Küçük Raşka devletinin, büyüyerek günümüz Sırbistan’ı olarak
Balkanlarda yer bulması, Bizans’ın tarihi ile yakından bağlantılı oldu.
Bizans başkentinin 1204 yılında Latinlerin eline geçmesi, bölgedeki Slav
halklarının kendi hanedanları yönetiminde gelişmelerinin önemli
nedenlerindendir. Öte yandan bu toplulukların Ortodoksluğu benimsemeleri,
Bizans kültürünün etkisini altına girmeleri ile sonuçlandı. Rakipleri Bulgarların
çöküşü sonucu büyüyen Sırp devletinin güçlü prensi Stefan Duşan, kendini
Sırpların ve Yunanların İmparatoru ilan etti.
15.yüzyıl ortasında başlayan Osmanlı Hakimiyeti 19.yüzyılın
ilk çeyreğine kadar devam etti. Sıplar’ın tam bağımsızlığı için daha zorlu bir
mücadele gerekti. Bu sayfada bu tarihin
Yugoslavya dönemi dahil genel bir görünüşünü vermeye çalışacağız. Metni
haritalar eşliğinde okumak anlamayı kolaylaştıracaktır. B.Berksan.
Slav kökenli bir halk olan Sırplar, Balkanlar'a 7. yüzyılda
geldiler. 9. yüzyılın ikinci yarısında Hristiyanlığa döndürülmelerinin ardından
Ortodoks oldular. Sırpların çoğu, 8. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar Bulgarların ve
Bizanslıların yönetimi altındaki topraklarda yaşadı. Bizans İmparatorunun
Bulgarların bağımsızlığını ortadan kaldırdığı 1018 yılından sonra Sırp
liderleri daha iyi bir konum elde etti. Zamanla, biri sonraları Karadağ adını
alacak olan dağlık bölgedeki Zeta, diğeri ise daha ileri bir tarihte doğuda
zuhur eden Raşka olmak üzere iki devlet kuruldu.Sırp krallığının yükselişi, Nemanya hanedanı ile yakından
alakalıdır. Bu hanedandan I. Stefan Nemanya (1168-1196) Raşka'nın ilk
yöneticisi veya zupanı oldu; onun torunları iki asır boyunca iktidarı elinde
tutacaktı.
Stefan Zeta'nın kontrolünü ele geçirmeyi ve Sırp
topraklarını Adriyatik'e kadar genişletmeyi başardı. I. Stefan'ın oğlu olan ve
" ilk-taçlı" olarak adlandırılan Il. Stefan (1196-1227) kral unvanını
aldı. Ayni sıralarda, I. Stefan'ın bir keşiş olan küçük oğlunun otoritesi
altında Zica'da bağımsız bir piskoposluk kuruldu. Böylece Sırbistan, bağımsız
bir Ortodoks kilisesine sahip bir krallık halini aldı.
İkinci Bulgar İmparatorluğu'nun fetihleri doğal olarak
Sırpların çıkarlarına zarar veriyordu. Sırp devleti ayrıca Macarların kuzeye
yönelik olarak gerçekleştirdikleri saldırılarla da uğraşmak zorundaydı. Bununla
birlikte, sonraları hem Bulgar hem de Bizans İmparatorluklarının çöküşü,
Sırpların topraklarını genişletmeleri için bir fırsat doğurdu. Miliutin
(1282-1321) ve Stefan Deçanski (1321-1331) idaresi döneminde toprak kazanımları
elde edildiyse de, Ortaçağ Sırp devleti gücünün zirvesine Stefan Duşan
(1331-1355) zamanında erişti. Bu muhteris yönetici, Bulgar imparatorlarıyla
benzer fetih amaçları gözeterek toprakları güneye doğru genişletme eğilimi
sergiledi ve kontrol alanını, Adriyatik'e kadar uzanan Sırp topraklarına
ilaveten Arnavutluk toprakları üzerinden Makedonya, Epir ve Teselya'ya kadar
genişletti .
Stefan Duşan, 1346 yılında kendisini Sırpların ve
Yunanlıların imparatoru ilan etti ve daha sonraları Bulgarları ve Arnavutları
da bu unvanın kapsamı içine kattı. Ayrıca 1346 yılında, İpek Başpiskoposluğunu
Patrikliğe terfi ettirdi. Sırp siyasi merkezi de Raş'tan Priştine, Prizren ve
nihayet Üsküp'e geçmek üzere, güneye doğru yer değiştirdi. Sırbistan, Duşan'ın
yönetiminde Adriyatik'ten Ege'ye kadar uzanan topraklarıyla Balkanlar'ın önde
gelen gücü halini aldı. Bu etkileyici imparatorluğu bir araya getirmeyi
başarmasına rağmen, Duşan'ın elinde bulunan topraklar iç bağlılıktan yoksundu.
Sırp Krallığı, 1355 yılında Duşan'ın kırk altı yaşında iken ölümünün ardından
Bulgar Krallığı ile aynı akibeti paylaştı ve parçalandı. Duşan'ın ardından oğlu
Stefan Uroş (1355-1371) tahta çıktıysa da iç entrikalar ve dış tazyiklere
karşı merkezi kontrolü sürdürmeyi başaramadı. Onun 1371 yılındaki ölümüyle
Nemanya hanedanı sona erdi. Sırp toprakları tıpkı Bulgarlar toprakları gibi,
birbiriyle rekabet halindeki asiller tarafından parçalara ayrıldı.
Balkan tarihi I, 20. Yüzyıl, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006Not:🔎 Osmanlıların Balkanlarda ilerlemesi.
İlk ulusal isyan olan 1804'teki Sırp isyanı doğrudan Osmanlı
hükümetinin vilayetteki karışıklığı dizginleyememesinden kaynaklanıyordu. İlk
lider Karayorgi'nin idaresinde bu hareket, bozuk yerel idarecilere karşı bir
isyandan bir ulusal bağımsızlık hareketine dönüştü. Karayorgi yenildi; fakat
1815'te Miloş Obrenoviç önderliğinde ikinci bir ayaklanma Osmanlı hükümetinden
olumlu şartlar elde etmeyi başardı. 1830'da Sırbistan, imparatorluk dahilinde
özerk bir statüye kavuşmuştu. 1839'da Miloş prenslikten feragat etmek zorunda
kaldı; yerine oğulları, önce Milan, sonra da Mihailo geçti. 1842'de Mihailo'nun
yerine devrimci bir liderin oğlu olan Aleksandar Karayorgiyeviç geldi. Bu
sırada iki aile arasında taht hususunda ateşli bir tartışma baş gösterdi.
1858'de Aleksandar devrildi ve Miloş kısa bir saltanat dönemi için geri
çağrıldı. Bu prens 1868'de idam edilince, kuzeni Milan prens oldu.
….
Sırbistan için 1875-1878 arasındaki dönemin ayırt edici
vasıfları; tereddüt, iç bölünme ve askeri mağlubiyetti. 1875'te Bosna-Hersek'te
meydana gelen ayaklanma, Sırbistan' da büyük heyecana sebep oldu. Bosna, birçok
Sırpın, ulusal miraslarının parçası olarak gördüğü bir bölgeydi.
…
Bulgaristan'daki isyan ve İstanbul'daki Mayıs 1876
ayaklanması da aynı şekilde bu krizi ulusal ilerleme için bir fırsat olarak
görenlerin kanılarını güçlendirdi. Temmuz 1876'da başlayan savaşa, Prens Milan
ve Muhafazakar Parti'nin hükmüne rağmen girişilmişti; fakat arkasında Sırp
kamuoyunun ateşli desteği vardı.
Savaş hem askeri hem psikolojik bir yıkıma yol açtı. Nihayet
Mart 1877'de barış imzalanana kadar, ülke yaklaşık on beş bin can kaybı verdi.
…
1877-1878 savaşı sonrasında Ayestefanos Antlaşması ile
kurulan Büyük Bulgar devleti Berlin Kongresi'nde parçalanmasına rağmen, yeni
antlaşma da aynı ölçüde yıkıcı hükümler içeriyordu. Avusturya-Macaristan'a,
Sırp milliyetçilerinin ele geçirmeyi ümit ettikleri bölgeler olan Bosna-Hersek
ve Yenipazar Sancağı'nın kontrolü verildi. Bu antlaşma, krallığa sadece bu bölgeleri
işgal ve idare hakkı veriyordu; fakat buraların Sırpların eline geçmesi artık
gerçekten uzak bir ihtimaldi. Üstelik önceki kongrede yapılan müzakerelerde Rus
hükümeti, Bulgarların menfaatlerini destekleyeceğini açıkça belirtti; Sırbistan
yüzünü Viyana'ya dönmeliydi. Rusya'nın tavrı, elbette, Balkanlar'ın Habsburg
İmparatorluğu'yla savaştan önce yapılan antlaşmalarda ima edilen etki
alanlarına bölünmesine uygundu. Batı Balkanlar'da üstünlük sahibi olan bu
ikinci devlet, Sırbistan'ın hamisi rolünü üstlenecekti.
Balkan tarihi II, 20. Yüzyıl, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006
1908 yılında, Bosna-Hersek’in ilhakı, Petar
Karayorgiyeviç'in tahta çıkışından beri, Viyana'yla yakın ilişkiye son veren
Sırbistan için acı bir darbe oldu. Habsburg hükümeti Bosna-Hersek'in idaresini
devralmış olmasına rağmen, Sırp milliyetçileri hala bir gün, bir yolla, kendi
ulusal toprakları olarak gördükleri bu bölgeyi ele geçirebileceklerini umuyordu.
..
Rus diplomatik temsilcilerinin fiili yardımlarıyla Balkan hükümetleri,
aslında Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik savaş ittifakları olan bir dizi
antlaşma akdetti. Müzakereler böylece Rus hükümetinin kontrolünün tamamen
dışında gelişti. İlk antlaşma Mart 1912'de Bulgaristan'la Sırbistan arasında
yapıldı. Bu iki hükümet arasındaki ilişkiler 1903'ten sonra iyileşmişti; fakat
bunların Makedonya topraklarının paylaşılması hususunda antlaşmaya varması hala
çok zordu. Bulgar temsilcileri bu müzakerelerde, en sonunda Bulgaristan'a
katılır umuduyla, özerk bir Makedon devletinin kurulmasına taraftardı.
Sırbistan ise bir paylaşma antlaşması istiyordu. Bu dönemde imzalanan antlaşma
görünüşte ortak bir savunma paktıydı; fakat gizli maddeler söz konusu bölgenin
paylaşılmasını şart koşuyordu. Şar Dağları'nın kuzeyinde kalan bölgenin
Sırbistan'a; Struma Nehri ve Rodop Dağları'nın doğusunda kalan bölgenin
Bulgaristan'a verilmesi kararlaştırıldı.
…
Ekim ayında Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan'la antlaşmalar
imzaladı. Balkan devletleri artık savaş için örgütleniyordu.
I.Balkan Savaşı Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sona erdi. Büyük
sorun Makedonya topraklarının paylaşımı sona ermedi. Bu noktada Balkan
müttefiklerin öngöremedikleri bir problem ortaya çıktı. Bunlar antlaşmalarında
Arnavutluk topraklarını aralarında bölüşecekleri varsayımıyla hareket
etmişlerdi. Bunun yerine büyük güçlerin bir Arnavutluk devleti kurulmasında
ısrarcı olduğunu gördüler.
..
Bağımsız Arnavutluk'un en büyük destekçileri İtalya ve
Avusturya-Macaristan'dı; Rusya ise aksine Balkan devletlerinin taleplerine arka
çıkıyordu. Sırpların savaştaki başlıca hedeflerinden biri Adriyatik'te bir
liman, tercihen Draç'ı ele geçirmekti. Önceden olduğu gibi, İtalya'nın
desteklediği Habsburg İmparatorluğu, Sırbistan'ın Adriyatik'e doğru her türlü
genişlemesine karşıydı. Bu iki güç de, komşu Slav devletlerine engel görevi
görecek güçlü ulusal sınırlara sahip bir Arnavutluk'un kurulmasını sağlamaya
kararlıydı. Bu hareket hem Sırbistan'ı hem de Yunanistan'ı ilhak etmek
istedikleri topraklardan mahrum edeceğinden, Bulgaristan'a verilen veya henüz
hiçbir ülkeye verilmemiş olan Makedonya topraklarında zararlarını tazmine
çalıştılar. Mesele, söz konusu toprakların ulusal niteliğiyle değil, Balkan
müttefikler arasındaki güç dengesiyle ilgiliydi. Yine en büyük rakip olarak
Bulgaristan'dan korkan Sırbistan ve Yunanistan, söz konusu bölgenin paylaşımını
ve savaş halinde karşılıklı yardımı konu alan gizli bir antlaşma yaptı.
II.Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Ağustos 1913 tarihli
Bükreş Antlaşması'yla, Makedonya paylaştırıldı ve bağımsız bir Arnavutluk
kuruldu. Büyük galipler Sırbistan'la Yunanistan oldu. Makedonya topraklarının
eklenmesiyle, Sırbistan toprakları neredeyse iki katına çıktı. Karadağ ve
Sırbistan, Habsburg monarşisinin Bosna-Hersek'i ilhakından sonra iade ettiği
Yenipazar Sancağı'nı bölüştüler; bu devletler böylece ortak bir hududa sahip
oldular.
Ekim 1918'de Zagreb'de Slovenler, Hırvatlar ve Sırplar Ulusal Konseyi kuruldu. Bu teşkilat, demokratik bir temelde monarşinin Güney Slavlarından meydana gelen bir devletin kurulmasını desteklediğini ilan etti.
1 Aralık 1918, 1929'a kadar Yugoslav devletinin resmi
unvanı olan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı'nın resmi doğum tarihidir. Hırvat, Sırp ve Sloven liderlerin bu girişimlerinin arkasında Karadağ ve
Voyvodina'daki ulusal devrimci örgütlerin desteği vardı. Kasım ayında Çetine'deki bir ulusal meclis, Nikola'nın tahttan indirildiğini ve Sırbistan'la birleşildiğini ilan etti; Voyvodina'da da benzer hadiseler meydana gelmişti. Dolayısıyla Yugoslav devletinin teşkilatlanması esasen ulusal komitelerin işiydi; ilk girişimi de Habsburglu Güney Slavları yapmıştı.
Birleşmeden sonraki iki yılda ülke, aslında Sırp idari sisteminin bir uzantısı tarafından Belgrad'dan yönetildi. Sırp ordusu ülkenin tek savunucusuydu.
Habsburg ordusundaki Hırvat birlikleri dağıtılmıştı ve eski Hırvat subaylar
ulusal askeri kuvvetlerden emir almıyordu. Ocak 1919'da Sırp Radikal Parti'den Stojan Protiç başbakan; Koroseç başbakan yardımcısı, Trumbiç de dışişleri bakanı oldu.
...
Sırp ve Hırvatların muhalif tavırlarından istifade eden Slovenler ile Bosnalı
Müslümanlar siyasi sistemdeki nüfuzlarını arttırmayı başardı. Slovenlerin
menfaatlerini esas olarak hala Koroseç'in liderlik yaptığı Halk Partisi temsil ediyordu.
..
1921 yılında Prens Aleksandar'a
suikast girişiminde bulunuldu; aynı yıl içişleri bakanı öldürüldü. Temmuz 192l'de, güçlü bir Devlet Savunma Kanunu çıkarıldıktan sonra, parti teşkilatı
parçalandı ve yeraltına inmek zorunda kaldı. Meclisin oy çoğunluğuyla, komünist vekillerin koltukları ellerinden alındı. Bundan sonra parti, faaliyetlerine
yasadışı olarak veya paravan örgütlerin arkasına saklanarak devam etti.
Kasım 1920'de kurucu meclis seçimleri yapıldı. Oy hakkı, bütün yetişkin erkeklere sağlanması temelinde, ulusal kökeni Alman veya Macar olanlar hariç
herkese açıktı. Hiç polis müdahalesi olmadı ve geçerli niteliklere sahip olanların yüzde 65'i oylarını kullandı. 419 koltuktan, Sırp Demokratları 94, Sırp Radikalleri 89, Komünist Parti 58, Hırvat Köylü Partisi 50, Sloven ve Hırvat Ruhban Partileri 27, Bosnalı Müslümanlar 24, sosyal demokratlar da 10 koltuk kazandı.
Aleksandar, Sırp tarihinde önemli bir tarih olan Kosova savaşının yıldönümünde, 28 Haziran 1921'de belgeye sadakat yemini etti.
Yeni Yugoslav devleti, savaştan önceki Sırbistan'a çok benzer bir tarzda teşkilatlandı. İktidar Belgrad'da toplanacak ve büyük ölçüde Sırp siyasi liderlerinin
elinde olacaktı.
Nisan 1922'de çıkarılan ülke idaresiyle ilgili kanun bu eğilimi doğruluyordu. Ülke, kral tarafından atanan valilerce yönetilen üç eyalete ayrıldı. İdarenin
alt düzeylerinde sınırlı bir özerklik verilmesine rağmen, önemli kararlar valilere bağlıydı. Tarihi vilayetler dikkate alınmadı. Hırvatistan ve Slavonya dört;
Dalmaçya da iki eyalete bölündü.
...
Devletin temel sorunu, bazı entelektüellerle siyasi liderlerin 1914'ten önceki umutlarına rağmen, bir Yugoslav milliyetinin oluşmamasıydı. Bu dönemde
ulusal denge yaklaşık olarak yüzde 43 Sırp, yüzde 23 Hırvat, yüzde 8.5 Sloven,
yüzde 6 Bosnalı Müslüman, yüzde 5 Makedon Slavı ve yüzde 3.6 Arnavut şeklindeydi; son yüzde 14'lük kısım da Alman, Macar, Ulah, Yahudi ve çingeneler
gibi azınlıklardan oluşuyordu.
...
Daha önce pek
çok Hırvat, özerk bir idare altında yaşamıştı; kendi meclisleri ve yerel liderleri
vardı. Sırbistan'ınkinden daha yüksek düzeyde bir medeniyeti temsil eden -ki
bu gerçeği defalarca Sırplara karşı dile getirdiler- Habsburg İmparatorluğu'na
katıldılar. Habsburg idaresine itirazları esasen hem Viyana hem de Budapeşte'nin sahip oldukları bağımsızlığı defalarca ellerinden alma teşebbüslerinden
kaynaklanıyordu. Özerk bir idare için gerçekten yüzyıllarca savaş verdikten
sonra, Belgrad için bu tavırdan vazgeçecek değillerdi. Bu duyguları birleşik devletteki konumlarından da hoşlanmayan pek çok preçani Sırpı paylaşıyordu.
Birçok Sırp lider, Hırvat engeline karşı derin bir nefret duyuyordu. Kendilerini, Güney Slavlarını hem Osmanlı hem de Habsburg baskısından kurtaranlar olarak görüyorlardı; bu düşünce onların ulusal mitolojisinin bir parçasıydı.
..
İki savaş dönemi arasında sadece tek bir hükümeti, Sırp olmayan bir başbakan yönetti ve genellikle hükümetteki önemli bakanlıklar ( dışişleri, içişleri, ordu ve donanma bakanlıkları gibi) sadece Sırplara veriliyordu. Parlamenter demokrasi dönemi olan Aralık 1918-0cak 1928 tarihleri arasında
iktidara gelen 24 kabinenin 7 başbakanının hepsi de Sırptı. Bunu izleyen
dönem olan Ocak 1929 ve Mart 1941 tarihleri arasında, on beş farklı kabinenin toplam 121 bakanının beşte üçü (73) Sırptı. Sloven Anton Koroseç
27 Temmuz 1928'den 6 Ocak 1929'a kadar başbakanlık yaptı. Sadece savaştan hemen sonra kurulan altı kabinede (20 Aralık 1918'den 1 Ocak
1929'a kadar) Sırp olmayan tek bir kimse (Hırvat Ante Trumbiç) dışişleri
bakanlığı yaptı. Koroseç, içişleri bakanlığı yapan tek Sırp olmayan kişiydi
(iki kez: 27 Temmuz 1928-6 Ocak 1929; 24 Haziran 1935-21 Aralık 1938).
39 kabinenin tamamında ordu ve donanma bakanı her zaman muvazzaf
kadrodan bir Sırp generali oldu. Yine, 1938'deki 165 generalden sadece ikisi Hırvat, ikisi Slovendi; geri kalanların tamamı Sırptı. Bu üniter teşkilatlanmada hem Slovenler hem de Bosnalı Müslümanlar, büyük ölçüde, destekleri Sırpların durumunun korunması için hala gerekli olduğundan kendilerine rahat bir yer bulabildi
...
Tarım reformunun en acil talepleri karşılanınca, en önemli siyasi mesele artık ekonomik sorunlar değildi. Bütün partiler ulus meselesine odaklandı. ülkenin anayasayla idare edildiği 1921-1928 yılları arasında, siyasi hayata Sırp-Hırvat çekişmesi hakimdi. Bütün siyasi sisteme muhalefetin merkezi Zagreb'de;
devletin federal bir yapıya kavuşmasını isteyenlerin temsilcileri olan Hak Partisi ve diğer grupların desteklediği Köylü Partisi'ydi. Seçimler tekrar Mart 1923'te
yapıldı. Bir kez daha her iki taraftan da en güçlü milliyetçiler, Hırvatistan'da Radiç, Sırbistan'da da Pasiç galip geldi. Daha önce de olduğu gibi, merkezi idare
yanlısı olan parti ve adaylar meclisteki koltukların yaklaşık yarısını kazandı.
Köylü Partisi'nin vekilleri meclis oturumlarına katılmamayı sürdürdü.
...
Şubat 1925'teki seçimler böylece en önemli Hırvat partisinin yasadışı ilan
edildiği, çok sayıda taraftarı olan liderlerinin de hapiste olduğu bir ortamda
yapıldı.
...
(Ayrılıkçı güçlerin oluşturduğu gergin ortamda) 6 Ocak 1929'da, Aleksandar sorunu radikal bir eylemle çözdü. Meşruti rejime son verdi, siyasi partileri kapattı ve meclisi dağıttı; böylece 1934'te uğradığı suikasta kadar sürecek
olan kişisel bir diktatörlük dönemini başlattı.
Ülke, banovina adı verilen dokuz eyalete bölündü; bunların sınırları geleneksel bağlılıkların zayıflatılması ya da yok edilmesi niyetiyle çizildi. Banovinalara nehirlerin ve diğer coğrafi şekillerin adları verildi. Güçlü bir merkezi
idare altına konulan bu eyaletlere hiçbir yerel özerklik hakkı tanınmadı.
..
Aleksandar'ın diktatörlüğü, Fransa ve Küçük Antant'tan tam destek alıyordu. Her zamanki gibi, Batılı bir anayasal devlet, kendi menfaatlerine yaradığı
zaman diktatörlüğü desteklemeye pek hevesliydi. Versay sistemini devam ettirmeye kararlı ve İtalya'ya muhalif olan Fransız liderler, Aleksandar'ın merkeziyetçi rejiminin bu müttefik devletin askeri gücünü arttırdığına inanıyorlardı.
Ekim 1934'te Kral Aleksandar ve Fransız Dışişleri Bakanı Louis Barthou'nun
suikasta uğramasıyla birlikte bu bağ sonlandı. Suikastçı Makedonyalıydı, fakat
eylem, Ustaşa ve İtalya'yla bağlantılı bir komplonun bir parçasıydı. Aleksandar'ın yerine daha on bir yaşında olan oğlu Il. Petar geçti. Böylece Aleksandar'ın kuzeni Prens Pavle önderliğinde bir saltanat naipliği kuruldu. Bogoljub
Jevtiç başbakan oldu.
..
Haziran 1935'te Milan Stojadinoviç'in başbakan olduğu yeni bir hükümet
kuruldu. Bu hükmet üç yıl iktidarda kalacak ve Yugoslav iç işlerine nispi bir sükunet dönemi getirecekti. Basma uygulanan sansür daha da gevşetildi ve pek
çok siyasi tutuklu serbest bırakıldı. Eski sisteme geri dönen Stojadinoviç idaresi bir hükümet partisine; Sırp Radikal Partisi, Bosnalı Müslümanlar ve Sloven
Halk Partisi'nden meydana gelen Yugoslav Radikal Birliği'ne dayanıyordu.
Hırvat temsilcilerle anlaşamaya yönelik bir teşebbüs oldu, fakat devlet üniter
yapıyı ve 1931 anayasasının muhafazasını savunduğu müddetçe hiçbir türden
uzlaşmanın mümkün olmadığı görüldü.
Dış politikada, Almanya ve İtalya'yla daha yakın ilişkiler tesis edildi. Stojadinoviç faşist yönetimin zahiri işaretlerinden birkaçını bizzat benimsedi. Mesela
yeşil gömlekli gençlik gruplarını örgütledi. Bu dönemde faşist bağlantıları olan
başka örgütler de mevcuttu. Daha önce bahsettiğimiz Hırvat Ustaşa'ya ilaveten,
Dimitrije Ljotiç önderliğinde bir Sırp grubu, Zbor (Miting) olarak bilinen Yugoslav Ulusal Hareketi örgütlendi. Bu örgüt son derece merkeziyetçi ve ideoloji
bakımından da Sırp milliyetçisiydi; hedefi İtalya'dakine benzer kolektif bir rejimin kurulmasıydı. Beyaz Kartal olarak bilinen bir de gençlik örgütü vardı.
..
Şubat 1939'da, Hırvat muhalefetiyle antlaşmaya varma gayesiyle, Dragisa
Cvetkoviç önderliğinde yeni bir hükmet kuruldu. Prens Pavle bu girişimde öncü rolü oynadı. Müzakereler Nisan 1939'da başladı ve endişe verici bir uluslararası durumun etkisi altında devam etti. Nihayet II. Dünya Savaşı çıkmadan birkaç gün önce Maçek'le hükümet temsilcileri arasında bir antlaşma yapıldı.
Ağustos 1939 tarihli Sporazum'da (Uzlaşma) Yugoslavya, Hırvatistan'a bu devlet dahilinde özerk bir konum verilecek şekilde yeniden teşkilatlandırıldı.
Bu antlaşmanın akdedilmesiyle birlikte, Hırvat Köylü Partisi hükümete
katıldı. Maçek Yugoslavya başbakan yardımcısı oldu ve dört çalışma arkadaşı
da kabineye girdi. Hırvatistan valiliğine İvan Subasiç atandı. Böylece en
önemli sorun çözülmesine rağmen, başka ulusal anlaşmazlıklar ortaya çıktı.
Slovenler, Müslümanlar, Makedonlar ve Arnavutların da benzer şikayetleri
vardı. Üstelik, umulacağı gibi, Sırp milliyetçileri bu gelişmeden son derece rahatsızdı; onlar kendilerinin çoğunlukta olduğu bölgelerden oluşan bir Sırp
devleti istiyordu. Il. Dünya Savaşı'nın çıkışı uzlaşmaya yönelik sonraki çabaların önünü kesecekti.
Balkan tarihi II, 20. Yüzyıl, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006
🔎 Yugoslavya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder