İpek Yolu

İpek yolu coğrafyasında olan bitenlere daha önceki sayfalarımızda değinmiştik. Ancak “İpek Yolu”  ayrı bir konu olarak ele alınmayı hak ediyor. Okul eğitiminde İpek ve Baharat yollarının Asya ve Avrupa’yı ticaret olarak birbirine bağladığını ve bu yolları bir dönem  “bizim” kontrol ettiğimizi öğretirlerdi. Daha sonra Amerika’nın keşfi ve Afrika güneyinden dolaşılması bu yolların önemini görece azaltmıştı. Doğruluk payı olan bu görüşler İpek Yolu gerçeğini tam anlamıyla yansıtmıyordu.

İpek Yolu, Avrasya’nın ana damarı işlevini görüyordu. Bu yolu sadece tüccarlar kullanmadı.  Yeni dinleri yaymak için yola çıkan misyonerler, kaşifler, yolların güvenliği için ordular, sanatçılar ve diğerlerini sayabiliriz. Uzak mesafeli ticaretin ana maddesi ipeğin yanı sıra, çok değişik mallar karşılıklı olarak taşınıyordu. Bir zaman geldi bu yol vebanın da taşıyıcısı oldu. Doğal olarak bu zenginlik koridoru, kölelerin de alışverişine tanıklık etti.

Sadece yerleşikler değil, kimi zaman tüccar, kimi zaman el koyma ve haraç yöntemleriyle bozkır halkları da ipek yolunun aktörleri arasındaydı.

İpek yolunun batıdaki ayağının oluşmasında Persler, doğuda ise Çinliler önemli pay sahibiydi. Zaman içinde bağlantı kuruldu.

İpek yolu, Avrasya’nın 21.yy. a kadar izini sürebileceğimiz bir ana damar.  Nitekim  kaynak olarak kullandığımız Peter Frankopan’ın “İpek Yolu” adlı kitabı, tam da bu süreci  anlatmayı başaran çok sıra dışı bir yapıt. Kitap finali Çin'in "Yeni İpek Yolu" projesine değinerek yapıyor. 

B.Berksan

19. yüzyılın sonlarında, saygın Alman Jeolog Ferdinand von Richtofen bu genişleyen bağlantılar ağına, "SeidenstraBen" (İpek Yolu) demişti; bu tabir halen kullanılmaktadır.


Bu yollar dünyanın merkezi sinir sistemi görevi yapıyor, insanları ve mekanları birbirine bağlıyor ancak derinin altında olduklarından çıplak gözle görülmüyordu. Bu bağlantıları anlamak, anatominin vücudun işleyişini açıklaması gibi bize dünyanın nasıl çalıştığını anlatır. Dünyanın bu kısmı, tüm bu önemine rağmen ana akım tarih tarafından unutulmuştur.



Küçük Asya kıyısını Babil, Susa ve Persepolis'e bağlayan bir yol ağı, bir hafta içinde iki bin dört yüz kilometreden fazla bir mesafenin aşılabilmesini sağlıyordu.

Pers İmparatorluğu, Akdeniz'i Asya'nın kalbine bağlayan bir bolluk diyarıydı.

 🔎Persler

Antik Pers Diyarı'nda ticaret büyüyor, hükümdarların imparatorluğa daha fazla kaynak getirecek güzergahları hedefleyen askeri harekatları finanse edebilmelerini olanaklı kılacak geliri sağlıyordu.

..

Pers Diyarı sürekli olarak kuzeyden, besi hayvanlarıyla beraber bozkırlar olarak bilinen yarı kurak çayır kuşaklarında yaşayan göçebelerin hükmettiği, Karadeniz' den Orta Asya boyunca Moğolistan'a kadar uzanan bir dünyadan sorunlarla karşılaşıyordu.

(İskender) Hiçbir şeyi olmayan (şehirsiz, kültürsüz, prestijsiz, ödülsüz) Avrupa'ya bir an için bile bakmamıştı. Tüm antik Yunanlar gibi İskender için de kültür, fikirler ve fırsatlar -ve tabii ki tehditler- Doğu' dan geliyordu.

 🔎 İskender ve Helenistik dönem

Faal bir şekilde (genellikle kendi adını koyduğu) yeni şehirler kuruyordu. Bu şehirler artık çoğunlukla başka isimlerle bilinmektedir; örneğin Herat (Aria İskenderiyesi), Kandehar (Arakozya İskenderiyesi) ve Bagram (Kafkasya İskenderiyesi). Bu konaklama karakollarının inşaatı -ve kuzeyde, Fergana Vadisi'ne kadar uzanan diğerlerinin güçlendirilmesi- Asya'nın omurgası boyunca yeni noktalar oluşturmuştu. Güçlü savunmalara sahip yeni şehirlerin yanı sıra tek başına kaleler ve hisarlar, esas olarak bozkırlarda yaşayan ve kırsal topluluklara yıkıcı saldırılar gerçekleştirmekte usta olan kabilelerin yarattığı tehdide karşı savunmak için inşa edilmişti.

Tam da bu zamanda daha doğuda, benzer endişeler benzer tepkilerle karşılanıyordu. Çinliler, bozkırlardan gelen kabilelerin meydan okuması karşısında medeni dünyayı temsil eden bir huaxia konsepti geliştirmişti. Kapsamlı bir inşaat programı sayesinde bir tahkimat ağı, bugün Çin Seddi olarak bildiğimiz yapıya dönüştü ve temelinde İskender'inkilerle aynı ilke vardı: Savunmasız yayılma, boşa kürek çekmektir.

..

İskender' in ölümünden sonraki yıllarda Antik Yunan' dan fikirler, konseptler ve simgelerin Doğu'ya tanıtılması amacıyla çerçevesi net bir şekilde çizilmiş bir Helenleşme programı kademeli olarak uygulandı. Generallerinin soyundan gelenler, Yunan kökenlerini hatırlıyor ve bunları etkin şekilde vurguluyordu: Ticaret yolları üzerindeki stratejik öneme sahip noktalarda ya da zirai anlamda canlı merkezlerde kurulan büyük şehirlerde basılan paralar buna örnektir. Bu paraların biçimi standart hale gelmişti: Bir yüzde bir taçla tutturulan örme saçıyla mevcut hükümdarın resmi, ki daima İskender gibi sağ tarafa bakar; diğer yüzde ise kim olduğu Yunan harfleriyle yazılan Apollon'un imgesi bulunur

🔎 Baktria

Avrupa ile Asya'nın çarpışmasının yarattığı kültürel değişimin canlılığı baş döndürücüydü. Buda heykelleri, yalnızca Apollon kültü, Batı Hindistan'daki Gandara Vadisi'nde iyice yerleştikten sonra belirmeye başlamıştır. Budistler, yeni dini: uygulamaların başarısını tehdit olarak değerlendirip kendi görsel imgelerini yaratmaya başlamıştı. Gerçekten de, sadece ilk Buda heykellerinin tarihlerinde değil, aynı zamanda görünümleri ve tasarımlarında da bir bağıntı vardır: Heykellerin şablonu, Apollon yansıması gibiydi; Yunan etkisi bu kadar büyüktü. O zamana kadar Budistler, görsel temsillerden tamamen kaçınmıştı ama rekabet artık tepki vermelerini gerekli kılmış, ödünç almalarına ve yenilikler yapmalarına sebep olmuştu.

🔎 Gandhara Medeniyeti

🔎 Çin

Bozkırların kesişen ve birbirine bağlanan dünyaya dahil olması, Çin'in büyüyen hırslarıyla da ivme kazanmıştı. Han Hanedanı iktidarında (İ.Ö. 206-İ.S. 220) yayılma dalgaları sınırları daha da öteye taşımış, zamanla bugün Xinjiang ("yeni sınır bölgesi") olarak bilinen Xiyu ("batı bölgeleri") bölgesine kadar genişletmişti. Bu bölge Kansu Koridoru'nun, Çin'in iç bölgelerini Taklamakan Çölü'nün kıyısındaki bir kavşak olan Dunhuang adlı vaha şehrine bağlayan dokuz yüz kilometrelik yolun ötesinde kalıyordu. Bu noktada, kuzey ya da güney yolunu seçmek olasıydı; bunların ikisi de zorlu yollar olup, Himalayalar'ın, Pamir Dağları'nın, Tanrı Dağları sırasının ve Hindukuş'un kesişim noktasında bulunan Kaşgar' da birleşiyordu.   Çin'in ufkunun genişlemesi, Asya'yı birbirine bağlamıştı. Daha öncesinde bu ağlar; Orta Asya' da İskitler gibi sürekli olarak endişe yaratan, diğer yandan ise canlı hayvan ticaretinde önemli paydaşlar olan göçebe kabileleri Yuezhi ve daha da önemlisi Xiongnu tarafından engelleniyordu.

🔎 İskitler
🔎 Hunlar 

En ünlü ve değerli atlar, bugün Doğu Tacikistan ile Kuzeydoğu Afganistan'ı çevreleyen muhteşem Pamir Dağları'nın öteki tarafında bulunan Fergana Vadisi'nde yetiştiriliyordu.

..

Göçebelere pirinç, şarap ve kumaş dahil olmak üzere lüks hediyelerin verildiği, karşılığında ise barışın sağlandığı resmi bir haraç sistemi geliştirilmişti.

..

Verilen önemli malzeme, göçebelerin, dokusu ve hafifliği dolayısıyla nevresim ve giysilerde tercih ettiği bir kumaş olan ipekti. Ayrıca ipek, toplumsal gücün ve siyasi erkin simgesiydi.

..

Barışın bedeli, çok ağırdı. Örneğin İ.Ö. 1' de, Xiongnu'ya otuz bin top ipek ve benzer miktarda hammaddenin yanı sıra üç yüz yetmiş hazır giysi verilmişti.

..

Çinliler İ.Ö. 119 yılında sona eren on yıllık bir seferler serisiyle Kansu Koridoru'nu ele geçirmişti. Batıda, Pamir Dağları ve bunların ardında yeni bir dünya yatıyordu. Çin, kıtalararası bir ağa giden yolun kapısını açmıştı; İpek Yolu'nun doğum anı buydu.

..

Çin ve ötesindeki dünya arasındaki ticaret yavaşça gelişiyordu. Gobi Çölü kıyısındaki, özellikle de kervanların ve tüccarların batıya giden yola çıktıkları son durak olan Yeşim Kapı'nın öncesindeki yolları aşmak kolay değildi. Bir vahadan diğerine zorlu arazilerden geçerek girmek, yol Taklamakan Çölü'nden de geçse Tanrı Dağları'nın geçitlerinden de geçse Pamirler' den de geçse çok zordu. Aşırı sıcaklıklarla başa çıkılması gerekiyordu; Baktriyan devesinin bu kadar değerli olmasının bir sebebi de buydu.

..

Sichuan' da yapılan bambu ve kumaş binlerce kilometre ötede Baktriya' da satılabilse de, uzun mesafeler boyunca öncelikli olarak taşınanlar, yüksek değerli mallardı.  Bunlar arasında en önde gelen ise ipekti. İpek, göçebe kabileler için değerinin yanı sıra antik dünyada bir dizi önemli rol de oynuyordu. Han Hanedanlığı idaresinde askerlere ödeme yapılırken paranın ve tahılın yanı sıra ipek de kullanılıyordu. Bazı açılardan en güvenilir para birimiydi.

..

Küreselleşmeyi sadece modern bir olgu olarak düşünürüz ancak iki binyıl önce de hayatın bir parçasıydı: Hem fırsatlar sunuyor hem sorunlar yaratıyor hem de teknolojik gelişime yol açıyordu.

..

🔎 Partlar

Partlar, sahip oldukları iktidarı pekiştirmiş ve hemen bu iktidarı uzatmak istemiş, bu uğurda Yunan ve Pers fikirlerini giderek daha tutarlı ve sağlam bir yeni kimlikte kaynaştırmak üzere tarihi maharetli bir şekilde kamulaştırmaya başlamıştı. Sonuç, istikrarın ve zenginliğin yaşandığı bir dönemdi.  Ancak asıl uyarıcı etkiyi Akdeniz bölgesinde gerçekleşenler yapmıştı. İtalya'nın batı kıyısının ortalarında, pek gelecek vadetmeyen küçük bir kent, yavaş yavaş kendisini bir taşra kasabasından bölgesel bir güce dönüştürmeyi başarmıştı. Birbiri ardına kıyı şehir devletlerini ele geçiren Roma, Batı Akdeniz'e hükmetmeye başlamıştı. İ.Ö. 1. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, yayılma hırslarına mani olamıyorlardı. Dikkatleri ise net bir şekilde doğuya kilitlenmişti.

..

🔎Roma İmp.luğu

Roma'nın bir imparatorluğa dönüşmesinin Avrupa ile veya tüketiciler ile vergi mükelleflerinin bal küpü niteliğine sahip kaynakların ve şehirlerin çok az bulunduğu bir kıtayı kontrol altına almak ihtiyacıyla çok fazla ilgisi yoktu. Roma'yı yeni bir döneme sokan, Doğu Akdeniz'e ve ötesine yönelmesiydi. Roma'nın başarısı ve zaferleri, öncelikle Mısır'ı almasından, daha sonra da doğuya, Asya'ya demir atmasından kaynaklanıyordu.

Doğu' da karşılaştığı dünya, Roma'nın gözlerini açmıştı. Asya zaten ehlikeyif konforu ve güzel yaşamıyla nam yapmıştı. Tanımlanamayacak ölçüde zengindi, diyordu Cicero, hasatları efsanevi, ürün çeşitliliği inanılmaz ve sürülerinin boyutları baş döndürücüyü. İhraç malları devasaydı.  Asya'nın serveti öyle bir boyuttaydı ki Romalılar orada yaşayanların kendilerini zaman öldürmek için zevküsefaya adayabileceklerine inanıyordu.

..

Bazı muhafazakâr gözlemciler için özellikle korkutucu olan, bir malın, Çin ipeğinin ortaya çıkışıydı. Bu kumaşın Akdeniz' de giderek artan hacmi, gelenekçileri ürkütüyordu.

..

Romalı tüccarlar sadece sikke ile ödeme yapmıyordu. Tekstil, baharat ve indigo gibi boyalar karşılığında işlenmiş cam, gümüş ve altının yanı sıra, Kızıldeniz' den mercan ve topaz, Arabistan' dan akgünlük de veriliyordu.  Şekli ne olursa olsun bu ölçekte bir sermaye çıkışının geniş çaplı sonuçları vardı. Bunlardan biri, ticaret yolları üzerindeki yerel ekonomilerin güçlenmesiydi. İşler gelişip iletişim ve ticari ağlar genişleyip giderek daha birbirine bağlı hale gelirken köyler kasabalara, kasabalar şehirlere dönüşüyordu.

..

Roma'nın harcama gücü öyle büyüktü ki Doğu Asya'nın derinliklerinde basılan paraların tasarımını bile belirliyordu. Yuezhi göçebeleri, Çinliler tarafından Tarım Havzası'ndan sürüldükten sonra Pers Diyarı'nın doğusunda kendilerine hâkim bir konum elde etmeyi başarmış, daha önce İskender'in generallerinin hükmettiği toprakları ele geçirmişti. Zaman içinde müreffeh bir imparatorluk doğmuş, kabile içindeki önde gelen gruplardan birinin -Guishang ya da Kuşan- adını almış ve imparatorluk, Roma modeline göre tasarlanmış çok miktarda para basmıştı.

 🔎Kuşan İmparatorluğu

Çin'in Pers Diyarı ile ilişkileri düzenli ve yoğun hale gelmişti. Çinli bir kaynak, yılda birkaç kez temsilci gönderildiğini, Pers Diyarı'na en az on kişinin yollandığını, ve daha sakin zamanlarda bile Batı'ya beş altı elçinin görevlendirildiğini yazar.  Diplomatik temsilciler genellikle ticaret malları getiren ve daha sonra kendi ülkesine -Kızıldeniz incileri, yeşim, lapis lazuli ve soğan, salatalık, kişniş, greyfurt, Şam fıstığı ve kayısı gibi tüketim malzemeleri dahil olmak üzere- talep gören mallarla dönen kervanlara eşlik ediyordu. Çok talep edilen ve aslında Yemen ile Etiyopya' dan gelen akgünlük ve mürrüsafi, Çin' de "Possu'', yani Pers malları olarak biliniyordu.

..

Pers Diyarı'nın birliğini sağlayan şeyin Roma'nın büyümesi ve hırsları olması ironiktir. Bir kere Persler, Pers Diyarı'nın siyasi ve ekonomik ağırlık merkezini kuzeyden uzaklaştıran, doğu ile batı arasındaki uzun mesafeli trafikten çok faydalanıyordu. Eskiden öncelik, göçebe kabilelerle besi hayvanları ve atlar için pazarlık edebilmek, ayrıca bozkırların korkunç halklarının istenmeyen ilgisini ve taleplerini savuşturmak için gereken diplomatik temasları denetleyebilmek için bozkıra yakın olmaktı. Nisa, Abivard ve Dara gibi vaha şehirlerinin önem kazanmasının, kraliyet saraylarına ev sahipliği yapmasının sebebi budur.

🔎 Sasaniler

Ancak Roma'nın askeri ilgisinin en önemli etkisi, siyasi bir devrime yol açmış olmasıydı. Komşusunun yoğun baskılarıyla karşılaşan Pers Diyarı, büyük bir dönüşüm geçirmişti. İ.S. 220 civarında yeni bir hanedan, Sasaniler ortaya çıkmış, neredeyse her konuda bağımsız hale gelen bölge valilerinin yetkilerinin ellerinden alınarak gücün merkezde toplanmasını gerektiren yeni bir vizyon sunmuştu.

Tüccarlar ve pazarlar denetim altına girmişti. Bir kaynak, üreticilere ve tüccarlara -ki birçoğu loncalar halinde düzenlenmişti- pazar yerlerinde özel bölgeler verildiğini kaydetmişti. Böylece denetmenler nitelik ve nicelik standartlarının korunmasını ve daha da önemlisi vergilerin verimli şekilde toplanmasını kolayca temin edebiliyordu. Bütün dikkatin kentsel çevreye, yani ticari alışverişin büyük kısmının gerçekleştiği yere verilmesiyle, kimi zaman kilometrelerce uzunluğundaki su tedarik sistemlerinin iyileştirilmesiyle mevcut kaynaklar artırılmış, kentin daha da büyüyebilmesi için zemin hazırlanmıştı. Sayısız yeni şehir kurulmuştu.

..

🔎 Bizans

Boğaziçi kıyısındaki eski Byzantion kenti üzerine yeni şaşaalı bir metropol kurulmuştu. Bu şehir zaman içinde Roma'ya rakip olmakla kalmamış, onu aşmıştı. Devasa sarayların yanı sıra at ara bası yarışları için bir hipodrom inşa edilmişti. Şehrin merkezine tek parça somaki mermerinden devasa bir sütun dikilmiş, tepesine ise İmparator'un şehre bakan bir heykeli yerleştirilmişti. Yeni şehre Yeni Roma adı verilmiş olsa da, kısa süre sonra kurucusu Konstantin'in şehri olarak anılmaya başlanmıştı: Konstantinopolis.

..

Roma'nın bakışları, kendisini cumhuriyetten imparatorluğa dönüştürdüğü an Asya'ya sabitlenmişti. Üstelik zamanla anlaşılmıştır ki ruhu da öyleydi. Çünkü Konstantin -ve Roma İmparatorluğu Tanrı'yı bulmuştu ve bu yeni inanç da Doğu' dan geliyordu. Şaşırtıcıdır ki bu din Pers Diyarı'ndan ya da Hindistan' dan değil, üç yüzyıl önce, Pontius Pilatus'un vali olarak kötü bir şöhret kazandığı gelecek vadetmeyen bir bölgeden gelmişti. Hristiyanlık her yöne yayılmak üzereydi.

..


İpek Yolu'nun entelektüel ve teolojik alanları çok kalabalıktı. Tanrılar, tarikatlar, papazlar ve yerel hükümdarlar itişip duruyordu. Kaybedecek çok şey vardı. Bu, toplumların dünyevi olandan doğa üstü olana, her konuda açıklamalara karşı son derece açık olduğu ve inancın problemler yumağına çözüm getirdiği bir dönemdi. Farklı inançlar arasındaki çekişmeler oldukça siyasiydi. Tüm bu bölgelerde -Hinduizm, Jainizm ve Budizm gibi Hint kökenli; Zerdüştlük ya da Maniheizm gibi Pers kökenli de olsa, Musevilik ve Hristiyanlık ve zaman içinde İslam gibi daha batıdan da gelse- savaş alanında ya da masada müzakere sırasında zafer kazanmak, ilahi takdisi ve kültürel üstünlüğü göstermek anlamına da geliyordu. Denklem basit olduğu kadar güçlüydü: Doğru tanrının ya da tanrıların koruduğu ve kayırdığı bir toplum, refaha eriyordu; sahte putlar ve boş vaatlerden medet umanlar acı çekiyordu.

Dünya, ekolojik bir değişim dönemine giriyordu. Bunun Avrupa' daki belirtileri, yükselen deniz seviyeleri ve Kuzey Denizi bölgesinde sıtmanın belirmesiyken, Asya' daki belirtileri, 4. yüzyılın başından itibaren Aral Gölü'ndeki tuz yoğunluğunun hızla düşmesi, bozkırlardaki bitki örtüsü belirgin şekilde değişmesiydi (yüksek çözünürlüklü polen analizleri bunu kanıtlamaktadır) ve Tanrı Dağları'nda yeni dağ buzullarının oluşması, küresel iklim değişiminin yapısal boyutlara ulaştığını gösteriyordu.' Sonuçların yıkıcılığı, Soğd bir tüccarın 4. yüzyılın başlarında yazdığı ve Batı Çin' deki Dunhuang yakınlarında bulunan kayda değer bir mektupta görülebiliyordu. Tüccar, diğer tüccar arkadaşlarına gıda kıtlıklarının ve açlığın bedelinin yüksek olduğunu, Çin' in yaşadığı felaketi tasvir etmenin mümkün olmadığını yazıyordu.

….

Hunlar ve kavimler göçü

🔎Kavimler göçü

Kaos, bozkır kabilelerinin oluşturduğu mozaiğin bir araya toplanması için mükemmel koşulları yaratmıştı. Bu halklar, Moğolistan ile Orta Avrupa ovalarını birleştiren kara şeritlerinde yaşıyordu. Bu bölgelerde siyasi gücü güvence altına almak, en iyi otlakları ve güvenilir su kaynaklarını denetlemekten geçiyordu. Kabilelerden biri bozkırların efendisi haline gelmiş, karşılarına çıkan herkesi ezip geçmişti Soğd tüccar, mektubunda kıyametin mimarlarından xwn adıyla söz etmişti. Bunlar Xiongnu ya da Bacı' da bilinen adıyla Hunlardı.

..

Etki Kuzey Afganistan' da Baktriya' dan, Roma'nın Tuna sınırına kadar hissedilmişti. Bölgede çok sayıda mülteci ortaya çıkıyor, Hunlar tarafından Karadeniz'in kuzeyindeki topraklarından kovulduktan sonra yeniden imparatorluk topraklarına yerleşmek için yalvarıyorlardı,

Pers Diyarı (Sasani dönemi) da bozkırlardan gelen felaket karşısında titriyordu. Doğudaki vilayetleri saldırı karşısında eğilmiş, daha sonra tamamen çökmüştü: Şehirler boşalmıştı; kritik sulama ağları bakımsızlıktan taşmış ve yıkılmıştı. Kafkaslar' dan gelen saldırılar bunaltıcıydı ve Mezopotamya, Suriye ve Küçük Asya' daki şehirlerden esir ve ganimet toplanmasına yol açmıştı. Daha sonra 395 yılında, büyük bir uzun mesafeli saldırı, Fırat ve Dicle'nin şehirlerini yok edip nihai olarak geri püskürtülmeden önce başkent Tizpon'a kadar ulaşmıştı.



Gorgan duvarı

Barbar sürülerini püskürtmekte ortak çıkarları bulunan Persler ve Roma, önemli bir ittifak yapmıştı. Göçebelerin Kafkaslar' dan inmesini engellemek üzere Hazar Denizi ile Karadeniz arasında neredeyse iki yüz kilometre uzunluğunda, Pers Diyarı'nın iç kısımlarını saldırıdan koruyan ve güneydeki düzenli dünya ile kuzeydeki kaos arasında fiziksel bir engel işlevi üstlenen devasa bir tahkimat duvarı inşa edilmişti. Duvar boyunca eşit aralıklarla yerleştirilmiş otuz kale bulunuyordu ve duvar, aynı zamanda beş metre derinliğinde bir kanalla da korunuyordu.

Sasaniler

5. ve 6. yüzyıllar, Pers Diyarı'nda yükselen bir refaha şahit oluyordu: Dini hoşgörü, ekonomik büyümenin yoldaşıydı. Merkezi iktidar, artan vergi gelirini altyapı yatırımları için kullandığından, Pers Diyarı'nda sayısız yeni şehir kurulmuştu. Devasa sulama programları, özellikle de Huzistan ve Irak'takiler zirai üretimi artırmış, su tedarik sistemleri inşa edilmiş ya da bazı örneklerde olduğu gibi kilometrelerce uzatılmıştı. Kapsamlı bir bürokratik mekanizma Levant'tan Orta Asya'nın içlerine kadar düzenli bir idareye imkan tanıyordu. Bu, Sasani devletinde büyük bir merkezileşme dönemiydi.

Servet çoğaldıkça, lüks ve çok kıymetli maddelerin ticareti de artmıştı: Paketlere satış ya da ihracat onayı vermek için kullanılan binlerce mührün yanı sıra, mühürlenerek dönemin sicil ofislerinde saklanan sözleşmelere dair çok miktarda yazılı malzeme de bugüne kadar ulaşmıştır. Mallar Basra Körfezi'nden Hazar'a taşınmış, buradan ise kara ve deniz yoluyla Hindistan'a gidip gelmeye başlamıştı. Sri Lanka ve Çin ile, ayrıca Doğu Akdeniz ile alışveriş seviyeleri hızla yükselmişti.

Bu uzun mesafeli ticaretin hatırı sayılır bir kısmı, Orta Asya' dan Xinjiang'a ve Batı Çin'e uzanan ana arterler üzerinde mal ticareti yapmalarını sağlayan kervanları, finansal zekâları ve yakın aile ilişkileri ile tanınan Soğd tüccarlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Ticaretini yaptıkları birçok madde arasında saç tokaları ve ince işlenmiş kaplar gibi altın ve gümüş süsler, kenevir, keten, yün kumaş, safran, karabiber ve kafur olsa da, ipek ticaretinde uzmanlaşmışlardı. Soğdlar şehirleri, vahaları ve bölgeleri birbirine bağlayan zamktı. Roma imparatorları ve seçkinleri arasında çok değerli bulunan Çin ipeğinin Doğu Akdeniz'e ulaşmasında önemli bir rol oynuyorlardı. Hakeza diğer yöne de mal taşıyorlardı: Konstantinopolis'te basılmış sikkeler, -Truva Savaşı'ndan sahnelerin resmedildiği, 6. yüzyıl ortalarında kudretli sahibi Li Xian ile birlikte gömülen gümüş ibrik gibi prestij eşyaların da bulunduğu- Çin'in derinlikleri de dahil olmak üzere Orta Asya çapında bulunuyordu.

🔎 Soğdlar

İpek Yolu dendiğinde, dolaşımın daima doğudan batıya doğru gerçekleştiğini düşünmek cezbedicidir. Aslında, 7. yüzyıldan kalma hayranlık dolu bir Çin metninin gösterdiği gibi, diğer yöne doğru da yoğun bir ilgi ve önemli miktarda alışveriş akıyordu.

Veba

Acı çeken sadece Roma İmparatorluğu değildi. Felaket, çok geçmeden, iletişim ve ticaret ağları üzerinden yayıldıkça Doğu' daki şehirler de harap oluyor; Pers Mezopotamyası'ndaki şehirleri yıkarak sonunda Çin'e kadar ulaşıyordu. Hıyarcıklı veba; felaket, çaresizlik ve ölüm getiriyordu. Ayrıca kronik bir ekonomik depresyon da getiriyordu: Çiftçilerden yoksun kalan tarlalar, tüketicisi kalmamış şehirler ve genç yaşta haşat edilmiş bir nesil, geç antik çağların demografisini -doğal olarak- değiştirmiş, ekonomide sert bir daralmaya yol açmıştı.

Göktürkler

🔎 Göktürkler

Orta Asya bozkırında güçlü bir Türk göçebe topluluğunun Hunların yerini alarak doğu sınırlarına baskı uyguladığı öğrenildikten sonra. Türklerin ticarette giderek daha başat bir rol oynaması Çinlileri daha da rahatsız ediyordu.

Türklerin büyük hırsları vardı ve uzun vadeli askeri ittifak teklif etmek üzere Konstantinopolis'e elçiler göndermişlerdi. Elçiler Il. Justinianus'a ortak bir saldırının Pers Diyarı'nı yok edeceğini söylemişti. Konstantinopolis'in, geleneksel rakibi karşısında zaferin kokusunu alan ve ekonomik kazanımlarla da cesaretlenen İmparator, planı kabul etmiş ve gitgide tumturaklı konuşarak Şah 'a tehditler savurmaya, daha önce yapılan anlaşmalarla feragat edilen şehirlerin ve vilayetlerin geri verilmesini talep etmeye başlamıştı.

Roma gücünün gerileyişi

Roma İmparatorluğu art arda iç isyanlarla çalkalanırken, Pers güçleri son çiviyi çakıyordu: Mezopotamya şehirleri domino taşı gibi düşüyor ve son olarak 609 yılında Edessa' da boyun eğiyordu. Bunun üzerine dikkatler Suriye'ye çevrilmişti. Asi Nehri üzerindeki, Aziz Petrus'un ilk kilisesinin bulunduğu, Roma Suriyesi'nin metropolü, büyük şehir Antakya 610 yılında düşmüş, ertesi yıl bunu Bacı Suriye' deki Emesa izlemişti. Şam 613 yılında düşünce, bir diğer büyük bölgesel merkez kaybolmuştu.

İslamiyet

🔎 İslamiyet

Ayrıca Hz. Muhammed'in Pers-Roma savaşları dolayısıyla ağır ekonomik daralma yaşayan bir nüfusa vaaz verdiği de giderek genel kabul görmektedir.  Roma ile Perslerin karşı karşıya gelmesi ve faal eyleme hazır bir şekilde militarizasyonu, Hicaz' dan başlayan ya da geçen ticaret üzerinde önemli etkiler yaratmıştı.

..

Gerek Roma gerekse Persler, tehdide çok geç cevap vermişti. Perslerin durumunda 636 yılında Kadisiye Muharebesi'ndeki ezici Müslüman zaferi, Arap orduları ve İslami özgüven açısından büyük bir sıçramaydı. Pers asillerinin büyük kısmının savaşta ölmüş olması, gelecekteki direniş olasılığını azaltmış, halihazırda sendeleyen bir devletin yere düşmesine yol açmıştı. Roma'nın tepkisi de daha etkin değildi. İmparator'un kardeşi Teodor'un komutasındaki bir ordu, Arap gücünün boyutlarını, becerilerini ve kararlılığını son derece küçümsemiş ve sonrasında, 636 yılında Taberiye Gölü'nün güneyindeki Yermük Nehri kıyısında ciddi bir yenilgiye uğramıştı.

…..

Müslüman fetihleri; Avrupa'nın, iki yüzyıl önce Gotların, Hunların ve diğerlerinin istilasıyla başlayan karanlığa doğru yolculuğunu tamamlamıştı. Roma İmparatorluğu'ndan geriye kalanlar -ki artık Konstantinopolis ve hinterlandından başka bir şey değildi- tam çöküşün eşiğinde sallanıp duruyordu. Perslerle savaşın arifesinde zaten azalmakta olan Hristiyan Akdeniz' deki ticaret, yok olmuştu. Atina ve Korint gibi bir zamanların canlı şehirleri resmen çökmüş, nüfusları azalmış ve merkezleri hariç terk edilmişlerdi. Mevcut ticari mübadele hacminin iyi bir göstergesi olan gemi batıkları, 7. yüzyıldan sonra neredeyse tamamen yok olmuştu. Yerel olmayan ticaret tek kelimeyle tükenmişti

..

Müslüman dünyasıyla aradaki zıtlık daha keskin olamazdı. Roma İmparatorluğu ile Pers Diyarı'nın ekonomik merkezleri sadece fethedilmemiş, birleştirilmişti. Mısır ve Mezopotamya, Himalayalar' dan Atlantik'e uzanan yeni bir ekonomik ve siyasi devin göbeğinde birleşecek şekilde bağlanmıştı. İslam dünyası içindeki ideolojik çatışmalara, düşmanlıklara ve az rastlanan istikrarsızlık nöbetlerine -örneğin Abbasi Hanedanı'nın 750 yılında mevcut halifeyi devirmesi gibi olaylara- rağmen yeni imparatorluk, içinde fikirlerin, malların ve paranın dolaşabildiği bir yerdi. Daha açık söylemek gerekirse Abbasi devriminin ardında yatan şey de buydu: Rejim değişikliğinin yolunu açan, Orta Asya şehirleriydi. Bunlar, entelektüel tartışmaların arıtıldığı ve isyanların finanse edildiği şer yuvalarıydı. İslam'ın ruhu için verilen savaşta alınan kritik kararlar, burada alınmıştı.

..

751 yılında Arap fatihler Çinlilerle karşı karşıya gelmiş ve onları Orta Asya' da Talas Nehri kıyısındaki bir çatışmada açıkça alt etmişlerdi. Bu durum Müslümanları doğal bir sınıra getirmişti ve bu sınırın ötesine yayılmanın -en azından kısa vadede- bir anlamı yoktu. Tam bu sırada bu yenilginin Çin' de çeşitli yansımaları olmuş ve Tang Hanedanı'na karşı Soğd General An Luşan'ın komuta ettiği son derece önemli bir isyanı tetikleyen -ki bu isyan, başkalarının istismar edebileceği bir boşluk yaratan uzun bir fitne ve istikrarsızlık dönemine neden olmuştu- gelgitler yaşanmaya başlamıştı.

Uygurlar

🔎 Uygurlar

Tang Hanedanlığı'nı destekleyen ve eski efendilerinin, yaralarına merhem olması amacıyla Çin'in güvenliği için iyice geri çekilmesinden epeyce yararlanan Uygurlar, durumu çabuk kavramıştı. Uygurlar, genişleyen topraklarını daha iyi kontrol edebilmek için kalıcı yerleşimler inşa etmişti. Bunların en önemlisi (günümüzde Kırgızistan' da bulunan) Balasagun ya da Koz Ordu hükümdarın, yani kağanın tahtı olmuştu.

..

Uygurlar, hızla İslam'ın doğu sınırındaki rakipsiz güç haline gelmişti. Bu güce erişince, bilhassa ipek gibi uzun mesafeli ticarette temel aktör olarak önce Soğdları kendi içine almış, daha sonra da onların yerine geçmişti. Hayranlık verici saraylar silsilesi, bu dönemde ortaya çıkan zenginliğe şahitlik etmektedir

Afganistan vahaları ve Fergana Vadisi ile Kuzey Afrika ile Atlantik Okyanusu'nu birleştirerek hükmü altına alan Müslümanlar, fetihlerin yardımıyla devasa bir ticaret ağına ve iletişim yollarına hakim olmuştu. Asya'nın merkezinde yoğunlaşan servetin miktarı baş döndürücüydü. Pencikent ve Balalıktepe ve modern Özbekistan' daki diğer bölgeler, en yüksek seviyeden sanat hamiliğine -ve şüphesiz arkasında yatan paraya- şahitlik eder. Özel konutların duvarlarını, saray yaşamının yanı sıra Pers destanlarından harika sahneler süslü yordu. Semerkant'taki bir sarayda yer alan resimler, Müslümanların müdahil oldukları kozmopolit dünyayı gösteriyordu: Yerel hükümdar Çin' den, Pers Diyarı'ndan, Hindistan' dan, hatta belki de Kore' den gelen yabancı elçilerin hediyelerini kabul ederken resmedilmiştir. Bunun gibi vilayetler, şehirler ve saraylar, ticaret yolları üzerinden gelen Müslüman ordularının ellerine geçiyordu.

8. yüzyılın sonlarında kağıdın erişilebilir hale gelmesinin bilginin kaydedilmesini, paylaşılmasını ve yayılmasını çok daha geniş, kolay ve hızlı hale getirdiği bir gerçektir. Ortaya çıkan yazın patlaması, bilimin, matematiğin, coğrafyanın ve seyahatin tüm alanlarını kapsıyordu.

Zengin efendiler ayrıca tarihin parmak ısırtan akademik dönemlerini de finanse etmeye başlamışlardı. Birçoğu gayrimüslim olan parlak şahıslar, Bağdat' ta saraya ve Orta Asya' da Buhara, Merv, Cündişapur, Gazne'nin yanı sıra Endülüs ve Mısır gibi akademik mükemmeliyet merkezlerine çekiliyor, matematik, felsefe, fizik ve coğrafya dahil olmak üzere birçok konuda çalışıyorlardı.

….

Bozkır dünyası

Dünya ikiye bölünmüştü: düzenin ve medeniyetin hüküm sürdüğü bir İran diyarı ve kaotik, anarşik ve tehlikeli bir Turan dünyası. Kuzeydeki bozkır topraklarını gezen birçok seyyahın ve coğrafyacının raporlarının açıkça gösterdiği üzere, Müslüman dünyanın dışında yaşayanlar tuhaftı ve kimi açılardan ilginç ve hayranlık uyandırsalar da, çoğunlukla korkutucuydular.

Sürekli hareket halindeki göçebenin hayatı, Bağdat ve diğer şehirlerin kentli, yerleşik, karmaşık metropoliten kültürüne keskin bir tezat oluşturuyordu.

..

Hristiyanlık, İslam, Musevilik, Zerdüştlük ve paganlık itişip karışarak, birbirinden ayırması güç dünya görüşleri yaratıyordu.  Bu değişken, uyarlanabilir ruhani görüşler, misyoner bir oluşum gibi hareket eden yeni bir Müslüman kutsal insan tipiyle taşınıyordu; Sufiler olarak bilinen bu mistikler, bozkırlarda geziyor, kimi zaman hayvan boynuzlarından başka bir şey giymiyor, hasta hayvanları iyileştiriyor, tuhaf davranışlarıyla insanları etkileyip dua ve takvaya davet ediyorlardı. Bu kişiler Orta Asya' da yaygın olarak görülen şaman ve animist inançları İslam'ın esasları ile birleştirerek insanların din değiştirmelerinde kritik bir rol oynamış gibidirler.

Göçebe yaşam tarzı aslında hem nizam içindeydi hem de muntazamdı. Bir yerden bir yere gitmek, amaçsız gezintilerin sonucu değil, hayvan yetiştiriciliğinin gerçekliklerinin bir yansımasıydı: Bakılması gereken büyük sürüler varken, iyi otlaklar bulmak hayatın bir parçasıydı ve bunu düzenli şekilde yapmak, sadece kabilenin başarısı için değil, hayatta kalması için de kritik bir önem taşıyordu. Dışarıdan kaotik görünen, içeriden hiç de öyle değildi.

Bir 10. yüzyıl yazarı, bozkırlardan samur, gri sincap, kakım, mink, tilki, sansar, kunduz ve benekli tavşan ithal edildiğini, sonra da bunların başka yerlere çok daha yüksek fiyatlara satıldığını belirtmişti.  Gerçekten de bozkırın bazı bölgelerinde postlar -sabit kur ile- para birimi olarak kullanılıyordu.

Bir tarihçiye göre bozkırlardan her yıl yaklaşık yarım milyon kadar kürk ihraç ediliyordu. Genişleyen İslam İmparatorluğu, yeni iletişim kanalları ve yeni ticaret yolları yaratmıştı. Kuzeydeki bozkır ve orman kuşaklarının içine uzanan bir "kürk yolu"nun yaratılması, 7. ve 8. yüzyılın büyük fetihlerini izleyen yüzyıllarda harcanabilir servetin hızla artmasının doğrudan bir sonucuydu.

En çok kazananlardan biri, dönemin bir yazarının "dünyanın anası" olarak tanımladığı kadar büyüyen Merv şehriydi. Bozkırın güney sınırında bulunan şehir, hem göçebe dünyayla temas etmek hem de Avrasya'nın omurgası boyunca uzanan doğu-batı ekseninin üze rinde kritik bir nokta işlevi görmek için mükemmel konumdaydı. Bir yazarın sözleriyle, "Keyifli, ince, zarif, parlak, kapsamlı ve hoş bir şehir" di.  Batıda bulunan Rey ise "ticaretin kapısı," "dünyanın gelini" ve dünyanın "en güzel yaratımı" olarak biliniyordu. Başka bir örnek de Müslüman dünyanın incisi Belh idi; bu şehir, muazzam sokakları, muhteşem yapıları, temiz akan suyunun yanı sıra canlı ticaret ve rekabet sayesinde düşük fiyatlı tüketici mallarıyla muhteşem bir yerdi.

..

Yahudi tüccarlar son derece becerikli dilbilimcilerdi ve dönemin kaynaklarından birine göre "Arapça, Farsça, Latince, Frenkçe, Endülüsçe ve Slavca"yı akıcı bir şekilde konuşabiliyorlardı. Merkezleri Akdeniz'deydi ve düzenli olarak Hindistan ile Çin'e seyahat ediyor, Mekke, Medine ve Konstantinopolis'teki pazarlara hizmet veren bir dizi limanın yanı sıra Fırat ve Dicle bölgesindeki illerde de misk, öd ağacı, kafur, tarçın ve "diğer Doğu ürünleri" ile gelip ticaret yapıyorlardı. Orta Asya' dan Çin'e ya Bağdat ve Pers Diyarı ya da Hazar bölgesi üzerinden Belh ve Ceyhun lrmağı'nın doğusuna ulaşan kara yollarını da kullanıyorlardı. Bu eksendeki en önemli noktalardan biri, Hazar Denizi'nin hemen güneyindeki (bugün İran' da) Rey' di. Bu şehir, Kafkaslar' dan, doğudan, Hazarya' dan ve bozkırdaki diğer noktalardan gelen malları elden geçiriyordu. Görünüşe göre bunlar önce Gürgan (Kuzey İran' da) şehri üzerinden geçiyordu (muhtemelen Rey'e götürülmeden önce gümrük vergileri burada alınıyordu). 10. yüzyılda bir Arap yazar, "En şaşırtıcı olan, buranın dünyanın ticaret merkezi olmasıdır," demişti.

Köleler

Orta Asya' da -özellikle de Semerkant, Taşkent, Belh ve bugün Afganistan'da bulunan geleneksel ticaret, ulaşım ve iletişim yolları üzerinde- basılmış sikkelerin miktarında belirgin bir artış vardı. Bu nakit zengini bölgelerde kölelere yoğun talep vardı; üstelik sadece kuzeyden gelen kölelere değil. Sahra Altı Afrika' dan ciddi oranda köle ithal ediliyordu; bir tüccar, Pers Diyarı'ndaki pazarlarda on iki binden fazla siyah köle satmakla övünüyordu. Köleler aynı zamanda Orta Asya'nın Türki kabilelerinden de alınıyordu.

Uzun mesafeli ticaret o kadar kapsamlıydı ki Mainz' dan geçen İbrahim bin Yakub, pazarlarda gördüklerinden şaşkınlığa düşmüştü: "İnsanın, bu kadar batıdaki bölgelerde, sadece Uzak Doğu' da yetişen karabiber, zencefil, karanfil, Hint sümbülü ve havlıcan gibi aromatik otlar ve baharatlar bulabiliyor olması çok sıra dışı. Bu bitkilerin hepsi, bolca yetiştikleri Hindistan' dan ithal edilmiştir." Yakub'u şaşırtan sadece bu da değildi: Semerkant'ta basılan sikkelerde dahil olmak üzere gümüş dirhemlerin para birimi olarak kullanılması da şaşırtıcıydı.

🔎 İslam fethi sonrası İran

Üç yüzyıllık istikrar ve refahtan sonra Bağdat'taki halifeliğin bir dizi bölünme yaşamasıydı. Zenginlik, merkez ve ücra bölgeler arasındaki bağların zayıflamasına yol açmış, bu da süreç içinde yerel otoritelerin güçlenip birbirleriyle ters düşmesinden dolayı ihtilaf çıkması olasılığını artırmıştı. Bunun yaratabileceği tehlikeler, 923 yılında Şii isyancıların önce Basra'yı yağmalayıp, yedi yıl sonra ise Mekke'ye saldırıp Hacerü'l Esved'i Kabe'den çalmalarıyla net bir şekilde görülmekteydi.

Hristiyanlığın evi ve koruyucusu olarak Kudüs ve Konstantinopolis, giderek daha fazla insanı Hristiyan Doğu'ya ve özellikle de -ticaret yapmak, hizmet almak ya da sadece Kutsal Topraklar'a giderken içinden geçmek üzere- imparatorluk başkentine çekiyordu. İskandinavya' dan ve İngiliz Adaları'ndan askerler, imparatorun korumaları olarak güvenilen elit bir birlik olan Vareg Muhafızlar arasına kabul ediliyordu. Bu birlikte hizmet etmek bir erginlenme ritüeline dönüşmüştü. Daha sonra Norveç kralı olan Haraldr Siguroarson (Harald Hardrada adıyla daha iyi bilinir), topraklarına dönmeden önce bu birlikte hizmet etmişti.

Konstantinopolis'in çağrısı 11. yüzyıl Avrupa'sında yüksek sesle yankılanıyordu. Belgeler, 11. yüzyılda Konstantinopolis'te İngiltere' den, İtalya' dan, Fransa' dan ve Almanya' dan, hatta Kiev, İskandinavya ve İzlanda' dan askerler bulunduğunu göstermektedir. Venedik, Pisa, Amalfi ve Cenova' dan tüccarlar, mal satın alıp vatanlarına ihraç etmek üzere şehirde koloniler kuruyordu. Önemli mekanlar; Paris'te, Londra' da, Almanya ya da İtalya' da değil, Doğu' daydı. Doğu' ya bağlantı sağlayan şehirler -örneğin Kırım' daki Herson ya da Novgorod gibi, Asya'yı aşan İpek Yolu'nu birleştiren şehirler- önemliydi. Kiev, Orta Çağ dünyasının başrol oyuncusu haline gelmişti.

Batı Avrupa ile Konstantinopolis arasında kapsamlı bağların olduğu bir dünyada haberler hızlı yayılıyordu. Hac yolları, Küçük Asya ile Orta Doğu'nun bağının kopması, dolayısıyla neredeyse kapanmış ve Türklerin Anadolu' daki ilerlemelerini ve Doğu' daki Hristiyanların çektiklerini ayrıntılı şekilde anlatan korkutucu raporlar dolayısıyla birçokları kıyametin yaklaştığından emindi. Urbanus'un silahlara çağrısına devasa bir cevap gelmiş; 1096' da on binlerce kişi Kudüs'e doğru yola çıkmıştı. Kapsamlı kaynak malzemenin gösterdiği üzere Doğu'ya gidenlerin büyük kısmı, inanç ve gerçeğe dayalı dehşet ve zulüm raporlarıyla motive olmuştu. Ancak Haçlı Seferleri genellikle bir din savaşı olarak hatırlansa da, en önemli sonuçları dünyeviydi. Avrupa güçlerinin uzak diyarlarda konum, servet ve prestij için ilk çekişmesi, ortadaki ödüllerin farkına varıldığında başlamıştı. Olaylar öyle değişmişti ki Batı bir anda kendisini dünyanın kalbine doğru çekmeye başlamıştı.

Bizans İmparatorluğu dağılırken İtalyan şehir devletleri Pisa, Cenova ve Venedik tarafından yönetilen Avrupalılar, stratejik ve ekonomik olarak önemli bölgeleri, şehirleri ve adaları, birbirleriyle çatışmak pahasına ele geçirmeye koşmuşlardı. Filolar, Girit ve Korfu açıklarında düzenli olarak çarpışıyor, her biri en iyi üslerin kontrolünü ele geçirip pazarlara en iyi erişimi sağlamak istiyordu. Karada da, özellikle Konstantinopolis'in karnı olan Trakya'nın verimli ovalarında alevlenen bir bölge ve statü çatışması vardı.

Moğollar

🔎Moğollar

Orta Çağ' da edindiği ve hala devam eden korkunç şöhrete karşın Cengiz Han gücünü ve konumunu, kabile liderleriyle anlaşmalar yapıp müttefiklerini özenle seçerek, yavaşça inşa etmişti. Ayrıca düşmanlarını da iyi seçiyordu ve her şeyin ötesinde, onlara saldırmak için doğru anı kolluyordu.

..

Kabileler birbiri ardına, zorla veya tehdide Cengiz Han'ın kontrolüne giriyordu. Sonunda 1206 yılında, kendisini Moğol bozkırının tartışmasız lideri konumuna getirmişti. Daha sonra dikkatler, bir dıştaki çemberde yaşayan halklara, örneğin Orta Asya' da Çin' in batısında Kırgızlar, Oyratlar ve Uygurlara yönelmişti.

..

Dikkatler daha yüksek hedeflere dönüyordu. Moğollar, 1211 yılında başlayan bir dizi saldırıyla Jin Hanedanı yönetimindeki Çin'e girebilmiş, başkent Zhongdu'yu yağmalamış ve birçok kez hükümdarların kaçarak başkentlerini güneye taşımalarına yol açmış, işgalcilerin ise büyük ganimet toplamasını sağlamıştı. Yayılma diğer bölgelerde daha da etkileyiciydi.

Moğolların 13. yüzyıl başlarında Çin' de, Orta Asya' da ve ötesindeki şaşırtıcı başarısının bir açıklamasının daima baskıcı olarak görülmemeleri olması, ünleri göz önüne alındığında ilginçti. Bu sebepsiz değildi: Harezm örneğinde, yerel nüfusa, Semerkant çevresinde yeni tahkimatların inşasının ve beklenen Moğol saldırısına karşı okçu alaylarının maliyetlerini karşılamak üzere bir yıllık vergiyi önden ödemeleri emredilmişti. Hanelere böyle bir yük bindirmek, iyi niyetle karşılanmazdı. Aksine Moğollar, ele geçirdikleri şehirlerin bazılarının altyapısına cömertçe yatırım yapmışlardı. Semerkant'ı, ele geçirilmesinden kısa süre sonra ziyaret eden Çinli bir keşiş, burada Çin' den gelen ne kadar çok zanaatkar bulunduğunu ve çevre bölgelerden ve daha uzaklardan ne kadar çok insanın daha önceleri ihmal edilen tarlalara ve meyve bahçelerine bakmak üzere getirildiğini görünce şaşırmıştı.

13. yüzyılın sonlarına doğru, Moğol dünyası o kadar büyük hale gelmişti ki -Pasifik'ten Karadeniz'e, bozkırlardan Kuzey Hindistan'a ve Basra Körfezi'ne uzanıyordu- gerilimler ve çatlaklar ortaya çıkmaya başlamıştı. İmparatorluk dört ana kola ayrılmış, bunlarsa birbirlerine giderek daha düşmanca davranmaya başlamıştı..

..

7. yüzyılın İslami fetihlerin vergiler, ödemeler ve nakit dünyanın tüm bölgelerinden merkeze doğru akarken küresel ekonomi üzerinde büyük etkileri olması gibi Moğolların 13. yüzyıldaki başarıları da Avrasya'nın mali sistemlerini yeniden şekillendirmişti. Hindistan' da, hükümdarın süslü eyerinin gözleri önünde taşındığı resmi törenler gibi bozkırdan gelen yeni ayinler ve eğlenceler doğmuştu. Diğer yandan Çin' de, mutfak alışkanlıkları bozkırdan gelen yeni efendilerin tercih ettikleri aromaları, malzemeleri ve pişirme tarzlarını benimseyecek şekilde değişmişti.

..

Avrupa'nın genişlemesinin temelinde, Moğolların Asya'nın bütününde sağladığı istikrar vardı. Kabile liderliğinin farklı kolları arasındaki gerilimlere ve düşmanlıklara rağmen, hukuk özellikle ticari konularda ciddi şekilde korunuyordu. Örneğin Çin' deki yol sistemi, seyahat eden tüccarların güvenliğini sağlamak için alınan idari önlemlere hayran kalan ziyaretçilerin en beğendiği şeydi. 14. yüzyıl seyyahı İbn-i Battuta, "Çin, bir seyyah için en iyi ve en güvenli ülkedir," diye yazıyordu.

..

Kumaş üretimi 13. ve 14. yüzyıllarda son derece artmıştı. Nişabur, Herat ve Bağdat'taki tekstil sanayileri bilinçli olarak büyütülmüş, tüccarların yanı sıra Moğol fetihlerinden sonra son derece iyi muamele gören zanaatkarları ve sanatçıları da barındırmak üzere Tebriz şehri kendi başına sadece yüzyıl içinde dört kattan fazla büyümüştü. Doğu'daki pazarlarda kaliteli kumaşa yönelik neredeyse sonsuz bir talep olsa da, 13. yüzyıldan itibaren Avrupa'ya da yüksek miktarda ihracat yapılmaya başlamıştı. Ufuk her yerde genişliyordu. Çin' de, Guangzhou gibi limanlar uzun süredir, Güney Asya dünyasının penceresi olarak görev yapı yordu. Böyle büyük ticaret merkezleri, kıyı şehirlerinin yanı sıra iç kesimlerdeki canlı sokak hayatını, hareketli, kozmopolit bir nüfusu anlatan Pers tüccarlar, Arap coğrafyacılar ve Müslüman seyyahlar için oldukça tanıdıktı. Etkileşim ve alışveriş seviyesi o kadar yüksekti ki Farsça ve Arapça, günümüz Çincesinde hala kullanılan birçok kelime ve deyimin kaynağıdır

Veba

14. yüzyıl ortasında bu hastalığın kesin kaynağı açık olmasa da, salgın bozkırdan Avrupa'ya, İran'a, Orta Doğu'ya, Mısır'a ve Arap Yarımadası'na ilerlerken veba 1340'larda hızla yayılmıştı.48 1346' da, İtalyan bir yazar, Karadeniz' deki Altın Orda devletinin "aniden ölüme yol açan gizemli bir hastalık" yüzünden telef olduğunu yazdığı sıralarda veba iyice ivme kazanmıştı.

Timur

🔎 Timur devleti

Çin' in şansı, Orta Asya' daki gelişmeler sayesinde de artmıştı. Nereden geldiği belli olmayan bir savaş beyi, Orta Çağ'ın en meşhur karakteri olmak üzere yükselişteydi: Timur'un -ya da "Timurlenk"in başarıları, İngiltere' de yazılmış oyunlara konu olmuş, vahşi saldırganlığı ise modern Hint bilincinin parçası haline gelmişti. Moğol topraklarında 1360'lardan sonra Küçük Asya'dan Himalayalar'a ulaşan büyük bir imparatorluk kuran Timur, tüm krallığındaki Semerkant, Herat ve Meşhed gibi şehirlerde camiler ve kraliyet binaları inşa ettirmek gibi hırslı bir program başlatmıştı. Bir çağdaşına göre Şam ele geçirildikten sonra şehirdeki marangozlar, boyacılar, dokumacılar, terziler, değerli taş kesiciler, "kısaca her tür zanaatkar,"

İklim etkisi

Çin' deki açlık ve yıkıcı sellerle birleşen sıra dışı kuraklık dönemleri çevresel etkenlerin iktisadi büyüme üzerindeki etkilerini gösteren güçlü bir öykü anlatır. Kuzey ve Güney yarım kürelerdeki buz çekirdeklerindeki sülfat artışları, 15. yüzyılın yoğun volkanik etkinliklerle dolu olduğunu gösterir. Bu durum küresel soğumaya yol açmış, bunun etkileri de bozkır dünyasında gıda ve su kaynakları için rekabetin artmasına, özellikle de 1440'larda kitlesel yer değiştirmelere yol açmıştı. Nihayetinde bu dönemin öyküsü bir durgunluk, zorluk ve hayatta kalma için zorlu çabaların öyküsüydü

Amerika’nın keşfi.

15. yüzyılın sonlarında dünya değişmişti. Kolomb ve diğerlerinin korktuğu -en azından Avrupa'nın kaygılandığı- gibi kıyamet kopmamış, mahşer günü gelmemişti. İspanya ve Portekiz' den başlayan bir dizi büyük keşif yolcuğu, Amerika Kıtası'nı ilk kez Afrika ve Avrupa'ya ve nihai olarak Asya'ya bağladı. Bu süreçte, yeni ticaret yolları belirlendi. Kimi durumlarda mevcut ağlar genişlemiş, kimi durumlarda ise bunların yerine yenileri kurulmuştu. Artık fikirler, mallar ve insanlar, insanlık tarihinin herhangi bir anından daha hızlı ve uzağa gitmeye başlamıştı; üstelik gerek nitelik gerekse nicelik açısından daha yoğun bir şekilde. 

İpek Yolu, Peter Frankopan, Pegasus Yayınları, 2018



🔎 İpek yolunda ipeğin yolculuğunun kısa tarihi

 🔎İnteraktif Harita

🔎 İpek Yolu Neyin Yolu? (Söyleşi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder