Padişah II. Mahmut’un Bezmiâlem Valide Sultan’dan olan oğludur. Şehzadeliği döneminde Batı kültürüyle yetişti. İyi Fransızca konuşur ve Batı müziğinden hoşlanırdı. 1 Temmuz 1839 da tahta çıktığında, Mısır sorunu, Nizip yenilgisiyle çıkmaza girmişti. Babasının cenaze töreni sırasında, Sadrazam Mehmet Emin Rauf Paşa’dan padişahın mührünü zorla alan Meclis-i Valâyî Ahkâm-ı Adliye Başkanı Koca Hüsrev Paşa, kendisini sadrazam ilân ettirdi (2 Temmuz 1839). Nizip yenilgisinden henüz haberi olmayan Sultan Abdülmecit, sorunu çözmek için orduya ve donanmaya harekâtı durdurmaları için emir verdi. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’yı bağışladığını ve anlaşmak istediğini bildirmek için, Köse Akif Efendi’yi Mısır’a gönderdi. Bu arada Kaptan-ı Derya Giritli Ahmet Paşa, donanmayı Mısır’a kaçırıp Mehmet Ali Paşa’ya teslim etti (3 Temmuz 1839). Osmanlı ordusunun Nizip’te yenilgiye uğradığı haberi İstanbul’a gelince İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya, verdikleri ortak bir nota ile Mısır sorununun kendilerine danışılmadan çözülmemesini istediler. Bu nota, Babıâli tarafından kabul edildi.
Tanzimat Fermanı
Londra ve Paris’te, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ıslahat
hazırlıkları konusunda görüşmelerde bulunan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa,
bir ıslahat programının gerekliliğine Sultan Abdülmecit’i inandırdı.
Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayünu), Mustafa Reşit
Paşa tarafından İstanbul Gülhane Parkı’nda başta padişah olmak üzere, sadrazam,
bütün ileri gelen devlet adamları, yabancı elçiler ve kalabalık bir halk
topluluğu önünde okundu (3 Kasım 1839).
Tanzimat Fermanı ile ülkede şu yeniliklerin yapılacağı bildiriliyordu: 1) Osmanlı ülkesinde ırk, din ve mezhep ayrımı olmaksızın bütün vatandaşların can ve mal güvenliği sağacak.
2) Herkes mülkiyet hakkına sahip olacak, bu hak, kişi
yararına devlet tarafından korunacak.
3) Herkesten kazancına göre vergi alınacak.
4) Devlet giderleri belirli bir bütçe ile sınırlandırılacak.
5) Askerlik
işleri belli bir düzene konulacak
6) Mahkemeler,
herkese açık olacak ve hiç kimse yargılanmadan cezalandırılmayacak.
7) Devlet
memurlarına maaş bağlanacak.
8) Rüşvet ve
kayırma cezalandırılacak.
Tanzimat Fermanı’nın ilânından sonra padişah, bu fermana ve
ona bağlı olarak yapılacak kanunlara saygılı olacağına yemin etti. Böylece
Osmanlı devlet yönetiminde ilk defa olarak, her kuvvetin üstünde, bir kanun
kuvvetinin varlığı kabul edilmiş oldu. Tanzimat Fermanı’nın ilânındaki amaç,
Osmanlı İmparatorluğu sınırlan içinde yaşayan tüm insanları, hak ve ödevler
bakımından eşit hâle getirip kaynaştırmak ve bunun sonucunda bir Osmanlı milleti
meydana getirmekti.
Tanzimat
Neydi? Mahmud'un ölümüyle (1839) Abdülhamid'in tahta çıkışı (1876) arasında başa gelen padişahların hiçbiri reform politikası üzerinde bir hakimiyet kuramadı. Boşluk, Selim ve Mahmud'un yeni seçkinlerince kapatıldı. Savunma diplomasiye dayandığından, en çok nüfuz sahibi olanlar askeriden ziyade sivil seçkinlerdi. İktidarın merkezi saraydan Bab-ı Ali' deki sivil bürokratik karargâha kaydı. Tanzimat döneminde, hariciye nazırının veziri azam olarak göreve devam etmesi alışılmış bir uygulama haline geldi. Döneme, her iki makamı da işgal eden Mustafa Reşid (1800-58), Keçecizade Fuat (1815-69) ve Mehmed Emin Ali (1815-71) paşalar damgasını vurdu. Onların mesai arkadaşları ise kah nazır, kah vali olarak o nezaretten bu nezarete dönüp duran bir seçkinler grubu oluşturdular. Tanzimat politikası, reformun süreklileşmesini ve
yoğunlaşmasını temsil eder. Gerek tanzimat, gerekse nizam kelimeleri Türkçeye
Arapçadan girmiş ve her ikisi de "düzenleme"yi ifade eden aynı
Arapça kökten türemiştir. Bu kökün ettirgen ya da pekiştirmeli biçimi olan
Tanzimat, düzenleme veya reformun genişletilmesine ya da yoğunlaştırılmasına
işaret eder. Ve Tanzimat döneminde olan da tam olarak budur. Bu dönemdeki
Osmanlı politikaları, doğum halindeki küresel modernliğin Janus benzeri
yüzlerinin her ikisine birden; hem korkutucu veçheye (Balkanlar'daki
ayrılıkçı milliyetçilik, Asya ve Afrika'daki emperyalizm) hem de çekici
veçheye (Avrupa'nın ilerlemesini örnek alarak Osmanlı'nın geri kalmışlığından
kurtulma umudu) cevap veriyordu. Tanzimat, bir yandan yaklaşan çöküş
tehlikesini haber veren bir buhranlar dönemi, bir yandan da yenilenişe
delalet eden bir reformlarda hızlanma dönemiydi. |
Reşit
Paşa, Osmanlılığı yeni bir ruhla canlandırmak azmindeydi. Yeni Osmanlılık
eskisinden yalnız bir derece farkı ile ayrılmıyordu. Batı milli devletlerinde
eşitlik prensibi toplumsal sınıfların, vatandaşların eşitliği yönünde
gelişirken Osmanlı İmparatorluğu'nda bu prensip tabi kavimlerin,
gayrimüslimlerin eşitliği şeklinde kendini göstermekteydi ve hiç şüphesiz
yine kaynağını Batı'dan almaktaydı. Böylece Tanzimatçılar devleti
laikleştirme, dini devletten ayırma hareketinde ilk adımı atmış
bulunuyorlardı. Onlar evvelce yalnız Şeriatın idare ve kontrolü altında olan
birçok kamu hizmetlerini gittikçe laik Batı kanun ve nizamlarına tabi
tutmuşlar, ulemanın faaliyet alanını gittikçe daraltmışlar, gayrimüslim
cemaatler için olduğu gibi dini hukuku, miras, evlenme gibi şahsi hukuk
sahasına indirgemeye çalışmışlardır (hatta Cevdet Paşa'ya göre Ali Paşa
Napoleon'un Code Civile'ni de almak istiyordu). Şüphesiz, Engelhardt'ın
belirttiği gibi, devlet kurumlarının laikleştirilmesi Tanzimat'ın en önemli
bir cephesidir. Tanzimatçılar mülki idarede, mahkemelerde, ticaret hukukunda Batı kanunlarını alıp uygulamakta tereddüt göstermediler. Bunun içindir ki, ulema ile Tanzimatçılar arasında çatışma kendini göstermekte gecikmedi. Ulema onları dinsizlikle suçluyordu. Namık Kemal, Ziya Paşa, Suavi Efendi gibi vatancı-milliyetçi gelenekçiler ise, Tanzimatçıları Frenkleşerek toplumsal benliği kaybetmek, gayrimüslim tebaa lehine Türk-Müslüman hakimiyetini kundaklamakla suçlamışlar, Tanzimat'ı büyük devletlerin baskısı ile memlekete soktuklarını ileri sürmüşlerdir. Pratik bir devlet adamı olan Reşit Paşa'nın, Batı'ya ait prensiplerin imparatorluk için nasıl felaketli sonuçlar getireceğini takdir edemediği iddia edilemez. Tanzimatçılar, kanun önünde eşitlik ve devlet kurumlarını laikleştirme hareketini, iç ve dış baskılar neticesinde siyasi bir zorunluk olarak duymuş ve uygulamışlardır. 1848 İhtilali'nden sonraki karışık devrede hükümetin başında bulunan Reşit Paşa'nın tutumu ve davranışı, onun gerçekçi siyasetini daha iyi ortaya koymaktadır. Özetle, Gülhane Hattı, gelenekçi kalıplar altında Şeriata ve gelenekçi devlet anlayışına saygı göstermekle beraber, kanun ve devlet anlayışıyla yönetim prensiplerinde modern kavramlar getirmekte, belirli pratik gayelerle yönetimi yeni baştan düzenleme amacını gütmekteydi. Sonraları bu prensipler, tamamıyla gelişerek modern Türk tarihinin ana gelişme istikametleri halini almıştır. Türkiye'de anayasa rejimi, laikleşme akımları gibi devrimci akımlar kaynak bakımından hiç şüphesiz Gülhane Hattı'na bağlanabilir. Reşit Paşa'nın Hatt'ın ilanından sonra aldığı tedbirler onun samimiyetini ve bu yorum tarzının doğruluğunu apaçık ortaya koymuştur. Devleti
Aliye IV , Halil İnalcık, İş Bankası Yayınları |
Mısır sorunun çözümlenmesi
Osmanlı İmparatorluğu'nun bekası, 19. yüzyılın başka hiçbir anında, dönemin başlangıcında ve bitişinde olduğu kadar tehdit altında bulunmuyordu. II. Mahmud 1839'da öldüğünde, Mehmed Ali'yle savaş halindeydi. Mısır'ın yanı sıra Girit ve Suriye'yi de denetimi altında tutan Mehmed Ali kısa bir süre önce Osmanlı ordusunu Anadolu içlerinde yenilgiye uğratmıştı; Osmanlı donanması da Mısır saflarına geçmişti. Avrupalı güçler Osmanlı'nın aniden çökmesi
ihtimalini o denli istikrarsızlaştırıcı buluyorlardı ki, duruma İstanbul
lehine müdahale ettiler. Geri çekilmeye zorlanan ve diğer toprakları da
elinden alınan Mehmed Ali kalıtsal Mısır valiliğiyle yetinmek zorunda
bırakıldı. Kağıt üzerinde 1914'e kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Mısır,
Mehmed Ali'nin varisleri yönetiminde bir yandan giderek İstanbul' dan özerk
hale geldi, bir yandan da iktisaden gerileyerek Avrupa'ya daha bağımlı oldu.
Avrupa'nın buraya yönelik yatırımlarının ve stratejik ilgisinin artmasına
neden olan pamuk ihracatı ve Süveyş Kanalı (1869), İngilizlerin 1882'de
Mısır'ı istilasının da yolunu açtı Carter V.Findley, Cambridge Türkiye Tarihi , Cilt 4 |
Tanzimat Fermanı’nın uyandırdığı olumlu hava, Mısır
sorununun çözümünü kolaylaştırdı. İngilizler, Mısır sorununu bir Avrupa sorunu
hâline getirdiler. İngiltere’nin girişimi sonucu Londra'da bir toplantı
yapıldı. Toplantıya İngiltere, Prusya, Avusturya ve Rusya katıldı. Görüşmeler
sonunda, Mısır sorununun çözümüne ilişkin Londra Antlaşması imzalandı (15
Temmuz 1840).
Antlaşmaya göre:
1) Mısır valiliği, babadan oğula geçmek üzere Mehmet Ali
Paşa’ya verilecek.
2) Mehmet Ali Paşa, ele geçirdiği Osmanlı topraklarını ve
donanmayı geri verecek.
Fransa’ya güvenen Mehmet Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı
tanımadı. Bunun üzerine harekete geçen Osmanlı ve İngiliz donanmaları, Suriye
ve Mısır kıyılarını abluka altına aldılar. Osmanlı kuvvetleri, Mısır
kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı
tanımak zorunda kaldı. Böylece Mısır sorunu, kısa bir süre için de olsa,
çözümlenmiş oldu.
Boğazlar sorunu
Londra Antlaşmasının imzalanmasından bir yıl sonra, Rusya
ile yapılan Hünkâr İskelesi Antlaşması sona erdi. Bunun üzerine. Fransa’nın
önerisiyle, Avrupa devletleri, yeniden Londra’da toplandılar. Toplantıya
Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya katıldılar.
Toplantıda, Boğazlar sorunu görüşüldü ve Londra Boğazlar Antlaşması imzalandı (13
Temmuz 1841). Buna göre:
1) Boğazlar, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altında kalacak.
2) Boğazlar,
bütün savaş gemilerine kapalı olacak.
Londra Boğazlar Antlaşması’yla Boğazlar sorunu da belli bir
dönem için çözümlenmiş oldu.
Uluslararası antlaşmalar sonucu, Mehmet Ali Paşa, Suriye ve Adana’yı kaybetti: fakat, Mısır'ın yönetimini, çocuklarına ve torunlarına kazandırdı. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun, bir valisinin ayaklanmasını bastıramayacak kadar güçsüz olduğu sonucunu onaya çıkardı. Rusya, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki himaye hakkını kaybetmekle beraber, Karadeniz’deki güvenliğini sağladı. İngiltere, Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da güçlü bir devlet kurmasını önleyerek, Hindistan deniz yolunu korumuş oldu. Mısır sorununda Mehmet Ali Paşa’yı destekleyen Fransa, kendi çıkarlarına uygun bir sonuç elde edemedi.
Tanzimat Fermanı'nın hayata geçirilmesi
Gerçekleştirilen yeniliklerin başlıcaları şunlardır: Merkezî yönetimi güçlendirmek amacıyla, valilerin yetkileri azaltıldı. Vilâyet ve kazalarda kurulan meclislerde halkın yönetime katılması sağlandı. Her eyaletten, yörelerinin- gereksinmelerini bildirmek üzere ikişer temsilci İstanbul’a çağrıldı. İstanbul’dan her bölgeye gönderilen imar meclisleri çalışmaya başladı. Maliye, Fransa’daki teşkilâtlanma temel alınarak düzenlendi. Malî yetkiler, idare amirlerinden alınarak defterdarlara verildi. Vergilerin belirlenmesi vilayet meclislerine, toplanması da “muhassıl" adı verilen vergi memurlarına bırakıldı. İltizam yöntemi kaldırıldı. Aşar vergisi her yıl eşit olarak alınmaya başlandı. Hristiyanlardan alınan vergilerin toplanmasında patrikhanelerin aracılığı kabul edildi. Ticaret meclisleri kuruldu. 1840’ta “kaimei mutebere" adıyla ilk kâğıt para çıkarıldı. Karşılığının olmaması, kısa zamanda sahtelerinin basılması nedeniyle halkın itibar etmediği bu para, piyasadan geri çekildi. Muhassıl uygulamasıyla umut ettiği vergiyi toplayamayan devlet, bir süre sonra yeniden iltizam sistemini uygulamaya başladı.
Hukuk alanında gerçekleştirilen yeniliklerle, batının hukuk sistemi benimsenmeye başlandı. Daha çok Fransız kanunlarından yararlanıldı. 1840 yılından itibaren lâik kanunlar çıkarılmaya başlandı. 1846’da Karma Ticaret Mahkemesi, 1847'de Karma Hukuk ve Ceza Mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemelerde, Avrupa yargı yöntemleri uygulandı. Siyah esareti yasaklandı. Meslek değiştirmeyi yasaklayan 1834 tarihli kanun uygulamadan kaldırıldı. Bunlara paralel olarak, 1840'taki yeni bir Ceza Kanunnamesi ile Ticaret Kanunnamesi hazırlandı. Bunların hazırlanmasında Fransız hukuk sisteminden yararlanıldı.
1843’te askerlik yasası çıkarılarak, kura yöntemi benimsendi. Askerlik süresi 4-5 yıl olarak sınırlandı. 1845’te Maarif Meclisi kuruldu. 1847‘de “Mekâtibi Umumiye Nezareti" (Umum Mektepler Nazırlığı) kuruldu. Daha çok ortaokul düzeyindeki rüştiyelerin (ortaokul) açılmasına önem verildi. Her 500 haneli bir yere rüştiye açılması ilke olarak kabul edildi. 1846'da Darül-muallimin (Erkek Öğretmen Okulu) açıldı. Tanzimat eğitiminin en önemli özelliği, lâik ağırlıklı oluşudur. Yine 1846’da Darülfünun (Üniversite) binasının temeli atıldı. 1850’de Darülmaarif adı verilen lise açıldı. 1851’de ilk bilim akademisi sayılan Encümen-i Daniş açıldı. Devletin bütün kurumlarında başlatılan yenileşme hareketleri, karşılaşılan tepkiler nedeniyle istenilen sonucu vermedi. Bu yüzden Sultan Abdülmecit, zaman zaman tutucu kesimden olan kişilere de görevler vermek zorunda kaldı.
Sultan Abdülmecid'in yurt gezileri
Sultan Abdülmecit, aracısız bir şekilde halkın sorunlarını
dinleyen ilk Osmanlı padişahıdır. Tanzimat'ın ülke genelinde uygulanmasında
karşılaşılan zorlukları yerinde görmek ve incelemek amacıyla yurt gezilerine
çıktı. 1844'te İzmit, Mudanya, Bursa. Gelibolu, Çanakkale, Limni, Midilli ve
Sakız’ı ziyaret etti.
1846’da gerçekleştirdiği Rumeli gezisinde Silistire'ye kadar
gitti.
Lübnan sorununun ortaya çıkması
İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’da çıkar çatışmaları ve kışkırtmaları sonucunda, Lübnan'da Dürzîler ile Maruniler arasında olaylar çıktı. Babıâli'nin 1842 ve 1845'te yaptığı düzenlemelerle Lübnan, biri Dürzi, diğeri Maruni, iki kaymakamın yönetiminde iki kazaya ayrıldı. Bu sistem, 1860 yılına kadar Lübnan’da bir barış durumu sağladı. Fransa'nın ve Katolik Kilisesi'nin Hristiyanları desteklemesi ve onlara sağladığı olanaklar yüzünden 1860'ta Dürziler ile Hristiyanlar arasında çatışmalar çıktı. Çatışmalarda çok sayıda Hristiyan öldürüldü. Yabancı devletlerin müdahalesini önlemek isteyen Babıâli, Hariciye Nazırı Fuat Paşa’yı olağanüstü görevle Lübnan’a gönderdi. Fuat Paşa, aldığı sert önlemlerle olayları yatıştırdı. Buna rağmen Fransa, 6 bin kişilik bir kuvveti Lübnan’a çıkardı. Sonuçta. Osmanlı İmparatorluğu, Fransa, İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında imzalanan 9 Haziran 1861 tarihli Beyoğlu Protokolü ile Lübnan: imtiyazlı, bağımsız bir sancak durumuna getirildi. Bu protokole göre Lübnan sancağı. Babıâli tarafından atanan bir Hristiyan mutasarrıf tarafından yönetilecek ve Lübnan’da çeşitli cemaatlerin temsil edildiği on kişilik bir meclis bulunacak: asayişi kendi jandarması sağlayacaktı. Özel bir vergi sisteminin uygulanacağı sancak, Beyrut, Sayda ve Trablusşam'ı kapsıyordu.
Macar ve Leh yurtseverlerinin Osmanlı topraklarına sığınması
1848 İhtilâli sonrası Fransa'da krallığın devrilmesi ve cumhuriyetin
ilânı, işçi haklarına ilişkin yeni düşünceler, kısa zamanda tüm Avrupa'ya
yayıldı. 1848 Ihtilâli'nin etkisiyle Macarlar, Avusturya’ya; Lehler, Rusya'ya
karşı ayaklandılar. Macar ve Leh yurtseverlerinin işbirliği sonucunda,
Macaristan'da ortak bir Macar-Leh ordusu kuruldu. Avusturya İmparatoru Franz
Joseph, başarıyla savaşan bu orduya karşı Çar I. Nikola’dan yardım istedi. Avusturya’ya
giren Rus ordusu karşısında tutunamayan Macar ve Leh yurtseverleri, Osmanlı
topraklarına sığındılar. Osmanlı İmparatorluğu'nun mültecileri kabul etmesi.
Avusturya ve Rusya'nın baskılarına rağmen mültecileri geri
vermemesi. Batı ülkelerinde Osmanlı İmparatorluğu hakkında olumlu etkiler
uyandırdı.
Kırım Savaşı
Bu arada Rusya, Tanzimat Fermanı’nın ilânı ile başlatılan
yenileşme çabalarını yakından izliyordu. Bilhassa. Osmanlı ordusunun
modernleştirilmesi çalışmaları Çar I. Nikola'nın hemen harekete geçmesine neden
oldu. I. Nikola, Osmanlı İmparatorluğumu "Hasta Adam" olarak görüyor,
bu hasta adamın bir an önce ölmesini bekliyordu. I. Nikola, geleneksel Rus
politikasına uyarak, İstanbul’a ve Boğazlara yerleşmek. Balkanlarda Rusya'dan yana
devletler kurmak amacındaydı. Ancak, bu sırada
Avrupa'nın siyasi durumu, çarın bu düşüncelerini
gerçekleştirmesine uygun değildi. Çar I. Nikola, İngiltere ile anlaşırsa, Osmanlı
İmparatorluğu üzerindeki düşüncelerini gerçekleştirebileceğine inanıyordu. Bu
amaçla çar, İngiliz elçisine. “Kollarımız arasında bir hasta adam var. Çok hasta.
Size açıkça söylemeliyim ki. gereken hazırlığı yapmadan önce onu günün birinde
kaybetmemiz büyük bir felâket olacaktır" dedi ve Osmanlı İmparatorluğu ile
ilgili düşüncelerini şöyle açıkladı: "İstanbul’un Ruslar tarafından devamlı
işgalini isteyecek değilim. Ama bu şehrin Fransızlar, İngilizler ya da başkaları
tarafından işgal edilmesine de razı olamam. Eflâk ve Boğdan himayem altında
bulunuyor. Bu durum sürebilir. Mısır’ın İngiltere için önemini kabul
ediyorum" dedi ve Osmanlı İmparatorluğunu İngiltere ile paylaşmak
düşüncesini ileri sürdü. Çarın bu sözlerine İngiliz elçisi, “Niçin hastayı
tedavi etmeyi düşünmüyoruz ki?" karşılığını verdi. İngiltere’nin o günkü
siyaseti, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunmasıydı. Çünkü,
sömürgelerine giden yollar Osmanlı topraklarından geçiyordu. Bu yolların
güvenliği açısından Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü korunmalıydı. Bu
nedenle İngiltere, Rusya'nın önerisini kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, tek
başına hareket etmeye karar verdi.
Car I. Nikola. Osmanlı İmparatorluğuna müdahale için, kutsal yerler konusunu ortaya attı. Kudüs ve Filistin’in bazı yerleri Hristiyanlarca kutsal sayılırdı. Kutsal yerler, 1535'te, Fransa ile imzalanan Kapitülasyon Antlaşması ile Fransız Katolik papazların yönetimine bırakılmıştı. IV. Murat döneminde, Rum Ortodoks Kilisesi, bu hakları Katoliklerin elinden almıştı (1654). Bu tarihten sonra iki mezhep, 1853 yılına kadar bu konuda birbirleriyle çatıştılar. Aynı yıl Katolikler, kutsal yerlerle ilgili yeni haklar elde ettiler. Bunun üzerine Çar I. Nikola, Küçük Kaynarca Antlaşmasının Rusya’ya sağladığı haklara dayanarak, kutsal yerler sorununun hemen çözümlenmesini istedi. Bu amaçla Prens Mençikofu İstanbul’a gönderdi. Mençikof, Osmanlı Imparatorluğu’ndan Ortodoks Kilisesi’nin imtiyazları hakkında değişmeyecek güvenceler istedi. Osmanlı Hükümeti, Rusların bu isteğini İngiltere ve Fransa’ya bildirdi. Rusya’nın Osmanlı imparatorluğu üzerinde nüfuz kazanmasını istemeyen İngiltere ve Fransa’nın tavsiyesi üzerine Rus istekleri geri çevrildi.
Rusya, Bâbıâli’ye bir nota vererek, isteklerinin kabul edilmesini, aksi hâlde Eflâk ve Boğdan'ı işgal edeceğini bildirdi. Bu sırada İngiliz ve Fransız donanmaları da Çanakkale açıklarına geldi. Rus ordusu 3 Temmuz 1853’te Eflâk ve Boğdan'a girdi. BabIâli'de 26 Eylül'de toplanan olağanüstü mecliste savaş kararı alındı ve 4 Ekim 1853'te Rusya'ya savaş ilân edildi. Ömer Paşa komutasında Tuna’yı geçen Osmanlı ordusu, Kalafat'ı işgal edip, Rusları Oltaçina’da yenilgiye uğrattı. Babıâli'nin isteği üzerine Çanakkale'deki İngiliz ve Fransız donanmaları, İstanbul'a geldi. Doğu cephesinde ise Ahıska’ya kadar ilerleyen Abdülkerim Nadir Paşa, Ruslara yenildi ve geri çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada Ruslar. Batum'a erzak ve cephane götürmekte olan Patrona Osman Paşa komutasındaki 12 parçalık Osmanlı filosunu Sinop’ta yaktılar (30 Kasım 1853).
Sinop baskını, İngiltere ve Fransa’nın harekete geçmesine neden oldu. Osmanlı İmparatorluğu ile bir ittifak antlaşması ettiler. 22 Nisan 1854'te müttefik donanması, Odesa’yı bombaladı. Müttefikler, Türklere yardım için Varna’ya asker çıkardılar. Bu arada Avusturya da. Eflâk ve Boğdan'ı boşaltması için Rusya'yı zorlamaya başladı. Avusturya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Boyacıköy Antlaşması imzalandı (14 Haziran 1854). Antlaşmaya göre; Avusturya, Eflâk ve Boğdan'daki Rus işgalinin kalkmasına yardım edecek, barış antlaşması imzalanıncaya kadar burayı koruyacak ve sonra boşaltacaktı. Ömer Paşa’nın emrindeki kuvvetler. Silistre ve Yerköyü'nde Rusları yenilgiye uğrattı ve Bükreş'e girdi.
Müttefikler, Rusya’yı barışa zorlamak için, Kırım’a asker çıkardılar. Kırım’a çıkan müttefikler, Sivastopol'ü kuşattılar. 1854 yılı sonunda İtalya birliğini kurmaya çalışan Piyemonte (Sardunya) Krallığı da müttefiklerin yanında savaşa girdi. Sivastopol kuşatması 1854-1855 kış mevsimi boyunca devam etti. 1855 baharında yeniden askerî harekâta başlayan müttefikler. Yeşiltümsek ve Aktabya’yı ele geçirdiler. Rusların gönderdiği takviye kuvvetler, Traktir'de yenilgiye uğratıldı. 9 Eylül 1855 günü müttefikler, Sivastopol’a girdiler. Bu sırada Çar 1. Nikola ölmüş, yerine II. Aleksandr geçmişti. Yeni çar, barış istedi. İngilizler, Sivastopol’a girdikten sonra, buradaki liman ve tersaneleri yaktılar.
Paris Antlaşması
Kırım Savaşı sonrası barış konferansı Paris’te toplandı. Konferansa
Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya ve Piyemonte
katıldı. Konferans sonunda Paris Antlaşması imzalandı (30 Mart 1856).
Antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:
1) Osmanlı
İmparatorluğu, Avrupa devletler hukukundan yararlanacak ve toprak bütünlüğü.
Avrupa devletlerinin garantisi altında olacak
2) Karadeniz,
tarafsız hâle getirilecek, sadece ticaret gemilerine açık tutulacak.
3) Osmanlı
İmparatorluğu ve Rusya, Karadeniz'de savaş gemisi bulundurmayacak ve tersane
kuramayacaklar.
4) İki taraf, savaşta ele geçirdikleri yerleri geri verecek.
Savaşın ardından toplanacak olan Paris Kongresi'nden önce, Sadrazam Âli Paşa, Hariciye Nazın Fuad Paşa ve Şeyhülislâm Ârif Bey ile İngiltere, Fransa ve Avusturya sefirlerinin de yer aldığı bir komisyon kuruldu ve Avrupa devletlerinin gayrimüslimlere yeni haklar verilmesi yönündeki taleplerini değerlendirdi. Komisyonda sert tartışmalar yaşandı. İngiltere Elçisi Stratford Canning, ıslahat programının Paris Kongresi'nde zikredilmesini ve devletlerin taahhüdü altına alınmasını istedi; ancak, Osmanlı delegelerinin itirazı üzerine programın padişahın tebaasına bir ihsanı olarak açıklanması esası kabul edildi. Neticede, Islahat Fermanı, 18 Şubat 1856’da, kongreden
bir hafta önce yabancı devletlerin temsilcileri, patrikler ve devlet ileri
gelenlerinin katıldığı bir törenle Bâbıâli’de kamuoyuna duyuruldu ve böylece
gayrimüslimlere bazı yeni haklar tanınarak yabancı güçlerin devletin iç
işlerine müdahalesi önlenmek istendi. Osmanlı
Devletinde Reform, A.Ü.A.Ö.F. |
1856 yılında yayımlanan Islahat
Fermanı
1) Halkın
can, mal ırz ve namus dokunulnulmazlığı, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin
devletçc korunacak.
2) Din ve
mezhep değiştirmede zorlama olmayacak
3) Devlet,
kişilerin ve toplulukların tasarruf hukuklarına saygı gösterecek.
4) Hristiyanları küçük düşürücü deyim ve ifadeler kullanılmayacak.
5) Cizye
kaldırılacak; vergiler, din ve mezhep farkı gözetilmeksizin herkesten alınacak.
6) Hristiyanlar
asker olabilecek; askere gitmeyenler belli bir ücret ödeyecekler.
7) Hristiyanlar,
devlet memuru olabilecek.
8) Suçlu
mülklerine devletçe elkonulması yöntemi kaldırılacak.
9) Ticaret,
ceza ve cinayet davaları için karma mahkemeler kurulacak.
10) Rüşvetle iş
görmek kesinlikle yasaklanacak.
11) Batı kültürüne önem verilecek; bilim, öğretmen ve sermaye olarak Avrupa'dan
yararlanılmaya bakılacaktır.
Tanzimat Fermanı'nda olduğu gibi, Islahat Fermanı’nda da
temel düşünce, tüm yurttaşları din ve ırk ayrımı gözetmeksizin kaynaştırmak ve
devletin geleceğiyle ilgili bir Osmanlı toplumu meydana getirmekti. Bu amaca ulaşmak
için Müslümanlarla Hristiyanları ayıran özellikleri kaldırmayı ön plânda tutan
Islahat Fermanı, din, vergi. askerlik, devlet memuru olabilme gibi konulan
çözülemeye yöneldi.
Doğu Sorunu ve İngilizler Osmanlı
Devleti’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu
üzerinde bulunmasına rağmen, İngiltere 19. yy başlarına kadar bu devletin durumuyla fazla ilgili değildi.
Çünkü Osmanlılar, güçlü oldukları sürece, İngiltere adına, Hint yolunun
bekçiliğini zaten yapıyorlar ve onun
Avrupalı karşıtlarını buraya yaklaştırmıyorlardı. Ancak, Fransız Devrim
Savaşları sırasında, 1798’de Napolyon Bonaparte İngiltere’yi en can alıcı
yerinden vurmak için Mısır’a çıkınca, İngiliz yöneticiler Osmanlı Devleti’nin
artık yeterince güçlü olmadığını, Hint yolunun güvenliğini kendi başına sağlayamayacağını anladılar ve bundan sonra, Rusya’nın Boğazlar ve İstanbul’a,
Fransa’nın da Ortadoğu’ya yerleşmelerini önlemek amacıyla, Osmanlı İmparatorluğumun
toprak bütünlüğünü koruma politikasını
izlemeye başladılar. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nu dağılmaktan korumak için çeşitli yollar denedi. ✅Birincisi, yabancı bir devlet Osmanlı topraklarını ele geçirmek istediği zaman, Osmanlı İmparatorluğunun yanında yer aldı, onu destekledi. Bu destek, ya Mehmed Ali Paşa isyanında olduğu gibi diplomatik ya da Kırım Savaşı’nda görüldüğü gibi, hem diplomatik, hem de askerî oldu. ✅İkincisi, Rusya’nın ve Fransa'nın Ortodoks ve Katoliklerin durumunu bahane ederek Osmanlı iç işlerine karışmalarını önlemek amacıyla, Bâbıâli’yi liberal yönde girişimlere zorladı. Bunun sonucunda, Osmanlı yöneticileri 1839 Tanzimat Fermanı ile 1856 Islahat Fermanı’nı ilân ettiler. ✅Üçüncüsü, İngiltere, Osmanlı askerî gücünü artırmak amacıyla, ordunun yeniden ve çağdaş gereklere uygun bir biçimde düzenlenmesini istedi. Fakat İngiltere bu konuda fazla başarılı olmayacak, Osmanlı ordusunun yeniden düzenlenmesi görevi lngilizlere değil, 1835’te İstanbul’a gelen Prusyalı Moltke’ye verilecektir Halul
Ulman , Tanzimat’dan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi |
Çeşitli alanlarda yenilikler
Kırım Savaşı sonrasında Sultan Abdülmecit, yenilik hareketlerini devam ettirdi. 1856‘da askerlik teşkilâtı, yedi ordu esası üzerine kuruldu. Hristiyanlar askere alınmaya başlandı. 1857’de Maarif-i Umumiye Nezareti kuruldu. Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. Mülkiye ve Telgraf mektebi gibi meslek okulları açıldı. Yeni Arazi Kanunnamesi yayımlandı. Devletin gelir ve giderleri bir bütçeye bağlandı. Tersane yeniden düzenlendi.
İlk dış borçlanma
Kırım Savaşı başladığında devletin malî durumu son derece
kötüydü. Savaşın getirdiği ağır masrafları karşılamada zorlanan devlet, ilk kez
dış borç alma zorunda kaldı (24 Ağustos 1854). Londra'da imzalanan antlaşma ile
Ingiltere ve Fransa'dan beş milyon İngiliz altını alındı. Alınan borca Mısır'ın
yıllık vergisi, İzmir ve Suriye gümrüklerinin geliri karşılık gösterildi. Daha
sonra 1855, 1858 ve 1860'ta yeni dış borçlar alındı. Bu arada Beyoğlu sarraflarından
alınan borçlar da 80 milyon altın lirayı aştı. Bunlar için rehin verilen
mücevherlerle borç senetlerinin bir bölümü yabancı tüccar ve bankerlerin eline
geçti. Aşırı borçlanmayı sert bir şekilde eleştirmesi nedeniyle Sadrazam Ali
Paşa görevden alındı (18 Ekim 1859).
Dış Baskılar
Ekim 1859’da İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya, Bâbıâli’ye
bir nota vererek. Islahat Fermanı'nda belirtilen yeni düzenlemelerin bir an
önce gerçekleştirilmesini istediler. Bunun gerçekleşmesi için ayrı ayrı müdahalede
bulunacaklarını da ifade ettiler. Bu konuda Rusya ilk adımı atarak,
Bosna-Hersek ve Bulgaristan'daki Hristiyanların durumunu uluslararası bir
kurulun incelemesini istedi. Bu sorun çözülmeden Lübnan olayları yeniden
alevlendi (1860). Ardından Şam olayları çıktı. Bu karışıklıklar sırasında
Hollanda ve Amerikan konsolosları öldürüldü.
Cidde olayları
1858'de Cidde'de, bazı kışkırtmalar sonucu, büyük bir
topluluğun Hristiyanlar üzerine yürümesi ile olaylar başladı. Dinî bir şekil
alan kavgayı, güvenlik güçleri önleyemedi. Bu arada İngiliz ve Fransız konsolosları
öldürüldü. Cidde önlerine gelen İngiliz ve Fransız savaş gemileri, intikam
amacıyla şehri bombaladılar. Olaylarda elebaşı olarak gördükleri kişileri
yakalayıp idam ettiler. Bu durum açıkça, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik
hakkının çiğnenmesiydi. Aynı ülkeler Paris Antlaşması’nda, Osmanlı
İmparatorluğunun Avrupa hukukundan yararlanmasını öngörmüş ve toprak bütünlüğünün
korunmasını garanti etmişlerdi. Ancak bu devletler, Cidde olaylarında
gösterdikleri tavırla, kendileri bu kararı çiğnemiş oldular.
Eflak ve Boğdan olayları
Eflâk ve Boğdan’da XIX. yüzyılın başlarından itibaren milliyetçilik
fikirleri gelişmeye başladı. Kırım Savaşından sonra Eflâk ve Boğdan’da. Osmanlı
İmparatorluğundan ayrılma istekleri güçlendi. 1857’de toplanan Eflâk ve Boğdan
meclisleri, iki beyliğin, "Romanya" adıyla birleştirilmesine karar
verdiler. Osmanlı İmparatorluğu, bu duruma itiraz ederek, meclislerin
dağıtıldığını ilân etti. Fransa, Eflâk ve Bogdan'ın birleşmesini destekliyordu.
Fransa’nın baskısı sonucu. 1858'de Paris’te bir konferans toplandı. İngiltere
ve Avusturya, konferansta Osmanlı imparatorluğu’nun yanında yer aldılar.
Konferansta şu kararlar alındı:
1) Eflâk ve
Boğdan, Osmanlı egemenliğinde kalmak şartıyla, ‘‘Eflâk ve Boğdan Birleşik
Prensliği" unvanını alacak.
2) Her iki
beyliğin ayrı beyleri ve meclisleri olacak.
3) Beyler,
kendi meclisleri tarafından seçilecek ve bu seçim padişah tarafından
onaylanacak.
4) Eflâk ve
Boğdan, Osmanlı İmparatorluğuma vergi vermeye devam edecek.
Konferansta, beyliklere iç işlerinde sağlanan haklar, gerçekte iki beyliğin birleşmesi yolunda atılan bir adım oldu. 1859’da Boğdan ve Eflâk meclisleri, Aleksandr Cuza’yı, ortak prens (voyvoda) olarak seçtiler. Böylece, Cuza'nın şahsında Eflâk ve Boğdan birleşmiş oldu. Osmanlı İmparatorluğu, büyük devletlerin baskısı sonucu, bu durumu kabul etmek zorunda kaldı.
1853-1856 Kırım Savaşı'ndan
sonra devletin ekonomik durumunun kötüleşmesine rağmen toplumun elit tabakasında görülen alafranga (Batı tarzı) öykünmelerle
lüks ve israf, Tanzimat reformlarının toplumun bazı kesimlerinde yarattığı rahatsızlığı daha da tırmandırdı. Savaştan sonra Avrupalı devletlerin ısrarı ve baskısıyla
ilân edilen Islahat Fermanı’yla cizyenin kaldırılması, gayrimüslimlerin devlet
memuru olabilmeleri, vilâyet meclislerine üyelik ve bedelli askerlik gibi yeni haklar verilmesi, Müslümanlar arasında ciddi bir tepki doğurdu. Bu hakların, zamanla ve
özellikle dış müdahalelerle gayrimüslimleri toplumun siyasi ve iktisadi anlamda
ayrıcalıklı bir kesimi haline getirmesi, asırların şekillendirdiği “hâkim
millet" olma ayrıcalığını kaybettiğini düşünen ve bunu devletin acziyle hükümetin ihanetine
bağlayan Müslümanların sayısını gün geçtikçe arttırdı.
Bütün
bunlara, hak ettikleri makamların kendilerinden esirgendiğini düşünen sivil ve asker memurlarla muhafazakâr muhalefet de eklenince 1859’da gizli bir
cemiyet kuruldu. Gerekirse silâhlı bir darbeyle Sultan Abdülmecid’in saltanatına
son vermeyi amaçlayan bu örgütün üyeleri arasında askeri kanattan Hüseyin Daim Paşa, Cafer dem Paşa, Binbaşı Rasim Efendi, Arif Bey ve yirmi beş kadar farklı
rütbede asker ve memur; din adamlarından Tophane Müftüsü Bekir Efendi, Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi, Fatih Medresesi hocalarından Nasuhi Efendi, Hezargradlı Şeyh Feyzullah Efendi gibi isimler vardı. Cemiyetin lideri Beyazıt Medresesi
Müderrisi Şeyh Ahmed Efendi ve başkan vekili de Hüseyin Daim Paşa idi. Cemiyetin en aktif üyesi, cemiyet adına propaganda yapma ve taraftar toplama işlerini de
üstlenen Tophane-i Amire kâtiplerinden Arif Bey’di. Hareketin başarıya
ulaşabilmesi için askeri desteğe ihtiyaç olduğu için Cafer-dem Paşa ile Rasim Bey gibi
önemli kumandanlar; halk desteğini sağlamak üzere de Hezargradlı Şeyh Feyzullah ile
Kütahyalı Şeyh İsmail gibi nüfuzlu âlimler cemiyete kazandırıldı. Gerektiğinde
kendisini feda edeceğine dair üyelerden yazılı taahhüt alındığı için örgüt bazı
çalışmalarda Fedailer Cemiyeti olarak da anılır.
Hazırlıklarını gizli yürüten ve kadrosunu genişletmeye çalışan cemiyet. Mirliva Hasan Paşa'ya da üyelik teklifi götürünce işin rengi değişti. Başlangıçta
cemiyete sıcak baktığı izlenimini veren Haşan Paşa, Arif Bey’den gerekli bilgileri
aldıktan sonra durumu Serasker Rıza Paşa'ya ihbar ve suçüstü yapmak için de cemiyet üyelerini toplantıya davet etti. 14 Eylül 1859’de Kılıçali Paşa Camiinde toplantı
halindeyken basılan cemiyetin üyeleri tutuklandı. Zanlılar Çengelköy’deki Kuleli
Kışlası'na (Kuleli Askerî Lisesi) konulduğu; soruşturma ve yargılama işlemleri de
burada yapıldığı için bu olay Kuleli Vakası olarak anıldı. Not: Kuleli Vakası'nın alıntılandığı kaynak: Osmanlı Devletinde Reform, Yenileşme Hareketleri, A.Ü.A.Ö.F.
Sultan Abdülmecit'in ölümü
Sultan Abdülmecit tahta çıktığında halk bu durumu sevinçle karşıladı. Ancak, içkiye, eğlenceye aşırı düşkünlüğü ve savurganlığı, halkın kendisine olan sevgisinin azalmasına neden oldu. Sultan Abdülmecit’in en büyük şansı. Mustafa Reşit, Ali ve Fuat paşalar gibi devlet adamlarının hükümette görev almasıydı. Sultan Abdülmecit 25 Haziran 1861’de Ihlamur Köşkü’nde öldü, öldüğünde 39 yaşındaydı.
Padişahlar Albümü, Boyut yayıncılık
Batılı tarihyazımının varsaydığı ilerleme çizgisi ister kabul edilsin, ister edilmesin, Batı'nın şiddet ve disiplin sisteminin benimsenmesi Osmanlı örneğinde hükmetmenin dayanağını riske atmıştır; bunda fazla kuşku yoktur. Reform masraflıydı, mali ve idari yapıların da rasyonelleştirilmesini gerektiriyordu ve sonuç olarak, Kırım savaşının sonunda artık kaçınılmaz hale geldiği gibi, imparatorluğun sürekli borçlanması demekti. Reform, özellikle 1839 ve 1856 fermanlarıyla vurgulandığı gibi, aynı zamanda yurttaşlıkta, vergilendirmede ve askere almada eşitlik demekti. Genellikle bu fermanlar Osmanlı ordusu ve maliyesinin çökmesinin gerektirdiği dış etkilere atfedilir; ancak her ikisi de, yukarıda belirtilen yeni "bürokratik burjuvazi" kuşakları tarafından gerçekten arzu edilen değişimlerdi. Hiç kuşkusuz, Tanzimat dönemi imparatorlukta yeni Avrupa tarzı mutlakıyetçiliği başlatmıştı. Ancak bundan önce Osmanlı hanedanı ve ona bağlı hanelerin, merkezle çevre arasında yeni güç dengesine göre yeniden şekillenen eski düzeni korumak için verdiği yüz yıllık bir mücadele vardı. Savaş
ve Barış, Virginia Aslan, Cambridge Türkiye Tarihi |
Galata Bankerleri Sarraflara gereksinimi olan devlet, onların faaliyetini özendirmekteydi. 1760’lardan itibaren devletin mali durumu bozulurken, devlete doğrudan borç veren sarrafların önemi artmaya başladı. Avrupa finans çevreleriyle olan ilişkileri sayesinde sarraflar, Osmanlı devleti için Avrupa piyasalarından kısa vadeli borçlar bulmaya başladılar. Ayrıca pek çok sarraf, padişahın ve önde gelen Osmanlı bürokratlarının kişisel servetlerini ve finans işlerini yönetmeye başladılar. Aynı sarraflar, Fransız Devrimi’nden sonra İstanbul’daki Fransız tüccarlarının yerlerini alarak, poliçe ticaretinin önemli bir bölümünü de ellerine geçirdiler. Böylece geleneksel para ve kredi işlerinde uzmanlaşan sarraflardan, ülkelerarası bağlantılarını kurmuş, İstanbul’da bir finans burjuvazisinin çekirdeğini oluşturacak, büyük ölçekli mali sermayedarlara dönüştüler. Bu kesim ilk bankalarını ancak 1840’larda kurabildi, ancak bu tarihten önce de Galata bankerleri olarak anılmaya başladılar. Yine bu dönemde, sarraf loncasının önde gelen Ermeni üyeleri Darphane-i Âmire’nin yöneticiliği gibi Osmanlı devleti içinde en önde gelen görevlere atanmaya başladılar. Darphane-i Âmire 18. yüzyıl[1]da para işlerinin yanısıra maliye alanında da önemli faaliyetlerde bulunmaktaydı. Ancak Darphane-i Âmire’nin yöneticiliği hem önemli hem de tehlikeli bir görevdi. Bu görevi üstlenen sarraflar, servetlerini ve siyasal güçlerini artırmakla birlikte, mali ve özellikle de parasal bunalımlardan sorumlu tutuldukları için, sık sık servetlerini kaybedebiliyor, aileleri sürgüne yollanıyor ve kimi durumlarda yaşamlarını bile yitirebiliyorlardı. 1840’lara gelindiğinde, Galata bankerleri olarak adlandırılan mali sermayedarlar artık Rum ve Ermenilerin yanısıra Yahudileri, Avrupa’dan gelerek Doğu Akdeniz bölgesinde yerleşmiş olan Levantenleri de kapsayacak biçimde genişlemişti. Baltazzi, Kamondo, Koronio, Eugenides, Mavrokordato, Mısırlıoğlu, Ralli, Zarifi ve pek çok diğer ailenin Osmanlı devleti için Avrupa’da kısa vadeli borç bulma becerileri ve kapasiteleri bir hayli genişlemişti. 1847 yılında, Th. Baltazzi ile Fransız Devrimi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşen bir Fransız banker ailesinden gelen J. Alleon, Osmanlı devletinin desteğiyle Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan ilk banka olan Dersaadet Bankası’nı (Banque de Constantinople) faaliyete geçirdiler. Galata bankerlerinin mali gücü, 19. yüzyılın ortalarında doruğuna ulaştı. Ancak bu arada devletin bütçe açıkları ve borç alma gereksinimleri daha da hızlı büyümüştü. Bu nedenle devlet, uzun vadeli gereksinimlerini karşılamak üzere doğrudan Avrupa mali piyasalarında borç aramaya karar verince, Galata bankerleri başkentte ve taşrada şubeler açan ve hatta yeni bankalar kuran Avrupa bankalarının ve bankerlerinin rekabetiyle karşı karşıya kaldılar. 1863 yılında Fransız ve İngiliz sermayesi tarafından Bank-ı Osmani-i Şahane’nin kurulmasıyla birlikte, Avrupa mali sermayesi imparatorluk içinde bir hayli güçlenmiş oldu. Rakipsiz konumlarım kaybetmekle birlikte, Galata bankerleri kamu ve özel finans alanından kolay kolay vazgeçmediler. Avrupalı mali sermaye gruplarıyla ortaklıklara girerek ve yeni bankalar açarak faaliyet göstermeye devam ettiler. Bu yeni dönemde Osmanlı devleti de Avrupa mali piyasalarında sattığı uzun vadeli tahvillerin arasında, kısa vadeli gereksinimleri için Galata bankerlerinden yararlanmaya devam etti. 1875-81 bunalımı sırasında devlet önce dış borç ödemelerini sürdüremez duruma düşüp, daha sonra da Rusya ile çetin bir savaşa tutuşunca, Osmanlı Bankası ve Avrupa piyasaları borç vermeyi reddettiler. Bunun üzerine tekrar Galata bankerlerine dönüldü. Bu güç dönemde, çoğunluğu zaten Osmanlı vatandaşı olan Galata bankerleri, Osmanlı vatanseverliği üzerine bir dizi sloganı da benimseyerek veya kullanarak, kendi gelişmelerinde en önemli rolü oynamış olan, bu kadim ve en büyük müşterilerine borç vermeyi sürdürdüler. Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Şevket Pamuk, İş Bankası Yayınları |
Dış Borç |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder