katkıda bulundu) ve Bulgarlar tarafından yenilgiye uğratıldı; Bulgarlar sonraki 20 yıl boyunca bölge üzerindeki hakimiyetlerini pekiştirdiler ve bölgedeki yerli Slavlar ve diğer halklar üstünde gevşek bir üstünlük kurdular. 700'e gelindiğinde, Bulgar Hanlığı Bizans Trakya'sını tehdit eden önemli bir siyasi ve askeri güçtü, gelecek üç yüzyıl boyunca da böyle kalacaktı.

…..

İmparator III. Leon ile oğlu V. Konstantinos'un en büyük başarılardan biriydi. İkincisinin Bulgar topraklarının kalbine sık sık düzenlediği seferlerde, her ne kadar Bulgarlar inançlı ve şiddetli bir direniş gösterseler de, Bulgar Hanlığı neredeyse tümüyle yok edildi.

...

Bulgar hanı Krum 811-13 arası dönemde Bizanslıları bir dizi ağır yenilgiye uğrattıysa da, imparatorluk yeniden toparlanmayı ve Krum'un ardıllarıyla barışçı bir ilişki kurmayı becerdi. Balkanlar'da durum, I. Vasilios'un döneminde Bulgar hanı Boris'in Hıristiyanlığa dönmesiyle daha da düzeldi; Boris, Hıristiyan adı olarak Mihal'i (852-889) ve Çar unvanını aldı; Bulgar sarayında güçlü bir Hıristiyan, Bizans yanlısı parti gelişti. Ama Konstantinopolis'teki imparatorluk sarayında yetiştirilmiş ve kendi imparatorluk iddialarını geliştirmiş olan Çar Simeon'un (893-927) saltanatı sırasında savaş bir kez daha patlak verdi; aralıklı olarak 920'lere kadar süren bir savaştı bu ve savaşın bir anında Konstantinopolis'in güçlü bir Bulgar ordusunca kuşatıldığı görüldü. Barışın yeniden sağlanması, İmparator I.Romanos'un çabalarıyla oldu. Önceden imparatorluk filosunun bir komutanı olan Romanos iktidarı ele geçirmişti ve oğullarıyla birlikte, imparatorluk konumunu yasal varis olan VII. Konstantinos'la paylaşıyordu. Barış, birbirini izleyen Bizans yanlısı Bulgar hükümdarlarının döneminde 690 'lara kadar devam etti.




 


1185'te Bulgaristan'da baş gösteren bir ayaklanma, imparatorluk garnizonlarının yenilgisiyle ve bağımsız bir Bulgar devletinin yeniden kurulmasıyla sonuçlandı.

….

Balkanlar'da, imparatorluk ile Bulgar çarı Simeon arasında 920'lerin başında yapılan savaşları izleyen barış, çarın ardılı I. Petro'nun (927-967) saltanatı boyunca devam etti. Bulgarların 965'teki yıllık "haraç" talebi bu ilişkiyi bozdu ve İmparator II. Nikiforos Fokas (963-969), hükümdarları Sviatoslav'ın emrindeki Ruslara Bulgarların kuzey sınırına karşı harekete geçmeleri çağrısında bulundu. Gelgelelim, Sviatoslav ziyadesiyle başarılı oldu. Bulgar direncini yok etti ve bölgenin kuzey kısmını işgal etti. İmparator I. İoannis Çimiskis'in şiddetle itiraz ettiği bir seferden sonra kovulan Sviatoslav, Kiev'e dönüş yolculuğu sırasında öldürüldü. Ama Doğu Bulgaristan Tuna'ya kadar artık Bizans birliklerinin işgali altındaydı. Çimiskis 976'da öldüğünde, yerel bir önderin oğullarının Prespa ve Ohri civarında patlak veren isyanında Bizans hakimiyetine karşı çıkıldı. İsyanın gerçek önderi, oğullardan Samuil adındakiydi; Samuil çar oldu ve Bizans birliklerine karşı bir dizi saldırı düzenleyerek, imparatorluğu, sözde denetlediği toprakların çoğunu terk etmeye zorladı.

Bulgaristan 1180'lere kadar Bizans'ın sıkı denetimi altındaydı. 1185 'te iki birader, Petır ve İvan Asen, imparatorluğa karşı bir ayaklanma başlattı. Başlangıçta başarısızlarken, Kumanların desteğini alınca İmparator II. İsaakios Angelos'a bir antlaşmayı kabul ettirmeyi becerdiler, buna göre imparator Güney Tuna Ovası'nın denetimini onlara bıraktı. 1189'da Trakya'yı istila ettiler ve ardından karşı saldırısı sırasında imparatorluğu ağır bir yenilgiye uğrattılar. Yeniden bağımsız bir Bulgar Devleti kurulmuştu. Biraderler kendi seçkinleri tarafından tahttan indirilip öldürüldüyseler de, ufak kardeşleri ve ardılları Kaloyan bağımsızlığını korumayı bildi, hatta sınırlarını batı yönünde Macaristan ve Sırbistan'a doğru genişletti. Bulgaristan sağlam bir şekilde Bizans kültür çemberinin -Bizans "uluslar topluluğu"nun- içinde olduğu halde, bir daha asla imparatorluğun parçası olmayacaktı. Kaloyan, 1204'ten ve Latin İmparatorluğu'nun kurulmasından sonra, yeni İmparator Baudoin'i 1205'te alt etmeyi, topraklarını da güney ve batıya doğru genişletmeyi becerdi. Bağımsız bir Bulgar kilisesi konusunda papanın onayını aldı. Ama oğlu ve ardılı II. İvan Asen 1232 'de Roma'yla bağını kopararak Ortodoks cemaatine sımsıkı bağlandı. Nikea imparatorlarıyla hem Latinlere, hem Epir Despotu Theodoros'a karşı sahte ittifaklar yaptı, Theodoros'u 1230'da nihai olarak yendi ve Trakya'nın çoğunu, ayrıca Thessaloniki Latin Krallığı'nı topraklarına kattı. Gelgelelim, genişlemiş Bulgar Devleti uzun süre devam etmeyecekti. Moğol kuvvetlerinin 1240-41'deki tahripkar akını, merkezi iktidarı önemli ölçüde zayıflattı ve istilacıların bir vasalı haline getirdi.

…..

III. Ştefan Uroş'un döneminde başka yararlar sağlandı: İmparatorluk iç savaşa tutuşunca ve 1330'da Bizanslılar ile Bulgarlar karşısında bir zafer kazanılınca, Sırbistan Bulgaristan'ı haraca bağladı. Sırbistan gücünün doruğuna bir sonraki hükümdar IV. Ştefan Uroş Duşan'ın (1331-55) zamanında erişti; IV. Ştefan, Macarları Tuna'nın güneyindeki bölgeden söküp attı ve Bizantion'dan artakalan toprakların çoğunu kendi ülkesine kattı. 1346'da kendisini imparator ilan etti.

Moğolların 1240-41 'de düzenledikleri muazzam akın, Kuzey Balkan Bölgesi'ne büyük yıkım, politik ve ekonomik kargaşa getirdi. Bulgaristan iç savaş ve hizipçilikle çöktü, ancak 1320'lerin sonunda, kendisi de iç savaşla parçalanan Bizans İmparatorluğu, boyarlar (soylular) tarafından en iyi önder adayı seçilmiş olan Bulgar çarı Mihal Şişman'a [III. Mihal Asen] büyük toprak bıraktığında, yeniden birleşti. Sırplara karşı Bizanslılarla yapılan felaket getirici bir ittifak, Şişman'ın 1330 'daki yenilgi ve ölümüyle son buldu. Ondan sonra, Balkanlar'ın genel şeması içinde Bulgaristan, giderek güçlenen Sırp komşusuna tabi, hizipçi rekabetler ve çekişmenin kurbanı bir ülke oldu

 ….

1370'lerin başında Balkan Dağları'nın güneyindeki Bulgaristan'ın çoğu fethedilmiş, yerel Sırp güçleri ezilmiş ve Makedonya Osmanlı topraklarına katılmıştı.




1908'de Osmanlı İmparatorluğu'nda çıkan bir isyan, devrimci bir hükümeti iktidara getirdi. Böyle uygun bir fırsattan yararlanan Bulgaristan ve Avusturya-Macaristan, Osmanlı'nın Balkanlar'daki durumunu daha da zayıflatan hareketlere girişti. Habsburg İmparatorluğu Bosna-Hersek'i ilhak etti ve Ferdinand Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan ederek çar unvanını aldı; böylece Ortaçağ Bulgar imparatorluklarının hatırasını yad etti. Osmanlı Devleti'nin bu hareketleri mağlup etmek için yapabileceği pek fazla şey yoktu. Müzakerelerden sonra, Bulgaristan'ın tazminat ödemesine karar verildi; bu paranın bir kısmı Rus kredisinden karşılanacaktı. Bulgaristan böylece bağımsız Balkan devletleri saflarına katıldı.

Bulgaristan, İttifak Devletleri'ni destekleyen tek Balkan devleti olarak, yeni toprakların iltihakından doğan hiçbir sorun yaşamadı. İkinci Balkan Savaşı'ndan sonra, Dobruca'nın güneyinin Romanya'ya teslim edildiği ve Makedonya topraklarının büyük kısmının Yunanistan ve Sırbistan arasında paylaşıldığı hatırlanacaktır. Daha sonra, 1919 Neuilly Antlaşması'nda, Bulgaristan dört sınır vilayetini Yugoslavya'ya, Batı Trakya'yı da Yunanistan'a vermeye mecbur edilmişti.

Savaşın ulus hayatına yüklediği ağır yük ve bu yıllarda çekilen acılar, diğer devletlere olduğu gibi Bulgaristan'a da halk desteğinin büyük bir hızla sol partilere kayması şeklinde yansıdı. Hem Aleksandr Stamboliyski'nin Zirai Birlik'i hem de yeni Komünist Parti bundan sonra Bulgar siyasi hayatında önemli bir rol oynayacaktı

..

Ağustos 1919'da yapılan yeni seçimler sol partilerin kesin zaferiyle sonuçlandı; Zirai Birlik oyların yüzde 28'ini, Komünist Parti yüzde 18'ini, sosyalistler de yüzde 13'ünü aldı.

..

Ocak 1926'da Tsankov'un yerine başbakan olarak Andrei Liapçev geçti. Mayıs 1927' de yapılan seçimlerde Demokratik İttifak, hakimiyetini devam ettirmeyi başardı, fakat Haziran 193l'de Zirai Birlik üyelerinin de içinde bulunduğu Halk Bloğu adlı bir sol partiler koalisyonuna mağlup oldu.

1931 seçimi, seçmenlerin tercih ettikleri adaylara oy vermekte nispeten özgür oldukları son seçim olacaktı. Ülkeye rahat vermeyen siyasi, ekonomik ve sosyal sorunların bir araya gelmesi Mayıs 1934'te başka bir darbeye ve 1935'te III. Boris idaresinde bir diktatörlük rejiminin kurulmasına yol açacaktı.

..

Mayıs 1934'te Askeri Birlik'ten Albay Damian Velçev önderliğindeki bir askeri darbe hükümeti devraldı. Bu isyan, geçmişte subayların ülkeye zarar veren politikalar izlediğine inandıkları sivil hükümetleri devirmek maksadıyla düzenledikleri teşebbüslere benziyordu.

1879 tarihli anayasa feshedildi; siyasi partiler ve sendikalar gibi örgütler baskı altına alındı. Diğer Balkan ülkelerindeki benzer rejimlerin liderlerinin aksine, Georgiev ile Velçev bir iktidar partisi veya resmi bir koalisyon kurmaya kalkışmadı. Bir meclis toplandı, fakat üyeleri tayin edilmişti. Rejim ülkeyi kararnamelerle idare ediyordu.

….

Ocak 1935'te Boris, kansız bir darbeyle Georgiev'i azlettirmeyi başardı. Nisan ayında kral ülkeyi yeniden sivillerin idaresine vererek Askeri İttifak'ı feshetti. Bulgaristan da artık bir kraliyet diktatörlüğü idi. Hala seçimle işbaşına gelen bir meclis vardı ama bu meclis sadece istişari yetkilere sahipti. Seçimler 1938'de yapıldı; adaylar parti üyesi olarak değil sadece şahsen aday olabiliyordu; ama tabii seçmenler kimin hangi partiye üye olduğunu biliyordu. Sıkı polis denetiminde yapılmasına rağmen oylama, 160 üyeli bir mecliste, 32 Tarım Partisi üyesi, 8 sosyal demokrat ve artık Bulgar İşçi Partisi'ne bağlanan 5 komünistin seçilmesiyle neticelendi. Bu partilerin hepsi de rejime muhalifti. Komünistler ve bazı Tarım Partisi üyeleri meclisten uzaklaştırıldı. Böylece savaş arifesinde Bulgaristan, komşularının hükümetlerine çok benzer bir hükümete sahip oldu.

..

Almanya'nın tahrikiyle Romanya hükümeti, Dobruca'nın İkinci Balkan Savaşı'ndan sonra alınmış olan güney kısmını Bulgaristan'a terk etmeye razı oldu. Bulgaristan, iki Balkan devleti arasındaki müzakerelerin sonucu olarak Eylül 1940'ta bu toprakları yeniden ele geçirdi. İlhak, ulusun kendi geleceğine kendisinin karar vermesi ilkesine uygun olarak gerçekleştirildi: 1930 yılında bölgenin etnik terkibi yüzde 38 Bulgar, yüzde 21 Rumen ve yüzde 34 Türk'ten oluşuyordu.

..

Şubat 1941'de hükümet Türkiye'yle bir saldırmazlık antlaşması imzaladığı zaman Bulgaristan'ın durumu daha da rahatladı; Bulgaristan'ın artık Yunanistan'la savaş çıktığı takdirde bu yönden gelecek bir saldırıdan korkmasına gerek yoktu. Aynı ay Almanya'yla, Bulgaristan'ı savaşa katılma yükümlüğü altına sokmayan askeri geçişle ilgili bir antlaşma imzalandı. 1 Mart'ta son adım atılarak Bulgaristan en sonunda Üçlü Pakt'a katıldı.

1941 yazında savaş Balkan yarımadasını böyle içine çekmişti. Bütün devletler savaşa katılmıştı. Arnavutluk, Yunanistan ve Yugoslavya düşman işgali altındaydı. Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'la savaşıyordu ve Makedonya'yla Trakya'yı işgal etmişti. Romanya, Almanya'yla birlikte Sovyetler Birliği'ne karşı savaşıyordu.

Mihver devletleri arasında Bulgaristan savaş sırasında en iyi koşullara sahip olan ülke idi. Romanya'nın aksine, Bulgar askerleri Sovyetler Birliği'ndeki tehlikeli birliklere katılmadı. Savaş çabalarına olan katkısı sadece Alman ve İtalyan birlikleri tarafından zapt edilmiş topraklara garnizon sağlamakla sınırlı kaldı. Bulgaristan aynı zamanda Bedin için çok önemli bir hammadde ve özellikle tahıl kaynağı idi. Bulgaristan'ın Makedonya ve Trakya'yı işgali başlangıçta büyük bir ilgiyle karşılandı.

Bulgaristan hükümeti (işgal bölgelerinde) yaklaşık olarak 800 civarında okulun yanı sıra, bir kütüphane, bir ulusal tiyatro ve bir de üniversite açtı. Bu kurumların her biri hiç şüphesiz Makedonya ve Trakya'nın Bulgarlaştırılması için birer araç haline geldi. Aynı zamanda, Bulgaristan Kutsal Kilise Meclisi, bütün Ortodoks kilise işlerinin idaresini eline geçirdi.

Benimsedikleri katı metotlar nedeniyle 1941 yılında Trakya ve Makedonya'da bir isyan patlak verdi. İsyanın bastırılması sırasında 15 bin Yunanlı öldürüldü.

Bulgaristan'ın Almanya ile olan ilişkisi 1944 yılı Eylül ayına kadar iyi olmasına rağmen, Sofya ile Roma arasında önemli gerginlikler yaşandı.

Savaş sırasında Kral Boris temel siyasi figür olarak kaldı; Bogdan Filov ise başbakandı. 1942 yılı Haziran ayında hükümet yeniden düzenlendi; Filov hem başbakan hem de dışişleri bakanı oldu

..

Faşist bir rejimden çok bir kraliyet diktatörlüğü olan Boris hükümeti bazı Alman örnekleri takip etti. Romanya'da olduğu gibi Yahudiler ile ilgili bazı tedbirler alındı. Ancak bu tedbirlerin uygulanması aşamasında büyük itirazlar ile karşı karşıya kaldı. Ülkede bulunan yaklaşık 50 bin Yahudi ulusal hayat açısından bir tartışma konusu olmamıştı; sorunlu olan azınlıklar, Türkler ve Yunanlılardı.

Hükümet 1943 yılı Ağustos ayında kralın ansızın gerçekleşen ölümü ile bir tür kriz dönemine girdi.

Boris'in kardeşi Prens Kyril kral naibi oldu. Göreve atanmaları meclis tarafından da kabul edildi. 1943 yılı Eylül ayında, Maliye Bakanı Dobri Bozhilov başbakan oldu

..

1944 yılı baharında, savaşın kaybedilmiş olduğu artık tam olarak netleştiğinde, ulusal liderler yavaş yavaş bu kargaşadan ayaklarını çekmeye başladı. Haziran'da hükümet yeniden düzenlendi ve Ziraatçi olan İvan Bagrianov başbakan oldu. Bulgaristan'ın savaş içindeki konumu Ağustos ayında Bükreş'teki darbe ve ardından Romanya'nın çekilmesi nedeniyle göreceli olarak zayıfladı.

Sovyet liderleri savaş boyunca Sofya'da özel bir görev yürüttükleri için buradaki gelişmelerden çok iyi haberdardılar. 5 Eylül'de Sovyetler Bulgaristan'a karşı savaş ilan etti. 8 Eylül'de Sovyet Birlikleri ülkeye girmeye başladı. Bu eylem ne İngiltere'ye ne de Amerika'ya danışılmıştı. Çaresiz bir durumda olan Bulgar hükümeti, askerlerine direniş göstermemesi emrini verdi. Almanya ile olan ilişkiler aniden kesildi. 8 Eylül'de Sovyetler Birliği ile olan savaş ateşkes ile son buldu.

Yeni Bulgar hükümeti Atavatanı Cephesi'nin dört partisi üzerine inşa edildi. Zveno'nun Albay Kimon Georgiev'i başbakan olurken, onunla işbirliği içerisinde olan Damian Velchev savaş bakanlığı görevine getirildi. Komünist Parti ise içişlerinde ve adalet bakanlığında önemli görevler elde etti.

Bulgaristan'daki siyasi gelişmeler böylece Romanya'daki gelişmelerin aksi istikametindeydi. Boris'in ölümünden sonra, geleneksel muhafazakar siyasi güçler gittikçe daha savunmasız bir vaziyette kaldı. Sovyetler Birliği tarafından savaş ilan edilmesiyle birlikte merkez ve sol kanattaki partilerin katılımıyla bir cephe oluştu. Komünistler de bu cephede yer aldı. Ayrıca Sovyetler'in Romanya ve Bulgaristan ordularının Almanya'ya karşı olan savaşta yer almaları noktasındaki isteği, devletin geleceği için hayati olan bir dönem boyunca bu askerlerin birçoğunun kendi ülkelerinden çıkarılmaları sonucunu doğurdu. Böylece muhafazakar rejimlerin geleneksel bir kaynağı etkili bir şekilde ortadan kaldırılmıştı.

..

1944 yılı Aralık ayında, hükümet eski hükümetin naiplerini ve üyelerini mahkemeye verdi. Prens Cyril, General Mihov, Filov, Bozhilov, Bagrianov, savaş dönemi bakanlarından 25 tanesi ve meclisteki 68 milletvekili idam edildi. Muraviev ömür boyu hapse mahkum edildi. Demokrat Mushanov ve sağcı Zirai Gichev uzun yıllar hapse mahkum oldu. Hükümet mahkemedeki 10.897 kişiden 2138'inin idam kararını onayladı. Ancak tabii ki gerçek rakamlar bundan çok daha fazlaydı. 20 Bütün bu yaşanan yasadışı ve son derece zalim uygulamalar halkın yıldırılmasında çok büyük rol oynadı; insanların pasif itaati benimsemesine neden oldu.



Seçimler Kasım ayında yapıldı. Polisler geniş çaplı bir şekilde seçimlere müdahale ettiler ve hileler yapıldı. Sonuçta Atavatanı Cephesi yüzde 86'lık bir çoğunluk ile seçimi kazandı.

1946 Ekim ayındaki seçimlerde Atavatanı Cephesi oyların yüzde 78'ini aldı. Muhalefet ise yüzde 22 oranındaydı. Yeni hükümette Georgi Dimitrov başbakan olurken, Georgiev ise başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı oldu.

Zirai Birlik muhalefetinin tamamen ortadan kaldırılmasından sonra komünistler bu sefer hala bağımsız bir konum sürdürmeye çalışan sosyal demokratlara karşı aynı davranışları sergilemeye başladılar. 1947 yılının sonunda Bulgaristan artık tam anlamıyla komünizmin egemenliği altındaydı ve yeni anayasası yürürlükteydi.

1950 yılında hem başbakan hem de parti sekreteri görevinde bulunan Vulko Chervenkov Bulgaristan'daki en güçlü kişi idi

..

İlk plan, 1947-1948 yıllarını kapsayan iki yıllık bir plandı. Bunun ardından da bir dizi beş yıllık planlar geldi. Daha önce gördüğümüz gibi, Bulgaristan çok fakir bir ülkeydi ve endüstriyel gelişme için gerekli olan kömür, demir ve petrol gibi önemli hammaddelerden yoksundu.

..

Bulgaristan liderliğinde tutucu ve sabit politikadan tek uzaklaşma 1958 yılında geldi. 1958-1963 yılları arasını kapsayan Bulgar Üçüncü Beş Yıllık Planı, amaçları konusunda ılımlıydı.

..

Yugov ve Jivkov Bulgar politikasının temel figürleri oldu. 1962 yılı Mayıs ayında Kruşçev ülkeye geniş çaplı bir ziyarette bulundu. 1958 yılından bu yana yaptığı ilk ziyaret olan bu ziyarette Jivkov'dan yana tercihini koydu ve bir sonraki yıl yapılacak olan parti konferansında da onun seçimi onaylandı.

Bulgaristan'ın Romanya'ya olan tutumu Bükreş'in ekonomik ve askeri alanlarda Sovyet kontrolüne direnmeye başlamasıyla birlikte daha az candan oldu. Bulgaristan ne olduğu hiç önemli olmadan her zaman Sovyet konumunu destekledi. Bu arada Bulgaristan'ın savaş sonrası yıllarda Türkiye ile de bazı sorunları oldu. 1940 yılında Bulgaristan'ın eline geçen ve 1945'ten sonra da elinde bulundurduğu Güney Dobruca'da önemli sayıda Türk nüfus yaşamaktaydı. Bulgar hükümeti göç etmeleri için bu insanlar üzerinde çok büyük baskılar uyguladı; çünkü Türklerin sahip olduğu toprakları devletleştirme politikasının içerisine dahil etmek istiyordu.

Bulgaristan'ın Yunan mülklerini ulusallaştırması da anlaşmazlığa neden oldu. Bu çatışmalar nedeniyle 1950'li yıllarda iki ülke arasındaki sınır kapalı kaldı. Bu durum 1960'lı yıllarda Atina'da yönetime Georgios Papandreou'nun geçmesiyle değişikliğe uğradı. 1964 yılında iki ulus ticari, diplomatik ilişkiler ve kültürel işbirliği alanlarında bir dizi antlaşmalar yaptı. Bu dönemde Yunan temsilciler daha önceki iddialarının birçoğundan vazgeçtiler; Bulgaristan hükümeti de böylece tazminata karşılık olarak sadece 7 milyon dolarlık bir mal ödemesi yaptı.

Balkan tarihi II, 20. Yüzyıl, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006


Bir ölçüde güven duyulan Batı teknolojisinin ithalatı, kısmen Başkan Reagan'ın getirdiği ticaret kısıtlamaları nedeniyle daha da zorlaştı, ama çok daha fazlası, 1970'lerin ortalarındaki petrol fiyatlarına yapılan zamların batı mallarını çok daha pahalı hale getirmesi nedeniyle daha da zorlaştı. . Aynı zamanda, Orta ve Batı Avrupa ile ticareti genişletme çabaları hüsrana uğramaya mahkûmdu çünkü Bulgaristan'ın yüksek kaliteli ihracat yoluyla sunabileceği tek şey, AET'nin hariç tutmaya kararlı olduğu tarım ürünleriydi.

Bulgaristan, İskandinavya, Kuzey Amerika ve Uzak Doğu'da bazı alternatif pazarlar buldu, ancak dış borç yükümlülüklerini yerine getirmek giderek zorlaşıyordu. 1981'e gelindiğinde büyüme oranları yavaşlıyordu ve buna bağlı olarak beklentiler daha ölçülü hale geliyordu; o yıl uygulamaya konan sekizinci beş yıllık plan, 1976'daki yedinci planın yüzde 45'ine karşılık, milli gelirde yüzde 20'lik bir artış öngörüyordu. Plan, Mart 1979'dan 1982'ye kadar tüm ekonomiye uygulandı. NEM'in amacı, üretkenliği artırmak, Bulgar mal ve hizmetlerinin kalitesini iyileştirmek ve böylece mevcut ticaret açıklarını ve döviz borçlarını ortadan kaldırmak için gereken ihracatı güvence altına almaktı. Bunu başarmak için NEM, "bilimsel-teknolojik devrimde ekonominin yönetimine yeni bir yaklaşım" sağlamaktı.

1980'lerin ortalarında NEM'in çalışmadığı görüldü. Yirmi yıldır ilk kez yaşam standartlarında gözle görülür bir iyileşme ve herhangi bir beklenti yoktu. Bu, halkın tutumlarında sessiz ama son derece önemli bir değişiklikti. 1985'ten itibaren ekonomik zorluklar, diğer iki faktörle birleşerek Jivkov rejimini mahvetti. Bu iki faktör, Bulgaristan'daki etnik Türklerin asimilasyon girişimi ve Gorbaçov'un gelişiydi.

Türklerin Bulgar veya Slav isimlerini almaları şartıyla başlayan asimilasyon kararı, 1984 sonlarında partinin en üst kademelerinde alındı.

Yeni politika Türklerin isimlerini değiştirmekle de sınırlı değildi. Türkçe gazeteler kapatıldı ve Türkçe radyo yayınları durduruldu; toplum içinde Türkçe konuşmak bile haram ilan edildi. Resmi hükümet çizgisi, Türkçe konuşanların aslında Türkler değil, Osmanlı fethinden sonra zorla İslam'a dönüştürülen ve Türkleştirilen Bulgarların torunları olduğu şeklindeydi.

.....

Yenilenme süreci dünya çapında bir protesto fırtınası yarattı. Bulgaristan, Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı Örgütü, Avrupa Adalet Divanı ve diğer uluslararası kuruluşlar tarafından kınandı.

...

1985'in ikinci büyük değişikliği Moskova'da gerçekleşti. Mihail Gorbaçov, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin birinci sekreteri olduğunda Todor Jivkov yetmiş dört yaşındaydı ve Doğu Avrupa'da en uzun süre hizmet veren komünist liderdi. 1981'de BCP'nin merkez komitesinin ortalama yaşı 57,5'ti ve üyelerinin yalnızca yüzde 27'si 50 yaşın altındaydı. Durgunluk çok büyüktü. Jivkov, Gorbaçov'un Moskova'sına ilk ziyaretini yaptığında, benzeri görülmemiş bir küçümsemeyle, Sovyet lideriyle görüşmesi için ikinci güne kadar bekletildi. Jivkov'un sonraki yıllarda fark etmekte zorlandığı şey, uzun süredir gücünün nihai kalesi olan Kremlin'in artık onun kaderine kayıtsız kalmasıydı; Gorbaçov, her Doğu Avrupa partisini ve devletini kendi işlerini yürütmesi için terk etmekten memnundu. 1985'te Bulgar partisinin asıl uğraşı ekonomiydi. Şubat 1985 ve Ocak 1986'daki parti genel kurulu daha fazla değişikliğin habercisi oldu.

...

Ağustos 1987'de meclis, Temmuz genel kurulunda ifade edilen fikirleri hayata geçirmeyi amaçlayan bir dizi reformu yasalaştırdı. Bazı bakanlıklar lağvedildi, yerel yönetim kapsamlı bir şekilde reformdan geçirildi ve anayasa değişikliklerini değerlendirmek üzere bir komisyon kuruldu. Ekonomik açıdan, 1980'lerdeki reform kargaşası, ekonomik yönetimde büyük ölçüde yıkıcı altüst olmanın ötesine geçmedi.

A Concise History of Bulgaria, R. J. CRAMPTON, Cambridge University Press, 2005


1989 sonbaharında Doğu Avrupa'yı saran demokratikleşme dalgası sonucunda Jivkov Kasım 1989'da bütün görevlerinden çekilmek zorunda kaldı. Ocak 1990'da tutuklandı. İki yıl sonra Hükümet fonlarını zimmete geçirmek suçundan 7 yıl hapis cezasına mahkûm oldu. Ancak bozulan sağlık durumu nedeniyle hapis cezası ev hapsine çevrildi. 1996'da Bulgar Yüksek Mahkemesi tarafından beraat etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder