Kaçar Hanedanı



Kaçarlar 18.yy.ın sonu, 19.yy. ve 20.yy.ın ilk çeyreğinde İran’da hüküm sürdüler. Bu dönemde, Büyük Britanya’nın, Hindistan yolunu güvenceye almak ve yeni keşfedilen petrol yataklarını kontrol etmek için yürüttüğü Ortadoğu politikasının hedef ülkelerinden biri de İran’dı. Napolyon Fransa’sının oyun dışında kalmasından sonra İngiltere bölgedeki ağırlığını arttırdı. İran iç ve dış politikası, Rus-İngiliz rekabetinin de etkisinde kaldı.

19.yy.da Osmanlı İmparatorluğu da aynı politikaların yansımalarını yaşıyordu.  Her iki ülke de, sanayi devrimini yapmış İngiltere ve bu yolda ilerleyen Rusya ile başa çıkmak için zorunlu modernleşme çabalarına giriştiler. Dışarıya öğrencilerin gönderilmesi, orduda reform yapılması, batı benzeri okulların kurulması farklı biçimlerde de olsa, her iki ülkede entelektüel bir zümrenin oluşmasına katkı sağladı.

İran’ın kendine özgü koşulları, toplumunun psiko-sosyal yapısını farklı kılıyordu. Kaçarlar merkezi bir otoriteyi temsil etmiyordu. Ülkede güçlü bir ruhban sınıfı vardı. Ayrıca geniş toprakları kontrol eden geçmişten gelen yerel güçler de etkiliydiler. Kaçar yöneticileri zayıftı, reformcu devlet adamlarını bir yere kadar desteklediler. Mali durumu düzeltmek için yabancı danışmanlara olağanüstü yetkiler verdiler. Ülkenin dönüşümünden ziyade kendi iktidarlarını sürdürmek öncelikleri oldu. B.Berksan.


Kaçar Aşireti'nin geçmişi, adı 19. yüzyıl İran 'ıyla özdeşleşen hanedanın tarihinden çok daha eskidir. Hanedan yönetimi, hala aşiret elitleri ve siyasetinin egemen olduğu 18. yüzyıl İran siyasi kültürüne dayanıyordu. Ancak bu durum, 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyıl başlarında, başarısız bir meşrutiyetçiliğe kaydı. 1926'da ortaya çıkacak olan yeni bir hanedansa, ülkenin antik siyasi kültürünü kesin biçimde dönüştürecekti. Kaçar Hanedanı'nın tarihi işte bu muazzam eksen kaymasıyla bağlantılıdır. Hanedanın değişime verdiği tepkinin yetersiz kalması ve İran'ın toprak bütünlüğüyle hükümranlığını koruyamaması bu tarihin ayrılmaz bir parçasıdır. Bunun sonucunda Kaçarların işbaşında olduğu uzun yüzyıl daima kötü yönetimle hatırlanır. O dönemde yaşayan gözlemcilerle tarihçiler arasında onların başarılarından bahsedenlerin sayısı çok azdır. Hanedanın meşruiyeti, bir buçuk asır süren saltanatı boyunca çağdaşları arasında her zaman tartışma konusu olmuştur.

İran tarihi, Pers İmparatorluğundan Günümüze, Gene R. Garthwaite


Kerim Han'ın 1779'da ölümü üzerine, halefleri Zend devletinin komşularından gelen saldırılara ve iç mücadelelere karşı ayakta kalamadılar.

İran'ın kuzeydoğusundan gelen Türk Kaçar aşireti en sorunlu olanıydı. Onların lideri, Şiraz' da on altı yılını Zend rehinesi olarak geçiren Ağa Muhammed Han adında huysuz bir harem ağasıydı ve 1779'da aşiretin başına geçmek için kuzeye kaçmıştı. 

 Kerim Han ölünce Ağa Muhammed kuzeye kaçar ve orada ailesinin eski düşmanı Kaçar kabilesine bağlı kavimleri barıştırır, ancak egemenliğini sağlamak için kendi erkek kardeşleriyle savaşmak zorunda kalır (Ağa Muhammed'in yükselişi, Nadir Şah egemenliğinin Afşarlarla ilişkisinden farklı olarak daha nesep merkezlidir ve Kaçar kavmine dayanır). Bu başarının ardından ailesinin uzun zamandır müttefiki olan Yomut Türkmenleri'nin yardımıyla Mazenderan' daki Zend kuvvetlerini kovar ve Elburz Dağları' nın güneyine seferler yapmaya başlar. Fakat Tahran'ın kapıları ona kapalıdır. Şehir sakinleri nazikçe İsfahan'ın kontrolünün Zendlerde olduğunu ve Tahran halkının da onlara itaat etmesi gerektiğini anlatır (burada Ağa Muhammed Han İsfahan'ı ele geçirirse ona da itaat edeceklerini ima ederler). 

Ağa Muhammed İsfahan'a ilerler ve 1785 yılının ilk aylarında kenti alır. Böylece, başarılı batı seferlerinin ardından Mart 1786' da Tahran' a kabul edilir. Bu noktadan sonra, Ağa Muhammed Han'ın kendisini tüm ülkenin egemeni yapmak istediği artık açıktır. Artık başkent Tahran' dır.

İran: Aklın İmparatorluğu / Michael Axworthy

Ağa Muhammed Han, Kaçar başkentini Mazenderan'daki Sari'den o zamanlar Elburz etekleri ve antik Rey şehri arasındaki bir köy olan Tahran'a taşıdı. Takip eden on yıl boyunca Kaçarlar, komşu topraklardaki egemenliklerini istikrarlı bir şekilde genişletmeyi başardılar ve 1794'te son Zend hükümdarını bozguna uğratıp bölgeyi ele geçirdiler. İran'ın tarihi genişliğinin çoğu artık sıkı bir şekilde kontrolü altında olan Ağa Muhammed Han, 1796'da kendisini Şahinşah (Krallar Kralı) ilan etti. Acımasız ve zalim bir lider olan Ağa Muhammed Han'ın birçok düşmanı vardı. 1797'de ölüme mahkum ettiği ancak bir şekilde hapse atmayı ihmal ettiği üç asker tarafından uykusunda öldürüldü. Onun yerine, Fars vilayetinin valisi olan ve Feth Ali Şah olarak tahta geçen yeğeni Baba Han geldi.

Feth Ali Şah, otuz yedi yıl boyunca İran'ı yönetti. Onun döneminde İran, Avrupa kültürünün etkisi altında kaldı.

..

Klasik Fars şiirlerinin tercümeleri Batı'da oldukça popüler hale geldi. Alman şair Johann Wolfgang von Goethe'nin, Hafız'ın gazellerinden esinlenerek yazdığı Batı Doğu Divanı, İngiltere'de Edward Fitzgerald tarafından yapılan Ömer Hayyam'ın rubailerinin özensiz tercümesi, Ömer Hayyam Cemiyetlerinin tüm ülkede ortaya çıkmasına neden oldu. Sa'di'nin çok okunan Gülistan isimli eserine George Wilhelm Friedrich Hegel, Alexander Puşkin ve Ralph Waldo Emerson gibi Batılı yazarlar yoğun atıflar yapmışlardır.

İran ordusu yine de Avrupa standartlarının gerisinde kaldı. Ruslar, İran'a bağlı olan Gürcistan'ı zorluk çekmeden ele geçirdi ve Kaçarların misillemesi, 1804'ten 1813'e kadar süren bir savaşa yol açtı. Rusya'nın, nispeten modern olan ordusunun üstünlüğünü kabul eden Kaçarlar, önce İngiltere'den sonra da Fransa'dan yardım istediler. Ancak taleplerine kulak verilmedi.

..

Rusya ile savaşın sonuçları Kaçarlar için tam bir felaketti. Ruslar Tebriz'e kadar ilerlemeyi başardılar ve barışı sağlamak için Kaçarlar, 1813 'te Gülistan Antlaşması ile Kafkas eyaletlerinin çoğunu Rusya'ya teslim etmeye zorlandı. 1826'da bu bölgeleri geri almaya çalıştılar, ancak başarılı olamadılar. 1828 Türkmençay Antlaşması, Kafkasya'nın daha da fazlasını Rusya'ya teslim etti ve bu İran için kalıcı bir kayıptı. İranlılar üzerindeki travma yıkıcıydı ve muhtemelen İran'ın o zamandan beri neredeyse iki yüzyıldır komşularına karşı herhangi bir askeri saldırıda bulunmadığını da gösteriyordu.

..

Feth Ali Şah'ın halefi, torunu Muhammed Şah, Seyyid Ali Muhammed adlı Şirazlı bir tüccar tarafından yönetilen yeni dini kalkışma tehdidiyle karşı karşıya kaldı. İran'ın Şii toplumu, On ikinci İmam'ın ortadan kaybolmasından bin yıl sonra bir beklentiye girmişti ve Seyyid Ali Muhammed, onu Mehdi olarak gören büyük çapta bir kitle topladı

Bab hareketi

İslam hukukunun yürürlükten kaldırılması çağrısında bulunan ve İran'ın dört bir yanındaki yaklaşık yüz bin fanatik tarafından desteklenen Bab, hem Kaçar'a  hem de dini otoriteye eşi görülmemiş bir tehdit oluşturdu. Tahire, 1848'de Kuzey İran Bedeşt'te yapılan Babiler konferansında peçesini çıkartarak İslam hukukunun sona erdiğine işaret etti. Konferansta hazır bulunanlar arasında Hazar kıyısındaki Nur kasabasından Mirza Hüseyin Ali de vardı. Daha sonra Bahai dininin kurucusu olan Bahaullah olarak tanındı. Muhammed Şah o yılın Eylül ayında öldü ve bu durum ülke çapında 🔥Babi ayaklanmalarını tetikledi. Din adamları tarafından kışkırtılan muhafazakâr Şiiler, yüzlerce ve hatta binlerce Babi'yi katlederek karşılık verdiler. Bab, Tahire ve diğer Babili liderler tutuklandı ve çoğu 1852'de idam edildi. Bahaullah, sonraki yıllarda barışsever Bahailerin sesi olarak ortaya çıktı ve yeraltında mücadelesini sürdürerek hayatta kaldı

Muhammed Şah'ın iktidarının ilk yıllarında eski başbakanı ve hocası Emir-i Kebir tarafından yönlendirilen on yedi yaşındaki oğlu Nasırüddin tarafından 1848'de öldürülmesinin ardından yerine oğlu Nasırüddin Şah geçti. Pek çok kişi tarafından İran'ın ilk modernist reformcusu olarak ilan edilen Emir-i Kebir'in asıl hedefi, hükümetin gücünü merkezileştirmekti. Ülkenin büyük kısmı, aşiret ağalarının ve feodal toprak sahiplerinin elinde kaldığı için bu hedefe ulaşmak zor bir işti.

..

Emir-i Kebir, harcamalar üzerinde daha fazla kontrol sağlayıp eyaletlerden daha verimli vergi tahsilatı yaparak Kaçar eyaletinin servetini artırmaya çalıştı. Tarım alanında pamuk ve şeker kamışı gibi endüstri bitkilerini getirtti. Tıp alanında birçok İranlıyı kurtaran, çiçek hastalığına karşı bir aşı kampanyası başlattı. Daha sonra Tahran Üniversitesi'ne dönüşecek olan İran'ın ilk modern yüksek öğrenim kurumu olan darülfünunu tesis etti. Kurduğu ilk resmi gazete Ruzname-i Vekayi '-i İttifakıyye ile en azından okuyabilen İranlıların bir bölümü için dünyada olup bitenlerle ilgili fikir verebiliyordu. Emir-i Kebir'in İran'ı hızla değişen dünyada yeniden konumlandırma amacı dış politikasına da yansıdı. O belki de modern tarihte "bağlantısız" bir yaklaşımı savunan ve hem İngiliz hem de Rus kolonyal manevralarına karşı sağlam bir duruş sergileyen ilk siyasi liderdi.

Emir Kebir'in kurumsal başarılarından belki de en önemlisi, 1851 'de Avrupa'daki Teknik Okul modeline dayalı modern bir yüksekokul olan Darülfünun'u kurmasıydı. İran tarihinin ilk modern yüksekokulu sayılması gereken bu kurumda İranlı ve Avrupalı hocalar toplumsal ve bilimsel alanlarda ders veriyordu. Elbette, yozlaşmış Kaçar aristokrasisi bu faydalı hizmetlerin hiçbirini cezasız bırakmadı; Emir Kebir 10 Şubat 1852 Pazar günü Nasreddin Şah'ın emriyle öldürüldü.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları,

..

Genç Nasırüddin Şah hükümete karşı giderek daha otoriter bir yaklaşım benimsedi. 1856'da Herat'ı yeniden ele geçirme girişimi İngilizler tarafından engellendi. Bölgedeki yeni güçlerini ve tarihsel olarak İran'a ait olan topraklardaki Afgan tampon devletinin gerçekliğini kabul etmek zorunda kaldı. Nasırüddin Şah'ın başarısız Afgan seferi, Kaçarların zayıflığının ve verimsizliğinin de rahatsız edici bir işaretiydi. Başkent Tahran'ı kontrol ediyorlardı, ancak pratik amaçlar için ülkenin geri kalanını yozlaşmış yerel ayanlara, kafalarına göre hareket eden aşiret ağalarına terk etmişlerdi. Kırsal kesimdeki yozlaşmış topluluklar, kervanlara baskın yaparak, yolcuları soyarak ve tarlaları otlaklara çevirerek yaşıyorlardı. Milli ekonomi için büyük tehdit oluşturuyorlardı.

Avrupalı güçlerin küresel meselelerde oynadıkları etkin rolün farkına varan (ve belki de sorumluluklarından kaçmak isteyen) Nasırüddin Şah, 1873, 1878 ve 1889'da Avrupa'ya üç resmi ziyaret yaptı. Bu geziler, İran devlet hazinesini tüketen gerçekten büyük ve oldukça masraflı gezilerdi. (Osmanlı tarafında ilk gezi 1867 de Abdülaziz tarafından yapıldı. B.Berksan)

Tütün isyanı

Nasırüddin Şah'ın kişisel kasasını ülkenin batması pahasına doldurma girişimleri, İran'da tütün üretimi üzerine yatırımı olan İngiliz Gerald F. Talbot'a tekel teklif etmesiyle ciddi bir şekilde geri tepti. Önde gelen bir din adamı olan Ayetullah Şirazi, tütün kullanımın haram olduğunu beyan eden bir fetva yayınladı. En azından bu koşullar altında; erdemli bir şekilde bir gecede nikotin bağımlısı bir milletin tamamı, erkeğiyle ve kadınıyla tütün içmeyi bırakarak Şah'ı geri adım atmaya zorladılar. Bu Tütün İsyanı'nın etkinliği ve yaygınlığı muhtemelen tüm ilgilileri şaşırttı ve ortaya çıkan tablo İran'ın dini liderlerinin halk üzerindeki etkisinin erken habercisiydi.

Zayıf despotlar olan Kaçar hanedanı döneminde (1796- 1925) Şii ruhban sınıfı konumunu çok güçlendirmişti. Müçtehit denen büyük alimler, vergi ve orduya asker toplamakla yetinen hükümetin tersine halkla ilişkilerini sıkılaştırarak ruhban sınıfı içindeki rollerini sağlama almışlardı. Ruhban sınıfı sürekli olarak günlük hayata (adalet, kişisel konum, eğitim, aile anlaşmazlıkları ve hatta ticari meseleler) müdahale ederken siyasi otorite ortada gözükmüyordu. Ruhban sınıfı dini vergiler ve vakıf gelirleriyle (arazi, bina, vb.) , yabancı devletlere borçlanmış olan Devletten daha büyük bir mali bağımsızlığa sahipti. Bu şekilde güçlü bir konuma gelen ruhban seçkinleri giderek daha fazla ölçüde siyasi meselelere, hatta Devletin dış ilişkilerine karışmaya başladılar. Ruhban sınıfının müdahalesi ekonomik ve toplumsal durumun bozulmasıyla daha da büyüdü. Çarşı esnafı ile birlikte hareket eden Şii ruhban sınıfı halk gösterilerini teşvik ediyor ve grevlerin yapılmasına katkıda bulunuyordu.

100 Soruda İran, Mohammed Reza Dijalili, Thiery Kellner,


Safevilerden Sonra Iran Şiiliğindeki Değişiklikler lran'da devlet otoritesinin merkezileşmesine karşı olan başlıca unsurlardan biri, Şiiliğin İran toplumunda elde ettiği önemli ve bağımsız konumdu. Safevi şahlar Saklı İmam’ın temsilcileri olarak kabul edilmekteydi. Bunların kabul edilmiş dini otoriteleri, kendilerine dünyevi güçlerini meşrulaştırmada yardımcı olmuştur. Ancak Safevilerin düşüşü ve 18. yüzyılın sonlarında kutsallık iddiaları olmayan Kaçar şahlarının ortaya çıkışıyla, Saklı İmam'ın yokluğunda dini yetkiyi uygulama hakkı sorunu yeniden açıldı.

Şii uleması Kaçarların sadece dünyevi hükümdarlar olmaları nedeniyle, hukuk ve dini uygulamalar konusunda yorum yapma hakkının kendilerine ait olduğunu ileri sürdüler. İçtihat yapma hakkını alarak kendilerini Saklı İmam’ın iradesinin meşru yorumcuları ilan ettiler.

Bu durum, uygulamada emsalleri tarafından dindarlıkları ve bilgileriyle üstün kabul edilen dini kurum üyelerinin, hukuk ve dini uygulamalar alanlarında hüküm verme yetkilerinin olduğu anlamına gelmekteydi. Kısacası, bu kişiler içtihat getirmeye yetkili müctehidlerdi. 18. yüzyıl sonlarında belirli bir zamanda üç-dörtten fazla müctehid yoktu. Ancak 19. yüzyılın ilk yarısında din kurumu, iki anlayışın genel kabulüyle bu durum değişti. Bu anlayışlardan birincisi, bütün mümin Şii Müslümanların bir müctehide bağlanmaları ve dini ve hukuk uygulamalarında onun hükümlerini geçerli kabul etmeleri; ikincisi de, yaşayan müctehidlerin kararlarının mevcut bütün kararlara tercih edilmesiydi. Bu ilkelerin kabulü, müctehidlerin saflarında bir artışı gerektirdi. Müctehidlerin artmasıyla oluşan gayri resmi hiyerarşide, bazı müctehidlerin sahip oldukları bilgi ve anlayış nedeniyle kararlarının çağdaşlarının kararlarına göre öncelik taşıması kabul edildi. Bu kişiler marja el-taklid, yani 'taklit kaynağı' unvanına sahip olup, Şii din kurumu içindeki hakim kişilerdi. 20. yüzyılda bu statüye erişmiş bir kişiden ayetullah, yani Allah'ın gözü olarak söz edilmeye başlandı.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008


1890'da On İki İmamcı Şiilikte 175 müçtehid vardı; bu müçtehidle rin hepsi İmam'ın yokluğunda Şiilere rehberlik edecek "Taklid için müracaat edilecek kişi"yi (merci-i taklid) seçimle kabul ediyorlardı. 19. yüzyılın sonlarına doğru nesil başına tek bir merci kabul edilmeye başlanmıştı. İnananların ödedikleri hums (somut olarak merciye ödenen imama düşen vergi) ve zekat, aynı zamanda dini kurumlar (Sünni vakıflara benzeyen vakıflar) zengin ve güçlü, büyük toprak sahipleri olan Şii alimleri nin siyasi iktidardan bağımsız kalmalarını sağlamıştır.

Ortadoğu Tarihi, Anne-Laure Dupont Catherine Mayeur-Jaouen Chantal Verdeil, Doğu Batı Yayınları, 2022

Şah'ın kendisi, Batı modernliğinin seçici bir hayranıydı. Avrupa'ya yapılan pahalı gezilerin yanı sıra, Nasırüddin Şah'ın özel ilgi alanları arasında şiir ve sanat da vardı. Sadece resim ve çizimle değil, fotoğrafçılıkla da ilgileniyordu. İran'ın ilk profesyonel fotoğrafçılarından biri olan Ermeni-Gürcü Antoine Sevruguin, Şah'ın himayesine nail oldu ve saray hayatının pek çok karesi onun elinden çıktı. Nasırüddin Şah'ın kırk dokuz yıllık saltanatı -son üç yüz yılın en uzunu- 1896'da bir suikastçının kurşunu ile sona erdi.


Mirza Rıza Kirmani'nin Nasreddin Şah'a sıktığı kurşun bütün bir ulusu tarihsel esaretten kurtararak -yurtiçinde ve yurtdışında yaşayan İranlıların bugün tanıdığı haliyle- modern dünyaya soktu. Mirza Rıza Kirmani Kaçar hanedanına yönelik bazı muhalif siyasi fikirleri ile kişisel kindarlığından dolayı galeyana gelmiş kendi halinde biriydi. Kirmani siyasi görüşleri bakımından on dokuzuncu yüzyıl İran'ında -ve aslında sömürgeleştirilmiş dünyanın büyük kısmında- geçerli olan İslamcı, milliyetçi, sosyalist ve en önemlisi sömürgecilik karşıtı fikirlerin bir birleşimini temsil eder. Kişisel kindarlığı açısından ise, Kaçar hanedanının zorbalıklarına maruz kalan sıradan insanların bir temsilcisidir. İşte bu güçlerin birleşimi en sonunda bugün 1906 Meşrutiyet Devrimi olarak adlandırdığımız muazzam, uzun ve kanlı ayaklanmayı ortaya çıkardı.

Meşrutiyet Devrimi güçlenen burjuvazinin yabancı yatırımcılara, Kaçar aristokrasisi mensuplarına ve yabancı yatırımlardan doğrudan fayda sağlayan Şii ruhban sınıfı mensuplarına karşı başlattığı ayaklanmaydı. Şii ruhban sınıfının muhalif mensupları "devrimci" ya da "ilerlemeci" sıfatını kurumsal herhangi bir vasıftan dolayı ya da kendiliğinden değil, ölmekte olan bir İran aristokrasisinin yerine İran burjuvazisinin yanında yer aldıkları için kazanmıştı.

1906-11 Meşrutiyet Devrimi İran'ın sömürgeci modernlikle karşılaşma sürecinde gerçekleşen en önemli olaydı. Meşrutiyet Devrimi zorunlu olarak ulusçu bağlamda ifade bulmuş ve yerel zorbalığa olduğu gibi, yabancı işgali ve nüfuzuna karşı da başlatılmış bir hareketti. Bununla beraber, Meşrutiyet yanlılarını harekete geçiren sadece sömürgecilik karşıtı ulusçuluk değildi. Meşrutiyet Devrimi önderleri aynı zamanda militan bir İslamcılıktan da feyz almıştı. Ayrıca öne çıkan devrimcilerden bazıları Rusya'da -özellikle de Bakü ve Azerbaycan'da- çalkantı yaratan olayların etkisiyle açığa çıkan sosyal demokratik fikirlerden de eşit ölçüde etkilenmişti. Bu üç ideolojik oluşum -ulusçuluk, sosyalizm ve İslamcılık- birbiri üzerinde katalizör etkisi yaparak modem İran tarihinde günümüze kadar tayin edici rol oynamıştır. Bir anayasa tasarısının oluşturulup kabul edilmesi ve modern demokrasinin yapısal çerçevesinin belirlenmesiyle birlikte, İran modern küresel politika dünyasına adım atmış oldu. Meşrutiyet Devrimi döneminde, 1908'de petrol keşfedilmişti. Bu durum Avrupalı sömürgeci güçlerin İran'ın petrolüyle yetinmeyip, diğer doğal kaynaklarını da sömürme niyetini pekiştirdi ve İran'ın büyüyen ticari pazarlarında egemen bir konum elde etmelerini sağladı.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları


30 Aralık 1906 tarihli temel yasa, iki odalı bir Parlamento kurdu: Kısmen seçilen Senato ve her iki yılda seçilen Meclis-i Şura-yı Milliye; bu meclisin onayı olmadan hiçbir anlaşma, hiçbir borç alımı, hiçbir imtiyaz, hiçbir sınır değişikliği -hepsi de çok hassas konulardı- geçerli olmayacağı gibi bu meclis yasa da önrebilecekti. 

7 Ekim 1907 tarihinde daha kapsamlı bir ek, resmi olarak yayımlandı. Anayasanın birinci maddesi Şiiliği devletin resmi dini olarak kabul etti ve ikinci madde de Meclis'in oylayacağı yasaların İslami olmasını denetlemekle görevli beş müçtehitten oluşan bir komitenin kurulmasını sağladı. Geri kalan maddeler liberal bir yaklaşımla milli hakları belirtti: Yasa önünde İranlıların eşitliği, keyfiliğe karşı kişilerin ve mülklerin korunması, ifade ve toplanma hürriyeti. Son olarak halkın tüm yetkilerin kaynağı olduğunu belirterek metin, açıkça yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı birbirinden ayırdı ve bunların birbiriyle ilişkisini düzenledi.

Ortadoğu Tarihi, Anne-Laure Dupont Catherine Mayeur-Jaouen Chantal Verdeil, Doğu Batı Yayınları, 2022


Genel olarak Nasreddin Şah'ın dönemi İran için çok kötü bir dönemdi. Bu Şah yaptığı yolculuklarla Avrupa Devletlerinden korktu ve bu devletlerin isteklerinin karşısında en ufak bir direniş göstermedi. Kendini hep Rusların savunması altında sanıyordu. Onlardan korkuyordu. Emir-i Kebir ve Mirza Hüseyin Hanı Sipehsalar'ın bütün çalışmalarını ya tümden mahvetmişti veya yarım bırakmıştı. " ... Onun elli yıl süren saltanatı boyunca yabancı devletler ve şahıslarla imzaladığı seksen üç ticari, siyasi sözleşmeydi ki onların hepsinde İran zarara uğradı." Otuz beş sözleşme ve imtiyaz belgesi, rüşvetle ve önceden para alma yoluyla gözü kapalı imzalandı. Bunların hepsine vatanı satmaktan başka ad konulamaz. Ayrıca onun saltanatı döneminde altta adı geçen yerler İran'dan koparıldı: "Afganistan'ın bütünü, Horasan'ın yarısı, Sistan, Gainat, Merv, Serahs, Maskat ve Umman topraklan ve Türkmen'in tüm toprakları. Basra Körfezi adaları ve sahillerinden yüz yetmiş üç bölge ve Belucistan'ın üçte ikisi...

İran Meşrutiyet Devrimi, Bijan Cezani

 

Oğlu ve halefi Muzafferüddin Şah'a, müsrif Nasırüddin Şah'tan mali yıkım içinde olan bir devlet miras kaldı. Yeni Şah, İran'ın borçlarını finanse etmek için Rusya ve İngiltere'den daha fazla kredi almaya zorlandı. Söylemeye gerek olmasa da, bu satış önlemleri ülkenin siyasi ve ekonomik egemenliğini ciddi şekilde tehlikeye attı. Muzafferüddin, babasının Avrupa seyahat zevkini de miras aldı. Gezilerinden birinde, derinden sevdiği bir mecra olan sinemayı keşfetti. Hala uluslararası festivallerde ödüllere doymayan İran film sektörü, kökenlerini Muzafferüddin'in coşkulu desteğine borçludur. İran'ın modern bir ülkeye dönüşmesi için büyük ve kalıcı bir öneme sahip olacak olan iki olay Muzafferüddin'in saltanatına damgasını vurdu. Bunlardan biri, 1905'te başlayan sözde Meşrutiyet Devrimi idi. Burada reformist münevverler, çarşı esnafı ve hareketli din adamları da dahil olmak üzere, mutsuz İranlılardan oluşan geniş bir koalisyon, önemli ıslahatlar için hükümetin zayıflığından ve genel hoşnutsuzluktan yararlandı. Bunlar arasında İran'ın ilk seçilmiş meclisi olan ve 1906'da kurulan Medis'in kurulması ve şahın yetkilerini sınırlayan resmi bir anayasa oluşturulması da yer alıyordu. Hasta ve ölmek üzere olan Muzafferüddin, aynı yıl 31 Aralık'ta yeni anayasayı imzaladı ve beş gün sonra vefat etti.

 

Yeni Şah, Muzafferüddin'in oğlu Muhammed Ali, anayasaya başından beri muhalefet etmişti. İktidara gelir gelmez, farklı meşrutiyetçi fraksiyonları birbirine düşürerek ve anayasanın kendisinin İslam hukukuna aykırı olduğunu ilan ederek onu ilga etmeye çalıştı. Haziran 1908'de İran ve Rus kuvvetleri tarafından bombardımana tutulan meclisi kapatmak için borçlandığı İngiliz ve Rusların desteğini aldı. İngilizler ve Ruslar, birkaç ay önce İran'ı ikiye bölerek ülkenin kuzeyini Ruslara ve güneyini İngilizlere tahsis eden bir anlaşma imzalamışlardı.

1905 ile 1909 arasındaki döneme Meşrutiyet Devrimi denmesine rağmen, bu dönemde yaşanan değişimler muazzam olmakla birlikte devrimci nitelikte değildi. Eski toplumsal-siyasi düzen devam etmiş, yerini yenisi almamıştı. Meşrutiyet büyük önem taşıyan şehirli kitleleri harekete geçirmişti ama şehirlerin dışında yaşayan İranlıların çoğu anayasanın getirdiği radikal savların farkında bile değildi. Beklenen politik ve sosyal değişimlerse çok uzun zaman gerçekleşmedi.


Meşrutiyet Devrimi sırasında gerçek anlamda bir siyasi nüfuz kazanan tek grup, yalnızca tüccar sınıfıyla organik bağa sahip, Kaçar karşıtı, Osmanlı-karşıtı ve sömürgecilik karşıtı olan Şii ruhban sınıfı mensuplarıydı. Bu Şii ruhban sınıfı mensuplarının böyle bir tavrı kendi kazanılmış haklarının müdafaası için mi, ideolojik sömürgecilik karşıtlığından mı yoksa Şiiliğe olan öğretisel bağlılıklarından mı benimsedikleri ise, tarihsel açıdan tartış[1]malı ve bütünüyle akademik bir soru halini almıştır.

....

Meşrutiyet Devrimi, bünyesinde barındırdığı kolektif öz-muhayyile ve İran'ı hakiki bir ulus-devlet sıfatıyla çalkantılı bir modernliğe sokması bakımından bir ulusun manevi dokusuna işlemiş bir devrimdi. Meşrutiyet Devrimi'nin manevi özünü oluşturan şey, ortaçağdan kalma, yozlaşmış bir hükümdarlığın tahakkümü altındaki geçmiş yüzyıllara ve bu monarşinin yol açtığı kültürel kemikleşmeye karşı girişilen topyekun bir başkaldırıydı.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları,

İngiliz-İran petrol şirketi

Bu dönemde meydana gelen ve oyunun kurallarını değiştiren ikinci olay, güneydeki İngiliz planlarıyla ilgiliydi. 1908'de İngiliz yatırımcı William Knox D'Arcy tarafından finanse edilen bir ekip, antik dönemlerde Elam medeniyetinin merkezi olan Güneybatı İran'daki Mescid-i Süleyman'da petrol buldu. Bugünkü İngiliz petrollerinin öncüsü olan Anglo-Persian Oil Company (APOC), ertesi yıl D' Arcy'nin direktörlüğünde kuruldu. Sonraki 50 yıl boyunca İran'ın petrol endüstrisi, karından aslan payıyla birlikte büyük ölçüde İngiliz mühendislerin ve yöneticilerin elinde olacaktı. Meşrutiyetçiler ile mutlakiyetçiler arasındaki mücadele I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devam eden bir iç savaşa dönüştü. Meşrutiyet yanlıları, Muhammed Ali'yi sürgüne zorlayıp yerine oğlu Ahmed'i getirerek 1909 yılında üstünlük kazandılar. Yeni Şah, meclisi destekledi ve siyasi bir lider olarak ülkede muktedir olamayışını kanıtladı.

İran'daki çiçeği burnunda anayasal monarşi, devam etmekte olan mali krizle mücadele etmek zorunda kaldı ve İran, I. Dünya Savaşı boyunca, topraklarını Osmanlılara karşı bir üs gibi kullanan Rus ve İngilizlerin müdahalesine açık bıraktı. Bolşevik devrimciler Kuzey İran'da etkin hale gelirken, İngilizler güneydeki petrol rezervli topraklar üzerindeki güçlerini sağlamlaştırmaya çalıştılar. 1919'da Ahmed Şah, Britanya'ya münhasır tüm ülke sathında sondaj hakları veren Anglo Pers Anlaşması'nı imzaladığında, Kaçar hükümetinin kontrolü Tahran'ın ve yakın çevresinin ötesine geçemiyordu. İranlılar, resmi olarak herhangi bir Avrupalı gücün müstemlekesi değilken, pratik amaçlar için bu bağımsızlığı, İngiliz ve Rus çıkarlarına teslim etmişlerdi.

Diğer taraftan, doğrudan sömürgeleştirilmiş ülkelerde olduğu gibi, İran'ın tarihi serveti de feda edildi. Antik İran'ın eşsiz eserler arasında sayılan, Güney Zağros Dağları'ndaki Lorestan bölgesinden çıkan, MÖ 12. yüzyıldan 7. yüzyıla kadarki bronz eserler, 1920'lerden başlayarak Avrupa sanat piyasasında satışa sunuldu. Bu tarihi eserler çoğunlukla yerel halk tarafından mezarlardan yağmalanmıştı. Bunlar, küçük insan ve hayvan figürleri (bazıları put olarak kullanılmış olabilir), mücevherler, silahlar ve at zırhları gibi askeri teçhizatı içermektedir. 

Bir askeri darbe düzenlemek ve 1921 'de hükümetin dizginlerini ele geçirmek için, kuzeydeki Mazenderan eyaletindeki Alaşt kasabasından, Kaçar'ın Rusya eğitimli Kazak Tugayı subayı, karizmatik ve yetenekli asker Rıza Han'ın eline düştü.

İran Tarihi, Richard Foltz, İnkılap Yayınevi, 2021 (Ana metin)

 🔎 Pehlevi dönemi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder