Kudüs

Filistin ve İsrail konulu bir derlemede Kudüs'e ayrı bir sayfa açmak gerekiyordu. Kutsal kitapların merkezinde olan, uğruna binlerce yıl kan ve gözyaşı dökülen,  üç dinin anılarını saklayan, sürekli tartışma ve çatışmaların nedeni olan bir kentin geçmişini günümüze kadar taşımak ancak başlıklar halinde olanaklı olabildi. İnternet ortamında da çok zengin bir Kudüs birikimi var. Herkes kendi değer verdiği  Kudüs'ünü anlatıyor. 

Burada ana kaynak olarak, Kudüs, Bir Şehrin Biyografisi'ni seçtim. İngiliz tarihçi Simon Sebah Montefiore'nun Yahudi kökenli olduğunu da dikkate aldım. Seçimlerimde olgulara odaklandım.  B.Berksan

Tecrit edilmiş, her yerden ve ticaret yollarından uzak, en yakın sahile 50 kilometre mesafede olan Kudüs şehri, Yahudiye tepelerinin sarp ve ıssız yamaçlarında kuruluydu, dondurucu ve bazen karlı kışlar ile yakıcı yazlara karşı açıktı. Ama bu bölgede yaşamak nispeten daha güvenliydi ve altlarındaki vadide bir şehre yetecek büyüklükte bir pınar vardı.

..

Kudüs'te Gihon Çayı yakınlarında yeni bir yerleşim kuruldu: Kenanlılar kayaları yararak kalenin surlarının içindeki göle giden bir yol açtılar. Tahkimli bir yeraltı tüneli onların suya erişimlerini korumaktaydı.

..

Kudüslüler, M.Ö. 1458 yılında Filistin'i ele geçiren Mısır'ın tebaası oldular. Mısır garnizonları, yakınlardaki Gazze ve Yafa tarafından korundu.

..

M.Ö. on üçüncü yüzyılda Yevuslular olarak bilinen bir kavim Kudüs'ü ele geçirdi. O dönemde Akdeniz dünyası Ege'den gelen ve 🔎Deniz Kavimleri olarak bilinen insanlar tarafından parçalanmaya başlamıştı.

Bu akın ve göç fırtınası içerisinde imparatorluklar zayıfladı. Hititler yıkıldı, Miken gizemli bir şekilde ortadan kayboldu, Mısır sarsıldı - ve İbraniler olarak bilinen bir millet ilk kez tarih sahnesine çıktı.

Kitabı Mukaddes'teki Yaratılış bölümüne göre İbranilerin atası Abram' dır söylendiğine göre Ur' dan (modern Irak) gelerek el Halil' e yerleşmiştir. Burası Kenan diyarıydı ve ona, kendisine "Milletlerin Atası" anlamına gelen İbrahim (Abraham) adını veren, Tanrı tarafından vaat edilmişti.

(Kenan Diyarı,  MÖ 2. milenyumun sonlarında, Eski Yakın Doğu'da Sami dili konuşan medeniyetlerin varlıklarını sürdürdüğü tarihî bölgedir. Kenan terimi, Tanah'ın tamamında geçer ve Filistin olarak bilinen coğrafi bölgeye denk gelir. Özellikle de İncil'in anlatımının ana ortamını sağlayan Güney Levant bölgelerine atıfta bulunur: Fenike, Filistiya ve İsrail. Vikipedi)

Çoban göçebeler Yahudiye'nin yüksek kesimlerinde suru olmayan pek çok köye rastlamışlardır:· Mısır' dan kaçmış olan küçük bir İbrani grup da muhtemelen aralarında bulunuyordu. Ahit Sandığı'nın da içinde bulunduğu bir sinagog olan seyyar bir tapınakta ibadet ettikleri Tanrılarına -Yahveh- olan sadakatleri onları birbirine bağladı. Belki de aralarına dair birbirlerine anlattıkları hikayelerle kimliklerini tesis ettiler. Adem ve Cennet Bahçesi'nden İbrahim'e kadar bu geleneklerin pek çoğu ileride sadece Yahudiler değil Hristiyanlar ve Müslümanlar tarafından da benimsendi ve merkezi de Kudüs olarak kabul edildi.

Yevusluların ardından Yevus olarak bilinmeye başlayan Kudüs, Şaul'un kalesi Givon'un hemen güneyindeydi.

..

"Davud, Siyon Kalesi'ni ele geçirdi: Sonra da ona Davud'un Şehri adını verdi. (Davud'la ilgili elimizdeki tek kaynak Kitabı Mukaddes'tir.)

..

Bu fetih sadece bir saray darbesi de olabilir. Davud, Yevusluları öldürmedi, tam tersine onları çok milletli saray ve ordusuna dahil etti. Siyon şehrinin adını değiştirip Davud'un Şehri yaptı, surlarını onarttı ve muharebede tekrar ele geçirilen Ahit Sandığı'nı Kudüs'e getirtti.

Davud'un kurmuş olduğu Kudüs çok küçüktü. O dönemde, bugün Irak'ta bulunan, Babil şehri 10.000 dekarlık bir alana yayılıyordu; en yakındaki Hazar'un bile alanı 800 dekardı. Kudüs ise 60 dekardan büyük değildi, kalenin çevresi ancak 1.200 kişiye iskan sağlayabilecek bir büyüklükteydi.

..

Babası gibi Süleyman'ın da öncelikli amacı Kudüs Tapınağı'nı inşa etmekti. "Tanrı'nın Evi" bir kutsal akropolisin içerisinde, Süleyman'ın kraliyet sarayının yanında yer alıyordu.

..

Tapınak sadece bir ibadethane değil aynı zamanda Tanrı'nın eviydi; duvarla çevrili üç bölümden oluşan on metreye otuz beş metre ebatlarında kompleks bir yapıydı.

..

Kral Süleyman eski surları genişleterek Moriah Dağı'nı tahkim etti: Bu tarihten sonra Siyon ismi hem eski kale hem de yeni Tapınak Dağı için kullanılmaya başlandı.

..

M.Ö. 900 yılından sonraki dört asır boyunca Yehuda' da hüküm süren Davud hanedanı, Tapınak şehri Kudüs'teki küçük bir grup olarak kalırken çok daha zengin ve genelde kanlı darbelerle iktidarı ele geçiren generallerin elinde olan İsrail kuzeyde yerel bir askeri güç haline geldi

..

"Kislev'in yedinci ayında" demişti Nebukadnezar kil bir kitabenin üzerinde korunan sözlerinde, "Babil kralı, Hatti ülkesine (Suriye) yürüdü, Yehuda şehrini (Kudüs) kuşattı ve Adar ayının ikinci gününde (16 Mart 597) şehri ve kralını ele geçirdi." Nebukadnezar, Tapınak'ı yağmaladı ve kral ile on bin asil, sanatçı ve genç erkeği Babil'e getirdi.

(İsyan sonrası ) 587 yılında Nebukadnezar, Kudüs'ü tabyalar ve muhasara serleriyle çevreledi. On sekiz ayın ardından Yahudi ayı Ab'ın 9'unda, Ağustos 586' da, Nebukadnezar şehre girmeyi başardı ve şehri, muhtemelen meşale ve yangın oklarıyla ateşe verdi (günümüzdeki Yahudi mahallesinde is, kurum ve yanmış odundan oluşan yığınların altında ok uçları bulunmuştur).

Yeni Babil

Nebukadnezar ( Yeni Babil İmparatorluğu'nun kurucusu ve Keldâni hanedanının ilk kralı Nabopolassar'ın oğludur.) yirmi bin Yehudalıyı Babil' e sürgün etti, ancak Yeremya ardında çok sayıda fakirin kaldığını söylemektedir. Bir ay sonra Nebukadnezar, generaline, şehri ortadan kaldırmasını emretti. Nebukadnezar "Tanrı'nın Evini, kralın sarayını ve Kudüs'teki tüm evleri yaktı, surları yıktı". Tapınak tahrip edildi, altın ve gümüş eşyaları yağmalandı ve Ahit Sandığı bir daha bulunmamak üzere kayboldu.

Persler

(Babil’i ele geçiren Pers Hanedanından ) Pers kralının çok geçmeden yayınladığı ferman Yahudileri hayrete düşürmüş olmalıydı: "Tanrı bütün bu toprakları bana ihsan etti ve benden kendisine Kudüs'te bir ev inşa etmemi istedi. Aranızda o milletten olanlar Kudüs'e gidip İsrail'in Tanrısı'nın evini inşa edebilirler." Kiros son kralın oğlu Şeşbaizar'ı Kudüs valisi olarak atadı ve Tapınak'ın eşyalarını da iade etti.

Mart 515'te rahiplerin 100 öküz, 200 koç, 400 kuzu ve 12 keçi (12 Kavmin günahlarına kefaret olarak) kurban etmesiyle İkinci Tapınak açıldı. Yehudalılar böylece sürgünden bu yana ilk kez Hamursuz Bayramı'nı kutlamışlardı

İskender sonrası

🔎İskender Sonrası Diadokhlar [halefler] Dönemi

En güçlünün kim olduğunu tespit edebilmek için İskender'in generalleri yirmi yıl kendi aralarında savaştılar. Kudüs "dünyadaki kötülükleri artıran" bu Makedon derebeyleri arasında kalakaldı. Önde gelen iki rakip arasındaki mücadelede Kudüs altı kez el değiştirdi. Şehir on beş yıl boyunca tek gözlü Antigonos tarafından yönetildi. Antigonos, 301 tarihinde bir muharebede öldürüldü ve muzaffer Ptolemaios şehir surlarının önüne gelip şehrin kendisine ait olduğunu ilan etti.

Kudüs, Ptolemaios'un imparatorluğu içindeki yarı bağımsız bir devlet olarak kaldı ve Yehuda, üzerinde "Yehud" yazan kendi parasını bastırdı. Şehir sadece siyasi bir yapı değil yüce rahipler tarafından yönetilen, Tanrı'ya ait bir şehirdi.

..

167 tarihinde Antiokhos yine Sebt günü hilesine başvurarak Kudüs'ü ele geçirdi, binlerce kişiyi öldürdü, surları yıkıp Akra' da bir hisar inşa ettirdi. Şehri, Yunan bir vali ve işbirlikçi Menelaos'a teslim etti.

..

Antiokhos, Tapınak'ta kurban adanması ya da ibadet edilmesini, Sebt gününü, Yahudi şeriatı ile sünneti yasakladı .

Makabiler (164-66)

M.Ö.l64 kışında Çekiç Yehuda tüm Yahudiye'yi ve yeni inşa edilen Akra Hisarı dışında tüm Kudüs'ü ele geçirdi. Yehuda, Tapınak'ın terk edilmiş ve otlarla kaplanmış olduğunu görünce yüreği sızladı. Tütsüler yaktı, Kutsalların Kutsalı'nı eski haline getirdi ve 14 Aralık'ta kurban keserek Tapınak'ı açtı.

Selevkos naibi, Beytüllahim'in güneyindeki Beth-Zekkeriya' da, Makkabileri bozguna uğrattı, ardından Kudüs'ü kuşattı ve ancak Antakya' da baş gösteren bir isyan üzerine çekilmek zorunda kaldı. Bu nedenle Yahudilere "kendi kurallarına göre yaşama" ve Tapınak'ta ibadet etme müsaadesi verdi. Nebukadnezar' dan dört asır sonra Yahudiler tekrar bağımsızlıklarını kazanmışlardı.

Roma

Pompey, Kudüs'e girdi. Aristobulus'u yakaladı ama Makkabilinin adamları tahkimli Tapınak Dağı'nı işgal etti ve kendilerini Yukarı Şehir'e bağlayan köprüyü yıktı. Bethesda Havuzu'nun kuzeyinde karargah kuran Pompey üç ay boyunca Tapınak'ı kuşattı ve mancınıklarla onu taşa tuttu. Bir kez daha Yahudilerin dindarlığını fırsat bilen Romalılar -Sebt günüydü ve oruç tutuluyordu- Tapınak'a kuzeyden saldırdılar, sunağı koruyan rahiplerin boğazlarını kestiler. Yahudiler evlerinde ateşe verildi, diğerleri kendilerini surlardan aşağı attı. On iki bin kişi öldürüldü. Pompey, tahkimatları tahrip edip monarşiyi sona erdirdi, Makkabi krallığının büyük bölümünü müsadere etti.

Romalılar, Tapınak'ın kuzeyinde ordugahlarını kurarken Hirodes on yedi yaşındaki Mariamme'le evlendi. Kırk günlük kuşatmanın ardından Romalılar dış surlara hücuma geçtiler. İki gün sonra Tapınak'a girdiler ve şehri "delilerden oluşan bir kalabalık gibi" yağmalayıp Kudüslüleri sokaklarda doğradılar. Hirodes bu katliamı durdurabilmek için Romalılara para ödemek zorunda kalmıştı - ardından ele geçirdiği Amigonos'u Antonius'a gönderdi ve o da son Makkabi kralının boynunu vurdurdu.

….

Kraliçenin ölümünden kısa süre sonra Hirodes şaheseri üzerinde çalışmaya başladı: Kudüs. Tapınak'ın karşısındaki Makkabi Sarayı yeterince büyük değildi. Antonia'ya da Mariamme'in hayaleti musallat olmuş olmalıydı. M.Ö. 23'te yeni bir burçlu hisar ve saray kompleksi, Kudüs içinde Kudüs inşa ederek batı tahkimatlarını genişletti. Yaklaşık on dört metre yüksekliğindeki bir surla çevrili olan Hisar'ın üç tane, ince düşünülmüş isme sahip burcu bulunuyordu: Yaklaşık kırk metre yüksekliğinde ve temeli 14 m2 olan en yüksek burcun adı Hippicus'tu (savaşta öldürülen genç bir arkadaşının adı). Diğerlerinin adı ise Phasael (ölen kardeşinin adı) ve Mariamme'dir: Antonia, Tapınak'a hakimken bu hisar da şehre hakimdi. Hirodes, Hisar'ın güneyinde kendi sarayını, efendileri Augustus ve Agrippa'nın adlarını verdiği, duvarları mermerden, kolonları erz ağacından yapılma, mozaikler ile altın ve gümüş işlemelerle süslenmiş iki konforlu dairenin bulunduğu bir keyif kubbesi inşa ettirdi.

(Titus’un Kudüs’ü ele geçirmesinden sonra ) Kudüs, Onuncu Lejyon'un karargahıydı ve ordugahlarını bugünkü Ermeni Mahallesi ile Hirodes Hisarı'nın üç kulesi civarına kurmuşlardı- kulelerden sonuncusu olan Hippacus'un temeli bugün hala durmaktadır. Şehrin dört bir yanında bulunan kiremit ve tuğlaların üzerinde Lejyon'un Yahudi karşıtı simgesi olan yaban domuzuna rastlanmıştır. Kudüs tümüyle terk edilmemiş ve geleneksel olarak Yahudilerden nefret eden Suriyeli ve Yunan eski askerler şehre yerleşmişti.

Pagan Roma ile Yahudilerin arası iyi olmaz. Özellikle “Kudüs” deki tapınak bürokrasisi Roma’yı uzak tutmaya çalışır. Roma’nın yetki verdiği Yahudi yöneticiler siyasi olarak iş birliğine zorlanır. Konstantin’in 332 de Hristiyanlığı benimsemesi yeni bir dönemin de başlangıcı oldu. “Konstantin, Hristiyanlık ve hiyerarşisini Roma İmparatorluğu'na uygun bir yapı olarak gördü: tek imparator, tek devlet ve tek inanç olacaktı.”  B.Berksan

..

(Konstantin’in annesi ve bir Hristiyan olan) İmparatoriçe Helena, Aelia'ya "bir gencin enerjisiyle" ve hatırı sayılır bir servetle gelip Kudüs'te en çok anıt inşa eden kişi ve şaşırtıcı derecede başarılı bir arkeolog oldu.

Zeytin Dağı'nda, Semaya Yükseliş ve Eleona kiliselerini inşa etti. Üçüncü kilisesi olan ve tamamlanması on yıl süren Kutsal Kabir Kilisesi bir binadan ziyade dört parçadan oluşan bir yapıydı, ön yüzü doğuya bakıyordu ve oraya Ana Roma Caddesi, cardodan, girilirdi

Julianus, Hadrinus ve Konstantin'in uyguladığı baskıları sona erdirip Kudüs'ü Yahudilere iade etti, mülklerini geri verdi, Yahudi karşıtı vergiyi kaldırdı ve piskoposları Hillel'e vergi toplama yetkisi ve Roma valisi unvanı verdi. Roma ve Pers imparatorluklarındaki tüm Yahudiler bu mucizeyi kutlamak için Kudüs'e akın etmiş olmalı. Tapınak Dağı tekrar onların oldu ve muhtemelen, Bordeaux’lu hacının Kral Hezekiya'nın mezarı dediği taşların etrafına, geçici bir sinagog kurmak için Hadrianus ve Antoninus'un heykellerini kaldırdılar. (Tapınağın yeniden inşası, Julianus’un savaşta ölmesiyle mümkün olmadı)

Sasaniler (Persler)

Kudüs alındıktan sonra (Sasani) şahın generali Şahrbaraz, Mısır'ı fethetmeye yöneldi ama onun gitmesiyle Kudüslüler, Pers ve Yahudilere karşı ayaklandılar. Şahrbaraz geri gelip Kudüs'ü yirmi gün kuşattı ve Zeytin Dağı'ndaki ve Getsemani'deki kiliseleri yıktı. Pers ve Yahudiler her zaman için en zayıf bölüm olan doğu suru altından lağım kazdılar ve yirmi birinci günde, 614 Mayıs başları, Kudüs'e, görgü şahidi bir keşiş olan Strategos'a göre, "kudurmuş hayvanların öfkesine benzer şekilde" saldırdılar.

617 tarihinde, üç yıllık Yahudi hakimiyetinin ardından, Şahrbaraz Yahudileri Kudüs'ten sürdü. Nehemya direndi ama mağlup edildi ve Kudüs yakınlarındaki Emmaus'ta idam edildi. Şehir Hristiyanlara iade edildi. Bir kez daha acı çekme sırası Yahudilere gelmişti. Yahudiler, kendilerinden önce Hristiyanların yaptığı gibi, şehri doğu kapısından terk ettiler ve Eriha'ya doğru gitmeye başladılar. Hristiyanlar Kutsal Şehri perişan halde buldular: patriğin yokluğunda ona vekalet eden bir rahip olan Modestos harap olan Kutsal Kabir'i restore etti ama şehir Konstantin ya da Jüstinyen dönemindeki ihtişamına bir daha kavuşamadı.

Titus'tan sonra Yahudiler üçüncü kez Tapınak'ın enkazı arasında özgürce ibadet edebilme şansını elde etmişlerdi -muhtemelen bar Kochba ve kesin olarak Julianus ve Hüsrev dönemlerinde- ama bu tarihten sonraki 1350 yıl boyunca Tapınak bir daha Yahudilerin eline geçmeyecekti.

21 Mart 630' da elli beş yaşına gelmiş olan Heraklius bu özel etkinlik için inşa ettirmiş olduğu Altın Kapı'ya gitti. Tüm semavi dinler için bu kapı Kıyamete yakın geri döndüğü zaman Mesih'in şehre gireceği yerdi." İmparator bu noktada atından inerek haçı kendisi taşıdı.

İslam 

Ömer, Kursalların Kursalı'nı görmek istedi. Haham olarak bilinen ve Yahudilikten dönme Ka'bü'l-Ahbar cevaben, eğer emir, "Duvar"ı korursa (belki de Hirodes'ten kalan ve Batı surunu da içeren harabeleri kastediyordu), "ona Tapınak'tan kalanları gösteririm," dedi. Ka'bü'l-Ahbar, Ömer'e Tapınak'ın temelini, Arapların Sahra adını verecekleri kayayı, gösterdi. Ömer askerlerinin de yardımıyla enkazı temizleyerek ibadet edebileceği bir alan açtı. Ka'b ibadet yerini temel taşının kuzeyinde seçmesini söyledi: "Böylece biri Musa'nın ve diğeri Muhammed'in olan iki kıble olur." Rivayete göre Ömer Ka'b'a ilk ibadethaneyi taşın güneyine, yaklaşık Mescidi Aksa'nın bugün bulunduğu yere inşa etmesini söyledi, böylece Mekke'ye yöneldiklerine şüphe olmayacaktı.

Ömer, (Hz.)Muhammed'in burayı ihya edip buranın kadim kutsallığını da kendi inancına dahil etme isteğini yerine getirdi. Bu sayede Müslümanlar, Hristiyanları es geçerek Yahudilerin gerçek varislerinin kendilerini olduğunu göstermiş olacaklardı.

Kudüs, Perslerden beri hala kendisini toparlayamamıştı ve uzun yıllardan beridir de Hristiyanların hakimiyetindeydi. Ömer oraya Arapları da yerleştirdi, özellikle Filistin ve Suriye'yi sevip o bölgeye Bilad'ül-Şam adını veren daha eğitimli Kureyşlileri. Peygamber'in, Sahabe olarak bilinen yakın takipçilerinden bazıları Kudüs'e geldi ve orada öldüklerinde Altın Kapı'nın hemen dışındaki ilk Müslüman mezarlığına defnedildiler.

Muaviye muhtemelen günümüzdeki İslami Tapınak Dağı'nın gerçek kurucusudur. Oraya, eski Antonia Kalesi'nin üzerinde inşa edildiği kayayı düzeltip, avluyu genişletip yanları_ açık bir altıgen olan Kubbetüs Silsile'yi ekleyerek ilk camiyi inşa eden de oydu. Kimse Kubbetüs Silsile'nin ne maksatla yapıldığını bilmiyor ama Tapınak Dağı'nın tam ortasında olduğuna göre dünyanın merkezini simgelemek için yapılmış olabilir.

Muaviye, Muallak Taşı'nın üzerine bir mabet inşa etmeye karar vermişti: Abdülmelik, Mısır'ın yedi yıllık gelirine denk bir hazineyi Kubbetüs Sahra'nın inşası için ayırdı.

Kudüs'ün artık bir tapınağı vardı ama imparatorluğun simgesi olacak bir camisi bulunmuyordu. O yüzden Abdülmelik ve yerine geçen oğlu Velid, Cuma namazları için Tapınak Dağı'nın güney ucuna Mescidi Aksa'yı inşa ettiler. Halifeler, tıpkı Hirodes gibi, Tapınak Dağı'nı Kudüs'ün merkezi olarak kabul etmişlerdi. M.S. 70 yılından beri ilk kez hacıların batıdan Tapınak Dağı'na girebilmeleri için vadinin üzerine, günümüzde Zincir Kapısı denen ve Wilson Kemeri'nin üzerinden geçen Büyük Köprü inşa edildi. Güneyden giriş için ise tarz ve güzellik bakımından Altın Kapı'nın dengi olan kubbeli Çifte Kapıları inşa ettiler.

(Abbasi halifesi) Mansur, iktidara geldikten kısa süre sonra Kudüs'ü ziyaret etti. Hasarlı Aksa Camii'ni onarttı ama bunun masrafını Abdülmelik'in Kubbetüs Sahra'ya yaptırdığı altın ve gümüş kapıları eriterek karşıladı. Mansur'un halefleri bir daha şehri ziyaret etmeye zahmet etmediler.

(Fatimi Halifesi) Hakim bu ayini duyup Kudüs'e giden zengin kervanları da gördüğü zaman Kahire'deki Yahudi mahallesini ateşe verdi -ve Kutsal Kabir Kilisesi'nin yerle bir edilmesini emretti. 1009 yılının Eylül'ünde adamları kilisede "taş üstünde taş" bırakmadı ve ardından da şehirdeki sinagog ve kiliseleri yıkmaya başladılar. Yahudi ve Hristiyanlar din değiştirmiş gibi yapmak zorunda kaldı.

1033 yılındaki bir deprem, şehri harap edip Bizans surlarını ve Emevi saraylarını yıktı; Eski Emevi Aksa çöktü; Yahudi Mağarası zarar gördü.

Kudüs'e saygı duyan Halife Zahir atalarının hoşgörüsünü geri getirip her iki Yahudi mezhebinin de korunacağına söz verdi ve Tapınak Dağı'nda el Aksa'yı yeniden inşa etti- itinayla işlenmiş büyük kemerinin üzerindeki kitabede kendisini, Kudüs ve Peygamber'in Gece Yolculuğu'yla ilişkilendirmektedir fakat yaptığı cami ilkinden çok daha küçüktür. Şehir surlarını yeniden yaptı ama bugün belli belirsiz görebildiğimiz bu surlar daha küçük olduğundan Siyon Dağı ve Emevi saraylarının harabeleri dışarıda kaldı.

İmparator IX. Konstantin Monomakus'un inşa ettirdiği ve girişi güneye bakan yeni Kutsal Kabir Kilisesi 1048 tarihinde tamamlandı.


27 Kasım 1095 tarihinde Papa Il. Urban, Clermont'ta ileri gelenlere ve halka hitap edip Kudüs'ün fethedilmesini ve Kutsal Kabir Kilisesi'nin kurtarılmasını istedi.

Vali garnizonunun hayatının bağışlanması karşılığında Raymond'a teslim olmayı kabul etti. Tanered ve askerleri tarafından takip edilen sivil ve askerler ise Tapınak Dağı'na kaçtı. Kudüslüler Tapınak Dağı'nın kapılarını kapattı ve mücadeleye devam ettiler ama Tanered'in askerleri çaresiz insanlarla dolu olan kutsal avluya girdi. Oradaki çatışma saatlerce sürdü; Franklar karşılarına çıkan herkesi öldürdüler.

..

Aralarında pek çok Müslüman din adamı ve Sufi sofunun da olduğu on bin Müslüman, Tapınak Dağı'nda öldürüldü, bunlara el Aksa'da öldürülen üç bin kişi de dahildi.

Normandiya dükü, Flanders kontu ve çoğu Haçlı evlerine dönmeye başlayıp Godfrey'i üç yüz şövalye, iki bin piyade ve içinde bir mahalleyi dolduracak kadar bile insan olmayan harap bir şehirle bıraktılar.

Küçük Baudouin, Süleyman Tapınağı'nı yeni bir askeri tarikat olan "Tanrı'dan korkan" şövalyelere tahsis etti, bu şövalyeler "fakir, dürüst ve itaatkar bir hayat süreceklerdi" ve isimlerini de yeni evlerinden almışlardı. Tapınak Şövalyeleri, Yafa' dan gelen hac yolunu koruyan dokuz muhafız olarak başladılar ama Papa'nın izniyle kırmızı haçlı kıyafetler giyen ve yüzlerce çavuş ve binlerce piyadeye komuta eden 300 şövalyelik askeri-dini bir tarikata dönüştüler.

1113'ün başında Papa II. Paskal, Kutsal Kabir'in hemen güneyindeki bölgeyi, ileride Tapınak Şövalyeleri'nden daha zengin bir kutsal ordu haline gelecek, yeni bir tarikat olan Hospitaler Şövalyeleri'ne' tahsis etti. Bu şövalyeler başta beyaz haçlı siyah tunikler giyiyorlardı, daha sonra papa onlara beyaz haçlı kırmızı cüppeler hibe etti. Bin yataklı bir misafirhane ile büyük bir hastanesi bulunan kendi mahallelerini kurdular.

Şehir sadece Fransız, Norveçli, Alman ve İtalyan asker ve hacılarla değil Doğu Hristiyanlarıyla da dolmuştu - misafirhanelerde ya da çok sayıdaki hanlarda kalan kısa sakallı Suriyeli ve Yunanlar ile uzun sakallı ve yüksek şapkalı Ermeniler ve Gürcüler. Sokak yaşamı Aziz Stephen (günümüzde Şam) Kapısı'ndan, Kutsal Kabir'in ve Piskoposluk Bölgesi'nin önünden geçen ve daha sonra, birbirine sayısız ara sokakla bağlı ve baharat ve yemek kokan, üç birbirine paralel pazar sokağına dönüşen Roman Cardo'nun civarında cereyan ediyordu. Hacılar, Kötü Yemek Sokağı'ndan (Malcuisinat) yemek ve şerbet alır; Kutsal Kabir'e yakın Suriye Sarraf lar Sokağı'nda paralarını bozdurur; Latin kuyumculardan mücevher ve Kürkçüler Sokağı'ndan da kürk alırlardı.

“Melisende (d. 1105 - ö. 11 Eylül 1161), 1131-53 arasında Kudüs Krallığı hükümdar kraliçesi, 1153-61 arasında oğlunun seferi sırasında kral naibi.”

Melisende, Kudüs'ü hem dini hem de siyasi bir merkez olarak inşa etmiştir ve şehrin bugün gördüğümüz şeklini büyük ölçüde ona borçluyuz. Haçlılar, Romanesk, Bizans, Levanten üslubu çoğunlukla çiçek motifli, oymalarla bezeli yuvarlak başlı kemerler ve büyük sütun başlarıyla sentezleyerek kendi tarzlarını geliştirdiler. Kraliçe, Tapınak Dağı'nın kuzeyinde, Bethesda Havuzu civarında Aziz Anne Kilisesi'ni inşa ettirdi - bu yapı, günümüzde Haçlı mimarisinin en basit ve çarpıcı örneği olarak ayakta durmaktadır

Küçük Aziz Giles Kilisesi, Büyük Köprü'nün Tapınak Dağı'na bağlandığı yerde inşa edilmiştir. Melisende surların dışında, daha sonra kendisinin de defnedileceği (mezarı bugüne kadar ulaşmıştır) Bakire Meryem Türbesi'ni ve Bethany Manastırı'nı inşa ettirip Prenses Yvette'i de başrahibe olarak atamış; Tanrı Tapınağı'na, Muallak Taşı'nı korumak için, süslü metal bir kafes eklettirmiştir

Selahaddin Eyubi

27 Haziran 1187' de Selahaddin, Frankları dışarı çekip onlara "kahredici bir darbe indirme umuduyla" otuz bin kişilik bir ordunun başında olduğu halde Tiberias'a yürüdü. Kral Guy, Celile' deki Sephoria' da on iki bin şövalye ve on beş bin piyade topladı.

Selahaddin, emirleri, esirleri kendisine getirdiği sırada hala kurulmakta olan, göz kamaştırıcı çadırında bekliyordu. Çadır kurulduğunda Kudüs Kralı Guy ve Kerak Kontu Raynald'ı huzuruna kabul etti.

Selahaddin teslim şartlarını kabul etti. Kraliçe Sibylla ve hatta Raynald'ın dul eşini bile serbest bıraktı, ama kalan Kudüslüler için ya fidye ödenecek ya da köle olarak satılacaklardı.

..

2 Eylül 1192' de sultan ve kral, Filistin'in ilk paylaşılması olan, Yafa anlaşmasını yaptılar: Hristiyan krallığı başkenti Akka olacak şekilde varlığını sürdürmeye devam edecekti. Kudüs, Selahaddin' de kalacak ama Hristiyanlar diledikleri zaman Kutsal Kabir'i ziyaret edebileceklerdi.



Memlüklar

Tahta çıkar çıkmaz Baybars tüm gücüyle Filistin' de Haçlı krallığından arta kalanlara yüklendi. 1263'te savaşa giderken Kudüs'e uğradı. Memlukler şehre zarar vermediler ve Baybars, Tapınak Dağı'na ve çevresine -bugünkü Müslüman Mahallesi- eski kursiyerini ve güzelliğini iade etmeyi görev kabul etti. Kubbetüs Sahra ve el-Aksa'nın, Hristiyan Paskalyası ile rekabet edebilmek için, yenilenmesini emretti. Muhtemelen Selahaddin zamanında kutlanmaya başlanan yeni bayramı Eriha yakınlarındaki Musa Peygamber Kabri üzerine bir kubbe yaparak teşvik etti. Sonraki sekiz asır boyunca Kudüslüler Nebi Musa bayramını kalabalık bir grup halinde Kubbetüs Sahra' dan Baybars'ın türbesine giderek ve orada dua edip piknik yaparak kutladılar.

Memlük Sultanı Nasır Muhammed, 1317'de hacı olarak Kudüs'e geldi ve generallerine bizzat asıl görevlerinin Tapınak Dağı ve çevresindeki sokakları imar etmek olduğunu gösterdi. En iyi dostu ve Suriye valisi Tankiz'in de yardımıyla sultan, Davud Kulesi'ni tahkim edip garnizon için bir Cuma camisi ekledi, Tapınak Dağı'na sıra sütunlar ve medreseler inşa ettirdi, Kubbetüs Sahra ve El-Aksa'nın çatısını yaptırdı, Zincir Kapısı'na bir minare ekledi, Pamukçu Kapısı ve Pamukçu Pazarı'nı inşa ettirdi -tümünü bugün görmek mümkündür.

..

Sultan, Kutsal Kabir Kilisesi'ni Gürcülere bahşetti. Ama kilise Latinler tarafından da unutulmuş değildi: 1333'te sultan, Napoli (ve Kudüs) kralı Robert'ın Kilisenin bazı bölümlerini tamir ettirmesine ve Siyon Dağı'ndaki Cenacle' da arazi alıp bir Fransisken manastırı inşa ettirmesine izin verdi.

Osmanlılar

20 Mart 1517'de Selim, Kudüs'ü ele geçirmek için geldi. Ulemanın el-Aksa'nın ve Kubbetüs Sahra'nın anahtarlarını teslim ettiği Selim kendisini "ilk kıblenin hakimi" ilan etti. Selim, Hristiyanlara ve Yahudilere yönelik geleneksel hoşgörüyü sürdürdü ve Tapınak Dağı'nda namaz kıldı.

Süleyman, Kudüs'te o kadar çok şey yaptırdı ki günümüzdeki Eski Şehir herkesten çok onun eseridir: Surlar çok eski görünmektedir ve çoğu kişiye göre de Kubbetüs Sahra, Duvar ve Kilise kadar şehrin bir parçasıdırlar -ama onlar ve özellikle şehirdeki kapıların büyük bölümü, hem şehri güvenceye almak hem de itibarını sergilemek isteyen, Süleyman'ın eseriydi. Sultan Hisar'a bir cami, bir giriş ve bir burç ekledi; şehre su getirmek için su kemeri ve suyu dağıtmak için dokuz çeşme yaptırdı-bunların üçü Tapınak Dağı'ndadır; Kubbetüs Sahra' daki yıpranmış mozaikleri turkuaz, kobalt, beyaz ve sarı renkli zambak ve lalelerle bezeli parlak çinilerle süsledi ki bugün hala oradadırlar."

Kudüs'ün yeni hakimi olan Arnavut asker (Kavalalı) Mehmet Ali bir asır sonra İsrail Devleti kurulduğu zaman hala Mısır'ı idare etmekte olan bir hanedan kurmuştu.

..

1834 ilkbaharında Kızıl olarak bilinen -bunun tek sebebi sakalının kırmızı olması değildi- İbrahim karargahını ihtişamlı Davud Türbesi kompleksinde kurdu.

1837' de Kraliçe Victoria tahta çıktığında başbakan olan Lord Melbourne "tüm gençler din hakkında bir şeyler öğrenmek için çıldırıyor" demişti. İsa'nın yaşamının ve onun mesajlarının (Yunancada evangelion) bizzat tecrübe edilmesiyle ebedi selametin elde edilebileceğine inanan evanjelistler İsa'nın ikinci gelişini bekliyorlardı. Shaftesbury kendinden iki asır önceki Püritenler gibi Yahudilerin geri dönüp din değiştirmeleri sonucunda Anglikan bir Kudüs ve Tanrı'nın Krallığı'nın kurulacağına inanıyordu.


Shaftesbury ve Montefiore İngiliz İmparatorluğu'nun ilahi olarak yönlendirildiğine ve Yahudilerin Siyon'a geri dönmesi gerektiğine inanıyorlardı. Evanjelist sofuluğun titizliği ve Yahudilerin Kudüs hayallerinin yeniden doğuşu Vicrtoria çağının takıntılarından biri haline geldi.

19. yüzyıl Avrupası "Doğu"dan bahsettiğinde, bir Chateaubriand'ın (1806-1833'te Akdeniz'e yaptığı yolculuğu 1811'de Itiniraire de Paris Jarusalem başlığıyla yayımlanmıştır), bir Lamartine'in (1832-1833) ya da bir Nerval'in (1842-1843) gerçekleştirdiği "Doğu'ya yolculuğun'' Doğu'sundan bahseder: yani Yunanistan'dan ve İstanbul'dan, hatta Mısır'dan geçerek ve sonrasında Filistin'e yeni bir merkeziyet atfeden Kudüs'e yapılan bir hac yolculuğudur bu. Az ya da çok belirgin bir şekilde "Haçlı seferi mitinin'' canlanmasıyla, ayrıca Kitab-ı Mukaddes'i tarihselleştirme ve Edward Robinson'ın ( 1794-1863) yaptığı gibi sahada gerçekliğini teyit etme isteğiyle 19. yüzyıl boyunca bir Kutsal Toprak icat edilmiştir. Amerikan Protestanlığının canlanmasıyla, ayrıca Katolik ve Protestan misyoner hamlesiyle güçlenen 19. yüzyıl, Doğu misyonlarının büyük yüzyılı olmuştur: Bu şekilde Fransızcada "Doğulu Hıristiyanlar" ifadesi ortaya çıkmıştır.

...

Kudüs'te (1842) İngiliz Prusya Protestan bir başpiskoposluğun, Latin Katolik bir Patrikliğin kurulması (1847) ve son olarak Ruslar tarafından Ortodoks Patrikliğin yeniden kurulması Filistin'i ciddi bir sorun haline getirdi. Avrupa'nın dengesini korumak için imparatorluğu kurtarmak isteyenler (Fransa ve İngiltere) ya da bunun tersine onu ortadan kaldırmak isteyenler (Rusya) Hıristiyan Kutsal Mekanların idaresini ele geçirmek için yarışıyorlardı. 

...

1858'de Kudüs'e ilk Rus piskoposu gelmişti, aynı yıl Filistin Komitesi kurulmuş ve 1882'de bu kuruluşun yerini, ilgisini Su riyeli Ortodoks Araplara genişleten Filistin Ortodoks İmparatorluk Topluluğu almıştır. 

Ortadoğu Tarihi, Anne-Laure Dupont Catherine Mayeur-Jaouen, Chantal Verdeil, Doğu Batı Yayınları, 2022

 

Kızıl İbrahim, Kudüs'ü Avrupalılara açmış ve şehri kesin olarak değiştirmişti, ama şimdi Mısır hakimiyeti karşılığında Suriye ve Kutsal Şehir' den geri çekiliyordu." Palmerston'ın zaferiyle küçük düşen Fransızlar "Kudüs'te Bağımsız bir Hristiyan Devleti" düşünerek uluslararası bir Siyon için ilk teklifi ileri sürdüler ama 20 Ekim 1840'ta sultanın birlikleri tekrar Kudüs'e girdi.

1859' da, Londra' daki Osmanlı elçisinin teklifi üzerine, Montefiore, Filistin' den toprak satın almayı düşündü ama şüpheleri vardı, Angio Yahudi seçkinlerin İngiliz rüyasını yaşamak için İngiltere' de arsa almakla meşgul olduklarını ve böyle bir şeye yanaşmayacaklarını biliyordu. Montefiore sonunda "İsrail'in İhyasının" siyasetin ötesinde olduğunu anladı ve işi "İlahi Müdahaleye" bırakmaya karar verdi  ama 1860'ta küçük Montefiore Mahallesi'ni açması sur dışında yeni bir Yahudi şehrinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu Montefiore'nin son ziyaretinden çok önce ama Kırım Savaşı'ndan sonraydı ve Kudüs bir kez daha uluslararası cazibe merkezi olmuştu: Romanoflar, Hohenzollernler, Habsburglar ve İngiliz prensleri eski imparatorluk oyununa yeni arkeoloji bilimini de ekleyebilmek için birbirleriyle yarış ettiler

Nisan 1859' da imparator II. Alexander'ın kardeşi Grand Dük Konstantin Nikolayeviç, Kudüs'ü ziyaret eden ilk Romanof oldu.

..

İngilizler de en az Ruslar kadar azimliydi. 1 Nisan 1862' de yirmi yaşındaki Galler Prensi Albert Edward (müstakbel III. Edward) yüz Osmanlı süvarisinin eşliğinde Kudüs'e girdi.

Arkeoloji, Kudüs'ün seküler dini haline geldi ama aynı zamanda Dean Stanley gibi Emperyalist Hristiyanların elinde Tanrı'nın hizmetindeki bir bilim dalına da dönüştü: Eğer arkeoloji İncil' de anlatılanları ve İsa'nın başından geçenleri doğrularsa Hristiyanlar Kutsal Topraklar'ı kendileri için de isteyebilirlerdi.

 Ruslar ve İngilizler yalnız değildi. Büyük Devletlerin, çoğu aynı zamanda din adamı olan, elçileri de kendilerini arkeolog olarak görürdü ama modern arkeolojiyi kuranlar Amerikalı Hristiyanlar oldular. Fransız ve Almanlar da hemen peşlerindeydiler, acımasız bir milliyetçilikle arkeolojik bulguların peşine düşmüşlerdi ve İmparator ve başbakanlarından da büyük destek görüyorlardı.

..

Mayıs 1865'te Dışişleri Bakanı Earl Russel'dan, Argyll Dükü'ne kadar bir grup soylu, Kraliçe Victoria ve Montefiore'nin de desteğiyle Filistin Keşif Fonu'nu kurdular. Shaftesbury daha sonra bu fonun başkanı oldu.

..

Şubat 1867' de yirmi yedi yaşındaki Kraliyet İstihkam Teğmeni Charles Warren, Cemiyet'in Filistin keşfini başlattı. Ama Kudüslüler, Tapınak Dağı civarında kazı yapılmasını istemediklerinden yakındaki bir arsayı kiralayıp kayanın içine yirmi yedi tane tünel kazdı. Kudüs'teki ilk arkeolojik eserler olan üzerinde "Kralın Malıdır" yazan Hezekiya çömleği, Tapınak Dağı altında kırk üç tane sarnıç, Kral Davud'un şehre gelmek için kullandığına inanılan Ophel tepesindeki Warren Tüneli ve Hirodes'in ana Tapınak girişlerinden biri olup Batı Duvarı boyunca uzanan tünellerdeki Warren Kapısı'nı -ileride Yahudi Mağarası olarak bilinecek- buldu.

..

İngiliz ve Rusların gerisinde kalmak istemeyen Prusyalı Frederick gemiyle Yafa'ya gelip oradan Kudüs'e geçti ve kilise kapma ve arkeolojik kazı yapma konusunda Prusya'nın da boş durmayacağını gösterdi: Kiliseye yakın bir noktada, Latinlerin Aziz Mary'sinin arsasını satın aldı ve Frederick, (Kaiser II Wilhelm'in babası) "Kudüs bizim olmalıdır," diyen yaman arkeolog Titus Tobler'i destekledi.


Aileler, Kudüs'ün toplumunun zirvesini teşkil ediyordu. İlk belediye başkanı bir Oacani'ydi ve 1867' de Yusuf el-Diya el-Halidi yirmi beş yaşında Kudüs'ün ilk belediye başkanı oldu. O tarihten itibaren bu makam hep ailelerin elinde kaldı - altı Hüseyni, dört Alami, iki Halidi ve üç Dacani bu göreve gelmişti.

Ailelerin her birinin kendi sancağı ve şehir bayramlarında ayrı vazifeleri vardı. Kutsal Ateş'te, önde gelen on üç Arap Ailesi sancaklarıyla yürürlerdi ama Nebi Musa en popüler bayramdı. Binlerce kişi tüm Filistin' den at üzerinde ya da yaya olarak geldiğinde, genelde bir Hüseyni olan, müftü ve Osmanlı valisi tarafından karşılanırdı.



Siyonistler

Herzl, Şubat 1896' da, Der judenstaat (Yahudi Devleti) adlı kitabında, "Filistin bizim asla unutmadığımız tarihi yuvamızdır," diye ilan etti. "Makkabiler yeniden doğacak. Kendi toprağımızda özgür insanlar olarak yaşayacak ve kendi evlerimizde huzur içinde öleceğiz."

Siyonist liderler yeni mültecileri "özellikle ulusun merkezi olan Kudüs'te Yahudi kasabaları kurmaya" teşvik ettiler ve Scopus Dağı'nda ileride kuracakları İbrani Üniversitesi için arazi satın aldılar. Bu aileleri telaşlandırdı -Hüseyniler ve Lübnanlı Sursaklar gibi arazi sahipleri gizlice Siyonistlere toprak satmaya devam etti.

..

11 Aralık 1917’de (Allanby) General kapıdan yürüyerek geçti, Amerikalı, Fransız ve İtalyan elçiler ona eşlik ediyordu ve patrikler, hahamlar ve müftüler de izlemek için toplanmıştı. Kudüs Belediye Başkanı şehri kendisine "sevinç gözyaşları" içinde teslim etti ve "yabancılar birbirlerini selamlayıp kucaklaştılar."

Manda idaresi

24 Nisan 1920' de, San Remo Konferansı' nda, Lloyd George, Filistin'i, Balfour Deklarasyonu'na göre, mandayla yönetmeyi kabul etti ve Sir Herbert Samuel'i de ilk yüksek komiser olarak atadı.

23 Ağustos 1929’da, Cuma namazının ardından müftü tarafından kışkırtılan binlerce Müslüman el-Aksa'dan çıkıp Yahudilere saldırdı. Müftü ve Nashaşhibi rakipleri farkı zamanlarda kalabalığı hem tahrik etmeye hem de sakinleştirmeye çalıştı.

..

1931 yılında 132.661 olan nüfusuyla bu yeni ve gelişen Kudüs, İngiliz idaresi ve Siyonist göçünün ekonomiyi canlandırdığını ispatlamıştı -ve Arap göçünü de artırmıştı: Filistin'e Yahudilerden daha fazla Arap gelmişti ve Filistin' deki Arap nüfusu yüzde 10 artmıştı.

..

Manda'nın ikinci on yılında çeyrek milyondan fazla Yahudi Kudüs'e gelerek ilk on yılda gelenleri ikiye katladı. İster Oxford 'da eğitim görmüş seçkin sınıf isterse Müslüman Kardeşler' e mensup köktendinciler olsun tüm Araplar artık İngilizlerin bu göçlere bir son vermeyeceğine ya da Yişuv'un, Yahudi toplumunun genel adı, gittikçe daha fazla teşkilatlanmasına mani olmayacağına ikna olmuşlardı.

..

Bu şiddet meraklısı adam (Begin) İngilizlere savaş ilan etti ve Eylül 1944'te Irgun, Kudüs'teki İngiliz polis karakollarına saldırmaya başlayıp şehirde dolaşan bir CID subayını öldürdü. Daha otuzlu yaşlarında olmasına rağmen İhtiyar lakaplı Begin (aynı lakap Ben-Gurion için de kullanılırdı) yeraltına sığındı, sürekli adres değiştirdi ve sakallı bir Tevrat alimi kılığında ortalıkta dolaştı. İngilizler ölü ya da diri onu getirene 10.000 sterlin ödül vaat ettiler.

Avrupa' da zaferin kazanıldığı 8 Mayıs 1945'te yeni yüksek komiser Feldmareşal Viscount Gort, King David Oteli'nin dışında görevi devraldı ve Kudüslüler eğlence düzenlerken o da Yahudi ve Arap siyasi tutukluları serbest bıraktı. Fakat ertesi gün ayrılıkçı siyasetin gerçekleri tekrar kendisini gösterdi: Hem Yahudiler hem de Araplar gösteri yaptılar- ve iki grupta belediye başkanlığını etkili şekilde boykot etti.

..

King David'in bombalanması İngiliz karşı saldırılarını artırdı -ama Londra'nın mandadan çekilişini de hızlandırdı. Kudüs'te artık Yahudi ve Araplar bir arada yaşamayı bıraktılar.

İngiliz yönetiminin sona ermesine hala dört ay vardı ama Kudüs çoktan asimetrik bir savaşın pençesine düşmüştü. Önceki altı haftada 1060 Arap, 769 Yahudi ve 123 İngiliz öldürülmüştü. Her cinayetin intikamı on misli alınıyordu.

İngiliz idaresinin artık son günleriydi. 28 Nisan' da Rab in, ailelerin evi olan, Arap banliyösü Şeyh Cerrah'ı ele geçirdi ama İngilizler onu bölgeyi geri vermek zorunda bıraktı. İngilizler ayrılırken şehrin batısı Yahudilerin ve Eski Şehir ile şehrin doğusu da Arapların elindeydi.


(1967 savaşından sonra) Dayan, Kudüs hakkında çok düşündü ve kendi politikasını yarattı. On gün sonra el-Aksa camisine geldi, çoraplarıyla Haram şeyhi ve ulema ile birlikte oturdu ve onlara Kudüs'ün artık İsrail'e ait olduğunu ama Tapınak Dağı'nı vakfın kontrol etmeye devam edeceğini söyledi. 2000 yılın ardından nihayet Yahudiler Har ha-Bayit'i ziyaret edebilecek hale gelmiş olsalar da orada ibadet etmenin yasak olduğunu açıkladı. Dayan'ın kararı bugün değişmeden devam etmektedir.

Kudüs, Bir Şehrin Biyografisi, Simon Sebah Montefiore, Çeviren Cem Demirkan, Pegasus Yayınları, 2016



İntifada, Şaron’un yanında 1.500 muhafız ve polis olduğu halde 28 Eylül 2000’de Haremü’ş-Şerif’i ziyaret etmesinin ardından başladı; gerek Kudüs’te, gerekse işgal edilmiş topraklarda ve Gazze’de tepki hiç gecikmedi. Ertesi gün, Kudüs’teki Filistinlerin gösterilerini dağıtmak için uygulanan ve yedi kişinin canına mal olan baskı birinci İntifada sona erdikten sadece yedi yıl sonra, ikinci İntifada’yı tetikleyen olay oldu.

Ortadoğu Bir Şiddet Tarihi, Hamit Bozarslan, İletişim yayınları, 2010


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder