II.Mahmud

II. Mahmud 1829'dan 1839'da ölümüne kadar imparatorluğu ayakta tutma mücadelesi verip yeni bir askeri düzen kurdu ve çeşitli manevralarla uluslararası güçleri oynattı. Bu oyun, Fransa ve Büyük Britanya'yı karışıklığın içine her zamankinden daha çok çekilmesine yol açtı. II. Mahmud Mora' daki Yunan isyanını bastırmak için Mısır Hıdivi Mehmed Ali Paşa ve  oğlu İbrahim'in çok ihtiyaç duyduğu askeri becerilerine başvurunca kendi düşmanını yaratmış oldu. Daha sonra da bu türedilerin tehdidine karşı Anadolu'yu savunmak için Rusya'dan yardım istemek zorunda kaldı; zira yeni Osmanlı ordusu Mehmed Ali'nin modernleştirilmiş birlikleriyle savaşmaya henüz hazır değildi. II. Mahmud ve halefi I. Abdülmecid (h. 1839· 1861) Osmanlı hükümranlığını, en önemlisi İngilizlerin tüm Osmanlı topraklarında serbest ticaret hakkını elde ettiği Baltalimanı Antlaşması olmak üzere her olayda dış taleplere biraz daha teslim ettiler. Mısır sorunu sonunda 1840 Londra Antlaşması ve 1841 Boğazlar Konvansiyonu'yla çözüldü. İlki artık Hıdiv diye bilinen Mehmed Ali'nin kalıtsal haklarını tanırken; ikincisi, Karadeniz ve Boğazları yabancı savaş gemilerine kapayarak Doğu Akdeniz'de güç dengesini geçici de olsa eşitledi.

--------

II. Mahmut, kendisini tahta çıkaran Alemdar Mustafa Paşa’yı veziriazam tayin etti. II. Mahmut'un saltanatının ilk yılında, Alemdar Mustafa Paşa, devletin yönetiminde tek söz sahibi oldu. Alemdar Mustafa Paşa, Rusçuk yaranını önemli görevlere getirdi. III. Selim’in öldürülmesinde suçlu görülenler ve Kabakçı isyanına katılanlar cezalandırıldı. Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’in yenilik hareketlerini devam ettirme düşüncesindeydi. Ancak, öncelikle ülkede bozulan otoritenin yeniden kurulması gerekiyordu.

Yeniçeri ayaklanması ve Alemdar Mustafa Paşa'nın öldürülmesi

Alemdar Mustafa Paşa’nın bazı uygulamaları, birçok kişinin tepkisini çekti. Sekban-ı Cedit’in kurulması nedeniyle yeniçeriler, Sened-i İttifak nedeniyle de II. Mahmut, Alemdar'dan hoşnut değildi. Ulema sınıfı azalan saygınlığından yakınırken, yeniçeriler de Sekban-ı Cedit’in güçlenmesini kuşkuyla karşılamaktaydı. Askerlikle ilgileri kalmadığı gerekçesiyle ocak defterine kayıtlı yeniçerilerin ocaktan çıkarılması, esame satışının yasaklanması, yeniçerilerin Alemdar Mustafa Paşa’ya düşmanlıklarını artırdı. “Rumeli'den geldi bir çıtak / Bayram ertesi ya kılıç oynayacak ya da bıçak” gibi deyişler yazan yeniçeriler, Alemdar’a olan tepkilerini ortaya koydular. Alemdar, yakınlarının uyarılarını dikkate almadığı gibi, yeniçerilerin tehditlerini de önemsemedi. Alemdar’ı öldürmeye kararlı olan yeniçeriler, harekete geçmek için ramazan ayını uygun buldular. Çünkü iftar zamanı evlere davetli olmaları nedeniyle, Alemdar’ın yanındaki asker sayısı azalıyordu. Nihayet, ramazanın 26. günü (15 Kasım 1808) isyan başladı. Alemdar, Babıâli’yi kuşatan yeniçerilere karşı uzun süre direndi. Beklediği yardım gelmeyince, cephaneliği ateşleyerek, çatıya çıkmış olan 300-500 yeniçeriyle birlikte öldü.

Yeniçeriler saraya hücum ediyor.

II. Mahmut, yeniçerilerin saraya hücum edeceklerini düşünerek, savunma önlemleri aldı. Kaptan-ı Derya Ramiz Paşa ve Kadı Abdurrahman Paşa, emirlerindeki sekbanlarla saraya geldiler. Saraya saldıran yeniçeriler, püskürtüldü. Bu arada IV. Mustafa’nın yeniden tahta çıkarılacağı söylentileri üzerine II. Mahmut, IV. Mustafa’yı öldürttü. Saraydan çıkan sekbanlar, üç koldan yeniçerilere karşı hücuma geçtiler. Bu arada donanma da isyancıları topa tuttu. Ağa Kapısı’na düşen gülleler, yeniçerilerin moralini bozdu ve dağıldılar. Ancak, 17 Kasım sabahı bir kısım isyancı, Kandıralı Mehmet adında birinin kışkırtmasıyla tersaneyi ele geçirdi. Üsküdar ve Levent çiftliğindeki sekban kışlaları da aynı şekilde ele geçirildi. Yeniçerilerin duruma hâkim olduğunu gören Kaptan-ı Derya Ramiz Paşa ve Kadı Abdurrahman Paşa, bir gemiyle saraydan kaçtılar. İstanbul’a hâkim olan yeniçeriler, suçladıktan yöneticilerin bir listesini II. Mahmut'a gönderip bunların idamını ve Sekban-ı Cedit’in kaldırılmasını istediler. Yeniçerilerin isteklerinin yerine getirilmesi üzerine ayaklanma sona erdi.

Sırp isyanı yeniden başladı.

Bükreş Antlaşması ile Sırplara bazı imtiyazlar tanınmıştı. Ancak Kara Yorgi, bağımsızlığa yakın haklar istediğinden, isyana devam etti. Bunun üzerine Sırbistan'a gönderilen Osmanlı kuvvetleri, Kara Yorgi'yi yenilgiye uğrattılar. Kara Yorgi, Avusturya'ya kaçmak zorunda kaldı.

Kara Yorgi'den sonra Sırpların başına geçen Miloş Obronoviç, isyanı yeniden başlattı. II. Mahmut, Rusya’nın müdahalesine yol açmamak için, Miloş’u Sırp prensi olarak tanıdı (1817).

 Hicaz'daki Vehhabi ayaklanması bastırıldı.

II. Mahmut, 1812’de yeniden ayaklanan Vehhabilere karşı, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istedi. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Tosun Paşa’nın emrindeki kuvvetler, Vehhabilerin merkezi Deriyye'yi işgal ederek ayaklanmayı bastırdı (1818).

Yunan İsyanı

Rumlar, Fatih döneminde Osmanlı egemenliği altına alınmışlardı. Devletin adil ve hoşgörülü yönetiminden yararlanan Rumlar, geleneklerini, dil ve inançlarını korumuşlardı. Rumlar, diğer azınlıklara göre daha imtiyazlıydılar. Devlet yönetiminde görev almak Hristiyanlara kapalı olduğu hâlde, Rumlara, divan tercümanlığı, Eflâk ve Boğdan voyvodalıktan gibi yüksek görevler de veriliyordu.

Ticaret ve gemicilikle uğraşan Rumlar, ekonomik yönden çok iyi durumdaydılar. XVIII. yüzyılda Ruslarla olan ilişkiler, Rumlar arasında bağımsızlık fikirlerinin yayılmasına neden oldu.

1789 Fransız Ihtilâli'nin getirdiği milliyetçilik akımı, Rumlar üzerinde de etkili oldu. Milliyetçilik akımını, Balkanlardaki amaçlarını gerçekleştirmek doğrultusunda Rusya da destekliyordu. Rumlar, başlatacakları isyanı yönetmek amacıyla, "Etniki Eterya" adında gizli bir cemiyet kurdular. Cemiyetin başkanı, Rus çarının yaveri olan Aleksandr İpsilanti idi. Rumlar, isyana hazır olmakla beraber, Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa'dan çekindikleri için, bir süre beklediler. Tepedelenli Ali Paşa’nın bazı nedenlerden ayaklanması ve sonuçta öldürülmesi, Rumlara bekledikleri fırsatı verdi. Rumlar, ilk isyanı Eflâk'ta başlattılar (1820). Eflâklıların, Rumlara yardımcı olmamaları nedeniyle isyan çabuk bastırıldı. İkinci isyan 1821'de Mora’da çıktı ve kısa zamanda yayıldı. Yunan isyanı, Avrupa'da büyük ilgiyle karşılandı. Rumlara yardım için Avrupa'dan Mora’ya birçok gönüllüler geldi. Osmanlı kuvvetleri isyanı bastıramayınca II. Mahmut, Mısır Valisi Mehmet Ali  Paşa'dan yardım istedi. Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa'yı, ayaklanmacı bastırmakla görevlendirdi. Nisan 1826 de Misokmgi Kalesi ele geçirildi.

Yeniçeri Ocağı kaldırıldı.

II. Mahmut, bu arada yeni bir ordu kurma girişimini yeniden gündeme getirdi. Batılı anlamda bir eğitim görmek istemeyen yeniçerilere rağmen Eşkinci Ocağı kuruldu. Yeni askere yeni üniforma ve silâh verilip talimlere başlanıldı. Eşkinci Ocağı, yeniçeri ortalarından (bölük) seçilen kişilerden oluşmuştu. Bu arada yeniçerilere güvenmeyen padişah ve hükümet, yeni bir isyana karşı topçu, humbaracı, lâğımcı ve tersane ocaklarının desteğini sağladı.

Eşkinci Ocağı’nda talime başlandıktan kısa bir süre sonra yeniçeriler, “biz bu talimi istemeyiz" diyerek ayaklandılar. Saray bu kez isyana karşı hazırlıklıydı. Devlete bağlı kalan ocaklar saraya çağrıldı. II. Mahmut, tüm İstanbul halkının yeniçerilerle savaşa katılmalarını sağlamak için sancak-ı şerifi çıkarttı. Bağlı ocaklar ve silahlandırılan halk, yeniçerilerin Etmeydanı’ndaki kışlalarını kuşattılar. Yapılan mücadele sonucunda yeniçerilerin büyük kısmı öldürüldü. Yakalananlar idam edildi. Böylece 15 Haziran 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. Bu olaya “Vak’a-i Hayriye" (Hayırlı Olay) dendi.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla, II. Mahmut'un, düşündüğü yenilikleri gerçekleştirme konusunda, önündeki en büyük engel de ortadan kalkmış oldu.

 Osmanlı ve Mısır donanmasının Navarin'de yakılması.

İbrahim Paşa’nın Mora'daki başarıları üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa, Akdeniz’de bulunan donanmalarını Mora kıyılarına gönderdiler. Navarin’de bulunan Osmanlı ve Mısır donanmalarını kuşatan İngilizler, Fransızlar ve Ruslar, Mora'nın boşaltılmasını ve Yunanistan'ın bağımsızlığının tanınmasını istediler. İstekleri kabul edilmeyince, Navarin’deki Osmanlı ve Mısır donanmalarını yaktılar.
(20 Ekim 1827).

 Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu kuruldu.

II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra yayımladığı emirle, "Asakir-i Mansure-i Muhammediye" adıyla yeni bir ordu kurulduğunu ilân etti. Komutanlığına “serasker” unvanı ile eski yeniçeri ağalarından Ağa Hüseyin Paşa’yı atadı. Yeni ordu, önce İstanbul'da “tertip” adı verilen sekiz alay olarak kuruldu. Asker, üniforma olarak dar ceket, topuklara kadar inen pantolon ve potin giyiyordu. Serpuş olarak fes kabul edilmişti. Askerler tüfek ve kılıç taşıyordu. Ordunun mevcudu, II. Mahmut'un son dönemlerinde 118.400 kişiye ulaştı. Orduya girenler 12 yıl askerlik yapmak zorundaydı. Orduyu eğitmek amacıyla Prusya’dan piyade, topçu ve süvari subayları getirtildi. Avrupa'daki harp okullarına öğrenciler gönderildi.

Osmanlı-Rus savaşı

Navarin Olayı'ndan sonra İngiltere ve Fransa siyasi ilişkilerini keserken, Rusya savaş ilân etti (1828). Eflâk ve Boğdan'ı işgal eden Ruslar, hızla Tuna’ya doğru ilerlerken, doğudan da saldırıya geçerek Kars ve Ardahan’ı ele geçirdiler. 1829’da Rus ilerleyişi daha hızlı oldu. Doğuda Erzurum'a giren Ruslar, batıda Silistre'yi alarak, Edirne'ye kadar geldiler. Bu durum karşısında Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ile Edirne Antlaşması’nı imzaladı (14 Eylül 1829). Antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:

1) Yunanistan'ın bağımsızlığı tanınacak.

2) Eflâk, Boğdan ve Sırbistan'a imtiyazlar verilecek.

3) Rus ticaret gemileri Boğazlardan serbestçe geçebilecek.

4) Rusya'ya savaş tazminatı ödenecek.

Cezayir'in Fransa tarafından işgali

Cezayir, 1533’te Osmanlı topraklarına katılmıştı. Burası İstanbul'dan gönderilen beylerbeyleri tarafından yönetiliyordu. Burada beylerbeylerinin zamanla nüfuzları azalınca, yeniçerilerin seçtiği "dayı”lar söz sahibi olmuşlardı. 1797’de Cezayir dayısı İzmirli Hüseyin Paşa, Fransa’ya borç vermişti. Fransa, bu borcu ödememişti. 1827’de Cezayir dayısı, bu alacak konusunu tartıştığı Fransız elçisine hakaret edince, Cezayir ile Fransa ilişkileri gerginleşti. 1829’da savaş ilân eden Fransa, 1830'da Cezayir’i işgal etti. Bu sırada önemli iç ve dış sorunlarla karşı karşıya bulunan Osmanlı İmparatorluğu, bu işgali protesto etmekle yetinmek zorunda kaldı.

Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanı

Mısır'a zorla vali olan Mehmet Ali Paşa, kısa zamanda güçlü bir ordu ve donanma meydana getirmişti. Yunan isyanı sırasında II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa'dan yardım istemişti. Mehmet Ali Paşa bu yardıma karşılık, Mora valiliğini oğlu İbrahim Paşa’ya istemiş ve bu istek kabul edilmişti. Ancak, Yunanistan bağımsızlığını kazanınca bu istek yerine getirilememişti. Mehmet Ali Paşa, Mora'ya karşılık Suriye valiliğini istedi. II. Mahmut bunu kabul etmedi. Mehmet Ali Paşa’nın, oğlu için Suriye valiliğinde ısrar etmesi, padişaha sormadan Mora’dan askerlerini çekmesi, 1828 Rus savaşında, istenildiği hâlde asker göndermemesi, gerçek amacının ne olduğunu gösteriyordu. Bu arada devlet adamları da II. Mahmut’u, Mehmet Ali Paşa aleyhine kışkırtıyorlardı.

II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa’yı görevden almaya hazırlanırken, Mehmet Ali Paşa harekete geçerek, oğlu İbrahim Paşa komutasında bir orduyu Suriye üzerine gönderdi. Bunun üzerine II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa’yı asi ilân etti ve Ağa Hüseyin Paşa’yı, isyanı bastırmakla görevlendirdi. Suriye’yi kolayca ele geçiren İbrahim Paşa, Ağa Hüseyin Paşa’yı da yenerek Adana'yı aldı (1832). Konya’da, Veziriazam Reşit Paşa komutasındaki ikinci bir Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Mısır kuvvetleri, Kütahya’ya geldi.

II. Mahmut, bu tehlike karşısında, yabancı devletlerin desteğini aradı. Fransa’nın, Mehmet Ali Paşa’yı desteklediğini bildiği için, İngiltere'den yardım istedi. İngiltere, bu isteğe olumsuz cevap verince, II. Mahmut, "Denize düşen yılana sarılır" diyerek, Rusya’dan yardım istedi. Çar I. Nikola, 15 bin kişilik bir kuvveti İstanbul’a gönderdi. Osmanlı İmparatorluğu'nun, Rusya’nın koruyuculuğu altına girmesinden çekinen İngiltere ve Fransa, harekete geçtiler. II. Mahmut ile Mehmet Ali Paşa arasında, Kütahya’da bir anlaşma yapılmasını sağladılar (1833). Buna göre; Mehmet Ali Paşa’ya Mısır valiliğinin yanı sıra Suriye valiliği, oğlu İbrahim Paşa'ya da Adana valiliği verildi. Avrupa devletlerinin, Mehmet Ali Paşa isyanıyla ilgilenmeleri, Mısır sorununu ortaya çıkardı.

Hünkar İskelesi Antlaşması

II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa’nın yeni bir saldırısı karşısında, Fransa ve İngiltere’ye güvenilemeyeceğini düşünerek. Rusya ile Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzaladı (1835). Buna göre: ✅Osmanlılar ve Ruslar, bir savaş sırasında birbirlerine yardım edecekler; Rusya bir saldırıya uğrarsa, Osmanlı İmparatorluğu Boğazlan kapatacak: antlaşma, sekiz yıl geçerli olacaktı. Boğazların durumu ile diğer Avrupa devletlerinin de ilgilenmeleri, boğazlar sorununu ortaya çıkardı.

Boğazlar Sorunu

“ Boğazlar Sorunu” denildiği zaman  akla gelmesi gereken, ‘‘yabancı savaş gemilerinin barış zamanında, ya da Osmanlı Devleti’nin tarafsız kaldığı bir savaşta Türk Boğazları’ndan geçişi”dir.

Osmanlı Devleti güçlü olduğu sürece böyle bir sorun yoktu. Boğazlar’ı istediği devletin gemilerine açıp, istemediklerine kapatabilirdi. Ama genel kural, kapalı tutulmasıydı. Osmanlı Devleti, Boğazlar üzerindeki mutlak egemenliğini ilk kez 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla sınırladı ve Rus ticaret gemilerine Boğazlar’dan istedikleri  gibi geçmek hakkını tanıdı. Kısa bir süre içinde bu hak, öteki devletlerin ticaret gemilerine de verildi. Ama, savaş gemileri konusunda hâlâ egemenliğini koruyor, Boğazlar’ı bütün yabancı savaş  gemilerine kapalı tutuyordu.

Boğazlar  üzerindeki Osmanlı egemenliğinden en  çok yakınan Rusya oldu. Gerçi Osmanlı Devleti’nin uyguladığı kapalılık kuralı öteki yabancı savaş gemilerinin, bu arada özellikle İngiliz ve Fransız donanmalarının Karadeniz'e çıkmasını önleyerek Rusya’ya bir güvenlik sağlamıyor  değildi. Ama, Rus savaş gemilerinin  Akdeniz’e inmesini de önlüyordu. Oysa, Rus yöneticileri kendi ülkelerini öteki Avrupa devletleriyle yarışabilecek  duruma getirmek için, sıcak denizlerde bayrak dolaştırmayı kaçınılmaz görüyorlardı. Üstelik, gücünü yitirmeye  başlayan bir Osmanlı Devleti’nin artık Boğazlar’ın bekçiliğini yapamayacağını, Karadeniz’i yabancı devletlerin savaş gemilerine kapalı tutamayacağını  da düşünüyorlardı. O nedenle, Boğaz[lar üzerinde ya kendi başlarına, ya da  Osmanlı Devleti ile ortaklaşa söz sahibi olmayı kaçınılmaz görüyorlardı. Mehmed Ali Paşa isyanı sırasında imzalanan  Hünkâr iskelesi Antlaşması gerçi Boğazlar’ı Rus gemilerine açmadı, bir savaşta  Rusya yararına yabancı devletlerin gemilerine kapatılacağını saptamakla yetindi.  Ama, bu konudaki bir antlaşmaya imza koydukları için, Ruslar Boğazlar üzerinde söz söyleyebilecek duruma da geldiler. İşte, Boğazlar’ın Rus gemilerine açıldığı yönündeki kuşkularının yersiz olduğunu anladıktan sonra da İngiltere'nin hoşuna gitmeyen budur. O nedenle de, Mısır olayının kapanmasından sonra, Boğazlar’ın statüsünü kendisinin de katılacağı bir uluslararası anlaşmaya bağlanmasını istemiştir.

İngiltere'nin bu isteği üzerine, 1841  Temmuzunda, İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Prusya ve Osmanlı  İmparatorluğu arasında, Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Böylece, Avrupa’nın beş büyük devleti (Devlet-i muazzama) ilk kez Osmanlı İmparatorluğu'yla ilgili bir konuda bir araya geliyorlar; aslında onun ulusal yetkisi  içinde olması gereken bir konuda ortak  söz sahibi oluyorlardı. Londra Boğazlar Sözleşmesi ile Osmanlı Devleti,  Türk Boğazları’nı bundan önce olduğu gibi bundan sonra da barış zamanında yabancı savaş gemilerine kapalı tutmayı, öteki devletler de onun bu kararına saygı göstermeyi yükleniyorlardı.

Haluk Ulman , Tanzimat’dan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi

Baltalimanı Antlaşması

II. Mahmut, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı, İngiltere’nin desteğini sağlamak amacıyla, bu ülkeyle Baltalimanı Antlaşması’nı imzaladı (16 Ağustos 1838). Antlaşmanın başlıca maddeleri şunlardır:

1)  İngiliz tüccarları ve ortakları, Osmanlı İmparatorluğu'nun her yerinden istedikleri malı, iç ve dış ticaret amacıyla alabilecek ve satabilecek.

2)  İngiliz tüccarları ve ortakları, iç ticarette en imtiyazlı Müslüman tüccann ödediği kadar vergi verecek.

3)  İngiliz tüccarları ve ortakları, yurt dışına çıkarmak istedikleri mallar için % 9 iskele, % 3 gümrük; dışarıdan getirecekleri mallar için % 3 gümrük ve % 2 ek vergi verecek. 

Baltalimanı Antlaşması ile İngiltere, büyük ekonomik çıkarlar elde etti ve ticarette en imtiyazlı ülke durumuna geldi. Bu antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ticaretinde kapatılamayacak açıklar meydana geldi. İç ticarette de yabancı tüccarların hâkimiyeti arttı.

İngiltere’nin Osmanlı ülkesiyle ticareti de 1820’lerden itibaren hızla büyümekteydi, Ancak, İngiliz tüccarlar Osmanlı yönetiminin müdahalelerinden ve koyduğu engellerden şikâyet ediyor, ticareti uzun dönemli bir yasal çerçeveye bağlamak istiyorlardı. Siyasal, askeri ve mali bakımlardan güçsüz durumda olan Osmanlı Devleti'nin İngiltere’nin serbest ticaret yönündeki baskılarına karşı direnmesi güçtü. Bilinmeyen, antlaşmanın imzalanıp imzalanmayacağı değil, ne zaman imzalanacağıydı. Zamanlamayı siyasal geliş[1]meler belirleyecekti. İngiliz diplomasisinin beklediği fırsat Mısır Valisi Mehmet Alt Paşanın isyanıyla ortaya çıktı. Mehmet Ali Paşa Mısır’da dış ticareti devlet tekeline almış, elde ettiği gelirleri sanayileşmeye ve askeri harcamalara yöneltmişti Dış ticaretteki devlet tekelleri İngiltere’nin Mısır’daki çıkarlarına darbe vururken, Mehmet Ali’n in askerî gücü Osmanlı saltanatını tehdit eder duruma gelmişti. Mehmet Ali Paşa’n n orduları karşısında uğranılan yenilgilerden sonra Osmanlı Devleti yalnızca Mısır’ı değil, Suriye’yi ve Anadolu’nun bir bölümünü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bir yandan Mehmet Ali Paşa, öte yandan da Rusya’nın artan nüfuzu karşısında Osmanlı yönetimi kurtuluşu İngiltere'ye sığınmakta buldu, Umulan, İngiltere’ye sunulan İktisadî ödünler karşılığında, İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korum asını sağlamaktı. Baltalimanı Antlaşması işte bu koşullarda imzalanmıştır.

Baltalimanı Ticaret Antlaşması 18. yüzyılın sonlarından itibaren dünya ölçeğinde değişmeye başlayan İktisadî, siyasal ve askerî dengeleri ve Osmanlı Devleti ile İngiltere arasındaki eşitsiz ilişkileri yansıtmakladır. Antlaşmanın kendi başına Osmanlı sanayisini yıktığını ileri sürmek yanıltıcı olur. Kaldı ki, gerileyen ya da yıkılan yapıların geleneksel zanaatlara dayandığını, fabrika düzenine geçiş sürecinde olmadıklarını da biliyoruz.

Ancak, uzun vadeli olarak bakıldığında bu antlaşmanın Osmanlı hükümetlerinin bağım sız dış ticaret politikası izleyebilme seçeneğini ortadan kaldırdığını da görüyoruz. 1830 ’larda değil ama 19. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’da ve imparatorluğun diğer yörelerinde ücretli işçi çalıştırarak "mamul mallar üretecek kapitalist fabrika kurma girişimleri başladığında, gümrükleri yeterince yükseltmek mümkün olayacak ve biraz da bu nedenle, sanayileşme girişimleri açık ekonomi koşullarında çok yavaş ve çok  cılız olarak ilerleyecektir.

Osmanlı-Türkiye İktisat Tarihi, Prof.Dr.Şevket Pamuk, İletişim Yayınları

II.Mahmut'un yenilik çabaları

Bu dönemde Divan teşkilâtı kaldırıldı. Memurlar, dahiliye ve hariciye diye iki kısma ayrıldı. Veziriazama, başvekil; sadaret kethüdasına, dahiliye nazın; reisülküttaba, hariciye nazın denildi. Memurlara maaş bağlandı. Müsadere usulü kaldırıldı. Askere almanın ve vergi toplamanın kuralları belirlendi. 1831’de nüfus sayımı ve emlâk yazımı yapıldı. 1834’te posta teşkilâtı kuruldu. Kılık ve kıyafette değişiklik yapıldı. Memurlara ceket, fes ve pantolon giydirildi. Osmanlı vatandaşı olan herkese din ve mezhep hürriyeti tanındı. Yeniliklere bizzat padişah öncülük etti. II. Mahmut, sakalını kısaltarak, yeni kıyafetle ülke içinde gezilere çıktı. Elçiliklerde verilen davetlere katılıp, opera ve balolara gitti. Padişahın resminin devlet dairelerine asılması, II. Mahmut’tan itibaren gelenek hâline geldi.

Kılık Kıyafeti Devlet Eliyle Düzenleme

19. yüzyılın ilk yarısında sosyal hayatta devlet müdahalesiyle gerçekleştirilen önemli bir yenilik de kılık kıyafet düzenlemesiydi. 1828'de askeri kıyafetlerde fesle başlayan bu süreç, 1829'dan itibaren devlet memurlarını kapsayacak şekilde genişletildi. Böylece, memurlara geleneksel kıyafet yerine ceket, pantolon ve fes giyme zorunluluğu getirildi; ardından özlük hakları, çalışma saatleri ve tatil günleriyle ilgili de bir takım düzenlemeler yapıldı. Bu dönemde yapılan kılık-kıyafet düzenlemesi, askeri ve mülki erkânla sınırlı tutuldu; ilmiye sınıfı bu düzenlemenin dışında bırakıldı.

II. Mahmud toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren ve sosyal yaşamın görünen yüzünde devrim yaratan kıyafet düzenlemesi nedeniyle kendi devrinde muhafazakâr kesimlerce şiddetle eleştirildi. Ancak din ve gelenek konusundaki diğer uygulamaları ve özellikle kadınların sosyal yaşama katılmalarıyla ilgili yaklaşımı, önceki devirlerden pek farklı değildi. Devlet memurlarının namazlarını cemaatle kılmaları konusunda yetkililere talimat vermesi ve halkın namaz vakti sokaklarda dolaşmaması yönündeki emirleri bu bağlamda ilgi çekicidir. Kadınlarla ilgili uyarı ve yasakları daha da katıdır: Yaşmaksız, feracesiz, frapan, canlı renkli ve vücut hatlarını belli eden kıyafetlerle sokaklarda ve mesire yerlerinde dolaşmamaları, tezgâhtarı erkek olan dükkânlarla şekerci ve dondurmacılardan alışveriş yapmamaları, dükkân sahipleriyle sohbet etmemeleri ve yanlarında eşleri yokken gezmeye çıkmamaları yönünde yazılı emirler vermiştir. Bu tür hükümler din ve özellikle geleneğin yarattığı mahremiyet algısının, henüz toplumda kadına aktif bir rol ve geniş hareket alanı vermeye hazır olmadığının somut delilleri olarak dikkate değerdir. Bu yaklaşımın nispeten esnetilmesi, 19. yüzyılın son çeyreğini bulur.

Osmanlı Devleti Yenileşme Hareketleri, A.Ü.A.Ö.F.

Eğitim alanındaki yenilik, daha çok askerî amaçlara yönelik olarak yapıldı. 1827’de ordunun doktor ihtiyacını karşılamak için Tıbbiye-i Şahane açıldı. 1831’de Mızıka-yı Hümayun, 1834’te devlet memuru ve tercüman yetiştirmek üzere Mekteb-i Maarif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûmu Edebiye adında iki orta dereceli okul açıldı. İstanbul'da Müslüman çocuklar için ilköğretim zorunla hâle getirildi.


Güçlenen kalemiye içinde Divan-ı Hümayun tercümanlarının özel bir yeri vardı. Osmanlılarda 14. yüzyıldan beri tercümanlık bulunuyordu. Bu göreve genellikle Müslüman olmuş, İtalyan, Polonyalı, Alman, Macar, Yahudi vb  atanırdı. 1669'da Girit seferinden sonra atanan Panayoti Nicoussios Mamanos adlı bir Rum tercümandan sonra tercümanlık Rumların tekeline girdi. 

Rum  tercümanlardan Alexander Mavrocordato'nun Karlofça'da oynadığı önemli rol,  Rum tercümanların durumunu pekiştirdi. Patrikhane açtığı bir okulda yetenekli Rumlara, Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca öğreterek bu tekeli sağlamlaştırdı. 18. yüzyıl başında divan tercümanlığı karşılığında Eflak, Boğdan Voyvodalığı Fenerli Rum aristokrasisine verilir olmuştu. Böylece yönetici  sınıflar içinde Müslüman olmayan kesime bir "enklav" açılmış oluyordu. Rumların tercüme kalemindeki tekeli 1821'de Yunan ulusal hareketine değin sürecek, bu tarihten sonra Osmanlılar tercüme işlerini başka bir biçimde  örgütleyecekti.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim  Sisteminin Oluşum ve Dönüşümü, İlhan Tekeli, Selim İlkin


1821 yılında kurulan Tercüme Odası, Osmanlı Devleti’nde yetişmeye başlayan yeni nesil bürokratların eğitim aldığı en önemli kurumlardan biri  olmuştu. Tercüme Odası deyince ilk akla gelen elbette dil öğrenimidir. Ancak Tercüme Odası’nın Osmanlı Devleti’nde oynamış olduğu rol, belirtildiği gibi sadece dil öğretmekle kalmamıştır. Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ilişkileri geliştikçe, Devlet’in hem iç yönetiminde hem de dış yönetiminde, Avrupa dillerini bilen insanlara duyulan gereksinim artıyordu. Dış temsilciliklere atanacak dil bilen yetişmiş insan kadrosuna ihtiyaç sürekli arttığı gibi, Devlet’in içişlerinin yürütülmesi için de Avrupa kaynaklı diplomasi evrakı kadar bilim ve düşünce ile ilgili eserlerin çevrilmesi gerekmekteydi. Bu durum Tercüme Odası’nı Osmanlı Devleti’nin XIX.  yüzyıldaki en önemli kurumlarından bir haline getirdi. Tercüme Odası, adeta İstanbul’a Avrupa bilgi ve düşüncesinin giriş kapılarından biri haline geldi.

Ahmet Karaçavuş, Tanzimat Dönemi Osmanlı Bilim Cemiyetleri, Doktora Tezi

Nizip Savaşı ve II.Mahmut'un ölümü

1833’te imzalanan Kütahya Antlaşması, II. Mahmut ile Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa arasındaki gerginliği sone erdirmemişti. II. Mahmut, bir valisine yenilmenin ve büyük toprak kaybetmenin üzüntüsü içindeydi. Mehmet Ali Paşa ise elde ettiklerini yeterli bulmamaktaydı. Bu arada İngiltere ve Rusya da, Mehmet Ali Paşa’nın güçlenmesinden çıkartan gereği kaygı duymaktaydılar. II. Mahmutİngiltere ve Rusya’nın kendisini desteklemesi üzerine, Mısır valiliğine Hafız Mehmet Paşa’yı atadı ve Mehmet Ali Paşa’yı asi ilân etti. Hafız Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleriyle, İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri Nizip yakınlarında karşı karşıya geldiler. Mısır ordusu sayıca kalabalık olmakla beraber yorgun, bakımsız ve donatımsızdı. Modern savaş yöntemlerinden habersiz olan Hafız Mehmet Paşa, danışmanlığını yapan Alman generali Von Moltke’nin önerilerini dikkate almadı. Bu yüzden 24 Haziran 1839'da yapılan savaşta Osmanlı ordusu yenildi.

II. Mahmut, Nizip yenilgisini öğrenmeden 30 Haziran 1839’da 54 yaşında öldü.

Padişahlar Albümü, Boyut yayıncılık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder