Rusya 18.Yüzyıl


Rusya Tarihi-18.Yüzyıl

Aydın despotlar yüzyılı

XVIII. yy’ın en belirgin özelliği, Rusya'nın Avrupalı uluslarla bütünleşme içine girmesidir. Büyük Petro'nun hükümdarlığı sı­rasında, sınırlar Baltık kıyılarından (Sen-Petersburg;un kurul­ması) Karadeniz'e kadar yayılmış ve imparatorluk güçlü bir de­niz hâkimiyetine sahip olmuştur. Batıya ve doğuya doğru ge­nişleme devam etmiştir: imparatoriçe Anna Ivanovna (1730-1740) Kafkasya'yla ilgilenmeye başlamış; II. Katerina dönemin­de (1762-1796) Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu Kırım Hanlığı ve Karadeniz şehirleri yüzünden savaşmışlardır. Ruslar buralar­da, Akdeniz'de serbest dolaşımı sağlamak için Çanakkale Boğazı'nın denetimini ele geçirmeye çalışmaktaydılar. Batı'da, tam bir siyasî çöküş yaşayan Polonya'nın toprakları. Rusya. Prusya ve Avusturya arasında üç kez (1772, 1793, 1795) payla­şılmıştır; Kurzeme, Litvanya, Beyaz Rusya ve Ukray­na'nın bir bölümü II. Katerina'nın egemenliği altına girmişti.

Rusya, 17. yüzyılın sonlarına gelindiğinde halihazırda Altın Ordu ve diğerlerinin mirasçısı olan bir Avrasya imparatorluğu idi. Bu  statüsünü korumak için bir Avrupa gücü olması gerekliydi. Jeopolitik konumu düşünülürse başka şansı yoktu. Aynı dönemde büyük bir imparatorluk haline gelen İspanya gibi kendisine göre belli bir gelişme gösteren Rusya'nın, arkasını Avrupa ordularına karşı koruyacak Pireneleri yoktu. Batı komşularının hepsi, zorlu güçlerdi. İsveç, tüm Finlandiya Körfezi'ni de içine alan Baltık Denizi'nin doğu kıyısının çoğuna hakimken; Polonya'nın ucu, Dvina ve Dinyeper nehirlerinin gerisine, neredeyse Smolensk ve Kiev duvarlarına kadar uzanmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu ise bütün Balkanlar'a ve Kafkasya'nın önemli bir kısmına hakimdi; onun müttefiki olan Kırım Hanlığı Karadeniz'in kuzey kıyılarına egemendi ve onun gerisinde uzanan bozkırları sürekli tehdit etmekteydi.

Rusya, bu güçlere ciddi bir rakip olmak için 17. yüzyıl boyunca Otuz Yıl Savaşları'ndan aldığı derslerden de yararlanarak ordusunda bazı reformlar yaptı. Avrupa, özellikle kendisi gibi sınırlı kaynaklardan güçlü bir ordu yaratmanın sorunlarını yaşamış Prusya'daki ve İsveç'teki idari modelleri benimsedi. Bununla birlikte bu ülkelerde reformun içeriği oldukça farklıydı: Prusya'daki ve İsveç'teki kurumların iyi işlemesinin nedeni, bu kurumların aşırı dindar; tarafsız ve etkili bir yönetimi ve çoğunluğun çıkarları için  kendinden feragati dini bir görev olarak kabul eden neo-Stoacı insanlarla doldurulmasıydı. Böylece bu ülkelerde idari reform; kültürel ve eğitsel reformun doğal bir parçasıydı.

Bu etkili dini zihniyetten yoksun olan Rusya'nın, kıt kaynaklarını seferber edebilmek için zor kullanması gerekliydi. Böyle yaparak; adalet, yerel hükümet, din, hayırseverlik vs. ile ilgili fark edilmesi neredeyse imkansız olan fakat buna rağmen İsveç ve Prusya modellerinden esinlenerek bilinçli bir kamu ruhunu destekleyebilecek ve koruyabilecek sivil kurumlarını, ezme veya en iyi ihtimalle zayıflatma riskini göze aldı. Böylesi bir zayıflama, kurumların yerini alan klientalizmi (patron-müşteri ilişkileri ağını) güçlendirmek ve pekiştirmek demekti. Modernizasyon, eskiyi güçlendirdi: Devlet kontrolünün artması, kişisel kaprislerin güçlenmesi demekti. Rus hükümetinin 17. yüzyıldan itibaren karşılaştığı paradoks bu idi. O, reformu toplu bir paket halinde sunma ve eskiyi tamamen yanlış kabul ederek reddetme eğilimindeydi

Rusya Tarihi, Geoffrey Hosking


PETRO DÖNEMİ.
Kremlin dışında, Av­rupa kültürüne açık bir ortamda yetişen I. Petro, 1689'da bir saray darbesiyle Sofiya'yı naibelikten uzaklaştırdıktan sonra yönetimi bir süre annesinin akrabalarına bıraktı. Kutsal Birlik'in Osmanlılara savaş açması üzerine 1695'te Tatar akınlarını önleme ve Karadeniz'e inme düşüncesiyle Kırım'a bir sefer düzenledi. Bu başarısız seferin hemen ardından ilk Rus filosunu kurdu ve ertesi yıl Don Irmağı boyunca ilerleyerek Azak'ı ele geçirdi. Aynı yıl V. İvan'ın ölümüyle tek ba­şına çar oldu.

Ekonomik ve kültürel alanda bilgi topla­mak amacıyla çıktığı Avrupa gezisinde Os­manlılara karşı yeni bir ittifak girişiminden sonuç alamayan Petro, Karadeniz yerine Baltık Denizine yönelmeye karar vererek İsveç'e karşı ünlü Kuzey Seferi'ne (1704-21) girişti. Başlangıçta alınan yenilgilere karşın Poltava Çarpışması'yla (1709) Rusya'nın le­hine dönen bu savaş, ortaya çıkan eksiklik­leri kapatmak ve bütün kaynakları hareke­te geçirmek için köklü önlemler alınmasını gerektirdi. Rusya'nın eski kurumlarında Petro'nun başlattığı büyük dönüşümler özellikle askeri zaferin belirginleştiği dö­nemde hız kazandı. 

Bu arada İsveç'in çabalarıyla savaşa katılan Osmanlı ordusu karşı­sında 1711 'de düştüğü güç durumdan Azak'ı vererek kurtulan Petro, sonunda de­nizlerde de üstünlüğü sağlayarak İsveç'e boyun eğdirdi ve Baltık bölgesinin doğusu­nu Rusya'ya kattı. Böylece Batı'yla doğru­dan ticaret yollarına kavuşan Rusya, Avru­pa'nın büyük devletleri arasına girdi. Doğu Avrupa'da kilit bir konumu olan Polonya büyük ölçüde Rus nüfuzunu tanımak zo­runda kaldı. İzleyen dönemde Orta Asya, Hazar bölgesi ve Sibirya'ya yönelik seferle­rin öne çıkmasıyla Doğu'ya doğru genişleme dönemi de başladı.

Savaş koşulları nedeniyle geniş çaplı re­formlar için çoğu kez sert ve baskıcı önlem­lere başvuran Petro, toplumsal sınıflar ara­sındaki geleneksel ayrıma modern ve rasyo­nel bir yapı kazandırmaya yöneldi. Soyluların devlete hizmet yükümlülüğünü kalıcı ve düzenli bir temele kavuşturdu; askeri ve idari görevlerin dağıtımında devletin gereklerini ön plana çıkardı. Toprak sahibi soyluların arazilerini ve sertler üzerindeki hakla­rını genişletirken, mülkiyetin babadan en büyük oğula geçmesini sağlayan düzenle­meyle geniş toprakların bölünmesini önle­di. Köylülerin aile başına ödediği vergiyi ki­şi başına vergiye dönüştürerek serflik sistemini daha da katılaştırdı. Kentlere belediye kurma hakkı tanımanın yanı sıra tüccar ve zanaatçıların loncalarda örgütlenmesini sağladı. Bu arada merkezi otoritenin dene­timine esneklik kazandırmaya yönelik yeni bir yerel yönetim sistemi geliştirdi.

Petro, reformlarının asıl odak noktasını oluşturan devlet yönetimi alanında, çok daha kapsamlı düzenlemelere gitti. Sayısız ve kar­maşık devlet dairelerinin (prikazi) yerine da­ha düzenli ve tutarlı bir işleyişe dayanan ku­rullar (kollegi) oluşturdu. Boyarlar meclisini kaldırarak devlet organları arasında eşgü­düm sağlama, mali denetim ve yasama işleri­ni Senato adlı yeni bir kuruma verdi. İlk dü­zenli ordunun temellerini atmanın yanı sıra etkili ve yaygın bir kolluk ağı kurdu. Patrik­lik makamına son vererek kilise hiyerarşisi­nin başına kendisine bağlı Kutsal Sinod'u ge­tirdi ve kiliseyi mutlakıyetçi rejimin başlıca dayanaklanndan birine dönüştürdü.

Bütün devlet görevlerini kademelere ayıran bir sis­tem çerçevesinde bürokraside eğitim, liyakat ve kıdemi esas alan bir yapıyı egemen kıldı.

Uzun süreli savaşların getirdiği ağır yük Petro'yu ekonomik alanda da yeni atılımla­ra yöneltti. Özellikle silah ve gemi yapımı açısından madenciliğin ve sanayinin geliş­mesine büyük önem veren Petro, yerli ve yabancı yatırımcılara çeşitli destekler ver­menin yanı sıra serfleri bayındırlık ve imalat işlerinde zorla çalıştırma olanağını sağladı. Kendi kurduğu ve 1712'de başkenti taşıdığı Petersburg ile Riga ve Reval (bugün Tallinn) limanlarını Batı'ya açılan ticari kapılar durumuna getirdi.

Petro döneminde devletin eğitim alanına girmesi Rus kültüründe geniş çaplı bir dö­nüşümün yolunu açtı. Eğitim kanalıyla Ba­tı'ya özgü birçok kurum ve gelenek Rus­ya'ya girmeye başladı. Petro'nun 1724'te te­melini attığı Petersburg Bilim ye Sanat Akademisi (bugün Rusya Bilimler Akade­misi) daha sonraları bilimsel ve teknolojik gelişmede öncü bir rol oynadı.

Kuzey Seferi'nden sonra bütün Ruslar’ın imparatoru (imperator) unvanını alan Pet­ro, ertesi yıl da çarların kendi ardıllarını be­lirleme ilkesini koydu. Bu hakkını kullanamadan öldüğü için, yerine 1724'te imparatoriçe tacını giydirdiği karısı I. Yekaterina geçti.


Petro'nun ani ölümünün geride bıraktığı boşluk uzun sü­ren bir çekişme ve karışıklık dönemi getirdi. Yekaterina'nın çariçe ilan edilmesini sağla­yarak fiilen yönetimi eline alan A.D. Menşikov, çok geçmeden iktidarı Petro dönemi­nin öteki güçlü devlet adamlarıyla paylaş­mak zorunda kaldı. Böylece Senato'nun ye­rini almak üzere bir Özel Danışma Kurulu oluşturuldu.

Bu kurul Yekaterina'nın ölü­münden (1727) sonra Petro'nun torunu olan küçük yaştaki II. Petro'yu başa geçirdi. Bu dönemde yönetime egemen olarak Menşikov'u sürgüne gönderen Dolgoruki ailesinin üstünlüğü, Petro'nun 1730'da ölmesiyle çok kısa sürdü.

Özel Danışma Kurulu'nun, yö­netimin kendi elinde kalması koşuluyla tah­ta çıkardığı I. Petro'nun yeğeni Anna, soyluların ve muhafız birliği subaylarının oligarşik iktidara tepki göstermesinden yararlanarak bu planı bozdu. Ardından Özel Danışma Kurulu'nu dağıttı ve E. J. Biron ile öteki Al­man danışmanlarına dayanarak mutlakiyet­çi yönetimi yeniden kurdu. Alman danışmanların sert ve acımasız yöntemleri ve Rusya'yı savaşlara sokan dış politikaları, soyluların muhalefete geçmesine yol açtı. Çocuğu olmayan Anna ölümünden (1740) kısa bir süre önce iki aylık yeğeni VI. İvan'ı vârisi ilan etti.

İvan'ın annesi Anna Leopoldovna'nın gene Alman danışmanlar aracılı­ğıyla yürüttüğü naibelik yönetimine, ertesi yıl bir saray darbesiyle son verildi ve I. Pet­ro'nun kızı Yelizaveta tahta çıkarıldı.

Senato'yu yeniden eski konumuna ka­vuşturan, ama daha yakın danışmanlarına dayanan Yelizaveta'nın 21 yıllık hüküm­darlık dönemi, Petro'nun reformlarından alınmaya başlanan sonuçlarla devlet ve toplum yaşamında yeni bir yapılanmaya sahne oldu. Bürokrasi içindeki hiyerarşik düzen en tepede yer alan ve generalitet ola­rak adlandırılan güçlü bir kesim doğurdu. Kilit devlet makamlarını elinde tutarak hükümdarın çevresini kuşatan ve bürokra­side yükselme yolunu denetim altında tu­tan bu kesimin başlıca dayanağı, daha alt kademedeki soylularla kurulan ittifak bağ­larıydı. Sistemin işleyişinde eğitimin belir­leyici bir rol oynaması nedeniyle, soyluları devlet görevleri için yetiştiren kurumlar büyük önem kazandı. Bürokrasi içindeki eski bölge ve aile bağlarının yerini alan bu kurumlar, aynı zamanda Batı Avrupa'dan gelen düşünce ve akımların yayılmasına öncülük eden bir işlev kazandı.

Nüfusun hızla artması (1725'te yaklaşık 20 milyon iken, 1800'de 36 milyon) ve ticaretin kolaylaştırılması (bölgesel gümrük uygulaması kaldırılmış, ırmaklar ulaşı­ma uygun hale getirilmiş) sonucunda iç pazarın nis­peten büyümesi, ekonomik gelişmeyi can­landırmıştır. XVII. yy'ın ikinci yarısında Urallar'da   kurulan metalürji sektörü gelişmeye başlamıştı; ama başlıca ih­raç ürünü olarak Rus sanayiinin en değerli üretim dalı haline gelmesi ancak XVIII. yy'da gerçekleşmiştir.

Köylülerin sürekli olarak serfleştirilme süreci (1785'te kabul edilen ve soylulara ayrıcalık veren yasa) tarım sektöründeki hoşnutsuzlukların tüm yüzyıl boyunca devam etmesine yol açtı 1707-1708 yılları arasında gerçekleşen Bulavin ayaklanması 1773-1774 yılları arasında, Batı Sibirya'dan Orta ve Aşağı Volga'ya dek yayılarak II. Katerina'nın tahtını tehdit eden Kazak Pugaçev'in yönettiği isyan.

Bütün bunlara rağmen, Büyük Katerina'nın hükümdarlığı tıpkı Büyük Petro'nun hükümdarlık dönemi gibi, toprak aristokrasisine dayanan devletin güçlenmesiyle belirlenmiştir: soylular 1762'den beri askerî hizmet yükümlülüklerinden kurtulmuşken 1767 Olağanüstü Meclisi'nin gerçekleştirdiği reformlar, serflik sistemini daha da zorlaştırmıştır.

II. YEKATERİNA DÖNEMİ.
Yelizaveta'nın yerine geçen yeğeni III. Petro, Senato'yu arka plana atarak yetkileri yakın çevresinde topladı. Öte yandan geleneksel dış politika­yı terk ederek Prusya'yla ittifak kurmaya yöneldi. Bu adımların yarattığı yaygın tepki üzerine bir saray darbesiyle karısı II. Yekaterina tahta çıkarıldı.
Yekaterina'nın güçlü yönetimi önceki hü­kümdarlar döneminde izlenen yayılma po­litikasını daha da ileriye götürdü. Ukray­na'yı Rusya'ya bağlama ve güneydeki geniş boş toprakları yerleşime açma süreci ta­mamlandı. Ardından Avusturya ve Prus­ya'yla varılan antlaşma (1772) çerçevesinde parçalanan Polonya'nın doğu kesimi ile eski Litvanya Grandüklüğü toprakları Rus­ya'nın yönetimine geçti. Öte yandan Osmanlılara karşı kazanılan askeri başarılarla Karadeniz'in kuzey kıyıları bütünüyle Rus egemenliği altına girdi (1774). Bunu Kı­rım'ın ilhakı (1783) ile Urallar'ın doğusun­da ve Hazar Denizi kıyılan boyunca sürdü­rülen fetihler izledi. Osmanlılara karşı sağ­lanan askeri üstünlüğün bir sonucu da Balkanlar'da dolaylı bir Rus nüfuzunun kurul­ması oldu.

Yekaterina'nın gözdelerinden G.A. Potemkin'in başlıca mimarı olduğu bu yayılma politikasına, özellikle güneyde yürütülen geniş çaplı bir kolonileşme eşlik etti. Bu süreçte kurulan kent ve limanlar kısa sürede canlı birer ticaret ve kültür merkezi durumuna geldi. Devlet görevlilerine ve soylula­ra dağıtılan geniş arazilerle Rus serflik siste­mi yeni ele geçirilen topraklara da yayıldı. Ayrıca belirli bir özerklikten yararlanan Kazakların geleneksel askeri demokrasisi­ne son verildi ve oturdukları ırmak vadilerinde etkili bir denetim sağlandı.

Egemenlik altına alınan yabancı halkları çarlık düzeni altında bütünleştirmede genellikle Rus yö­neticilere dayanarak eski siyasal ve toplum­sal yapılan ortadan kaldırma politikası benimsendi. Bu çabaların din, dil ve kültür alanlarında baskılara yol açması boyundu­ruk altındaki halklar arasında ulusal kimliği koruma temelinde bir direniş doğurdu. Rusya'nın merkezden atanan memurlara, toprak sahiplerine ve ra/r (köy komünü) sistemine dayanan yerel yönetim mekaniz­masının yetersizliği, Yekaterina döneminde­ki köylü ayaklanmalarıyla açık bir biçimde ortaya çıktı. Bunun üzerine bir reform prog­ramı hazırlayan (1775) Yekaterina, ülke topraklarını
guberniya denen birimlere ayı­rarak doğrudan çarlık adına görev yapan va­lilerin yönetimine verdi. Ayrıca toprak sahi­bi soyluların ve kentlerin seçtiği görevlilerin yerel yönetimde belirli ölçüde söz sahibi ol­masını sağlayan bir sistem geliştirdi (1785).


Yekaterina'nın merkezi yönetim alanındaki düzenlemeleri ise Senato'nun denetim yetkilerinin genişletilmesi, çeşitli devlet işlerini yürüten kurullann başkanlanna daha büyük bir güç kazandırılması ve konumu tam belir­lenmemiş bir tür kabinenin oluşturulması gi­bi değişikliklerle sınırlı kaldı. Eski yasalan yenilemeye yönelik çalışmaların tamamlanamamasına karşın Yekaterina tarafından ortaya konan yol gösterici ilkeler daha son­raki reformlara temel oluşturdu. Otokratik bir devlet anlayışım önde tutan bu ilkeler, gene de devletçe çizilen sınırlar içinde kişi haklarının kullanılmasına olanak tanıyordu.

III. Petro'nun daha önce aldığı bir  karar doğrultusunda soyluların devlet hizmeti yükümlülüğünü azaltarak ekonomiyle ilgili alanlara yönelmelerini sağlamaya çalışan Yekaterina, genel bir kadastroyla arazilerin  sınırların kesin biçimde belirleyerek soylu­lara arazilerindeki yeraltı ve yerüstü kay­naklan işletme, ürünlerini serbestçe piyasa­da satma haklarını tanıdı. Taşra eşrafının örgütlenmesine yönelik düzenlemelerle bir­likte toprak sahibi soyluları malikânelerine daha sıkı bağlayan bu önlemler, serfler üze­rindeki sömürü ve baskının daha da ağırlaş­masına yol açtı. Böylece artan hoşnutsuz­luklar toplumsal bir patlama getirdi. Kazak kökenli Yemelyan Pugaçov önderliğinde ülkenin bütün dou kesimini an bisaran köylü ayaklanması güçlükle bastırılabildi. Yekate-dönemine damgasını vurr başka gelişme, kentlerin ticaret ve kültür alanla-rında büyük bir canlılık kazanması oldu. 

Versailles Sarayı'ndan ve XIV. Louis'nin mutlakiyet rejimini görkemli simgeselliğinden büyülenmiş olan Büyük Petro'dan, Diderot'dan etkilenen II. Katerina'ya kadar, pek ünlü olmayanlar (II. Petro, Anna veya I. Yelizaveta) da dahil olmak üzere XVIII. yy'ın bütün hükümdarları Batı'dan etkilenmiştir. Aristokrasi sınıfının seçkinleri de dışa açılmakta ve Alman modeli temel alınarak kurulmuş üniversitelerde kendilerini yetiştirmektedirler (1755'te Moskova'da ilk üniversitenin kurulması 1764'te soylu genç kızlar için Smolniy Enstitüsü'nün açılması] Toplumsal sorunlarla ilgilenen soylulardan oluşan intelligenstia'nın bir bölümü, Fransız Devrimi ve onun özgürlük düşünceleriyle heyecanlanmıştır. Serflik ve otokrasiye karşı ünlü bir eleştiri (Petersburg'dan Moskova'ya Seyahat [Puteşestviyeiz Petersburg vMoskvu], 1790) yazan Aleksandr Nikolayeviç Radişçev, imparatoriçenin gazabına uğramış, hakkında dava açılmış ve sürgüne gönderilmiştir. Ancak, seçkinlerin tersine, kırsal kesimin ve kent burjuvazisinin büyük bir çoğunluğu, alışkanlıklarını ve geleneksel yaşama biçimlerini korumuştur.

Kaynaklar:
Axis 2000
Ana Britannica
Théma Larousse
Times Dünya Tarihi Atlası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder