Demokrat Parti Dönemi (1950-1960)























































1950-1960 Demokrat Parti Dönemi

Ekonomik Uygulamalar.
Demokrat Parti’nin iktidar yılları, İkinci Dünya Savaşı sonrasına rastladığı için, ekonomik açıdan çok zor dönemlerden geçti. Birinci Menderes hükümetinin ekonomik hedefleri; hayatın ucuzlatılması, üretim kapasitesinin ve istihdamın artırılması, maliyetin düşürülmesi, vergi adaletinin sağlanması, gümrük tarifelerinin gözden geçirilmesi, özel sektörün ve yabancı sermayenin desteklenmesi gibi uygulamaları ön görüyordu.

Önce özel teşebbüsü desteklemek üzere ağustos 1950’de Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kuruldu. Üretim ve milli gelir hızla artarken, karayolu ye baraj yapımına ağırlık verildi. Ama, bütün bu yatırımlarla sanayileşmede patlama beklenirken, asıl gelişme tarım alanında oldu. CHP iktidarının savaş boyunca rezerv tuttuğu döviz ve altının kullanıma girmesi, ABD’den alınan ekonomik ve askeri yardımlarla DP iktidarının ilk dört yılı iktisadi alanda büyük bir canlılık ve başarıyla kapandı.

1954 ertesi DP iktidarının ikinci döneminde ise ekonomik sıkıntılar baş gösterdi, dış ticaret rejiminde sıkışıklıklar başladı, dış ödemeler açığını kapatmak amacıyla ABD’den istenen yardım reddedilince, dış ödeme problem halini aldı. DP iktidarının 1957 ertesi üçüncü döneminde ekonomik sıkıntılar giderek halka da yansımaya başladı; özellikle 1950’li yılların sonlarında karaborsa, yokluklar ve kuyruklar, Türkiye’nin gündemini oluşturmaya başladı. 1958 yılında “4 Ağustos Kararları “ olarak bilinen ekonomik önlemler alındı; Türk parasının değeri yüzde 320 oranında “devalüe” edildi. Enflasyon oranı yüzde 20’lere doğru tırmanırken yapılan zamlar dar gelirli kesime büyük bir yük getirdi. Bir yandan da önemli ölçüde dış borç alındı ve buna karşılık Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’na bir istikrar programı sunularak buna bağlı kalınacağı taahhüt edildi.

27 mayıs 1960’ta yapılan askeri darbeye kadar önce büyük bir çıkış, sonra daha büyük bir iniş gösteren Türkiye ekonomisi, tüm çabalara karşın tam anlamıyla liberalleşmedi. Liberal bir devletçilik uygulaması olarak adlandırılabilecek bu dönemin en belirgin sonucu, canlanan Türkiye ekonomisinin önemli ölçüde dışa bağımlı hale gelmesi oldu. T.L.

1950-1954 yılları DP iktidarının yığınlar tarafından benimsenmesi açısından çok önemli ekonomik olanaklar sağlamıştı. Bu olanakların başında, ll. Dünya Savaşı'nın tarafsız Türkiye için uygun gelişen dış ticaret ilişkilerinden ötürü Merkez Bankası 'nda döneme göre yüksek sayılabilecek bir döviz ve altın rezervinin birikmiş olması gelmektedir.

Öte yandan, savaş sonu ekonomik durumu ve Kore Savaşı'nın yarattığı uygun konjonktürden ötürü başta pamuk olmak üzere bazı tarım ürünlerinin dış pazarlarda uygun sayılabilecek fiyatlardan müşteri bulması, ticaret hadlerinin lehe dönmesi, ikinci olanağı meydana getiriyordu.

Bunun da ötesinde, Marshall Planı vb. dış yardım ile borçlanma imkanlarının genişliği, bir başka fırsatı göstermekteydi. DP iktidarı bu olanakların tümünden yararlanarak 1950-54 döneminde yığınlar açısından "ekonomik rahatlama" diyebileceğimiz bir ortam yarattı. Bu ortamın savaşın zor günleri unutulmadan yaratılması, yığınların partiye ve onun iktidarına güçle bağlanması sonucunu doğurdu.

Marshall Planı'nın sağladığı olanaklardan yararlanarak bir yandan karayolları yapılarak kentler, kasabalar o güne dek görülmemiş biçimde birbirine bağlanıyor; diğer yandan gene aynı programın sağladığı tarımsal kredilerle satın alınan traktör vb. modern tarım girdileri ekim alanını genişletiyor, dolayısıyla tarımsal üretimi artırıyordu. l950'lere kadar yüzyıllar boyunca durağan bir biçimde uyuyan Anadolu birden dinamik bir yaşam görünümüne kavuşuyordu. Bu, büyük kitlelerin yaşadığı kırsal alanın canlanması, yeni iktisadi olanaklara kavuşması demekti . O günlerde ortaya çıkan bu iktisadi genişleme, üretim ilişkileri açısından alttan alta başlayan olumsuz gelişmeleri görmeyi engelleyen bir iyimserlik havasını da peşi sıra getirmişti.
Tevfik Çavdar


Sertleşen siyasal yaşam
Yeni seçim dönemi yaklaşırken, Demokrat Parti’nin muhalefet üzerindeki sert tedbirlerine ve ülke ekonomisindeki çöküntüye tepki olarak muhalefet partileri birleşme kararı aldılar.
Bu girişimi engelleyen ve seçimleri bir yıl öne alan Demokrat Parti 27 ekim 1957 seçimlerinde defa olarak muhalefetin toplam oyunu aşamadı.

Demokrat Parti’nin bu üçüncü ve son iktidar dönemi, muhalefet ile ilişkilerdeki gerginliğin kopma noktasına geldiği ve çatışmaların sokaklara kadar taştığı bir dönem oldu. Muhalefetin gücünü kırmak için bütün tedbirlere başvuran Demokrat Parti iktidarı, bir yandan da ekonomik krize çare olarak gördüğü Batı yardımını artırmak umuduyla Amerika Birleşik Devletleri’ne daha yakın politikalar izlemeye başladı. Nitekim 1958 yılı temmuz ayında, Irak’ta gerçekleştirilen darbeye karşı fiili müdahalede bulunmayı düşünürken, Amerika Birleşik Devletleri’nin baskısıyla bundan vazgeçti. Hatta Amerikan hükümetiyle imzalanan ikili anlaşmalarla da, dolaylı bir saldırı durumunda Amerikan birliklerinin ülkeye girişine izin verdi.

Bu arada 1958 yılına gelindiğinde Türkiye Köylü Partisinin Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne, Hürriyet Partisi’nin de Halk Partisi’ne katılması sonucu, muhalefetin gücü oldukça artmıştı. 1959 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi kurultayındaki kararlar doğrultusunda, iktidardan partizanlığın kaldırılması, ikinci meclisin kurulması, seçim güvenliği, üniversitelerin özerkliği, basın özgürlüğü, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hakimler Kurulu gibi taleplerde bulunuldu. Muhalefetin bu önerilerine iktidardaki Demokrat Parti’nin tek yanıtı ise, partiyi ülke çapında güçlendirmek üzere, Vatan Cephesi’ni kurmak oldu. Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir Tahkikat Komisyonu kuruldu partilerin bütün siyasi  etkinlikleri, toplantı ve örgütlenme çalışmaları yasaklandı.

İktidar partisinin muhalefet üzerindeki bu antidemokratik baskıları ve siyasi uygulamaları halk arasında da giderek büyüyen tepkilere yol açmış, 1960 yılına gelindiğinde genel hoşnutsuzluk doruk noktasına ulaşmıştı. 28-29 nisan 1960’ta Ankara ve İstanbul’daki öğrencilerin protesto gösterileri üzerine İstanbul Üniversitesi kapatıldı ve sıkıyönetim ilan edildi. Ama bütün tedbirlere rağmen protestoların önü alınamadı ve 27 mayıs 1960’taki askeri darbeyle Demokrat Parti iktidarı sona erdi. T.L

DP, sağ popülist bir parti olmaklığıyla bir anlamda iktidarda popülizmin sürdürebilirliğinin çok daha zor olduğunun ispatı niteliğindedir. Hem talip olduğu devlet iktidarını tümüyle ele geçirecek güçten yoksundu hem de muhalefetteyken kendi bünyesinde birleştirdiği eş değerdeki taleplerin karşılanmamasıyla kendi içinde çatışmaların, ayrışmaların yaşanması kaçınılmazdı. Nitekim neticede iktidarın nimetleri olabildiğince dar bir kadro için seferber edildi. Tek parti rejimine olan karşıtlığın birleştirdiği geniş kesimler DP'nin adeta tek partili bir tahakküm yaratmasıyla altmışlara doğru dağılmaya başladı.

Mayıs ayına girilirken aktörlerin stratejik hamleleri görünür oldu; iktidar her türlü demokratik muhalefeti susturmak doğrultusunda adımlar (sıkıyönetim, ispat hakkı, basının susturulması.) atarken, muhalefet de bunu aşmanın yollarını deniyordu. Askerin de bu dönemde DP ye karşı memnuniyetsizliği çeşitli vesilelerle (21 Mayıs'ta Harp Okulu öğrencilerinin Kızılay' da yaptığı gösteri ... ) ortaya çıkıyordu. 1960'la birlikte, hem ordudaki komplo grubu ön hazırlıklarını tamamlamıştı hem de toplumsal muhalefet son derece güçlenmişti. Ülke genelinde çeşitli gösteriler düzenlenmekteydi. Bu anlamda, 27 Mayıs Darbesi'nin yaşanmasını toplumsal koşulların ürünü olarak görmek mümkündür. Nitekim 27 Mayıs, bir ölçüde siyasetin baş aktörlerinin toplumsal sınıflarla, diğer siyasi partilerle ya da sivil toplum kuruluşlarıyla olan ilişki biçiminin ve toplumsal birikmişliğin bir neticesidir. Ancak bunu determinist bir ilişkide, kaçınılmaz olarak tanımlamak toplumsal aktörleri önemsizleştirmek anlamına gelecektir. Bunun aksine, çok kritik zamanlarda kısmen CHP'li lerin ama özellikle DP'lilerin yaptıkları tercihlerin darbe sürecini nasıl kolaylaştırdığı ortadadır. Elbette ki, ordu müdahalede bulunmayabilirdi; yine de kendince müdahalesini kolaylaştıracak toplumsal, siyasal gerekçelere sahip olduğunu da akılda tutmak gerekir.

Dolayısıyla bu anlamda, devrim literatüründe yapısalcı perpektifin sunduğunun aksi bir pozisyon alınarak Skocpol'un Devletler ve Toplumsal Devrimler adlı eserde aktardığı Wendel'in devrimler hakkındaki cümlesi 27 Mayıs Darbesi' ne uyarlanırsa, darbeler kendiliğinden gelmez, yapılırlar denilebilir. Gerçekten de 27 Mayıs'ı kaçınılmaz olarak yapısal koşulların ürünü olarak görmenin mümkünatı yoktur. Üstelik öncesi dikkate alındığında G ramsciyan anlamda bir organik kriz halinden ya da bir devrimci durumdan bahsetmek de mümkün değildir. Herkesin hemfikir olduğu nokta dönemde gerek darbeyi önleyecek gerekse CHP-DP gerilimini kısmen yumuşatacak önlemlerin -seçimlerin öne alınarak bir an önce yapılması- alınabileceğiydi. CHP tarafında seçimi kazanacaklarına dair güçlü bir inançla birlikte, iktidarın kendilerine devrinin sorunsuz gerçekleşeceği ne dair bir tereddüt, bir umutsuzluk hali söz konusuydu. Özellikle Kayseri olaylarından sonra (İnö[1]nü'nün şehre sokulmamaya çalışılması) benzer bir ruh halinin -ya da meşrulaştırma aracı- DP'lilerde de olduğu söylenebilir.

İktidarda, bir seçim zaferinde dahi halkı kışkırtacak ya da darbeye imkan tanıyacak bir CHP algısı hakimdi. Bu da 27 Mayıs'a giden yolun kesilmesinde tek seçenek olan seçimlerin gündeme gelme olasılığını bertaraf etmişti . Böylece 1960'ın Nisan ayıyla birlikte her iki parti arasındaki gerilim daha da tırmanacak, DP giderek sertleşip çeşitli önlemlerle, yaptırımlarla Halk Partlilerin etkisini kırmaya çalışacaktı. Hatta birçok defa DP'liler tarafından CHP'nin kapatılması dahi dillendirilecekti. Bu durumun somutlaştığı ve iki parti arasında ipleri koparan önlem ise 27 Nisan'da Meclis'te kabul edilerek kurulan Tahkikat Komisyonu'dur. İnönü'nün TBMM kürsüsünden meşhur "Eğer bu yolda devam ederseniz artık sizi ben de kurtaramam!" çıkışına neden olan Komisyon, mahkeme yetkileriyle donatılmış ve tümüyle kamuoyunda CHP'nin gayrimeşru girişimleri olduğu algısını yerleştirmeye dönüktü.

CHP'nin adeta etkisiz hale getirilmesinin ya da ortadan kaldırılmasının artık DP'de varlık sebebi haline geldiğini sağın entelektüel kalemlerinde de görmek mümkündü. Bu konuda sadece Necip Fazıl'ın Büyük Doğudaki Ya ol Ya ÔI! başlıklı yazısını örnek göstermek dahi yeterli olacaktır. Özellikle 1954 seçimlerinin ertesinde ordunun belli kademelerinde kıpırdanmaların olduğu, darbenin tohumlarını atan bölük pörçük oluşumların ortaya çıkmaya başladığı söylenebilir. Bu oluşumlar olgunlaşırken 1960'a doğru artık hem orduda iktidar karşıtlığı had safhaya ulaşmış hem de CHP sempatizanlığı son derece artmıştı Özellikle 27 Ekim 1957 seçimlerinden sonra {DP % 48,6, CHP % 41 ,4) giderek DP iktidarına karşı genişleyen aktif ya da pasif rızaya dayanan güçlü bir karşıt bloğun oluştuğunu da eklemek gerekir. Bu blokta, başta CHP olmak üzere muhalefetteki partiler, öğrenciler, ordu ve entelektüeller yer almaktaydı. DP'nin oy oranındaki düşüş dikkate alındığında kendi kitlesinden de bu halkaya doğru bir kopuşun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Ancak özellikle 1957'den sonra otoriterleşen DP'ye karşı hırçınlaşan bir muhalefetten de bahsetmek mümkündür. Bu muhalefetin omurgasını ise önceki iktidar bloğunun elitleri oluşturmaktaydı. Bu iki karşı blok belli olaylarla (Uşak Saldırısı, Topkapı Olayları, Meclis'te yaşanan arbedeler, Çanakkale Olayları, Konya ve Kayseri olayları. .. ) birbirlerinin gücünü sınıyorlardı. Öncesinde de özellikle CHP'nin etkisinde olan üniversitelilerin tetikleyicisi olduğu büyük öğrenci gösterileri yaşanmaktaydı.

Ancak darbenin artık ufukta görüldüğü, orduyla olan gerilimin had safhaya ulaştığı olay, 21 Mayıs'ta Kızılay' da Harp Okulu öğrencileri ve bazı subayların yürüyüşü, tabiri caizse yaptığı gövde gösterisiydi. Bu yürüyüş, aynı zamanda ordu çevrelerinde, hükümetin aczinin bir göstergesi olarak kabul edilmiş; yürüyüşe ilişkin herhangi bir yaptırımın olmaması, darbe için harekete geçmeye dair kimi tereddütleri de ortadan kaldırmıştı. Özetle 27 Mayıs'a doğru gidilirken yargıdaki tasfiyeler, 27 Haziran 1956'da toplantı ve gösteri yürüyüşlerine getirilen katı sınırlamalar ve en son 1960'ta meclis komisyonu oluşturulması gibi otoriter pratikler ve muhalefetin bunlara karşı gösterdiği direnç artık malumu ilam ediyordu.

Ancak iktidar cenahının birtakım tereddütler taşımasına rağmen olayları, yaşananları tam olarak idrak edebildiğini söylemek mümkün değildir. Necip Fazıl'dan Ali Fuat Başgil'e birçok ismin darbeyi sezdikleri hatta önlem alınması için Menderes'i uyardıkları bilinir fakat her durumda Menderes'in tepkisi, tepkisizlik şeklinde olmuştur. Dolayısıyla DP darbeye giden yolu kesmek için bir çaba sergilemekten ziyade bu taşların döşenmesine yardımcı olmuş, tam da demokratikleşmeye, seçime doğru koşar adım gitmesi gerekirken daha da saldırganlaşmış; CHP'yi komplo, darbe ve isyan ile özdeşleştirerek onu siyasi bir muarız görmek yerine yok edilmesi gereken gayrimeşru bir unsur olarak ele almış; gerçekte olanları ise anlayamamıştı. Böylece DP, tamamen CHP ye odaklanarak hatta takıntılı bir hal alacak şekilde her işarette namluyu CHP'ye yönelterek, tehlikenin gerçekten geldiği yönü görememiş, gerekli tedbirleri alamamıştı. Son olarak, tüm bu nedenlerin yanı sıra Cem Eroğul'un Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi kitabında da belirttiği üzere DP iktidarına son veren darbenin gerçekleşmesinde, ekonomik sıkıntıların, dış politikanın (Kıbrıs ve Irak Devrimi) ve diğer siyasi sebeplerin de rolünün olduğunu eklemek gerekir.

Türkiye’nin 1960’lı Yılları, Ilımlı Mücadeleden Radikal Önlemlere: 27 Mayıs 1960 , Selman Saç




5 yorum:

  1. Harika bilgi paylaşımı.Ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Demokratik Parti'nin başlattığı popülist yaklaşım içinde, merkez elit
    kültürü ile toplumsal kitle kültürü bir etkileşim süreci içine girmiş, merkez kültürü taşralaşırken kitle kültürü çağdaşlaşmaya başlamış, günümüzde hakim
    olan senkretik, karışım kültür bu etkileşimin sonucunda oluşmaya başlamıştır.
    Diğer taraftan, "ilerici-gerici" ekseni etrafında odaklaşan ve kültürel inkılapçılık tan kaynaklanan ayırım yerine, günümüzde hakim olan sosyo-ekonomik eksenin uzantısı olarak ön plana geçmiştir.

    Patronaj ilişkilerine dayalı yönüyle sivil toplum gelişmesini frenleyen Demokrat Parti, piyasa ekonomisine yönelik olarak başlattığı ekonomik kalkınma hamlesi ile de toplumun farklılaşmasını hızlandırmış, günümüzde gelişmeye başlayan sivil toplum örgütlenmelerinin temelini atmıştır. Bir taraftan kendini toplumun üstünde gören bürokrasiyi toplum ile bütünleşmeye zorlarken, diğer taraftan bürokrasinin partizanlaşmasına ve parsellenmesine yolaçan süreci de başlatmıştır.

    Demokrat Parti 'nin toplumun demokratikleşmesinde temel bir rolü olduğu yadsınamaz; ancak, Cumhuriyet Halk Partisi'ni dev!et-partisi olduğu için eleştiren Demokrat Parti, kendi iktidar döneminde partinin-devleti anlayışına yönelmiştir. Sonuç olarak, olumlu ve olumsuz etkileriyle Demokrat Parti, Türk siyasal yaşamın halen izlerini derinden taşıdığı popülist dönemin öncüsü olmuştur . Demokrat Parti ve Popülizm, İlkay Sunar 1983

    YanıtlaSil