İngiltere 17.Yüzyıl



İngiliz Devrimi 
“1648 İngiliz devriminde din öğesi, devrimin ideolojik temelini oluşturur. Kralın değişik eğilimler taşıyan düşmanlarının birleştikleri tek nokta, Anglikan kilisesine karşı olmalarıdır.

Püritenler için , piskoposluk kurumu, İncil'in eşitlikten yana olan ruhuna aykırı olduğu gibi, bir kilise hiyerarşisinin varlığı da Hıristiyan düşüncesinin özüne ters düşen bir durumdu.

İngiltere'de iç savaş bir yandan gittikçe gelişen ve zenginleşen orta sınıf (burjuvazi) ile, saray ve aristokrat sınıf arasındaki siyasal güç mücadelesinin bir sonucuydu.

Bir başka yanıyla iç savaş, ya İngiltere' de dinin, kilisenin, piskoposlar ve başpiskoposlar tarafından yönetilmesi gibi otoriter, ya da kilisenin, cemaatin seçilmiş üyeleri tarafından yönetilmesi gibi temsili bir nitelik taşıması sorunuydu.

Burjuva devrimi sonunda; mutlak monarşinin, feodal beylerin ve doğrudan doğruya krala bağlı kilisenin nüfuzu ortadan kaldırıldı; kapitalizmin gelişmesini önleyen engeller yokedildi. İngiltere'de devrimden sonra, tarımın ve ücretli el emeğine dayalı sanayin ve özellikle demir ve yünlü imalathanelerin hızla geliştiği görüldü


James Stuart
Kraliçe Elizabeth yaklaşık elli yıl hüküm sürdükten sonra 1603 yılında öldü ve İngiltere tahtı, otuz beş yıl boyunca İskoçya krali­çeliği yapmış olan İskoç Kraliçesi Mary'nin oğlu ve I. Elizabeth'in kuzeni James Stuart'a (1566-1625) miras kaldı. James daha be­bekken İskoç tahtına çıkmıştı;

Calvin'ci teolojiyi benimsemiş ve İs­koç Presbiteryen kilise yapısını (bu yapıda güç, atanmış piskopos­ların değil, seçilmiş konsillerin elindeydi) destekleyen danışmanlar tarafından eğitilmişti. James, çok mükemmel bir eğitim aldı, ama aynı zamanda kralların kutsal hakkı konusunda güçlü bir inanca sahipti; yukarıda gördüğümüz gibi, tahta çıktıktan kısa bir süre sonra İngiliz parlamentosuna yaptığı konuşmada, kendisini onla­rın "doğal babası" olarak tanımladı; o sadece Tanrı'ya karşı so­rumluydu. Parlamentodaki dinleyiciler, özellikle de Avam Kama­rası aynı görüşte değildi. Elizabeth'in hükümranlığı boyunca ver­gileri tartışıp onaylamanın ötesine, başka siyaset konularını tartış­maya geçmişlerdi ve rollerinde herhangi bir azalmayı kabul etme­ye kesinlikle razı değillerdi.

James, Elizabeth'in sorunlarını devralmıştı, ama onun taktik si­yasi becerilerinin hiçbiri kendisinde yoktu. Diğer tüm erken mo­dern dönem hükümdarları gibi Elizabeth de hamiliği çok şaşaalı bir şekilde kullanmış, gözdelerini hizmetleri karşılığında unvanla­ra ve makamlara ve çoğunlukla makamların gelirlerine boğmuştu. Yükselmek isteyenler, daha sonraları Fransız aristokratların Ver-sailles'a akın ettikleri gibi, akın akın Londra'ya ve saraya geliyor­du, Hükümdarın hamiliğinden yararlanmak isteyenler arasında Lordlar Kamarası üyesi önemli soylular bulunuyordu; ama aynı zamanda, genellikle eşraf (gentry) adı verilen küçük unvanlı soylu­lar, jengin tüccarlar ve profesyoneller de vardı ve hepsi Avam Ka­marasında temsil ediliyordu. Fransa ve İspanya'nın tersine, İngiliz soyluları ve eşrafı ticareti küçümsemiyorlardı ve vergiden muaf değillerdi. Hem eşraf hem de şehirli tüccarlar İngiltere'nin denizaşırı ticaretinden ekonomik çıkar sağlıyor ve ülkede yeni ticari girişimlerde bulunuyorlardı. Sonunda yüksek soylulardan çok daha fazla toprağa ve servete sahip oldular. 17. yüzyıla gelindiğinde, Avam Kamarası üyeleri hem daha eğitimli hem de daha varlıklıydı ve ödemek zorunda oldukları vergileri ve diğer kamu politikalarını belirlemede söz sahibi olmaya kararlıydılar.

Bir kısım eşraf ve şehirli, özellikle de Londra'da yaşayanlar, VIII. Henry'nin kurduğu ve Elizabeth'in sağlamlaştırdığı İngiltere kilisesinden memnun değildi. Piskoposlardan oluşan hiyerarşik yapısı ve süslü törenleri ile kilisenin hâlâ Katolik kilisesine çok yakın olduğunu düşünüyor ve İngiltere kilisesini Katolikliğin kalıntılarından "arındırmak" istiyorlardı. Püriten adıyla tanınan bu kişiler, Elizabeth'in hükümranlığının sonuna doğru seslerini gitgide yükseltmeye başlamışlardı ve Presbiteryen İskoçya'da yetişmiş olan James'in kendilerini desteklemelerini istiyorlardı. Oysa James, piskoposlar hiyerarşisini kraliyetin gücünün ana desteği olarak görüyor ve açıkça "piskopos yoksa, kral da yoktur" diyordu.

İspanya savaşı İngiltere'yi çok büyük borç içine sokmuştu ve James'in tahta çıktığında devraldığı bu borçları ödeme çabası, Avam Kamarası'na gücünü artırmak için gerekli fırsatı sağladı. 17. yüzyılın ilk otuz yılı boyunca Avam Kamarası ile kral arasında sürekli bir kavga yaşandı. Avam Kamarası yavaş yavaş vergilendirmenin yanı sıra dış politika konularını tartışma hakkını kazandı ve İskoçya ile İngiltere'nin birleşmesini onaylamayı reddetti.

Erken Modern Dönemde Avrupa, Merry E. Wiesner - Hanks, Çeviri Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları



I. Charles (1625-1649)

 Bu anlaşmazlıklar James'in oğlu I. Charles (hsd 1625-1649) döneminde de sürdü ve Charles ülkeyi tek başına yönetmeye karar vererek 1629 yılında parlamentoyu dağıttı. Hükümetin finansmanını mevcut vergileri çoğu kişinin yasadışı olarak nitelendirdiği şekillerde (örneğin, liman şehirlerinin yanı sıra, kıyıda olmayan bölgelerden de "gemi parası" denilen bir savunma vergisi alıyordu) artırarak sağladı. Canterbury Başpiskoposu William Laud (1573-1645) bütün İngiliz kiliselerini daha şatafatlı törenler yapmaya ve din hiz metleri sunmaya zorluyor, uymayanı yeni kurulan "Yüksek Komiserlik Mahkemesi" aracılığıyla cezalandırıyordu.

İngiltere'nin birçok bölgesinde Laud'un önlemlerine karşı bü­yük tepki vardı; ama Laud'un yetmiş beş yıldan daha fazla bir sü­redir Calvin'ci teolojiyi benimsemiş olan İskoçya kilisesine yeni bir dua kitabı kabul ettirmeye çalışması daha büyük bir tepkiye yol açtı. İskoçlar ayaklanıp İngiltere'yi işgal ettiler; Charles 1640 yılın­da İskoçlarla savaşacak bir ordu oluşturmak amacıyla para temin etmek için parlamentoyu toplamak zorunda kaldı.

 On üç yıl bo­yunca toplandığı için "Uzun Parlamento" denilen bu parlamento­da ağırlığı olanlar, kraldan uzun zamandır şikâyetçi olanlardı ve bu insanlar, kralın orduyu kullanma gücüne çok büyük ölçüde sı­nırlama getirmeden, onun bir ordu oluşturmasına izin vermiyor­lardı. Parlamento kralın en az üç yılda bir parlamentoyu toplama­sını zorunlu kılan ve parlamentonun onayı olmaksızın kralların parlamentoyu dağıtmasını yasaklayan bir yasayı kabul etti. Parla­mento, Yüksek Komiserlik Mahkemesi ile diğer kraliyet mahke­melerini de feshetti ve Başpiskopos Laud'u görevden aldı; Lordlar Kamarası'nda oy kullanma haklarını piskoposların elinden alma­yı ve hatta piskoposluk sistemini tamamen ortadan kaldırmayı görüştü. Charles bu talepleri kabul etti; çünkü hem İskoç istilasıyla hem de İrlanda'da başlayan bir isyanla (İrlanda'daki isyanda İngi­liz Katolikler, Galli dindaşları ile, Protestan İskoçlara ve yeni gelen İngiliz göçmenlere karşı birleşiyorlardı) karşı karşıyaydı. Ancak bazı Avam Kamarası üyeleri daha da ileri giderek ordunun, kilise­nin ve tüm yargıçların ve memurların kontrolünü parlamentoya vermek istediler. Charles bunu reddetti ve aynı zamanda daha ön­ce kabul etmiş olduğu bazı uygulamalardan geriye dönmek için manevralara başladı. Kendisine sadık soylularla eşraf arasından yeni bir ordu toplamaya başladı ve ülke yavaş yavaş iki kampa bö­lündü; Parlamento taraftarları ile kral taraftarları; arada da ılımlı­lar bulunuyordu.

İngiltere 17. yüzyılda Avrupa'daki tek büyük çaplı devrimi getirecek iç savaşa doğru sürükleniyordu. İngiltere tarihindeki bu dramatik dönemi inceleyen tarihçiler, insanların hangi tarafı seçeceklerine nasıl karar verdiklerini belir­lemeye çalıştılar. Çizgiler genellikle kafa karıştırıcıydı, ama bazı kesin eğilimler var. Din önemli bir etmendi; monarşiyi destekleyen bazı Püritenlerin bulunmasına karşın, İngiltere kilisesinde daha fazla reform yapmak isteyen Püritenler genelde parlamento taraftarıydı, Çoğu insan kralın ülkeyi yeniden Roma'ya bağlamayı planladığından kaygılanıyordu. Bölge de önemli bir rol oynuyordu; Londra şehri dahil olmak üzere, İngiltere'nin güneyi ve doğusu parlamentoyu desteklerken, kuzey ve batı krala destek veriyordu. Bu, ülkenin daha kozmopolit, daha zengin ve daha yoğun bir nüfusa sahip olan bölgelerinin krala muhalif olduğu anlamına geliyordu. Aynı zamanda parlamento taraftarları yaşça daha büyüktü; "iyi Kraliçe Bess" yönetimindeki hayatı özlemle hatırlıyorlardı (veya düşlüyorlardı) ve "yabancı" Stuart'ların "İngiliz" kraliyet geleneklerinden uzaklaştığını düşünüyorlardı. Bazen ayrımlar, yerel ve kişisel çatışmaları da yansıtıyordu; Reform'da olduğu gibi, çeşitli bölgelerdeki rakipler karşıt taraflarda yer alıyor ve her iki taraf da karşı taraf kaybettiğinde toprak ve güç kazanmayı umuyordu. Yine Reform'da -ve dünyada daha sonra gerçekleşen devrimlerde- olduğu gibi, broşürlerle taraftar toplanıyor ve taraflar birbirlerini budala veya şeytan olarak gösteriyordu. 1640'ların karmaşa ortamında yayınlar üzerinde sansür ve benzeri kısıtlamalar uygulanmıyordu ve çok sayıda yazar başka zaman yasaklanabilecek olan siyasi ve dini yapıtları yayımlama fırsatını kaçırmıyordu.

Bu yapıtların arasında, birçoğu aynı zamanda işyerlerinde, evlerde ve diğer toplantı mekânlarında tartışılan köklü değişiklik planları bulunuyordu. Kendilerine Leveller'lar (Eşitlikçiler) diyen ve çoğunluğu asker olan bir grup, Lordlar Kamarası'nın feshedilmesini ve oy kullanma hakkının sadece belli büyüklükte mülkü olanlara değil, tüm yetişkin erkeklere verilmesini savunuyordu. Bu siyasi eşitlik parlamento üyelerinin çoğunu rahatsız ediyordu. Ranter'lar gibi radikal dini gruplar Tanrı'nın herkesin içinde olduğunu, bu yüzden insanların kilise binalarındaki papazları dinlemektense kendi içlerindeki İsa Mesih'i dinlemeleri gerektiğini vaaz ediyorlardı. George Fox (1624-1694) ile karısı Margaret Fell Fox'un (1614-1702) liderliğindeki Dostlar Derneği de -"ruh içlerine girdiği" zaman sallandıklarından, karşıtları onlara "Quakerlar (Sallananlar) diyordu- Hıristiyanlar arasında eşitliği vurguluyor ve eğer içlerinde ruh varsa, kadınların da başkalarına vaaz et­me ve din hizmeti verme hakkına sahip olmaları gerektiğini söylü­yorlardı. Bu fikirler, Quakerlarin vaizleri ve Levellerların hatipleri kavşaklarda ve şehir meydanlarında konuştukça ve aynı zamanda posterler, risaleler ve ucuz kitaplar aracılığıyla iletildikçe ağızdan ağza yayılıyordu.

Savaş 1642 yazında başladı ve ilk birkaç yıl kesin bir sonuç el­de edilemedi. 1645 yılında eşraf sınıfından biri ve Avam Kamara­sı liderlerinden olan Oliver Cromwell (1599-1658), parlamentoyu baştan aşağı yeniden düzenlenmiş bir ordu (New Model Army) kurmaya ve komutasını da kendisine vermeye ikna etti. Cromwell askerlere vaazlarla ve ilahilerle şevk verdi, iyi ücret ödedi ve onla­rı korkunç bir savaş makinesine dönüştürdü. Charles teslim olmak zorunda kaldı; ancak Avam Kamarası bundan sonra ne yapacağı konusunda anlaşmazlığa düştü. Cromwell kralı esir aldı ve kendi­sine karşı çıkan parlamento üyelerini görevden uzaklaştırdı. Parla­mentonun (bazen buna Rump Parlamentosu denir) geri kalan üye­leri Lordlar Kamarası'nı feshetti, Charles'ı vatana ihanetten yargı­ladı ve idam etti. Avrupa ve İngiltere'de halkın çoğu bu durum karşısında dehşete düştü.

Oliver Cromwell
Bu gelişme Oliver Cromwell'i İngiltere'nin efendisi, orduyu da en güçlü siyasi kurum yaptı. Yönetim Belgesi (1653, Instrument of Government) adıyla çıkarılan anayasa, parlamentoyu en yüksek kurum olarak kabul ediyordu. Ama CromwelPe Lord Protector (Kral Vekili) makamı ile yürütme erki veriyordu. Cromwell duru­mun acil olması nedeniyle daha fazla güç sahibi olması gerektiğini söyledi; parlamentoyu feshetti, kısmi sıkıyönetim ilan etti ve tam bir askeri diktatör gibi davranarak ülkeyi generaller tarafından yö­netilen on iki bölgeye ayırdı. İrlanda'daki isyanı çok acımasız bir şekilde bastırarak İrlandalıların İngilizlere duyduğu nefreti daha da artırdı. 1659 yılına gelindiğinde Katoliklerin İrlanda'da sahip olduğu toprakların oranı yüzde 10'un altına düşmüştü. Cromwell resmi olarak din konusunda hoşgörü gösterdi; bütün Protestan Hıristiyanlara serbestçe ibadet etme hakkı verdi ve yüzyıllar süren bir sürgünden sonra Yahudilerin İngiltere’ye dönmelerine izin verdi. Ancak pratikte tiyatroları kapatmak ve her türlü sporu yasaklamak gibi Püritenler tarafından desteklenen önlemler aldı.  Radikal gruplar arasındaki değişim tartışmaları ve başka toplumsal çalkantılar Cromwell’i düzeni koruma ve kontrolü kaybetme me konusunda daha kararlı yaptı. Gazeteleri yasakladı, hancıları muhbir yaptı Ve posta idaresinden tüm mektupları açıp okumalarını istedi. Bu tür önlemler onun egemenliğine karşı muhale­fetin artmasına yol açtı ve I. Charles'ın Fransa'da güvenli bir şekil­de yaşayan oğlu genç Charles'ın etrafında komplocular toplandı, Cromwell oğlu Richard'ı -halk ona "Tumbledown Dick" (Titrek Dick) adını takmıştı- vârisi ilan etti.

Erken Modern Dönemde Avrupa, Merry E. Wiesner - Hanks, Çeviri Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


II.Charles (1660-1685)
1658 yılında Cromwell'in ölmesiyle ne yapılması gerektiği konusunda hizipleşmeler oldu ve parlamento Stuart monarşisinin yeniden kurulması düşün­cesini destekledi. Çoğu insan yıllar süren karışıklıktan bıkmıştı ve Charles, 1660 yılında Fransa'dan II. Charles olarak döndü. Mo­narşinin yanı sıra, Lordlar Kamarası, piskoposlar hiyerarşisiyle Anglikan kilisesi ve mahkemeler yeniden kuruldu. Dini muhalefet bastırıldı ve İngiltere kilisesinde komünyona katılmayı reddeden­ler, oy kullanamaz, devlet memuru olamaz, üniversiteye gidemez veya vaizlik yapamaz oldular. Charles, doğal olarak dönmesini sağlayan parlamento ile iyi ilişkiler içindeydi; düzenli olarak top­lanmasını kabul ederek parlamentoyu toplama hakkını yeniden eline geçirdi. Ülkeyi bir grup parlamento üyesi danışmanla yöneti­yordu. Adlarının ilk harflerinden dolayı "Cabal" olarak adlandı­rılan bu grup, daha sonra bakanlar kurulu adını alacak bir başda­nışmanlar grubu oluşturdu.

Parlamento, vergileri onaylama hakkına karşılık, Charles'a kral­lığı yönetebilecek kadar gelir sağlamayı gayri resmi olarak kabul et­ti, ama bu geliri vermedi; Charles da aradaki farkı karşılamak için Avrupa'nın en zengin ülkesi Fransa'dan yardım istedi. Charles, XIV, Louis ile gizli bir antlaşma yaparak Hollandalılara karşı Fran­sa'yı destekleme ve İngiltere'yi yavaş yavaş Katolikliğe geri döndür­me sözü verdi ve karşılığında her yıl çok büyük miktarda parasal destek almaya başladı. Anlaşma çok uzun süre gizli kalmadı ve İngiltere'yi Katoliklik karşıtı bir isteri kapladı. Bu isteri Charles'ın yasal vârisi olmaması ve bu yüzden de o öldükten sonra tahtın koyu bir Katolik olan kardeşi James'e geçeceği gerçeği nedeniyle daha da artti. Parlamento tahtın bir Katolike geçmesini engelleyecek bir ta­sarı hazırladı, ama bu tasarı hiçbir zaman yasalaşmadı.

II.James (1685-88)
James kardeşinden sonra tahta çıktı, Katolikleri önemli ma­kamlara atadı ve farklı dinden olanlara dini hoşgörü tamdı. Kral ile parlamento arasındaki erk belirleme savaşı yeniden başladı. James'in ikinci karısı bir erkek çocuk doğurunca ve böylelikle Ka­tolik bir hanedan kesinleşince, Avam Kamarası'nın ileri gelenle­rinden bazıları tahtı James'in Protestan kızı Mary ile kocası Wil­liam'a teklif ettiler. William, Orange-Nassau hanedanından Hol­landalı bir prensti ve aynı zamanda I. Charles'ın torunuydu. Wil­liam, 1688 yılında İngiltere'yi küçük bir kuvvetle işgal etti; II. Ja­mes, karısı ve küçük oğluyla Fransa'ya kaçtı ve Mary ile William, parlamento tarafından ortak hükümdar ilan edildiler.

Mary II (1688-94) III.William ( - 1702)
Mary ile William egemenliğin hükümdar ve parlamento tarafından payla­şıldığını açıkça kabul ettiler; aynı zamanda bir İnsan Haklan Beyannamesi'ni de onayladılar. Beyanname, başka koşulların yanı sıra, yasaların yapılmasına veya uygulanmasına kralın müdahale etmesini ve kralın barış zamanında bir daimi ordu oluşturmasını yasaklıyordu. Mary ile William sınırlı dini hoşgörü sağladılar; ama gelecekteki tüm hükümdarların İngiliz Protestan kilisesinin üyesi olmalarını zorunlu kılan ve sadece Protestanların ateşli silah sahibi olmalarına izin veren yasalarda, Katolik düşmanlığı açıkça bulunuyordu.

İngiltere'de kansız ama İskoçya ve İrlanda'da kanlı bir şekilde gerçekleşen bu darbeye, daha sonraları "Şanlı Devrim" (Glorious Revolution) adı verildi. Devrim çok az sayıdaki yüksek soylu ile toplumun geri kalanı arasında bulunan ve nüfusun yüzde 2'sini oluşturan eşrafın (gentry) siyasi gücünü perçinledi. Lordlar Kamarası'nın yeniden kurulmasına karşın, artık Avam Kamarası parla­mentonun en güçlü grubuydu. Avam Kamarası'nda çoğunluğu, eş­raftan kimseler, eşraf aileleriyle evlilikler kuran tüccarlar, avukat­lar ve profesyoneller oluşturuyordu. Bu küçük elit sınıf, 20. yüzyı­la kadar İngiltere siyasetini ve kurumlarını elinde tuttu.

William, İngiltere'yi XIV. Louis'ye karşı çeşitli ittifaklar içine soktu; 1694 yılında kurulmuş olan İngiltere Bankası (Bank of England) tarafın­dan finanse edilen savaş harcamaları, ulusal borcu ödemek için düzenli bir programın oluşturulmasına yol açtı. Yapılan savaşlar arasında İrlanda'ya yapılan birkaç sefer de bulunuyordu.

Bu seferler sonunda, II. James'in destekçileri yenildiler ve Katoliklere kar­şı bir dizi sert ceza yasası çıkarıldı. Bu yasalar toprak sahibi olan Katoliklerin sayısını daha da azalttı. William aynı zamanda İskoç klanlarından birinin reislerinin öldürülmesini de onayladı ve İskoçya'da İngiliz hâkimiyetine karşı muhalefet giderek şiddetlen­meye başladı. Ancak iki ülke, Parlamentoların Birleşmesi yasası ile 1707 yılında resmen birleşti. Yasa İskoç Parlamentosu'nu ortadan kaldırdı; artık İskoçya Londra'daki Lordlar Kamarası ile Avam Kamarası'na üye yollayacaktı. (İskoçya 2000 yılında yeniden ayrı bir temsilciler meclisi kurdu.) İskoçya, İngiltere ve İrlanda "Büyük Britanya Birleşik Krallığı" adını aldı.

Erken Modern Dönemde Avrupa, Merry E. Wiesner - Hanks, Çeviri Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları






1 yorum: