III. Selim, I. Abdülhamit’in ölümü üzerine tahta çıktı (1789). Daha önce imparatorluğu yöneten dört yaşlı padişahtan sonra genç bir padişahın tahta çıkması halkta memnunluk yaratmıştı. Tahta çıktığında Avusturya ve Rusya ile yapılan savaş (1787-1792) devam ediyordu. Bu nedenle III. Selim daha şehzadeliğinden beri düşündüğü köklü yenileşme hareketlerini, bu savaşın bitimine kadar ertelemek zorunda kaldı.
lll. Selim mevcut
şartlarda savaşın devam etmesinin kârdan çok zarara neden olduğu kanaatindeydi.
Bunun üzerine İstanbul’da toplanan meşveret meclislerinde barış antlaşması
müzakere edilmeye başlandı. III. Selim’in tahta çıkmasından sonra bir ara
yeni padişahın durumu düzeltebileceği sanılmıştı. Ancak Kili, İsmail,
Akkirman, Bender ve Anapa gibi kalelerin Ruslar tarafından işgali ve bozgunun
bir felakete dönüşmesi Osmanlı devlet adamlarının biran önce barışı sağlama
hususunda acele etmelerine neden oldu. Fransız ihtilalinden dolayı yaşanan
karışıklık da Osmanlı yönetimine yardımcı oldu. İlk olarak Avusturya ile
barış görüşmelerine başlanıldı ve 3 Ağustos 1791’de 14 maddelik Ziştovi
Antlaşması imzalandı. 14 Nisan 1792’de ise Rusya ile 13 maddeden oluşan Yaş Antlaşması imzalandı. |
III. Selim, uygulamayı düşündüğü yenilikler konusunda fikirlerini kişisellikten çıkarmak amacıyla, bu konuda devlet adamlarının da düşüncelerini almak istedi. 20 Müslüman ve 2 Hristiyandan oluşan devlet adamı ve yabancı danışman, yapılacak yeniliklerle ilgili düşüncelerini birer rapor hâlinde padişaha sundular. III. Selim bu raporlan bizzat inceledi. Raporlan hazırlayanların hepsi de, çeşitli alanlarda yeniliklerin gerekli ve yararlı olacağını belirtiyorlarsa da ayrıldıkları bazı noktalar vardı. Bu raporları hazırlayıp sunanların birleştikleri ortak nokta, öncelikle askerî alanda yeniliklerin yapılmasıydı. Ancak, bu yeniliklerin yapılması için izlenmesi gerekli yolda birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bu konuda üç ayrı görüş ileri sürüldü:
1) Kanunî
dönemindeki askerî yöntemleri ve kanunları geliştirmek, askerleri ona göre
yetiştirmek yeterlidir.
2) Ocaklar,
eski hâliyle bırakılmalı, fakat halkı kuşkulandırmamak ve taassubu tahrik
etmemek için, Kanunî dönemi uygulamalarından olduğu söylenerek, Avrupa
yöntemleri alınmalı.
3) Yeniçeri
Ocağı kaldırılmalı veya bir kenarda bırakılarak, tamamen zamanın ihtiyaçlarına
göre ve batı usulünde yeni bir ordu kurulmalı.
Bu üç ayrı düşünceden üçüncüsünün uygulanmasına karar verildi.
Yeniçeri Ocağı'nın dışında bağımsız bir asker ocağının kurulması tehlikeli görüldüğünden ilk Nizam-ı Cedit birliği, Bostancı Ocağı’na bağlı “Bostancı Tüfekçisi Ocağı” adı altında kuruldu. Kelime olarak “Yeni Düzen" anlamına gelen “Nizam-ı Cedit” ile kastedilen, bir “Talimli Asker” örgütüydü. Hazırlanan kanunnameye göre, bu Nizam-ı Cedit ordusu 12 bin kişiden oluşacaktı. Bunun 1600'ü İstanbul'da, geri kalanı Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinde yetiştirilecekti. İstanbul'da Levent Çiftliği ile burada inşa edilen kışla, Nizam-ı Cedit'e tahsis edildi. Nizam-ı Cedit ordusunu eğitmek için Fransa, Prusya ve İngiltere’den danışmanlar getirildi. Yeni ordunun giderlerini karşılamak için İrâd-ı Cedit hâzinesi kuruldu (1793).
Yapılan yenilikçi uygulamalar Yeniçerilerin hoşuna gitmemişti. Çok geçmeden Yeniçeri Ocağı’nın, Nizam-ı Cedit ordusuna karşı düşmanca bir tutum alması üzerine III. Selim, bazı vezirlerin önerisiyle, yeni ordunun sayısını ve görev alanını sınırlı tutmak suretiyle, yenilikler konusunda ilk geri adımını atarak, ödün vermek zorunda kaldı (1795).
Bu arada yine topçu subayı yetiştirmek amacıyla 1795’te İstanbul’da yeni bir okul açıldı. Okulun öğretim süresi dört yıldı. Okulda ders nazırı, baş hoca gibi akademik unvanlara yer verildi. Bu okulun en ünlü baş hocası İshak Efendi’nin döneminde, III. Selim’in de yakından ilgilenmesi sonucu okulda birçok yenilikler yapıldı. Burada Fransız askeri okullarının öğretim programlan uygulanmaya çalışıldı.
Üç yıl sonra 1798’de Mısır seferine çıkan Napolyon Bonapart'ın, İskenderiye’yi ele geçirmesi üzerine, III. Selim, İngiltere ve Rusya ile anlaşarak, Fransa'ya savaş ilân etti.
Osmanlı Devleti, savaş
ilanından sonra çıkarları aynı noktada birleşen İngiltere ve Rusya ile
ittifak antlaşması imzalamak üzere harekete geçti. Fransa'yı Mısırdan kendi
askeri ve siyasi gücüyle çıkarması imkânsız olduğundan, başka seçeneği de
yoktu. Yapılan diplomatik temaslar sonucunda Babıâli önce Rusya (3 Ocak 1799)
ve ardından da İngiltere’yle (5 Ocak 1799) ittifak antlaşmaları imzalayarak Fransa’ya karşı ikinci koalisyonu oluşturdular. Bu
arada Avusturya’nın tarafsız kalacağını ilan etmesinin ardından, Babıâli
Sicilyateyn Krallığı’yla da ittifak antlaşması imzalayarak muhalif cepheyi daha da
güçlendirdi (21 Ocak 1799). Osmanlı-Rus savunma antlaşması açık ve gizli olmak üzere iki
bölümden oluşuyordu. Antlaşmanın açık hükümlerine göre: •Osmanlı Devleti ve Rusya, birbirlerinin toprak
bütünlüğünü karşılıklı olarak garanti ediyorlardı •Rusya, Osmanlı sınırlarını Mısır’ın işgali
öncesindeki durumu esas alarak tanımlıyordu. •Müttefik iki devletten birine veya ikisine bir
saldırı yapıldığı takdirde, her iki tarafın çıkarları doğrultusunda hareket edilecekti. Bu durumda her iki tarafın kara, deniz kuvvetleri ve mali yardım seferber edilecekti. •İki devlet bu savunma antlaşmasını topraklarını
genişletmek amacıyla değil ülkelerinin bütünlüğünü korumak için yaptıklarından, Avusturya, İngiltere ve Prusya’yı da ittifaka davet edecekti. •Bu savunma antlaşmasının yürürlük süresi sekiz
yıl olacaktı. Antlaşmanın gizli
maddeleri ise özetle şöyle idi: •Rusya Osmanlı Devleti’ne bir savaş filosu
göndererek yardımda bulunacaktı. Babıâli bu filonun Boğazlardan Akdeniz’e geçmesine izin verecek ve birlikte Fransa’nın askeri ve ticari gemilerini batırmaya çalışacaklardı. •Savaş bittikten sonra Rus gemileri Karadeniz’e
dönecekti. Savaş süresince Rus gemilerinin Boğazlardan geçmesi, savaş bittikten sonra yeni geçişlerin bahanesi ne dönüştürülemeyecekti. •Karadeniz, müttefik iki devlet arasında kapalı bir deniz hükmünde olacaktı. Bunu ihlal edecek olan güçlere karşı birlikte karşı konacaktı. Osmanlı Tarihi, A.Ü.A.Ö.F |
İngiliz ve Rus donanmaları Akdeniz’e girdiler. Amiral Nelson komutasındaki İngiliz donanması, ani bir baskınla, Ebukır denilen yerde, Fransız donanmasını batırdı. Donanması yok olan Napolyon, Osmanlı İmparatorluğu’nu barışa zorlamak için, Suriye üzerine yürüdü. Burada Akkâ Kalesi’ni kuşatan Napolyon, Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Nizam-ı Cedit askerleri tarafından yenilgiye uğratıldı. Bu yenilgi üzerine Napolyon, yerine General Kleber’i bırakarak gizlice Fransa'ya gitti.
Bir süre sonra Osmanlı ordusu Mısır’a girdi. 1801’de yapılan antlaşma sonucu, Mısır yeniden Osmanlı yönetimine girdi. Bu sırada III. Selim tarafından saygı ve destek gören Şeyh Galip’in ölümü (1799), başta padişah olmak üzere saray çevresi ve İstanbul'da üzüntü yarattı.
Sırbistan, Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştı. O dönemde Osmanlı egemenliğindeki bütün Hristiyanlara tanınan dil ve din özgürlüğü, Sırplara da tanınmıştı. Sırpların devlete olan bağlılığı 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra azalmaya başladı. Fransız İhtilâli’nin getirdiği milliyetçilik düşüncesinin Sırplar arasında yayılması, Avusturya ve Rusya’nın kışkırtıcı faaliyetleri, XVIII. Yüzyılda Osmanlı-Avusturya savaştan nedeniyle Sırbistan topraklarının savaş alanı hâline gelmiş olması, Sırbistan’daki yeniçerilerin baskıları, Sırp isyanının başlıca nedenleri olmuştur.
Kara Yorgi’nin çevresinde toplanan Sırplar, 1804'te
ayaklandılar. Kara Yorgi, gerçek amacını gizlemek için, asi yeniçerilere karşı
ayaklandığını söyleyerek bu konuda padişahtan emir aldığı şeklinde propaganda
yaptı. İlk zamanlarda, Osmanlı Hükümeti de bu propagandaya inandı. Bu nedenle
Bosna Valisi Bekir Paşa’ya, Kara Yorgi’ye yardımcı olması bildirildi. Osmanlı
kuvvetlerinden ve Müslümanlardan da yardım gören Kara Yorgi, Belgrad'a girdi.
Yeniçeri zorbaları kaçmak zorunda kaldı. Belgrad’ın zaptı ve yeniçerilerin
ezilmesi üzerine, Osmanlı Hükümeti, Sırplara dağılmalarını bildirdi. Bunun
üzerine Kara Yorgi, gerçek amacını açığa vurdu. İstekleri kabul edilmedikçe
emrindeki güçlerin dağılmayacaklarını bildirdi.
Kara Yorgi, Sırbistan’da ıslahat yapılmasını, Belgrad paşasının yanında bir Sırp temsilci bulundurulmasını, eski vergilerin alınmamasını, genel af ilân edilmesini, Sırplara verilecek ayrıcalıkların bir Avrupa devletinin garantisi altında olmasını istedi. Kara Yorgi, istekleri kabul edilmeyince Rusya ve Avusturya’dan yardım istedi. Sırp Meclisi (Skopçine), Kara Yorgi’yi, başknez seçti. Bu sırada Karadağ da isyan hareketine katıldı. 1806’da başlayan Osmanlı-Rus savaşı, Sırpların işini kolaylaştırdı.
Nizam-ı Cedit’in iyice güçlenip yerleşmesini, İstanbul ve Anadolu'dan sonra Rumeli'de de kurulmasını isteyen III. Selim, 25 bin Nizam-ı Cedit askerini, Karaman Beylerbeyi Kadı Abdurrahman Paşa komutasında Rumeli’ye gönderdi. Gerçekte Nizam-ı Cedit’e karşı olan Veziriazam Haliz İsmail Paşa, Şehzade Mustafa ile gizlice anlaşıp, Rusçuk âyanı Tirsinikli İsmail Ağa'ya gönderdiği adamlar aracılığıyla onu direnişe çağırdı. Rumeli'deki diğer âyanları da çevresine toplayan Tirsinikli, Edirne üzerine yürüdü. Yeniçeri Ocağı’nın ve ilmiye sınıfının ileri gelenleriyle bazı tutucu devlet adamları da bu gizli girişime katıldılar.
Gelişmelerin ciddî bir ayaklanma hareketine dönüştüğünü gören III. Selim, Kadı Abdurrahman Paşa’yı geri çağırdı. Nizam-ı Cedit askerinin geri çekilmesinden sonra, ayaklanmacılar Tekirdağ’a kadar ilerlediler. Bu sırada Tirsinikli’nin öldürülmesi ve yerine Alemdar Mustafa Paşa’nın Rusçuk ayanı olması, Eğribozlu İbrahim Paşa ile Serez ayanı İsmail Bey'in olumlu çabaları ve Hafız İsmail Paşa’nın görevden alınıp Keçiboynuzu İbrahim Hilmi Paşa’nın veziriazamlığa getirilmesi sonucu, ayaklanma İstanbul’a sıçramadan yatıştırıldı. 1806 yılında meydana gelen bu olayda, emrinde 30 bin kişilik bir Nizam-ı Cedit kuvveti bulunan III. Selim’in duygusal davranıp tutuculara ikinci kez ödün vermesi, yenilik taraftarlarını düş kırıklığına uğrattığı gibi isyancıların da güçlenmelerini sağladı.
1806 Osmanlı Rus Savaşı
Napolyon’un Mısır seferi ile bozulan Osmanlı-Fransız
dostluğu, 1804 yılından sonra yeniden gelişmişti. Osmanlı İmparatorluğu; Balkan
milletlerini isyana kışkırtan Rusya’ya ve Mısır’ı ele geçirmek isteyen
İngiltere’ye karşı, Fransa'ya yaklaşma ihtiyacını duydu. Napolyon’un 1805’te
Rus ve Avusturya ordularını Osterliç’te yenmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nu
Fransa’ya daha çok yaklaştırdı. Fransa ile gelişen dostluktan cesaret alan III.
Selim, Rus yanlısı Eflâk ve Boğdan beylerini görevden aldı. Boğazlar, Rus
donanmasına kapatıldı. Rusya, bu durumu protesto ederken, İngiltere de
Rusya'nın yanında yer aldı.
İstanbul’a gelen İngiliz ve Rus elçileri, Eflâk ve Boğdan beylerinin eski görevlerine iadesini ve Boğazların açılmasını istediler. Bu durum üzerine eski beyler görevlerine dönerken, Boğazlar da Rus gemilerine yeniden açıldı. Rusya, isteklerinin kabul edilmeyeceğini düşünerek, savaş ilân etmeden doğrudan Eflâk ve Boğdan’ı işgale başladı. Hotin, Bender, Kili ve Akkerman kalelerini ele geçiren Rus orduları, İsmail Kalesi önünde durdurulabildi. Rusya’nın müttefiki olan İngiltere, Osmanlı İmparatorluğundan, Fransa ile ilişkisini kesmesini, Eflâk ve Boğdan’ın Rusya’ya bırakılmasını istedi. III. Selim, İngiliz isteklerini kabul etmedi. Bu sırada bir İngiliz donanması İstanbul önlerine geldi. Ancak, karadan destek görmedikçe bir sonuç alınamayacağını anlayan İngiliz donanması geri çekilmek zorunda kaldı. İngilizler, bu başarısızlıklarını gidermek için Mısır’a asker çıkardılar. Ancak, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın karşı koyması sonucu Mısır'dan atıldılar (1807). Osmanlı-Rus savaşında bu olaylar yaşanırken, İstanbul’da yobazlardan ve cahil kesimden bir kısım insanların, din elden gidiyor yönünde kopardıkları yaygara sonrası Kabakçı Mustafa İsyanı patlak verdi.
Kabakçı Mustafa İsyanı ve III.Selim'in tahttan indirilmesi.
III. Selim’in tahta çıkması ile başlattığı yenilikleri,
yeniçeriler, din adamları ve esnaf, çıkarlarına uygun bulmuyorlardı. Bu nedenle
yapılan tüm yenilik hareketlerine karşı çıkmaktaydılar. 1806’da Rusya ile
başlayan savaş nedeniyle ordunun İstanbul’da bulunmayışı, yenilik hareketlerine
karşı olanlara fırsat verdi. Başta, dönemin şeyhülislâmı Abdullah Efendi ve
veziriazam kaymakamı Köse Musa Paşa olmak üzere harekete geçtiler
Bu sırada III. Selim, Rumelikavağı’ndaki yeniçerilere Nizam-ı Cedit elbisesi giydirilmesine karar verdi. Bunun üzerine Ataullah Efendi ve Köse Musa Paşa’nın kışkırtması üzerine yeniçeriler, Kabakçı Mustafa adında bir yeniçerinin başkanlığında ayaklandılar.
Köse Musa Paşa, isyanı, III. Selim’e önemsiz bir olaymış gibi duyurdu. Nizam-ı Cedit askerlerine de kışlalarından çıkmamalarını emretti. Daha sonra topçular ve cebeciler de isyancılara katıldılar. III. Selim isyanı öğrenince bir çatışmaya yol açmamak için, Nizam-ı Cedit askerinin kaldırıldığını ilân etti. Ancak, asiler bununla yetinmediler ve Nizam-ı Ccdit’e taraftar olanların idamını istediler. Kentte günlerce süren terör sonunda kaçamayan Nizam-ı Cedit askerleri yakalanıp öldürüldüler. Sayılan onbinleri bulan ayaklanmacılar karşısında derin üzüntü duyan padişah, kendisine önerilen tüm tedbirleri reddetti. 1807 senesinin 29 Mayısında sekbanbaşına, ayaklanmanın kendisine karşı yapıldığını söyleyip Şehzade Mustafa’ya, gelip kendi yerine tahta çıkmasını söyleyerek, tahttan ayrıldı.
Sarayı kuşatan ve III. Selim’in tahttan indirilmesine yol açan asiler, IV. Mustafa tahta çıktıktan sonra yenilik hareketlerinden yana olanların çoğunu öldürdüler. Kaçabilenler, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’ya sığındılar.
Padişahlar Albümü, Boyut Yayıncılık
------------------------------------------------------------------------------------------
Selim'in Nizam-ı Cedid'i ilkin askeri reformu hedefliyordu.
Diğer devletlerde olduğu gibi, askeri reform için daha çok gelir, daha çok
gelir için ise topyekûn olarak daha etkin idare gerekiyordu. Osmanlı devlet
adamları, eskinin adete dayanan idari sisteminin akılcı bir planlama ve
sistemleştirmeye konu edilerek yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini kavramaya
başladılar. Ardına düşecekleri emsalleri olmayan bu yeni programların,
kendilerine yol gösterecek plan, yönetmelik ve yasalara ihtiyacı vardı.
Nizamnamesiz bir Nizam-ı Cedid olamazdı. Selim'in Nizam-ı Cedid'ini tanımlayan
plan ve nizamnameler, Osmanlı politikasında Aydınlanma'nın sistemleştirmeci
ruhunun (esprit de systeme) ortaya çıkış noktasını temsil eder; Selim'in
Avrupa' da daimi diplomatik temsilcilikler açma kararı (1793), Osmanlı ve
Avrupai düşünme tarzları arasındaki bu yakınlaşmayı daha da ilerletti. Nizam-ı
Cedid'in planlama ve düzenleme gerektirdiğinin algılanması, Weber'ci anlamda
"geleneksel"den "akılcı-yasal" otoriteye geçişin
başlangıcını simgeler. Osmanlı terimleriyle ise, nihayetinde yeni düzenlemelere
kanun hükmü veren padişahın iradesiydi. Adem-i merkeziyet döneminde iktidarı
gıyaben elinde bulundurmuş olan mütegallibe, iktidar üzerinde herhangi bir hak
iddia edemezdi. Oysa padişah, eğer yeterince güçlü bir iradeye sahipse, bunu
yapabilirdi ve onun bu hakkını yeniden tesis etmesi merkezileşme ve
mütegallibenin sonu anlamına geliyordu. III. Selim eskilerini kaldıramadan yeni
kurumlar oluşturma girişimiyle, kendini reformlarının tehdidi altındaki
müktesep çıkar sahiplerinden gelebilecek saldırılara açık hale getirmiş
oluyordu. Tahttan indirilişi de bu durumun bir sonucudur.
Cambridge Türkiye Tarihi Carter V.Findley
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder