Orhan (Bey)

Osman'ın oğlu Orhan'ın (hd. y. 1324-1362) kariyerine ilişkin kaynaklar kısmen daha iyi sayılır. Daha önce belirtildiği gibi, Aşıkpaşazade'nin kroniğinde boşluklar mevcut, ama Bizans kaynakları daha tehdit edici hale gelen bu komşu hakkında daha kapsamlı bilgi sağlıyor ve Avrupa kaynakları Osmanlı Beyliği'nin farkına varmaya başladı. Ayrıca Orhan'ın uzunca saltanatı sırasında bir dizi süreci ayırt etmek mümkün. 

Bu dönemde birincisi, bir yönetimin kök salmaya başladığına ilişkin elimizde incelikli bir tasarıma sahip bağımsız bir sikke sistemine dair fiziki kanıtlar var. İkincisi, beyliğin askeri kuvveti bir piyade kanadıyla birlikte yerleşik savaş tarzlarına yönelmeye başladı. Üçüncüsü, Balkanlar'da askeri ilerleme var. Dördüncüsü, dini kurumlar ve bunlara uygun bir mimari gelenek kökleşiyor. Beşincisi, askeri ilerlemeye eşlik eden iktisadi bir gelişme gözleniyor ve bu durum Orhan'ın saltanatının aşağı yukarı ilk on iki yılı sırasında başlıca Bitinya kentlerinin fethini takip ediyor. Bu süreçlerin tümü ya da hatta çoğu önceden planlanmamıştı, ama nüfuz sahibi birçok kişinin paylaştığı tuhaf bir fırsatçı karakteri yansıtıyorlar.


Orhan iktidara geldiğinde Bursa zaten en azından on beş yıldır haraç ödemekteydi ve abluka altında canlılığını yitirmişti. Kentin 1326 Nisanında teslim olmasının ardından Orhan bir yıl içinde bir darphane kurdu ve dirhem bastı. Bir yıl sonraki bir deprem Ulubat'ın ele geçirilmesini mümkün kıldı. 1329'a gelindiğinde, göçebe çobanlar sürülerini İzmit Körfezi'nin kuzey sahilindeki kıyı topluluklarının üstündeki tepelerde otlatıyordu. 

Bizans

II.Andronikos'un öldüğü 1328'de, imparatorluğun elinde yalnızca tecrit edilmiş birkaç kale-kent kalmıştı. Filadelfia [Alaşehir] dolayındaki yarı özerk bölgenin Osmanlıların eline geçmesiyle, Anadolu'daki Bizans tarihi sona erer. Durum, II. Andronikos'un ölümünden sonraki dönemde imparatorluğu parçalayan iç savaşlarla büyük ölçüde kötüleşmişti ve savaşlar esas olarak Bizans aristokrasisinin içindeki küçük bir grubun şahsi ve ailevi rekabetlerinden kaynaklanıyordu.

III. Andronikos 1321 'de dedesi II. Andronikos'a karşı ayaklandı ve dört yıl patırtı, ileri geri marş ettikten sonra 1325'te ortak imparator olmayı başardı. Çatışma 1327 'de yeniden alevlendi, ama II. Andronikos 1328'de öldü ve imparatorluğu, 134l'e kadar hüküm süren torununa bıraktı. III. Andronikos'un oğlu (dul İmparatoriçe Savoylu Anna'nın ve Büyük Duka Aleksios Apokafkos'un hakimiyeti altındaki) genç V. İoannis'i temsil eden naiplik, İoannis Kantakuzinos'u imparatorluğun düşmanı ilan ettiğinde, çatışma yeniden patlak verdi. İoannis, önceki imparatorun döneminde Megas Domestikos [baş komutan] ve önde gelen bakandı; şimdi de kendini imparator ilan edip bir ordu toplamıştı. Dini ve sosyal ayrılıklar durumu karmaşıklaştırıyordu. Özellikle manastır çevrelerinde destek bulan mistik ve tefekkürcü bir hareket olan isihasmos'un güçlenmesi, kilise bünyesinde görüşleri kutuplaştırdı, çünkü düzenli ve yüksek ruhban sınıfının çoğu, patrik dahil, onun öğretilerine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Bu nedenle Konstantinopolis'teki rejim, isihasmos taraftarlarının, özellikle Bizans manastırcılığının merkezi olan Athos Dağı'ndakilerin İoannis Kantakuzinos'la ittifak kurduklarını gördü, İoannis ise böylece Bizantion'un son yüzyıllarının en büyük ilahiyatçılarından birinin, isihasmos'un önde gelen savunucularından ve güçlü bir hatip olan Grigorios Palamas'ın desteğini kazandı.

O sırada naiplik, taşra kentlerinde, Kantakuzinos'un önderlik ettiği ve esas itibariyle aristokratik olan tarafa karşı hoşnutsuzluğu tahrik etti, böylece bir sürü popüler hareket oluştu ve isihasmos'un destekçileri kovuldu, sonuçta Kantakuzinos Sırp kralı IV. Ştefan (Uroş) Duşan'a (1331-55) sığındı. Bu ittifak Sırpların yayılmacı çıkarlarına uygundu, ama uzun sürmedi, çünkü İoannis ardından, uygulamada özerk bir bölge olan Bizans Tesalya'sının valisi İoannis Angelos'la ittifak kurdu. Karşılık olarak Duşan, Konstantinopolis'teki rejimle bir ittifaka girdi. Kantakuzinos Türk müttefiklerini kullanarak savaşı 1345'e kadar sürdürdü; naipliğin çöküşünü ve Aleksios Apokafkos'un öldürülmesini takiben, 1346 'da Adrianopolis'te [Edirne] VI. İoannis olarak kendine taç giydirdi ve ertesi yıl Konstantinopolis'e girdi, taç giyme töreni burada patrik tarafından tekrarlandı.

İoannis'in zaferi, Batı Kilisesi'yle her türlü uzlaşmaya muhalif olan isihasmos'un da zaferi demekti. lsihasmos doktrininin Bizans Kilisesi'nin resmi doktrini haline geldiği 1351 'den itibaren, bu öğretinin tutucu Batı karşıtı değerleri öne çıktı, ayrıca Bizans kültür ve politikasının son yüzyılında, özellikle Batı kültürü ve Hıristiyanlığıyla ilgili tutumları önemli ölçüde etkilediği görüldü. İmparatorluk politik ve ekonomik bakımdan artık çaresiz durumdaydı.

Sırp hükümdarı IV. Ştefan Duşan Arnavutluk, Doğu Makedonya ve Tesalya'yı yutmak için Bizans'ın zayıflığından yararlandı. İmparatorluğa kalan, Konstantinopolis'in çevresindeki Trakya, Selanik'in etrafında Sırp topraklarıyla kuşatılmış küçük bir bölge, bir de Peloponez ve Kuzey Ege adalarındaki topraklardı. Bu bölgelerin her biri, pratikte, az çok özerk bir vilayetti ve birlikte, ismen ve gelenek yoluyla bir imparatorluk meydana getiriyorlardı. Ama iç savaşlar bu bölgelerin ekonomisini harap etmişti ve imparatorların talep ettikleri asgari vergileri bile zar zor karşılıyorlardı; Haliç'in karşı yakasındaki Ceneviz ticaret merkezi Galata'nın imparatorluk kentinin kendisinden yedi kat büyük bir yıllık vergi geliri olması olgusu bu durumu çok güzel açıklar.

Bizans Tarih Atlası, John Haldon



Bizans imparatoru III. Andronikos, İzmit'in kuşatılmasını önleyebilecek her şeyi yapmaya karar verdi ve 1329 Haziranında, Osmanlılara üstün gelme umuduyla kıyı yolu boyunca ordusuyla ilerlemeye başladı. Askerler Gebze'nin güneybatısındaki Pelekanon'a geldiğinde, Osmanlı süvarisini hakim mevkide onları beklerken buldu. Osmanlılar neredeyse bütün gün bozkır savaşı tarzında atlarını aşağı sürüp Bizanslıları ok yağmuruyla yıpratmaya çalıştı, ama sonuç başarısızdı. Osmanlı kuvvetleri ancak imparatorun şans eseri yaralanmasından sonra, bu Bizans askerlerinin kıyılardaki iç kalelere doğru çılgınca geri çekilmesine yol açınca başarılı olabildi. Kantakuzenos'un kroniğinde ayrıntılı olarak yer alan bu muharebe Osmanlı zaferinden ziyade Bizans yenilgisi olarak hikaye edilir. Osmanlıların hakim mevkide bulunmalarına rağmen Bizans savunma hattını yerinden oynatmayı beceremedikleri nakledilir; bu da yeterli sayıda göçebeye sahip olmadıkları anlamına gelir. 

Bitinya ovalarının meradan ziyade ekim için kullanıldığı ve Sakarya havzasının doğusu ile üst tarafındaki meraların henüz Osmanlıların elinde olmadığı dikkate alındığında, göçebe gücün sayıca yetersizliği anlaşılabilir bir durumdur, keza bunun sonucunda bir Osmanlı piyade kanadının gelişmesi de. Osman'ın başlattığı ve Orhan'ın devam ettirdiği kentsel ve kırsal hayatın yeni koşulları, vakti geldiğinde Osmanlı askeri düşüncesi ile pratiğinin yerleşik bir hal almasına sebep oldu. 

Bizans tarafında ise 1329 seferi Andronikos'un Osmanlıları Bitinya'dan çıkarma konusundaki sonuncu girişimiydi. Sırası gelince geride kalan kentler de teslim oldu. İznik 1331'de Osmanlı toprağı haline geldi. İbn Battuta birkaç ay sonra vardığı bu kentin yıkık dökük durumunu dile getiriyordu: İznik, müreffeh ve cazip bir kent olarak bulduğu Bursa'yla öğretici bir tezat içinde olmalıydı. 1337'ye gelindiğinde, Bizans'ın kenti korumak için haraç ödemesine rağmen İzmit de Osmanlıların eline geçti. Bundan bir süre sonra Osmanlılar Karesi Beyliği'ni ilhak etti, ama bu anlaşılması güç bir hikayedir. Bağımsız devletin en geç 1346'ya tarihlendirilebilecek olan yıkımını aile çatışmalarının hızlandırmış olması mümkündür. Ayrıca beylikte bazı söz sahibi kişilerin, belki Trakya'daki fırsatlarını artırmak için, Osmanlıların efendiliğini benimsemekten yana olduğuna ilişkin emareler var.

Bunun ötesinde Orhan bir noktada dikkatini doğuya yöneltti, çünkü ibn Battuta 133'larda Göynük'ü ve komşu kasabaları Osmanlı denetimi altında buldu, Belki yirmi yıl sonra Ankara da bunlara eklendi. 

Bu sıralarda Orhan, İç Anadolu’daki gelişmelerle de ilgilenmekteydi. Ankara bölgesi, Sivas sultanı Eretna soyundan Gıyâseddin Mehmed'e aitti. Onun zayıf kişiliği yüzünden Eretna Sultanlığı'nda iç karışıklıklar baş gösterdi, Mehmed 10 Ağustos I354'te tahtını bırakıp Karamanoğlu’na sığındı. Karamanoğlu onu destekleyerek Ankara’yı ele geçirmeye çalıştı. Osmanlılar bu kargaşadan yararlandı, İpek yolu üzerinde sof imalâtı ve ticaretiyle zengin bir şehir olan Ankara'yı işgal etmeye karar verdiler. Süleyman’ın, şehre hâkim olan ahîlerle anlaşma ve iş birliği yaptığına kuşku yoktur. Amasya Emîri Hacı Kutluşah ile anlaşan Orhan, Süleyman Paşa kumandasında orduyu harekete geçirdi, Ankara ve Sivrihisar'ı aldı. Ankara ve Sivrihisar için bu karşılaşma, Osmanlılar ile Karamanoğulları arasında gelecekteki büyük mücadelenin başlangıcı sayılabilir.

Halil İnalcık, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları

Ayrıntılarına şu anda vakıf olmadığımız bu genişleme hem İlhanlı hükümdarı Ebu Said'in son yıllarında Galatya'da Moğol otoritesinin çöktüğünü, hem de bir zamanlar Eskişehir'i tehdit etmiş olan Germiyan Beyliği'nin Frigya'nın doğusundaki toprakları denetlemeyi beceremediğini gösterir. 


Osmanlı'nın Balkan tarihine girmeye başlaması Orhan'ın saltanatına denk düşer. Bir Türkiye tarihinde Balkanlar'ın iç tarihine ne kadar ağırlık tanınacağı belirsizdir, ama Anadolu'da Boğazlar'ın diğer yanındaki gelişmelerle yakın ilişki içinde o denli çok olay vuku bulmuştur ki bu konu görmezlikten gelinemez. Dolayısıyla belki en iyisi, daha eski diplomatik tarihlerin geleneğine dayanmak ve "Avrupa'daki Türkiye"nin tarihinin bir kısmını hikaye etmektir. Geçmişe bakıldığında bir Bizans önderinin Balkan seferlerinde destek olacak birlikler için neden bir Türk önderine başvurduğunu anlamak güçtür. Bizanslılar İzmit Körfezi'nin kuzey kıyısını ve İzmit kentini korumak için 1330'larda Orhan'a haraç ödemiş olduğu halde, Osmanlılar 1337'de kenti ele geçirdi. Bizans'taki öldürücü taht kavgalarının kırsal kesimde denetimlerini korumaktan daha önemli sayıldığı ve taht için çekişenlerin basiretsiz olduğu sonucuna varmak insana cazip gelebilir. Belki bunun yerine, Türk destek kuvvetlerini hizmete almaya ilişkin talepkarlığının Bizans kroniklerinde yüzyıllarca geriye giden bir uygulamanın yalnızca bir devamını temsil ettiğini ve bu kuvvetleri getirenlerin, ülkede kalma, birleşme ve Bizans topraklarına el koyma ihtimalini telafi etmekten öte bir yararları dokunduğunu düşündüklerini bilmekte yarar var. Türklerin askeri düzenlerinden bir bölümünün oymak karakterli ve değişken olduğu, bir amir gücünü kaybettiğinde başkasına bağlanmaya hazır oldukları ve böyle bir ihtimalin Bizans hükümdarlarının stratejik planlamasında öncelikli yer aldığı ileri sürülebilir. 

İoannes Kantakuzenos 1329'da Pelekanon'da Orhan ve ordusuna karşı savaştı. İki hükümdar 1346'da müttefik ve hısım haline geldi. Bundan önceki beş yılda Trakya'daki Kantakuzenos, Konstantinopolis'teki genç V. İoannes Palaeologos'un takımıyla sürtüşmüştü. Her iki taraf Orhan' dan askeri birlik almış ve Kantakuzenos galip gelmişti. 1346' da Orhan, Kantakuzenos'un bir kızıyla evlendi. Bir yıl sonra başkente girmeyi beceren Kantakuzenos başka üç vesileyle Osmanlı desteğini istedi, Orhan da bunlara karşılık verdi. Planlı ilerleyişe belli miktarda yağmanın eşlik ettiği bu seferlerde Orhan'ın kuvvetleri, düşman kuvvetlerin arazisini ve kaynakları ile kapasitelerini tanıma fırsatı buldu. Balkanlar'daki seferlere başka beyliklerden, özellikle Aydınoğulları'ndan kuvvetlerin katıldığını akılda tutmalıyız. Bu kuvvetlerin bazısı bilahare Osmanlı denetimi altına girdi. Daha önceki bağımsız niteliklerini anlamak için ise Osmanlı kronikleri tek başına yeterli değildir. Bu noktada doğa işe karıştı. 1354 Martında bir deprem Gallipoli (Gelibolu) surlarının bir kısmını ve başka komşu toplulukları yerle bir etti. Orhan'ın daha önce Trakya' da bir süre bir savunma tesisini işgal etmiş olan oğlu Süleyman Paşa, Anadolu' dan geri dönüp işgal altına aldığı Gallipoli'yi ve başka yerleri tahkim etti.  Gallipoli'nin, akıncıların Trakya topraklarını aralıksız saldırılarla taciz edip işgal etmesine uygun bir mevki olduğu böylece kanıtlanıyordu. Süleyman Paşa 1357'de öldü, ama bundan önce Osmanlı vakayinamelerine bir kahraman olarak girdi.

Osmanlı'nın Trakya' da ilerlemesine dair kayıtlar bulanıktır ve görünüşe bakılırsa Orhan'ın oğullarından Halil'in esir alınıp Phokaea'da (Foça) hapsedildiği 1357'den sonraki birkaç yılda kesintiye uğramıştır. Bizanslılar sonunda fidye talep edip, bu defa imparatorun kızı ile arasında başka bir evlilik ittifakı düzenledikten sonra barışı satın almak umuduyla Halil'i iade ettiler. Halil'in esareti sırasında Orhan'ın Avrupa'dan müdahale ettiğine ilişkin fazla bir kanıt bulunmadığı halde bu durum uzun sürmedi. Ne var ki Orhan 1362'de öldüğünde Trakya'daki Didymoteichon (Dimetoka) kenti kısa süre önce Türk kuvvetlerinin eline geçmişti. 

Orhan'ın saltanatının sonraki döneminde, 1352 yılında, Osmanlılar Venedik'e karşı en azından geçici olarak Cenova'nın müttefiki haline geldi. Bu olay Aydın ve Menteşe'nin yanı sıra Osmanlı Beyliği'nin daha büyük bir rol üstlendiğini ve -bu döneme gelindiğinde Osmanlılar Karesi bahriyesini miras almış olsa da- korkutucu bir deniz kuvveti bulunmamasına rağmen yalnızca Konstantinopolis için bir tehdit olmakla kalmadığını, aynı zamanda Akdeniz' de varlık gösterdiğini düşündürür. Ve şayet Orhan döneminin mimarisine ve dini vakıfların kayıtlarına bakarsak, daha incelikli ve daha büyük kaynaklar doğrultusunda, platodan uzak ve zengin Bitinya ovalarına daha sağlam bir şekilde yerleşmiş bir yapı görürüz. 

 1351-1355 devresinde Venedik ile Cenevizlilerin savaş ortamı içinde bulunmaları, Osmanlıların çok rahat hareket etmelerine zemin hazırlamıştır. Esasen Galata’daki (Pera) Ceneviz kolonisi, öteden beri Osmanlılarla iyi ilişki kurmaya bir bakıma mecbur olmuştu. Orhan Bey’in askeri gücü Pelekanon savaşını izleyen yıllarda kademe kademe Üsküdar’a oradan Karadeniz kıyısına kadar uzanmıştı. 

Boğaza bakan güçlü Yoros kalesi Cenevizlilerin idaresindeydi. 1351’de Ceneviz kolonisi Galata, Bizanslılarla işbirliği içindeki Venedikliler tarafından kuşatılınca, Cenevizliler Orhan Bey ile temas kurmuşlardı. Ceneviz donanması bu savaş sırasında erzak teminini Osmanlılara ait limanlardan sağlamaya başlamıştı. Orhan Bey Bizans imparatoru ile bir taraftan ilişkilerini sürdürürken, aynı zamanda Cenevizliler ile de iyi ilişkiler kurmuştu. Orhan Bey 1351 Kasım ayında Ceneviz donanma amiraline bir elçi yollamış, savaşan taraflar hakkında bilgi teatisinde bulunmuştu. Hatta bizzat Üsküdar’a gelip Galata’yı savunmak üzere 1000 kadar okçuyu buraya yollamıştı. Bunun sebebi daha çok Cenevizlilerin deniz gücünden istifade etmekti. Zira Osmanlılar birliklerini Avrupa yakasına geçirmek için Ceneviz gemilerini kiralıyorlardı. Orhan Bey’in Cenevizlilerle yaptığı ilk anlaşma 1352 yılı başlarındadır. Cenevizlilere karşı, Venedik-Katalan (İspanya) ve Bizans ittifakı, Venedik ve Katalanların çekilmesi sonucu dağılınca Bizanslılar Orhan Bey ve Cenevizlilerle bir barış anlaşması imzalamaya mecbur olmuşlardı (6 Mayıs 1352).
Osmanlı Tarihi I, A.Ü.A.Ö.F, 


Eğer Orhan bağımsız kariyerine bir aşiret reisi olarak başlamış idiyse, bu kariyeri yerleşik düzene geçmiş bir devlet adamı, Bizanslı önderlerle aynı düzeyde ve dikkatle hesaba katılması gereken potansiyel bir müttefik olarak sonlandırdı. Osmanlı'nın Trakya'da kesin ilerlemesinin tarihi olan 1354 yılında teolog Gregorios Palamas da birkaç hafta Osmanlı esaretinde kalmıştı. Palamas'ın anlatısı Anadolu'nun en azından bir parçasında kozmopolitliğin egemen olduğuna dair değerli bir kayıttır. Buradan, Orhan'ın güvenini kazanmış grekofon [Yunanca konuşan] görevlilerin -Bizans teolojisine dair öğretilerinin gösterdiği gibi Palamas'ın da usta olduğu- inançlar arası konulardaki ağırbaşlı tartışmaları ve belki tam bir din değiştirme yolundaki ortakyaşam süreci hakkında bilgiler ediniyoruz.

Orhan'ın beyliğinin iktisadi tabanı Osman'ın zamanında olduğundan daha geniş ve muhtemelen daha sağlıklıydı. Osman'a atfedebileceğimiz sikkeler arızi ve nadirdir. Orhan'ın en azından üç tip sikkesi mevcut. Görünüşe bakılırsa bunlardan biri çokça doğrulanmış ve sıkça bulunan bir Anadolu Selçuklu emisyonuna dayanıyor; seyrek olmakla birlikte Orhan'ın sikke sürümleri büyük koleksiyonların çoğunda bulunabiliyor. 

Orhan'ın döneminde yalnızca camileri değil medreseleri de içeren bir hayli inşa faaliyeti söz konusuydu; medreselerin varlığı hükümdarın dini danışmanlarının dışarıdan uzman ithal etmeksizin ihtiyacı karşılamanın vasıtalarını yarattıklarının bir göstergesi. İznik Osmanlıların eline geçtiğinde, daha eski Bizans yapılarına çok geçmeden camiler ile medreseler de (1331'de kurulan ilk Osmanlı medresesi -İbn Battuta bu tarihte yeni fethedilen kenti daha çok beğendiği Bursa'yla karşılaştırmıştı- ve Hacı Özbek Camii) katılıyordu. Bursa' da 1339 tarihli Orhan Bey Camii, Bizans yapısının özelliklerini gösterir, öyle ki Clive Foss'un türettiği ifadeyle "Bizlami" diye adlandırılabilir. 

Osmanlı Devleti’ni "çoban" Türkmen beylerinin kuramayacağını iddia eden Batılı tarihçiler (son defa H. Lowry) yanılgı içindedir. Ede-Balı’dan beri beyliğin idaresini çoğu fakih, ulemâdan kişiler kurmuş ve yürütmüştür. Bu âlim vezirler, İslâm hukukunu ve kurumlarını iyi bilen yetenekli kişilerdi. Alâeddin, Sinâneddin ve Çandarlı (Çendereli) Kara Halil bu ulemâ-bürokratların önde gelenleridir. Orhan'ın önce İznik, ardından Bursa kadısı yaptığı Çandarlı Kara Halil, I. Murad döneminde vezirlik ve kumandanlık görevlerinde bulunmuştur. Orhan dönemine ait birçok vakfiye ve mülknâme, iyice gelişmiş bir bürokrasinin eseridir. Orhan, kadı yetiştirmek üzere İznik’te mutasavvıf Dâvûd-i Kayserî idaresinde ilk medreseyi kurmuştu (1333).

Osmanlı devletinin Kuruluş Tarihi, Halil İnalcık,

1 yorum:

  1. Siteyi hocanın derste yanlışlıkla girmesiyle buldum hoca direk sayfayı kapattı fakat ben sitenin adını not almıştım gerçekten de çok akılda kalıcı ve genel olmuş çok güzel bunun keşfedilmesi lazım

    YanıtlaSil