5 Ağustos 2025 Salı

Teknolojik Devrimler

Teknolojik gelişmeler, belli alanlardaki teknik süreçleri aşan toplumsal değişime de neden olmaktadır. Her ardışık teknolojik devrim, döneminin ihtiyaçlarına çözüm üretirken, toplumsal düzenin de değişmesine yol açmıştır. Aslında bu döngü çok yönlü işlemektedir.  Bilim insanları, sanatçılar, düşünürler, siyasetçiler bulundukları ağda etkileşim içinde ve bazen sıçrama anlarında devrimlerin oluşmasında rol almaktadırlar. 

Okuma Atlası'nda bu süreci başlıklar halinde bir araya getirmekteki amaç, felsefe ve sanat alanındaki yansımaları dahil bu değişimin etkilerini düşünmek ve anlama çabasına başlangıç oluşturmaktır.

B.Berksan

Tüm devrimlerde ortak bir tema, teknolojik değişimin hızlanan temposudur; bu da giderek daha hızlı toplumsal adaptasyonu gerektirmektedir. Endüstri 4.0, "önceki sanayi devrimlerine kıyasla çok daha hızlı teknolojik gelişmelerle" açıkça belirtilmektedir. Enformasyon Devrimi, "toplumsal dönüşüm biçimlerine olağanüstü bir hız" kazandırmıştır. Endüstri 4.0'ın tetiklediği "eşi benzeri görülmemiş değişim hızı", insanlarda hem heyecan hem de korku uyandırmaktadır. Bu eğilim, yüzyılları kapsayan değişimlerden on yıllar içinde gerçekleşen değişimlere doğru bir geçişi işaret etmekte, toplumsal kurumlar ve bireysel uyum kapasiteleri üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır.

Benzersiz özelliklerine rağmen, her devrim, yeni biçimlerde de olsa, belirli temel sosyolojik sorunları tutarlı bir şekilde üretmiş veya şiddetlendirmiştir.

  • Eşitsizlik: Askeri Devrim, "asker-yurttaşlık" aracılığıyla bazı sınıf çizgilerini bulanıklaştırırken, mevcut hiyerarşileri ortadan kaldırmamıştır. Sanayi Devrimi, toplumu yeni sınıflara (burjuvazi ve proletarya) ayırmış, servet ve güçte büyük eşitsizliklere yol açmış, yaygın işçi sömürüsü ve düşük ücretler ortaya çıkarmıştır. Enformasyon Devrimi, dijital erişim ve okuryazarlığa dayalı yeni eşitsizlik biçimleri getirmiştir (bilginin baskın bir değer olduğu tartışmasında ima edilmektedir ). Endüstri 4.0 ve Yapay Zeka Devrimi'nin, beceri yanlısı teknolojik değişim ve işverenler için azalan işgücü maliyetleri nedeniyle gelir eşitsizliğini önemli ölçüde artırması beklenmektedir.

  • Güç Dinamikleri ve Kontrol: Askeri Devrim, güçlü, merkezi ulus-devletlerin yükselişine ve askeri bürokrasilerin güçlenmesine yol açmıştır. Sanayi Devrimi, sermaye sahiplerinin (burjuvazi) üretim araçları üzerindeki gücünü artırmış ve işçilerin yaşamları üzerinde büyük bir kontrol sağlamıştır. Enformasyon Devrimi, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve küresel ağların oluşumuyla yeni kontrol biçimlerini mümkün kılmıştır. Yapay Zeka Devrimi, veri toplama, analiz etme ve manipüle etme yetenekleri aracılığıyla güç ilişkilerini yeniden şekillendirmekte, algoritmik kontrol ve gözetim yoluyla toplumsal kontrolün derinleşmesine yol açmaktadır.

İnsan-teknoloji ilişkisi de her devrimde önemli ölçüde evrimleşmiştir. Askeri Devrim'de, teknoloji (silahlar, organizasyon) devletin ve ordunun bir uzantısı haline gelmiş, "asker-yurttaş" kavramını ortaya çıkarmıştır. Sanayi Devrimi, insanı makine sistemlerine entegre etmiş, işçileri fabrika ortamında makinelerle birlikte çalışmaya zorlamıştır. Enformasyon Devrimi, teknolojik aygıtların "beni tanıyan nesnelerden, beni temsil eden nesnelere, hatta ben olan nesnelere" dönüştüğü, kişisel teknolojik aygıtların yaygınlaştığı bir döneme girmiştir. Endüstri 4.0 ve Yapay Zeka Devrimi, insan-makine etkileşimini daha da derinleştirmekte, siber-fiziksel sistemler aracılığıyla fiziksel ve dijital dünyaları birleştirmekte ve YZ'nin insan yeteneklerini artırırken aynı zamanda sosyal izolasyon ve duygusal bağlarda azalma riskleri taşıdığı bir noktaya ulaşmaktadır. Bu, teknolojinin sadece bir araç olmaktan çıkıp, insan kimliğinin ve sosyal deneyimin ayrılmaz bir parçası haline geldiği karmaşık bir ilişkiyi göstermektedir.

Bilgi, enformasyon ve eğitimin dönüşümü de tüm devrimlerde merkezi bir rol oynamıştır. Askeri Devrim, askeri bürokrasinin güçlenmesi ve bilimsel-teknik bilginin  yükselişiyle, bilginin üretim ve yayılımında önemli bir değişime yol açmıştır. Sanayi Devrimi, bilimsel yöntemin ve rasyonel düşünmenin önemini artırmış, teknolojik gelişmeleri etkilemiştir. Enformasyon Devrimi, bilginin miktarında ve erişilebilirliğinde "bilgi patlaması"na yol açmış, ancak aynı zamanda bilginin doğruluğunu doğrulama zorluklarını da beraberinde getirmiştir. Endüstri 4.0 ve Yapay Zeka Devrimi, sürekli eğitimi ve dijital okuryazarlığı hayati hale getirerek, yüksek vasıflı işgücüne olan talebi artırmıştır. Bu devrimler, bilginin ve eğitimin toplumsal ve ekonomik değerini sürekli olarak yeniden tanımlamış, öğrenme ve adaptasyonun sürekli bir süreç haline geldiği bir topluma doğru ilerlemeyi zorunlu kılmıştır.

Yapay Zeka (YZ) Devrimi, bilgisayarların daha önce yalnızca insan zekasına özgü görevleri yerine getirmesini sağlayan gelişmiş YZ, makine öğrenimi ve otonom sistemlerin hızlı gelişimiyle yönlendirilmektedir. YZ sistemleri artık teşhis koyabilir, karmaşık kararlar alabilir ve robotik bedenleri kontrol edebilir. "Düşünen makinelerin" bu potansiyel gücü, başlangıçta askeri uygulamalar için dikkat çekmiş, ancak o zamandan beri sağlık, ekonomi, ticaret, tarım ve eğitim dahil olmak üzere neredeyse her sektöre nüfuz etmiştir. Toplumun dijital dönüşümü, "dijital toplum" veya "süper akıllı toplum" (Toplum 5.0) ile doruk noktasına ulaşarak, YZ'nin yaşamın tüm yönlerine yaygın entegrasyonuyla temelden şekillenmektedir.

(Toplum 5.0 kavramı ilk olarak Japonya’nın 5. Bilim ve Teknoloji Temel Planı’nda dile getirilmiştir. Organizasyon sırasında bu kavram, siber alan (sanal dünya) ve fiziksel alanın (gerçek dünya) tümleşik hale getirilmesiyle gelecekte şekillenmesi istenilen toplum modeline işaret ettirilmiş, ulaşılması amaçlanan bu ideal toplum modeli de ‘‘süper akıllı toplum’’ ifadesiyle tanımlanmıştır. )

Yapay zeka, iş dünyasında artan otomasyon ve verimlilik sağlamaktadır; YZ destekli robotlar ve yazılımlar, rutin görevleri insanlardan daha hızlı ve doğru bir şekilde yerine getirebilmektedir. Bu durum, işgücü piyasalarında önemli değişikliklere yol açmakta, işlerin makineler tarafından yerinden edilmesiyle potansiyel olarak işsizliği artırmakta ve yaygın yeniden eğitim ihtiyacını doğurmaktadır. YZ'nin yaygınlaşması, işgücü yapısını değiştirerek ve otomasyonu artırarak ekonomik gücü ve kaynakları daha da yoğunlaştırma riski taşımakta, potansiyel olarak toplumsal eşitsizliği ve çatışmaları şiddetlendirebilmektedir.

Yapay zeka sistemleri giderek sosyal işlevleri üstlenmekte, asistan, uzman, moderatör, arkadaş ve hatta eğitimci olarak insanları desteklemektedir. YZ botları, sosyal bağlantıları uyarlayarak insan gruplarındaki işbirliğini önemli ölçüde iyileştirebilirken, otonom güvenlik sistemleri yerleşik sosyal normları etkileyebilir. YZ, problem çözmeyi hızlandıran bir sosyal katalizör olarak hizmet edebilir ve bir danışman olarak, kaynağı bilinse bile tavsiyeleri etkili olabilir. İnsanlar ve YZ sohbet robotları arasındaki ilişkiler, başlangıçtaki merakdan derin duygusal bağlara dönüşebilir, kullanıcılar daha iyi sağlık deneyimleyebilir ve sohbetleri anlamlı ve destekleyici bulabilirler. Çocukların sosyal robotlara uyumu, savunmasız sosyal gruplarda kullanımlarına ilişkin hem fırsatlar hem de endişeler doğurmaktadır.

Yapay zeka, çift taraflı bir kılıç olarak, yetenekleri artırırken insan eylemliliğini ve bağlantısını aşındırma potansiyeli taşımaktadır. YZ'nin asistan, arkadaş ve eğitimci olarak işlev görerek insan yeteneklerini artırma, verimliliği artırma ve karmaşık sorunları çözme kapasitesi sergilenmektedir. Ancak aynı zamanda, YZ'nin "insan etkileşimlerini soğutabileceği", "duygusal bağlarda azalmaya" yol açabileceği ve "sosyal izolasyonu" artırabileceği yönünde önemli endişeler dile getirilmektedir. 

Dahası, YZ'nin karar alma süreçleri üzerindeki artan etkisi ve "teknolojik özerklik" potansiyeli , insan eylemliliğinde ince ama derin bir kaymaya işaret etmektedir; kararların giderek sadece insanlar tarafından değil, algoritmalar tarafından da alındığı bir duruma doğru ilerlenmektedir. Bu durum, YZ Devrimi'nin kritik bir paradoksunu vurgulamaktadır: insan yaşamını kolaylaştırmak ve daha bağlantılı hale getirmek için tasarlanmış teknolojiler, dikkatli yönetilmezse, temel insani becerilerin (empati ve sosyal etkileşim gibi) köreldiği, kişisel ilişkilerin zayıfladığı ve karar alma gücünün yavaş yavaş insan takdirinden algoritmik belirlemeye kaydığı paradoksal bir sonuca yol açabilir. Bir "süper akıllı toplum" vizyonu , eşi benzeri görülmemiş bir verimlilik sağlayabilir, ancak otantik insan deneyimi ve bağlantısı pahasına olabilir. Yapay Zeka Devrimi, giderek otomatize edilmiş ve akıllı bir dünyada insan olmanın ne anlama geldiğine dair temel bir yeniden değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Teknolojik ilerlemenin insanlığın refahına gerçekten hizmet etmesini sağlamak için YZ etiğine (önyargıyı ele almak, gizliliği korumak, hesap verebilirliği sağlamak ve insan-YZ işbirliğini teşvik etmek dahil) proaktif ve insan merkezli bir yaklaşım gerekmektedir.

Diğer bir önemli husus, YZ çağında toplumsal kontrolün derinleşmesi ve gizliliğin karşılaştığı zorluklardır. YZ'nin muazzam miktarda bilgiyi toplama, analiz etme ve manipüle etme yeteneği, güç ilişkilerini yeniden şekillendirmekte ve toplumsal düzenin sürdürülmesine veya dönüştürülmesine katkıda bulunmaktadır. Foucault'nun "disiplin ve ceza" kavramlarına açıkça atıfta bulunulması , daha yaygın ve incelikli bir kontrol biçimine işaret etmektedir. Eş zamanlı olarak, gizlilik endişeleri birçok kaynakta sürekli olarak vurgulanmaktadır. YZ'nin, özellikle veri odaklı sistemler, kişiselleştirilmiş içerik algoritmaları ve gözetim teknolojileri aracılığıyla yaygın entegrasyonu, davranışsal tahmin, sosyal profilleme ve ince sosyal mühendislik için eşi benzeri görülmemiş mekanizmalar yaratmaktadır. 

Bu, geleneksel devlet veya şirket kontrol biçimlerinin ötesine geçerek, bireysel seçimleri, kolektif normları ve hatta siyasi söylemi şekillendirebilen daha yaygın, çoğu zaman görünmez bir algoritmik etki alanına ulaşmaktadır. Veri toplama ve analizinin kolaylığı, YZ sistemlerinin bir tür "teknolojik özerklik" geliştirme potansiyeliyle birleştiğinde , güç dinamikleri için yeni bir sınır yaratmakta ve bireysel özgürlük, demokratik hesap verebilirlik ve manipülasyon potansiyeli hakkında ciddi sorular ortaya çıkarmaktadır. Yapay Zeka Devrimi, bireysel gizlilik ve özerklik için önemli tehditler oluşturmakta, güçlü düzenleyici çerçevelerin acil olarak geliştirilmesini, şeffaf ve denetlenebilir YZ sistemlerinin uygulanmasını ve kamuoyunun farkındalığının ve dijital okuryazarlığının artırılmasını talep etmektedir. En büyük zorluk, YZ'nin toplumsal faydaları için muazzam faydalarını kullanırken, istemeden bir gözetim toplumu yaratmamak veya liberal demokrasilerin temel ilkelerini ve bireysel hakları baltalamamaktır.

Metin Gemini ile oluşturulmuştur.

Kaynaklar: 

I. Sanayi Devriminde Teknolojik Gelişmenin Rolü, Nuri Erkin BAŞER, Doktora Tezi

Yapay Zekâ ile Toplumsal Dönüşüm: Sosyolojik Perspektif, Arif Akbaş

Dördüncü Sanayi Devriminin Emek Piyasaları Üzerine Etkisi, Abdullah Arslan, Yüksek Lisans Tezi

Endüstri 4.0 Teknolojilerinin ve Endüstri 4.0’ın Üretim ve Tedarik Zinciri Kapsamındaki Etkileri: Teorik Bir Çerçeve, Yasemin Gedik

Sanayi Devrimi'nin İnsanlık Tarihine Etkileri, Sayem, Yaşam Boyu Eğitim Merkezi

Enformasyon Toplumu ve Toplumsal Değişim Sürecinde Sosyal Medya,  N. Filiz İrge, Akdeniz İletişim Dergisi

Toplum 5.0: İnsan Merkezli Toplum, Dr. Nilgün Demirci Celep

🔎Askeri Devrim Yeni

🔎Sanayi Devrimleri

🔎Enformasyon Teknolojisi Devrimi

🔎Endüstri 4.0

🔎Yapay Zeka  Yeni


20 Temmuz 2025 Pazar

Filistin-İsrail

Osmanlı döneminde Büyük Suriye vilayetinin parçası olan Filistin coğrafyası, Siyonist projenin hedefi olmasıyla birlikte,  dünyanın en huzursuz bölgelerinden biri haline geldi. "Kutsal şehir" Kudüs'ün de yer aldığı bu topraklar, daha önce de tarihsel olarak hep ilgi odağındaydı.

Filistin, Doğu Akdeniz'deki konumu, Süveyş Kanalını batıdan kontrol eden Sina'ya komşuluğu, İngiltere'nin manda yönetiminde petrol hatlarının Akdeniz'e ulaşma güzergahı gibi nedenlerle stratejik açıdan da önemli bir bölgeydi.

I. ve II. Dünya savaşları sonunda meydana gelen değişimler, bölgedeki bu görece sakin ve barış içinde bir arada yaşayan değişik  dinden insanları kaosa sürükledi.

Arapça konuşan büyük çoğunluğun,  binlerce yıldır yaşadığı topraklarda, yeni bir devletin kurulması girişimi olan Siyonizm, günümüze kadar gelen ve uluslararası boyut kazanan  büyük bir soruna yol açtı. 

Bu sorun, bulunduğu coğrafyayı çok aşan bir önem kazandı. Küçük büyük birçok aktör sahnede rol kapma yarışına girdiler. En büyük güçler, bu kronik soruna bir taraftan neden olurken,  diğer yandan  çözen olmak ve büyüklüklerini kanıtlamak için gayret gösterdiler. Filistin'i kurtarmak bir dönem Arap liderleri için, kendi iç kamuoylarını tatmin etmenin bir aracı oldu. Diğer bazıları da Müslüman dünyasında liderlik hevesi için bu davayı sahiplenir göründüler. Başlangıçta komşu Arap ülkeleri Filistin'i paylaşma gayretinde bulundular. Batılı güçler direnişçilerin hedefi olmamak, ya da geniş Müslüman vatandaşlarının tepkilerini yatıştırmak için politikalar üretmeye çalıştılar. 

Samimi olarak Filistin halkının yanında olan, bu konuda gayret gösteren kimdi, yanıtlanması güç bir soru olarak kaldı. 

Diğer yandan, Siyonist taraf, çok bilinçli ve planlı bir şekilde, birçok zorluğun üstesinden gelerek başarıya ulaştı. Kapalı kapılar ardında büyük güçlerle yürütülen müzakere ve pazarlıklarda orantısız olarak avantajlıydılar. Gelecekteki İsrail devletini kurmak kararlılığındaki kitle iyi eğitilmiş, Avrupa uygarlığının bilimsel ve teknolojik birikimine sahip, ideolojik olarak kararlı bireylerden oluşuyordu. Tarihleri, sürgün, yok etme, aşağılanma, yalıtılmış bölgelerde zorunlu yaşama gibi olguları içeriyordu. Onlar için mitolojik karakterli "vadedilmiş topraklar"dan başka bir yerde yaşama şansı yoktu.

İngiliz manda idaresi döneminde artan sayıda olmak üzere, kent ve kasaba sakinleri  ile kırsalın tarım ile uğraşan Filistinlileri, yaşadıkları topraklarda bir devlet kurma kararlılığındaki Siyonist göçmenler ile karşı karşıya geldiler. Başlangıçta ne olduğunu anlamakta geciktiler. Daha sonra örgütlendiler ve direnişe geçtiler. Günümüze kadar süren çatışma başlamış oldu.

Filistinliler kimler? İsrail Devleti içinde vatandaşlığa sahip ikinci sınıf insanlar mı? Yine İsrail sınırları içinde yerinden edilerek kamplarda yaşayanlar mı? İşgal altındaki Gazze ve Batı Şeria'da yaşamını sürdürenler mi? Komşu ülkelerde sayısı milyonları bulan diasporadakiler mi? Yoksa dünyanın her yanına dağılmış, ülkelerine dönme umudunu kaybetmiş göçmenler mi? Aslında hepsini bir arada tanımlayacak en iyi kavram sanırım "sürgün olmak".


Aşağıdaki sayfalarda   İsrail'in devlet oluşumunu ve Filistin konusunu, bunun bölgeye ve ötesine yansımalarını göstermeye çalıştım.  Bir aşamada Filistin ve İsrail tarihi iç içe geçtiği için, olabildiğince iki tarafın kendi eylem planları ve yapılanmalarını ayrı ayrı ele aldım. İsrail tarafında sürekli göçler ile yeni topraklara yerleşmek, eski sakinleri yerinden etmek, kurumlar oluşturmak politikaları izlenirken, Filistin tarafının daha çok savunmada kalan ve varlıklarını korumak için çaba gösteren ve bir aşamaya kadar geleceğini biraz da çaresizlikten, dost Arap ülkelerinin yardımına dayandıran bir anlayışla hareket ettiklerini ve daha sonra öz güçlerini kullanarak direnmeye ve özgürlüklerini elde etmeye çaba gösterdiğini görüyoruz.

1970'lerden itibaren Filistin direnişinin sertleşmesi, eylemlerin sınır tanımayan bir karaktere bürünmesi, daha çok tarafın konuya müdahil olması ile sonuçlanmıştır. Odağında Filistin'in olduğu ve savaşlara yol açan krizler, bölgenin kontrolü mücadelesi ve petrol fiyatları yoluyla dünya ekonomisini tehdit eder hale gelince, bir şekilde çözüm arayışları hızlanmıştır.

Filistin coğrafyasının giderek İsrail toprağı haline geldiği süreçte zaman İsrail'in lehine işlemiştir. Kurucu babaların düşüncesinde  zaten bağımsız bir Filistin Devleti hiçbir zaman olmadı. Geldiğimiz aşama son adımların atılması gibi görünüyor.

Son yıllardaki gelişmeler, Gazze ve Batı Şeria'nın sanki ayrı yönetim birimleri haline gelmesi ile sonuçlandı. Bir aşamada bu bölgelerin tarihi giderek birbirinden uzaklaşıyor. 

Bu derleme, 21.yüzyılın ilk yıllarına kadar olan zaman dilimini kapsıyor. Bilindiği gibi 7 Ekim 2023'den sonra her şey değişti.  

B.Berksan






🔎Filistin (Manda idaresi sona erene kadar)

🔎İsrail (Göçler ve devletin kurulması)

🔎İsrail

🔎Filistin (Varoluş Mücadelesi)

🔎Kudüs

Kullanılan kaynaklar.

Modern Ortadoğu Tarihi, AÜAÖF, 2017

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan Pappe, İletişim Yayınları, 2019

A History of the Modern Middle East, William L. Cleveland, Martin Bunton, Seventh edition published 2025 by Routledge

Ortadoğu Tarihi, Anne-Laure Dupont Catherine Mayeur-Jaouen, Chantal Verdeil, Doğu Batı Yayınları, 2022

Kısa İsrail - Filistin Tarihi /Michael Scott-Baumann, Say yayınları, 2021

Modern Filistin Tarihi, İlan Pappe, Phoenix , 2007

Gazze Tarihi, Jean Pierre Filiu, Bilge Kültür Sanat, 2016

Kudüs, Bir Şehrin Biyografisi, Simon Sebah Montefiore, Çeviren Cem Demirkan, Pegasus Yayınları, 2016

https://www.un.org/unispal/history2/origins-and-evolution-of-the-palestine-problem/

https://www.unrwa.org/

https://www.palquest.org/

https://www.ochaopt.org/

https://visualizingpalestine.org/

Atlas Historique du Moyen Orient, Flammarion, 2020

The Routledge Atlas of The Arab – İsrael Conflict, 10th Edition Martin Gilbert, 2012

The Routledge Historical Atlas of Jarusalem, Martin Gilbert, 2009

Gemini (Bazı alt başlıkların hazırlanmasında kullanılmıştır)




28 Mayıs 2025 Çarşamba

Mısır

Firavunların coğrafyası tarihin her döneminde önemli oldu. Bu coğrafya, nehir uygarlıklarının en eskilerinden birine ev sahipliği yaptı. Antik Mısır’ın zenginliği birçok yabancı gücü kendine çekti. Ancak gelenler, burada oluşmuş geleneklere kendi kültürlerini uyarladılar. İskender’in ardılları etnik olarak farklı kökenden gelmelerine rağmen, yeni firavunlar olarak iz bıraktılar.

Firavunlar güçlerini yerel yöneticiler ile paylaştılar. Bu denge sürekli değişti. Merkezi bürokrasi ve rahipler sınıfı da bu dengede önemli rol oynadı. Tanrılar yönetim aygıtının meşruiyetini sağlayan en önemli etkenlerin başında geliyordu. Hanedanların değişmesine paralel olarak tanrıların etkisi de değişkenlik gösterdi.

Mısır uzun yıllar yabancı hanedanlar tarafından yönetildi. Nil Nehri’nin suladığı bereketli topraklar tahıl ambarı olarak istilacıların hedefindeydi. Ayrıca değerli madenler de iştah kabartıyordu. Süveyş Kanalı’nın açılması, modern dönemde Mısır’ın önemini daha da arttırdı. Ticaret rotalarının yolu kısalmış ve Hindistan’a giden yol buradan geçer olmuştu.

Kültürel kırılma dönemleri olarak, Antik Mısır’ın Helenistik ve Roma dönemini takiben Hristiyanlaşması ve daha sonra, Müslüman Arap istilası sonucu bugünkü kimliğini elde ettiğini görmekteyiz.  Türkçe konuşan değişik yönetici hanedanların da Mısır tarihinde önemli rolü olmuştur.

Antik dönemden sonra, Mısır’ın yerli yöneticiler tarafından yönetilmeye başlaması 1950’li yılların başından itibaren oldu. Bu tarihten sonra Mısır Ortadoğu Arap dünyasının lider ülkesi rolünü oynamaya başladı. İsrail’in bölgedeki varlığının güçlenmesi ve komşu olması, Mısır dış politikasının en önemli olgusu haline geldi.

Modern Mısır, bizdekine benzer doğu batı tartışmalarının da yoğun olarak yaşandığı bir tarihe sahiptir. Antropolojik kültürü ile batı esinli modernleşmeci akımların çatışmalı diyalektiği, günümüze kadar etkisini göstermiştir.

Aşağıdaki sayfalarda, paylaştığım metinler ile, antik dönemden 20.yüzyıla bölgedeki gelişmelerin özetini vermeye çalıştım. 

B.Berksan





Mısır'ın jeolojik tarihi dört büyük fiziksel bölge ortaya çıkarmıştır :

Nil Vadisi ve Nil Deltası

Batı Çölü (Nil'den batıya, Libya sınırına kadar)

Doğu Çölü (Nil Vadisi'nden Kızıldeniz kıyısına kadar uzanır )

Sina Yarımadası

Mısır, dünyada en fazla su sıkıntısı çeken sekizinci ülke.

Mısır'ın toplam alanının yalnızca yaklaşık %5'ini kaplamasına rağmen; Nil Vadisi ve Nil Deltası ülkenin tek ekilebilir bölgeleri olarak en önemli bölgelerdir ve nüfusun yaklaşık %99'unu destekler. Nil vadisi, Asvan'dan Kahire'nin dış mahallelerine kadar yaklaşık 800 km uzanır. Nil Vadisi Yukarı Mısır olarak bilinirken, Nil Deltası bölgesi Aşağı Mısır olarak bilinir. Bazı kısımlarda dik kayalık uçurumlar Nil kıyıları boyunca yükselirken, Nil boyunca diğer alanlar düz olup tarımsal üretim için alan sunar. Geçmişte, yaz aylarında Nil'in taşması, aksi takdirde çok kuru olan topraklarda tarımı mümkün kılmak için silt ve su sağlamıştır. Asvan Barajı'nın inşasından bu yana, Nil vadisindeki tarım sulamaya bağlıdır. Nil deltası düz, alçak alanlardan oluşur. Deltanın bazı kısımları bataklık ve su basmış olduğundan tarıma uygun değildir. Deltanın diğer alanları tarım için kullanılmaktadır.

Rosalie, David (1997). "Coğrafya ve Tarihsel Arka Plan". Antik Mısır'ın Piramit Yapıcıları: Firavun'un İş Gücünün Modern Bir Araştırması . Routledge. s. 14.



Nil'in özellikle merkez ve ekvatoral Afrika'sındaki uzak yerleşimlerinde sayısız kolları olmasına rağmen, işin çoğunu yapan nehrin üç koludur. Birincisi, Etiyopya'nın dağlık bölgelerinden aşağı inen Atbara, nehrin toplam yıllık hacminin yedide birini taşır. Sel mevsiminde şiddetli bir taşkın Etiyopya'nın dağlık arazisindeki muson yağmurları ve eriyen karlar kanalını doldurduğunda, sel olmayan mevsimde kuru bir yatak haline gelir. 

Etiyopya'nın dağlık bölgelerinde de Yükselen Mavi Nil, yirminci yüzyıla kadar Mısır'ın tarımsal refahının kritik kaynağıydı. Taşkın mevsimi boyunca Etiyopya yaylalarından çok miktarda alüvyon yüklü su taşırdı ve bu zengin toprağı Nil Vadisi havzasında biriktirirdi. Çoğu sel mevsiminde olmak üzere, nehrin toplam kapasitesinin yedide dördünü taşır. 

Sonunda Victoria Gölü'nden aşağı çöken ve sudd olarak  bilinen Güney Sudan'ın bataklık arazilerinden geçerek kuzeye doğru kıvrılarak ilerleyen ve Hartum' da Mavi Nil ile birleşen Beyaz Nil gelir. Nil sularının kalan yedide ikisini taşır. Mısır'ın yıllık taşkınında o da kritik öneme sahiptir, çünkü yıl boyunca sabit bir su kaynağı sağlar. Böylece, ana Nil Nehri'ni yumuşatır ve sel sularının dünyanın diğer büyük nehirlerin de sıklıkla olduğu gibi şiddetli ve öngörülemez olmasını engeller. Nil, Sudan'ın başkenti Hartum'dan Akdeniz'e kadar, yalnızca tek bir kol olan Atbara'nın yardımıyla ve önemli yağış olmaksızın 1.600 mil daha akar. Yine de Asvan'dan Akdeniz'e kadar uzanan "uzatılmış bir vaha" yaratmak için yeterli su ve zengin toprak bırakır. Mısırlılar öncü antik kültürlerini bu uzun vahada yaratmışlardır.

..

Değişim, Mısır'ın uzun tarihinin de önemli bir özelliği olmuştur. Tarihsel dönem aralıkları somut biçimde hissedilmektedir. Yaklaşık üç bin yıl süren eski Mısır kültürü, nihayetinde Yunan ve Roma fetihlerine yol açmıştır. Mısırlıların kadim dili kullanım dışı kalmış ve antik çağların büyük anıtlarının çoğu ya kumlar altında kalmış ya da malzemeleri başka yerlerde kullanılabilecek şekilde yıkılmıştır. Daha sonra Yunanların ve Romalıların çoktanrılı kültürü yerini Hristiyanlığa, ardından yeni bir dünya dini ve yeni bir dil başlatan İslam' a bıraktı. İslam müstakil bir varlık değildi çünkü bir grup Müslüman fatih diğerini sırayla tahtından etti. Parlak bir Şii hanedanı olan Fatimiler, yerini Eyyubilere, sonra Memluklere ve nihayet Osmanlılara bıraktı. Ardından yeni bir yabancı fatihler grubu geldi: Fransızları, çarpıcı bir Türk-Çerkez  hükümdarlar ara döneminden sonra İngilizler takip etti. Çağdaşlar, Mısır'ın bugünkü rejimini firavunlar ve Memluklerle karşılaştırsalar da, 1950'lerden beri Mısır'ı yöneten erkekler  Mısırlı olmalarıyla övünüyorlar ve firavunlardan bu yana ülkeyi yöneten firavunların ilk doğma büyüme oğulları olduklarını iddia ediyorlar.

Üç kıtanın (Avrupa, Asya ve Afrika) bir köşesinde yer alan Mısır'ın muhakkak coğrafi ve stratejik önemi nedeniyle, bu topraklar çoğu zaman işgalci olarak çok sayıda yabancıyı kendine çekmiştir. Hiksoslar, Yunanlar, Romalılar, Araplar, Memlukler, Osmanlılar, Fransızlar ve İngilizler (bazıları şimdi Amerikalıları da ekliyor) ülkeye egemen olmuşlar, dillerini, nüfuslarını ve yaşam biçimlerini aktarmışlardır.

Kısa Mısır Tarihi, Robert T.Lingor, Say Yayınları, 2010

Eğer Eski Mısır yazısının MS 4. yüzyılda ortadan kalkması bu uygarlığın sonu anlamına geliyorsa, yaklaşık 3000'deki icadı da onun başlangıcı olduğu anlamına mı gelmekteydi? Tek bir olay yeni bir çağın başladığına işaret etmez, ancak yaklaşık 3400-3000 arasında Mısır'da köklü ve birbiriyle ilintili değişiklikler meydana gelmiş ve yeni bir toplum ortaya çıkmıştır. Bu yenilikler arasında en erken yazı denemelerinin yapıldığı 3250'den, ilk tam cümlenin yazıldığı 2750'ye kadar yüzyıllarca süren bir sürecin sonunda gerçekleşmiş yazının icadı da bulunmaktadır. Dördüncü binyılın sonunda birliğini sağlamış bir Mısır devleti ortaya çıkmıştır ve bu dönem -her ne kadar sınırları belirsiz olsa da- Mısır tarihinin başlangıcı kabul edilebilir. Doğal olarak birliğin sağlanmasından önceki dönem -Mısır prehistoryası önemsiz değildi; ülkenin birçok tarihsel unsuruna ait tohumlar içermekteydi. 

...

Eski Mısır'ın sınırları neredeydi? Bugün modern Mısır ülkesinin Arapça adı, Yakındoğu halklarının milattan önceki binyıllarda verdiği adın aynısıydı: Mısr. Başka halklar ise Memfis'te bulunan bir tapınak ve tapınağın adını verdiği semt Hikuptah'tan türetilmiş olması muhtemel Yunanca bir terim olan Aegyptos'un bir biçimini kullanmaktadır. 

Antik ve modern ülkeleri eşitlemek kolaydır, ancak günümüzün sömürgeci güçler tarafından çizilmiş şaşırtıcı derecede düz sınırları Eski Mısır'ın sınırlarını oluşturmaz. Bu sınırları ancak ülkenin her daim hayat damarı olmuş Nil Nehri'ni başlangıç noktası alarak akılda daha iyi canlandırabiliriz. Modern Kahire'nin güneyi boyunca uzanan dar bir vadide akarak şehrin kuzeyinde geniş bir alüvyon araziye yayılan nehir, insanların tarım yapmasına, köylerle şehirlerde yaşamasına ve ülkenin tarihini yazmak için kullandığımız anıtlar ve diğer yapıları inşa etmelerine imkan sağlamaktadır. 

Asvan'daki Birinci Çavlan'dan Akdeniz'e kadar olan kısım, geçmişte olduğu gibi bugün de Mısır'ın çekirdeğini oluşturmaktadır. Bu çekirdek bölgede yaşayan insanlar, onun ötesindeki Doğu ve Batı çöllerine ve Birinci Çavlan'ın güneyine uzandılar. Zaman zaman çok geniş alanlara ulaşmayı başardılar. Bu sayede batıdaki uzak diyarları, kuzey ve doğuda Akdeniz kıyılarındaki çeşitli yerleri ve modern Sudan'ın içlerine kadar giden Nil Vadisi'nin belirli kesimleri üzerinde etkili oldular.

Eski Mısır Tarihi, Marc Van De Mieroop, Homer Kitabevi ve Yayıncılık Ltd. Şti.,2019

Kaynaklar:

Kısa Mısır Tarihi, Robert T.Lingor, Say Yayınları, 2010

Axis 2000-Milliyet Hachette

Eski Mısır Tarihi, Marc Van De Mieroop, Homer Kitabevi ve Yayıncılık Ltd. Şti,2019

Rosalie, David (1997). "Coğrafya ve Tarihsel Arka Plan". Antik Mısır'ın Piramit Yapıcıları: Firavun'un İş Gücünün Modern Bir Araştırması . Routledge.

Hellenistik Dünya Tarihi, Malcolm Errington, Homer Kitabevi ve Yayıncılık Ltd. Şti,2017

Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze: Mısır, Ersal Yavi, Necla Yazıcıoğlu Yavi, Yazıcı Yayınevi, 1996

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

A History of the Modern Middle East, William L. Cleveland, Martin Bunton, Seventh edition published 2025 by Routledge

The Roudlage Atlas Arab İsraeli Conflict. Martin Gilbert

Atlas Historique du Moyen Orient, Florian Louis

Atlas of İslamic History, PETER SLUGLETT with ANDREW CURRIE Routledge

World History  Encyclopedia


🔎 Antik Mısır

🔎Mısır'da Helenistik Dönem ve Roma Hakimiyeti

🔎İslamiyet Dönemi Mısır

🔎Memlukler

🔎Mısır'da Osmanlı Dönemi

🔎Mısır 19.Yüzyıl

🔎Mısır 20.Yüzyıl


12 Temmuz 2024 Cuma

İran

Yakın uzak komşumuz İran.

İran’a ilgi son yıllarda giderek artıyor. Şah dönemini de yaşamış bizim kuşaklar için İran aslında yakın ama ilgi açısından uzak bir coğrafyaydı. Özellikle Rıza Pehlevi döneminde İran, petrol gelirlerinin sağladığı maddi olanaklar ve ABD’nin bölge politikalarının da etkisi ile, Orta Doğu’nun en önemli güçlerinden biri, belki de birincisi olma hevesi ile hareket ediyordu. Ayrıca Şah, ulusal kimliği güçlendirme adına antik döneme kadar giden tarihsel mirası ve sembolleri kullanmayı (Daha önceki birçok tarihsel devlette olduğu gibi) bir devlet politikası olarak öne çıkarmıştı.

Bilindiği gibi İslami Devrim, süreci bambaşka bir yöne çevirdi. İran kültürel olarak kendine özgü bir İslam inşa etmek için zaten yeterli kodlara sahipti. Mollalar tarihten gelen konumlarını da kullanarak, önceki monarşinin ve Pehlevi yönetiminin hataları üstüne yeni bir rejim kurdular.

İran kültürel belleği, bulunduğu coğrafyada yerleşik kültürün devamlılığını sağlayacak yeterli veriyi barındırmaktadır. Eskinin kadim hanedanları, farklı toplulukları yönetme becerisini kendinden önceki  hanedanlar ile bağlantılı oldukları iddiası ile göstermişlerdi. Mollalar ile ortak bir yön de vardı. Her zaman “din” olgusu, yönetici elite geniş bir coğrafyada yönetme yetkisini kullanmadaki en önemli faktörlerden biri oldu.

“Ön-İran dilini konuşan kabileler, şimdiki yerleşkelerine yaklaşık üç bin yıl önce geldiler. Bölgeye yeni gelenler, geniş bir dil ve kültür yelpazesine sahip mevcut sakinlere göre sayıca üstündüler. Bunlardan bazısı örneğin Elamlılar, Babilliler ve belki de Ciruftlular kendi başlarına büyük ve eski uygarlıkların mirasçılarıydılar. Bu halklar öylece ortadan kaybolmadılar. İlerleyen zaman diliminde İran dilini benimsemiş olsalar da kendi kültürleriyle İran medeniyetine katkıda bulunmuşlardır. Aslında, çoğu büyük uygarlık gibi, İran da birçok farklı mirasın birleşmesiyle ortaya çıkan karma bir kültür olarak anlaşılmalıdır. Antik çağlardan günümüze, İran toplumu çok ırklı, çok dilli ve çok dinlidir.” (1)

Burada bir konuya daha değinmeliyiz. “İran platosunun Zağros sıradağlarıyla ayrılmış batı kıyılarının diğer tarafı, Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı verimli Mezopotamya, bugün modern Irak ulusu ile ilişkilendirilse de 2500 yıl öncesinden erken modern zamanlara kadar siyasi olarak İran'ın bir parçasıydı. Nitekim, nüfusu ve ekonomisi İran platosununkinden önemli ölçüde daha büyük olduğu için, Mezopotamya, sakinlerinin çoğu ne etnik ne de dilsel olarak İranlı olmasına rağmen, tarih boyunca İran dünyasının politik ve ekonomik merkeziydi.” (2)

Başkenti Şiraz olan Fars eyaleti, antik dönemin ünlü iki kentinin de bulunduğu bölgedir. Persepolis ve Pasargad buraya antik dönemde yerleşen ve Pers adı verilen halkın kurduğu kentlerdir. Yunanlılar daha sonra tüm bölgeyi kontrol eden halka verdikleri isimden dolayı, kurulan imparatorluğu Persia olarak adlandırmıştır.  “İslam fethinden yüzyıllar önceki Sasani Persia'sı (Sasaniler), on altıncı ve on yedinci yüzyıllardaki Safevi Persia' sı (Safeviler) ve on dokuzuncu yüzyıldaki Kaçar Persia'sı (Kaçarlar). Ancak bu imparatorlukların halkları kendilerine İranlılar ve topraklarına ise İran demişlerdir.  Bu isim "soylu" anlamına gelen bir kelimeden türemiştir. Sanskritçedeki benzer bir isimle ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında ırkçı ideolojiler tarafından kullanılan ve tahrif edilen "Aryan" terimiyle aynı kökene sahiptir.” (3)

“İran” nitelemesinin Sasanice “Eranşahr” (Aryenler Ülkesi) tasarımından geliştiği, tarihsel olarak saptanmalıdır. Eski Sasaniler, bu politik kavramı M.S. 3. yüzyılda yarattılar; çünkü iktidarlarının meşrulaştırılması amacıyla, kendilerini batmış olan eski İran büyük imparatorluğu (Ahamenitler) ile İranlı mitsel eski kralların mirasçıları ve İran’da kök salmış Zerdüşt inancının yandaşları olarak göstermeyi düşünüyorlardı." (4) İran isminin resmi olarak kullanımı Rıza Şah’ın 1935 yılında aldığı bir kararla olmuştur.

İran hiçbir zaman batı benzeri toplumsal süreçleri yaşamadı. Merkezi yönetimler bölgesel olarak el değiştirirken, İran coğrafyasının geleneksel bölgesel yerel güçleri iktidar bileşeni olarak rol oynadılar. Tarihi bölgelere egemen olan aşiret/büyük aileler yönetim aygıtına güçleri oranda ya katıldılar ya da hasım olarak çatışmacı bir tutum izlediler.

İran’ı yöneten güçlerin 4.yüzyıl ortalarından itibaren kendilerine sorun yaratan Akhunlar’ı Göktürkler’in yardımı ile 6.yy. ortalarında ortadan kaldırdıklarını biliyoruz. Turani güçlerin giderek batıya hareketi sonucu İran ile temaslarının arttığını, Arap fethi sonrasında bölge ordularında Türk unsurunun temel güç olması paralelinde, siyasal denklemde önemli bir aktör haline geldikleri görülüyordu. 11.yy’dan 20.yy. ilk çeyreğine kadar, Moğol İlhanlılar dönemi dışında bölgeyi Türk asıllı ya da Türkçe konuşan hükümdarlar yönetti.

İran’ın coğrafyasına dönersek, kadim kültürler ile komşuluk ilişkileri bağlamında zengin bir birikimden söz edebiliriz. Her şeyden önce Fars bölgesi Mezopotamya ile iç içeydi. Elam döneminde Mezopotamya yönetim gelenekleri bu coğrafyanın yabancısı değildi. Antik dönemde Pers (Ahamenid) Yunan ilişkileri, daha sonra Helenistik dönemde İskender ve ardıllarının mirası, Part döneminde Roma ve daha sonra Bizans komşuluğu, İslam fetihleri sonrasında Arapça’nın etkisi, doğuda ipek yoluyla Çin ile ilişkiler, Hindistan ile ticaret ve kültür alışverişi öne çıkanlarıdır. Modern dönemde kuzeyde komşusu olduğu Rusya’yı ve her dönem Kafkas kültürlerini de saymalıyız.

Farsça (Persçe) Hint-Avrupa dillerinin önemli bir damarını oluşturuyor. Etkisi bugünkü İran ulusal sınırlarını çok aşan geniş bir coğrafyada konuşulan bir dil olarak günümüzde de görülmektedir.  Avrupalıların köken arayışında dilsel akrabalığın da etkisiyle üretilen teoriler, İran’a olan ilgiyi arttırmıştır. Özellikle antik dönem ve öncesine romantik bir bakış ile yaklaşan batılı araştırmacılar, İran tarihinin ortaya çıkarılmasında gayret göstermişlerdir. Petrolün bulunması ve İran’ın stratejik konumu nedeniyle bu ilgi İngiltere ve Rusya’nın ana aktörler olduğu yayılmacı bir nitelik kazanmıştır. İkinci Dünya savaşı sonrası, birçok yerde olduğu gibi İngiltere’nin yerini ABD’leri almış, 1979 devrimiyle İran’da İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.

Bugünkü İran’ı tanımlamak kolay değildir. Kendine özgü rejimiyle İslam kültürünün egemen olduğu bir toplumsal yapıdan söz edebiliriz. Aşağıda bağlantılarda paylaştığım alıntı, harita ve tablolar, giriş niteliğinde olup, meraklı okuyucu kendi yolculuğuna devam edebilir.

Buraya yolu düşenlerin ilgili sayfalara yapacağı eleştiri ve yorumlar hepimizin anlama çabasına katkı verecektir.

B.Berksan

(1) İran Tarihi, Richard Foltz, İnkılap Yayınevi, 2021

(2) R.Foltz

(3) R.Foltz

(4) Antik Pers Tarihi, Josef Wiesehöfer, Telos yayıncılık, 2002



Bugünkü İran’ın devlet sınırları, coğrafi olarak, kenar sıradağlarla çevrelenmiş, çukurlardan ve kısmi havzalardan oluşmuş bir iç dağlık ülke olarak betimlenebilir. Kuzeyde, Hazar Denizine bitişik (eski volkanik Demavend, 5604 m., ile birlikte) Elburz dağları ve 7000 metreden yüksek Hindukuş üzerinden Pamir’e devam eden Kuzey İran kenar dağları bu çerçeveyi oluştururlar; güneyde, Luristan, Huzistan ve Fars topraklarında, birçok paralel sıradağlar halinde güneydoğuya doğru uzanan (zaman zaman 3000 metreyi aşan yükseklikleriyle) Zagros sıradağları, İran’ı Mezopotamya ve Iran Körfezine karşı korumaktadır. İç Iran, Kuhrud ya da diklemesine giden doğu İran sınır dağları gibi sıradağlarla, akıntısız çukurlara ve havzalara bölünmektedir; bunların için de, ırmaklar tarafından tuz içerikli kille doldurulmuş ve yağış dönemlerinde tuz bataklıklarına dönüşen geniş çöller bulunmaktadır. Kuzeydeki Dest-i Kavir, dünyanın en büyük tuz çölüdür. Tuzlu kalıntı göller de, İran’ın kuzeyindeki dağlık bölgenin sembolüdür. Doğu’da, Belucistan’dan kuzeye doğru uzanan ve Hindukuşla birleşen sıradağlar sınırı oluşturmaktadır.

Antik Pers Tarihi, Josef Wiesehöfer





Yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi, günümüzde üç ülke İran dilleri konuşmaktadır; İran, Afganistan ve Tacikistan. Ayrıca bir çok bölgede de dil akrabalığı görülmektedir. Aşağıda bağlantılarda yer alan metinlerde de görüleceği gibi, İran kültürel etkisi bugünkü İran sınırlarını çok aşan bir genişliktedir. B.Berksan

Haritadaki oranları Vikipedi'den güncelledim. Modern dönemde bölgedeki İran ilgisinin mezhep bağlantısı açık olarak görülmektedir. Özellikle İslam devrimi sonrası İran'ın iç ve dış siyasetindeki gelişmeleri ve genel İran kültürünü anlamlandırmakta yine bu harita dikkate alınmalıdır. 


Kullanılan Kaynaklar:

İran Tarihi, Richard Foltz, İnkılap Yayınevi, 2021

İran tarihi, Pers İmparatorluğundan Günümüze, Gene R. Garthwaite, İnkılap Yayınevi, 2011

İran: Aklın İmparatorluğu / Michael Axworthy, Say yayınları, 2017

100 Soruda İran, Mohammed Reza Dijalili, Thiery Kellner, Bilge Kültür Sanat, 2017

Antik Pers Tarihi, Josef Wiesehöfer, Telos yayıncılık, 2002

Antik Yakın Doğu. Ed: Umberto Eco, Massimo Maiocchi, Alfa Yayınları

Sasanian Persia,  Touraj Daryaee,  I.B.Tauris & Co. Ltd in association with the Iran Heritage Foundation, 2009

THE POLITICAL HISTORY OF IRAN UNDER THE SASANIANS by R. N. FRYE, Professor of Iranian, Harvard University  (The Cambirdge History of İran içinde)

Sasanian Empire, Matt Clayton

İslamiyet, Gustave Edmund Von Grunebaum, Bilgi Yayınevi

https://iranicaonline.org/articles/elam-i

İran Moğolları, Siyaset, İdare ve Kültür, İlhanlılar Devri, Bertold Spuler, Türk Tarih Kurumu, 2011 (3. Basım)

Moğollar ve İslam Coğrafyası, Peter Jackson, Selenge Yayınları, 2022

Samaniler, Yüksek Lisans Tezi, Tülay Yürekli , 2002

İlk Müslüman Türk Devletleri, A.Ü.A.Ö.F., 2011

Ortaçağ ve Yeniçağ Türk Devletleri Tarihi, , A.Ü.A.Ö.F.,

Modern İran Tarihi, Ervand Abrahamian, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2008

İran Meşrutiyet Devrimi, Bijan Cezani, Kaynak yayınları, 2014

lran: Bir Devrimin Tükenişi, Farhad Khosrokhavar,  OlivierRoy, Metis Yayıncılık, 2000

Yaralı Bilinç, Daryush Shayegan, Metis Yayınları, 1991

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları,

Hatemi’nin İran’ı, Sami Oğuz, Ruşen Çakır, İletişim Yayınları, 2000

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

Ortadoğu Tarihi, Anne-Laure Dupont Catherine Mayeur-Jaouen Chantal Verdeil, Doğu Batı Yayınları, 2022

İran Kültürü, Prof.Dr.Nimet Yıldırım, Pinhan Yayıncılık 2016

Atlas of Islamic History, Peter Sluglet Andrew Currie

Atlas of Classical History, Routledge, 2023

Konular
🔎 Baktria 

    

15 Eylül 2023 Cuma

Polonya ve Macaristan


Güncel haritaya bakıldığında Polonya ve Macaristan şimdiki coğrafyamızdan oldukça uzak görünüyorlar. Tarihsel bağlamda ise, bölgenin kontrolu için her iki ülke geçmişinde Osmanlılar ile karşı karşıya geldi.  Din etkeninin, ulus devlet öncesi hanedanlar çatışmasındaki rolü nedeniyle bu karşılaşmalar barışçı niyetler taşımıyordu. Macar kralları Osmanlı ilerleyişini durdurmak ve kendi varlıklarını sürdürmek için ellerinden geleni yaptı. Daha sonra, Macar toprakları Habsburglar ile Osmanlılar arasında adeta tampon bölge işlevini gördü.

Koşulların zorlamasıyla Macarlar, Avusturya hanedanı ile ortak ülke konumunda (1864-1918) yaşadılar. Bu birliktelik Macarların geniş toprakları yönetmesi açısından çok da sorunlu değildi. Yine de tam bağımsızlık yönünde bir mücadele hep oldu.

Polonyalıların (Lehler), Osmanlılar ile çatışması onlar açısından oldukça talihsiz sonuçlandı. Varna Savaşında (1444) Haçlı ordularının başındaki Lehistan kralı III. Ladislas (Władysław) hayatını kaybetti. Bu savaşta Ladislas aynı zamanda Macaristan’ın da kralıydı. Daha sonra bugünkü Ukrayna bölgesinin kontrolu için Lehistan-Osmanlı ilişkileri gerilimli bir süreç izledi.  Köprülüler döneminde Lehistan üzerine kurulan üstünlük, Viyana kuşatmasında Avusturyalıların yardımına gelen Jan Sobiyeski’nin sonuç belirleyici desteği ile Osmanlı aleyhine döndü.  Rusya’nın bölgedeki etkisinin artmasına paralel olarak ilişkiler yakınlaştı.  

Polonya tarihi, Prusya ve bununla bağlantılı Töton Şövalyeleri ile de yakından ilgilidir. Yine Ukrayna, Beyaz Rusya topraklarının büyük bölümü bir dönem Polonya-Litvanya birliğinin egemenliğindeydi. Vurgulanması gereken bir konu da, Polonyalıların 1795'den 1807’ye kadar adeta ülkesiz olarak, başka devletlerin sınırları içinde yaşamalarıdır. Tam bağımsızlık onlar için I.Dünya Harbi sonunda gerçekleşmiştir.

19.yüzyıl ortalarında Avrupa’daki özgürlük rüzgarları, her iki ülkede de etkisini göstermiş, başarısız olan ayaklanmaların önderleri ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Macaristan’dan kaçan yurtseverlerin önemli bölümü Osmanlı’ya sığınmış, bir kısmı da burada kalarak değişik alanlarda görevler üstlenmişlerdir.

Polonya’daki 1830 ayaklanmasının liderlerinden Prens Adam Jerzy Czartoryski de İstanbul’a gelmiş, bugün Polenezköy adını taşıyan yerleşim yerinin kurulmasına öncülük etmiştir.

Sovyetler Birliği dönemi ve sonrasında her iki ülkenin rejimleri benzer süreçleri yaşamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında tek parti iktidarına dayalı sistem değişmiş ve çok partili yeni bir demokratik döneme geçilmiştir. Günümüzde Polonya ve Macaristan Avrupa Birliği ve Nato’nun üyesidirler.

Aşağıdaki bağlantılardan, başlangıçtan günümüze her iki ülkenin tarihlerine özet olarak ulaşabilirsiniz.

B.Berksan.

Polonya

Macaristan


İlgili sayfalar

🔎Devrimler Avrupası

🔎Prusya

🔎Rusya, 17.yüzyıl

🔎 Kossaklar (Kazaklar)

🔎 I.Süleyman (Kanuni)

🔎 IV.Mehmed (Avcı)

🔎 Sovyetler Birliği'nin Dağılması


6 Ağustos 2023 Pazar

Balkanlar

Bizim de kısmen içinde olduğumuz komşu Balkan coğrafyasının tarihsel sürecini özet olarak göstermeye çalışacağız. Günümüzde Balkanlar farklı kimliklere sahip toplulukların devletler olarak yapılandığı bir görünüm sergilemektedir. Yugoslavya'nın bölünmesiyle görece yakın zamanda ortaya çıkan bir çok ülke de zaman içinde Okuma Atlası'nda ayrı sayfalar halinde yer alacaktır.

Balkan terimi, ağaçlarla kaplı dağlar silsilesi anlamına gelen Türkçe bir terimdir. Avrupa-Asya geçişinin Avrupa ayağını oluşturan Balkanlar çok değişik etnik topluluğa ev sahipliği yapmıştır.





“Yunanistan'ın kuzeyindeki Balkanlar üzerindeki önemli etkiler, esas olarak doğudaki bozkırlardan ve kuzeydeki Karpatlar ve Transilvanya'nın metal işleme kültürlerinden geldi. Bu Balkan kültürleri, bozkır halklarından türetilen silahlar ve dövüş teknikleri ile birlikte günümüz Almanya'sında geliştirilen metalurji teknolojilerini ödünç aldı. Savaşçı mezarlarında bulunan bronz silahlar, Karpat ustalarının işlerindeki beceri ve güzelliği göstermektedir. Bugünün Romanya ve Sırbistan'ında bulunan benzer objeler, bu dönemde (MÖ 2000-1500 civarı) bu kültürün etkisinin Kuzey Balkanlar'a iyice yayıldığını gösteriyor. Klasik Yunanlılar, Mikenlilerden farklı olarak, Karadeniz'in batı kıyılarında kalıcı koloniler kurdular ve Balkan iç kesimlerinde yaşayanlarla yoğun temaslar kurmaya başladılar. 

M.Ö. yedinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Trakya'nın Ege kıyılarında ve Tuna ağzına kadar Karadeniz'in batı kıyılarında Yunan yerleşimleri vardı. Bunlar öncelikle Yunan lüks mallarının tahıl ve kölelerle takas edildiği ticaret depolarıydı, ancak ekonomileri en azından kısmen bağımlı hale gelen Doğu Balkanlar ve Karadeniz bozkırlarının iç kesimlerindeki halklar üzerinde önemli bir kültürel ve ekonomik etkiye sahipti.

Yunanlılarla ticaret Daha M.Ö 7. yüzyılda, Karadeniz bozkırlarının bazı sakinleri görünüşe göre ticari tarımla uğraşıyor, Yunan üretimi lüks mallar karşılığında Atina'ya tahıl tedarik ediyorlardı. Herodotus, Tarihinde (M.Ö 5. yüzyılın ortalarında yazılmıştır) Balkanlar'da ve çevresinde yaşayan çeşitli kabileleri tanımlamıştır ve bu okuma yazma bilmeyen halklar hakkındaki "görgü tanıklarımızın" neredeyse tamamı onun açıklamalarından türemiştir. Başlıca ilgi alanları, Yunanlıların Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırların göçebe ve yarı göçebe sakinlerine ve toprakları bugünün kuzey Yunanistan'ında Ege Denizi'nden Karadeniz kıyısına kadar uzanan Trakyalılara verdiği genel isim olan İskitlerdi.  Herodot ayrıca klasik Yunan şehir devletlerinin hemen kuzeyinde ve doğusunda yaşayan Trakya kabilelerinin gelenekleri hakkında renkli açıklamalar yaptı.”

Trakyalılar, MÖ 360'ta ağabeyi kuzeyde Makedonya sınırındaki İliryalılarla savaşta öldürüldükten sonra Philip'in kral olmasıyla öne çıkan Makedonlar tarafından tamamen Helenleştirilecekti. Philip, Makedonya'yı klasik Yunan dünyasının sınırlarındaki bir taşra krallığından tartışmasız liderine dönüştürdü. Klasik dönemin şehir devletlerinin aksine Makedonya, siyasi, dini ve askeri lider olan bir kralın yönetimindeki merkezi bir devletti.” (1)

Balkanların Roma öncesi halkları, daha sonra bu bölgeye gelen göçler sonucu yeni gelenlerin içinde erimişlerdir.  Bunlardan Arnavutlar, Grekler, Ulahlar bölgedeki varlıklarını sürdürürken yeni gelen Slavlar, Türkler kalıcı olmuş ve kendi yönetim yapılarını oluşturmuştur.  Andığımız topluluklara Hırvatları, Slovenleri, Makedonları, Bosnalıları da dahil etmeliyiz. (Bir çoğu slav kökenli) Bölgeyle ilgisi bakımından Habsburglar ve Macarlar da Balkanların siyasi sürecinde yer almışlardır. Hazar denizinin kuzeyinden gelen ve Türk dilleri konuşan Bulgarlar, Hunlar, Avarlar, Uzlar bölge tarihinde önemli roller oynamışlardır.



Orta Avrupa’da 7. ve 8. yüzyıllardaki değişimler bölgenin günümüzdeki yapısını şekillendirdi. Göçler sonrasında, Tuna güneyinde Roma İmparatorluğu Bizans olarak ayakta kaldı. Avarların ve Bulgarların göçleri ve bu göçlerin tetiklediği Slav halkların yer değiştirmeleri bölgenin etnik yapısını oluşturdu. 

“Avarlar, Pannonia'da yaşarken karşılaştıkları Slav kabilelerinin yanı sıra, işgal güçlerinin bir parçası olarak yanlarında başka Slavları da getirdiler. 7. yüzyılın ilk on yıllarına gelindiğinde, Adriyatik kıyısı boyunca ve güneyde Ege adaları ve Batı Anadolu'ya kadar uzanan Bizans şehirlerine tek başlarına veya Avarlarla birlikte saldırıyorlardı. Balkanlar'daki Slav varlığı, Bizans diplomasisi ile güçlendirildi. Bizans'ın Adriyatik kıyı kentleri üzerindeki Avar baskısını hafifletmek için İmparator Herakleios (620'lerin sonları), Karpatlar'ın kuzeyindeki orijinal Slav anavatanından Beyaz Hırvatları ve Elbe bölgesinden (Lusatia) Sırpları Adriyatik hinterlandına yerleşmeleri için davet etti. Bizans topraklarına yaptıkları seferlerin ardından Panoniyen Ovası'na dönen Avarların aksine, Slavlar genellikle Balkanlar'da kaldılar. Mora'ya kadar ilerlemeleri dokuzuncu yüzyılın başlarında durduruldu (805'te Patras'taki yenilgileri bir dönüm noktasıydı); yine de Selanik'in kuzeyindeki Balkan Yarımadası'nın çoğu, kalıcı bir Slav yerleşim bölgesi haline geldi. Birkaç yüzyıl daha şehirlerin çoğunda hâlâ Romalıların ve Bizans Yunanlılarının torunları yaşıyordu, ancak dağlık bölgeler Avaro-Slav ilerlemesini besleyen halklar için bir sığınak görevi gördü. Bu mülteciler arasında, daha sonra onuncu ve on birinci yüzyıllarda Ulah çobanları olarak ortaya çıkan ve Epirus, Makedonya ve daha kuzeydeki dağlık bölgelere yayılan Balkanlar'ın yarı Romalı yerlilerinin torunları da vardı. Benzer şekilde, Arnavutlar da muhtemelen aynı dönemde Epirus dağlarına sığınan İliryalılar ve Trakyalıların torunlarıydı” (2)



Burada Balkan halklarının Ortodoks mezhebini kabul etmelerine de bir parantez açmalıyız. Bu olgu Katolik dünyasına komşu ve merkezi Konstantinopolis olan mezheb, Balkan bölgesinin tarihi için belirleyici sonuçlar doğurmuştur. Methodius ve Kyril kardeşler, bölgede kullanılan alfabe başta olmak üzere, ortak ayin dili oluşturmada önemli rol oynamışlardır. 


Balkan coğrafyası, tarih boyunca Anadolu’daki egemen güçlerin etki ve ilgi alanında oldu. Zaman zaman bunun tersi de doğrudur. Osmanlı devletinin Balkanlardaki varlığı, onun bir Avrupa devleti sayılmasının da nedeniydi.

“14. yüzyılın sonuna gelindiğinde modern Balkan devletlerinin temeli atılmış bulunuyordu ki, bu dönemde bu modern devletlerin her birinin bir karşılığı mevcuttu: Eflak, Boğdan ve Erdel'de Romanya; Ortaçağ imparatorluklarında Bulgaristan; Sırp, Hırvat ve Boşnak krallıklarında Yugoslavya; İllirya'da Arnavutluk; Bizans İmparatorluğu'nda ise Yunanistan. Bölge içinde nüfus değişikliklerinin ve bazı göçlerin gerçekleşecek olmasına karşın daha sonraki dönemde, barbar istilalarıyla mukayese edilebilir büyüklükte bir dış müdahale söz konusu olmadı. Bu ilk devletlerin hiçbirinin modern anlamda ulusal olmadıklarını özellikle vurgulamak gerekir. Bu hükümetler temelde, güçlü asillerin bir lider etrafında oluşturdukları ittifakları temsil etmekteydi. Bizans liderleri gibi otokratik liderlerin sayısı azdı. Feodal sadakatler, devlet yönetimindeki güçlü kişilerin devletin korunmasında ve sınırlarının genişletilmesinde ortak menfaatlerinin bulunmasına bağlıydı. Bulgar ve Sırp devletlerinin akıbetlerinin de ortaya koyduğu gibi, bir asil, yöneticisine isyan etmesi ve düşman bir güçle ittifak kurması çıkarlarına daha uygun düştüğü takdirde kolayca müttefik değiştirebilmekteydi. İmparatorunun güçlü konumuna karşın Bizans İmparatorluğu da benzer sorunlarla karşı karşıya kalmaktaydı.

….

Ortaçağın sonuna gelindiğinde, sadece modern Balkan devletlerinin temelleri atılmakla kalmamış; fakat aynı zamanda, sınırları yaklaşık olarak Doğu ve Batı Roma İmparatorluklarının sınırları ölçüsünde ve uzun ömürlü bir kültürel kırılma yüzünden bölgenin bölünmesi de gerçekleşmiş bulunuyordu. Bu bölünmenin temelinde iki Hristiyan kilisesi arasındaki fark yatmaktaydı. Bulgarların, Yunanlıların, Rumenlerin, Sırpların çoğu ve birçok Arnavut, güçlü bir Bizans  etkisine sahip olan Ortodoks dünyasının bir parçası halini aldı. Slav nüfus, ibadet dili olarak kendi dillerini kullandı ve Eski Slavca onların ortak edebi dili oldu. Kiril alfabesiyle yazmaktaydılar. Sanat ve mimaride Bizans tarzlarını izlediler. Buna karşın, kuzeybatı Balkanlar'daki Sloven ve Hırvatlarla bazı Arnavut ve Boşnaklar arasında Katoliklik ve Batı etkileri baskındı. Kilisenin dili Latince olduğu gibi kullanılan alfabe de Latinceydi. Batılı mimari tarzlardan, önce romanesk ve sonra da gotik onların binalarının karakteristik tarzı oldu.”(3)


Balkanlar oldukça farklı etnik ve dini toplulukların kendi aralarındaki rekabete sahne oldu. Bunun yanı sıra emperyal güçlerin de kontrol etmek istediği stratejik bir konumdaydı. Nitekim 4.Haçlı seferi sırasında Latinler İstanbul'u işgal ettiler, Yunanistan topraklarını paylaştılar.

14. ve 15.yy.larda Balkanlar’da egemen güç Osmanlılar oldu. 18.yy.dan başlayarak bölge diğer büyük güçlerin siyasi oyun alanında önemli bir yer edindi. İngiltere küresel çıkarları gereği Rusya’nın bölgede güçlenmesini engellemeye çalıştı. Özellikle Katolik Balkan bölgesinde Avusturya- Macaristan’ın etkisi güçlüydü. Rusya Ortodoks dünyasının hamisi rolünde bölgeye artan bir ilgi gösterdi. Fransız devriminin ulusçu bağımsızlık hareketlerine esin kaynağı olması, özellikle 19.yy.ın ortasındaki güçlü ayaklanmalara neden oldu. Bu süreçte Osmanlı egemenliğindeki Balkanlı topluluklar güçsüzlüklerinin farkında olarak büyük devletlere yanaşarak bağımsızlıkları için harekete geçtiler. Zamanın ruhu da onların lehineydi.

“Güneydoğu Avrupa’daki (Balkanlar) ulus-devletler yakın sayılabilecek bir zamanda ortaya çıktığı için, gerek tarihçiler gerek politikacılar onlarla antik ve/veya Ortaçağ’a ait devletler arasında bağ kurarak meşruiyetlerini pekiştirmeye çalıştılar. Böylece, rakip ya da rakip olma potansiyeli taşıyan uluslara karşı ideolojik yarışta “daha eski olmak” gibi bir gerekçe edinilmiş oluyordu (sözgelimi “kronolojik olarak ilk önce biz vardık…”). Bu durumda çoğu zaman, bölgedeki her halkın bütün bir tarihi, ulusal idealler uğruna yürütülen (ve teleolojik olarak, ulus-devlete varacak) bir mücadele olarak ele alındı; tarihin bütün karakterlerine, anlarına ve süreçlerine, ulusal ideale ulaşmaya olan katkılarına bakılarak değer biçilir oldu. Bu türden çarpıtılmış söylem kalıpları, tarihi büyük-anlatılar, hem toplumu modernleştirme girişimlerini güçlendirmek hem de ulusal birlik ve bütünlüğün inşası için kullanılıyordu” (4)



Şablon aynıydı. Büyük güçler müdahale etti. Özerklikten bağımsızlığa geçildiğinde her bir çekirdek bağımsız devletçiğin başına bir batılı prens getirildi. Bu prens, yeni ülkeyi meşruti monarşi ilkeleri temelinde, kendi danışman kadrosu ile biçimlendirdi. Yerel güçlerin etkinliği arttıkça iktidar mücadelesi giderek hız kazandı. Her bir ülkenin sayfasında ana hatları ile bu gelişmeler gösterilmeye çalışıldı.

Balkan ulusları son dönemde (Post Komünizm) kaderlerini Avrupa Birliği ile birleştirdi. Küresel güç dengeleri onları NATO ittifakında yer almaya itti.  Siyasi ve ekonomik istikrar bağlamında yapılan bu tercihlerin bilançosunu gelecekte göreceğiz.

Geçmişte ülkemizde yaşayan birçok ailenin Balkanlar ile bağı vardı. Şimdi de hala akrabaları bu ülkelerde yaşayan birçok vatandaşımız bulunuyor.

Balkanların, Anadolu ve Trakya coğrafyasında yaşayan bizlerin doğal merak alanında olması gerektiği inancıyla, aşağıdaki sayfalarda bölge ülkelerine ilişkin giriş niteliğinde sayfaları paylaşıyorum. B.Berksan

(1) The Balkans in World History , Andrew Baruch Wachtel, 2008

(2)Balkan Tarihi, Barbara Jalevic

(3)Balkan Tarihi, Barbara Jalevic

(4)Güneydoğu Avrupa’da Milletler ve Devletler, Editör: MIRELA-LUMINITA MURGESCU, CDRSEE,2008

Kaynaklar:

Balkan Tarihi I, 18 ve 19.Yüzyıllar, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006

Balkan tarihi II, 20. Yüzyıl, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006

Güneydoğu Avrupa’da Milletler ve Devletler, Editör: MIRELA-LUMINITA MURGESCU, CDRSEE,2008

The Balkans in World History , Andrew Baruch Wachtel, 2008

Balkanlar'ı Tahayyül Etmek, Maria Todorova, İletişim Yayınları, 2003

Yunanistan Kısa Tarihi, Richard Clogg, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2015

A Concise History of Bulgaria, R. J. CRAMPTON, Cambridge University Press, 2005

Historical Dictionary of Albania, Second Edition, Robert Elsie, Scarecrow Press, Inc.,2010

Historical Atlas of Central Europe, Paul Robert Magocsi, University of Toronto Press, 2018

The Palgrave Concise Historical Atlas of the Balkans, DENNIS P. HUPGHIGK and HAROLD E. Gox, 2001

Bizans Tarih Atlası, Jhon Haldon, Alfa, 2017

Sayfalar: 

Bulgaristan

Sırbistan

Yunanistan

Romanya

Arnavutluk

Yugoslavya

Balkan Yarımadası Jeopolitiği ve  Osmanlı Yayılışı

Balkan Harbi

Balkanlar: Etnik Karmaşanın Dilsel Boyutları, Bilgehan A. Gökdağ

Osmanlı'nın Arnavutluk'u Fethi, İlkay Erken

Konuyla ilgili bağlantılar:

🔎Antik Yunan Coğrafyası

🔎Makedonya Krallığı

🔎Roma İmparatorluğu

🔎Bizans

🔎I.Murat Dönemi

🔎Osmanlılar I

🔎Avusturya 19.Yüzyıl

🔎Slavlar

🔎Avarlar

🔎Bulgarlar

🔎Oğuzlar/Uzlar

Not: Macaristan ve Polonya  Balkan coğrafyası ile tarihsel ilişkileri nedeniyle, ayrıca ele alınacaktır.